Hepsinin boynunda küçüklüğümde ananem ve babaannemin idare lambasında ya da kış aylarında ipek ibrişimle kimi kirpik, kimi filize, kimi mezar taşı kimisi de menekşe modelleri ile yaptıkları mekik işlerini tutturdukları yazmaları vardı.
Onların, Balkan Harbinde tam olarak bozguna uğramış ordunun ardını toplayan atalarının emaneti yazma fularları aslında birer nişanedir.
İhanete uğrasalar da sadıktırlar.
Son kuruşlarını dostlarına harcasalar da ağadırlar.
Vardar’da, Sava’da, Yukarı Tuna’da Onlar vardır.
Bucak’ta onlar.
Deli Orman’ın eteklerine sığınan, Tombul Cami’nin gökyüzüne uzanan minaresinde son salayı bekleyen sadâdır onlar.
Şaşalı salonlarda değil, alanlarda Türkçe haykırışlarıdır bu milletin.
Onlar, mütevazi bütçelerle miraslarının son kuruşunu damla damla harcayanlardır.
Makamları Tuna’da atını sulayan bir akıncının atını bağladığı taştır.
Onlar iki Türkçe laf edince ruhlarını doyururlar.
“Rejim” yapacak kadar tok değildirler.
Onlar on yıllar önce kendilerine gönderilen üç beş Türk halk kıyafeti ile nasıl sevindiklerini gözleri yaşararak anarlar. Bir dokunuşla binlerce çiçeğe can verenlerdir onlar.
Onlar, “Sen gelmez oldun” şarkısını ezbere bilirler. Saz ve dümbelekden (ritim saz diyorlar) en hızlı ritimle halkın Hakk’a nasıl kavuştuğunu gösteren namelerin yazıcılarıdır.
Onlar Nazım’ı severler. Nazım’ın Türkçe haykırışıdır sevgilerinin temeli.
Türk olmanın zorluğunu yüzyıllardır geri çekilme ile Sakarya’da duran süvarinin Akdeniz’e kadar koşmalarına sitemleri vardır.
“Be Paşa yandan çarklı kahvenin en iyisi Bosna’da, ayranın en iyisi Tuna’da içilir. Ne diye Akdeniz dedin ki” derler.
İsyan ederler.
Oysa o söze asıl isyan eden Paşa’dır, belki. “A be Mehmet ilk hedefiniz Akdeniz’dir, son hedefiniz değil” diye.
O kadınlar son hedefin Tuna olduğunu düşünür, beklerler Tuna’dan Sava’ya. İnce bir ses, bir türkü duyulmaz radyodan öteye “bekledim de gelmedin” diye.
Sen!
Atsızın “saçları alagorsan kesilmiş kız” dediği kadın ya da bir takım elbise, bir kravat dahası değirmen taşları arasındaki undan nimetlenen saçları altında kocaman bir göbek!
Nereye neden koştuğunu bilmeyen Vaşington’da yazılan notanın Bucak’ta okuyucusu!
Sen, o kadınların hepsinin gözlerinde, yeşil üzerinde süzülen kollarıma sarılan yılan değil nemli birer Ay Yıldız göreceksin.
Haddini aşma, sakın sesini yükseltme!
Yokluğu var edenlerin, varlığını yok etme!
Ya delicesine seveceksin o kadınları ya da edeceksin nefret…
Hak yoludur o kadınların yolu,
Sense ya şeytansın ya da melek…
Kendisinin zirveye ulaştığı,
Davasının dağın eteklerinde kaldığı,
Bizim dediklerimizin biz olmadığı Balkan’da,
O kadınlar var oldukça rahat yaşayacaksın Ankara!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
“O Kadınlar”
Balkanlarda birçok yerde onlara rastladım.
Hepsinin boynunda küçüklüğümde ananem ve babaannemin idare lambasında ya da kış aylarında ipek ibrişimle kimi kirpik, kimi filize, kimi mezar taşı kimisi de menekşe modelleri ile yaptıkları mekik işlerini tutturdukları yazmaları vardı.
Onların, Balkan Harbinde tam olarak bozguna uğramış ordunun ardını toplayan atalarının emaneti yazma fularları aslında birer nişanedir.
İhanete uğrasalar da sadıktırlar.
Son kuruşlarını dostlarına harcasalar da ağadırlar.
Vardar’da, Sava’da, Yukarı Tuna’da Onlar vardır.
Bucak’ta onlar.
Deli Orman’ın eteklerine sığınan, Tombul Cami’nin gökyüzüne uzanan minaresinde son salayı bekleyen sadâdır onlar.
Şaşalı salonlarda değil, alanlarda Türkçe haykırışlarıdır bu milletin.
Onlar, mütevazi bütçelerle miraslarının son kuruşunu damla damla harcayanlardır.
Makamları Tuna’da atını sulayan bir akıncının atını bağladığı taştır.
Onlar iki Türkçe laf edince ruhlarını doyururlar.
“Rejim” yapacak kadar tok değildirler.
Onlar on yıllar önce kendilerine gönderilen üç beş Türk halk kıyafeti ile nasıl sevindiklerini gözleri yaşararak anarlar. Bir dokunuşla binlerce çiçeğe can verenlerdir onlar.
Onlar, “Sen gelmez oldun” şarkısını ezbere bilirler. Saz ve dümbelekden (ritim saz diyorlar) en hızlı ritimle halkın Hakk’a nasıl kavuştuğunu gösteren namelerin yazıcılarıdır.
Onlar Nazım’ı severler. Nazım’ın Türkçe haykırışıdır sevgilerinin temeli.
Türk olmanın zorluğunu yüzyıllardır geri çekilme ile Sakarya’da duran süvarinin Akdeniz’e kadar koşmalarına sitemleri vardır.
“Be Paşa yandan çarklı kahvenin en iyisi Bosna’da, ayranın en iyisi Tuna’da içilir. Ne diye Akdeniz dedin ki” derler.
İsyan ederler.
Oysa o söze asıl isyan eden Paşa’dır, belki. “A be Mehmet ilk hedefiniz Akdeniz’dir, son hedefiniz değil” diye.
O kadınlar son hedefin Tuna olduğunu düşünür, beklerler Tuna’dan Sava’ya. İnce bir ses, bir türkü duyulmaz radyodan öteye “bekledim de gelmedin” diye.
Sen!
Atsızın “saçları alagorsan kesilmiş kız” dediği kadın ya da bir takım elbise, bir kravat dahası değirmen taşları arasındaki undan nimetlenen saçları altında kocaman bir göbek!
Nereye neden koştuğunu bilmeyen Vaşington’da yazılan notanın Bucak’ta okuyucusu!
Sen, o kadınların hepsinin gözlerinde, yeşil üzerinde süzülen kollarıma sarılan yılan değil nemli birer Ay Yıldız göreceksin.
Haddini aşma, sakın sesini yükseltme!
Yokluğu var edenlerin, varlığını yok etme!
Ya delicesine seveceksin o kadınları ya da edeceksin nefret…
Hak yoludur o kadınların yolu,
Sense ya şeytansın ya da melek…
Kendisinin zirveye ulaştığı,
Davasının dağın eteklerinde kaldığı,
Bizim dediklerimizin biz olmadığı Balkan’da,
O kadınlar var oldukça rahat yaşayacaksın Ankara!