İnsan, toplum ve devletlerin dışa dönük uygulama, davranış ve politikaları, esasta içte var olan özelliklerin, karakterin, inancın yansımasıdır.
İç, ne kadar sağlıklı ise dışa yansıma da o kadar sağlıklı olur. Bu nedenle yazılarımın ağırlığı doğal olarak iç temelinde bireysel, toplumsal ve yönetim/iktidar/siyaset biçimleriyle ilgili.
Ancak bazı dış konular var ki bunlar, zehir derecesinde içe etkili ise değinmek de gerekiyor.
Amerika, İngiltere ve zihniyet babaları İsrail’le ilişkilerimiz, tam da böyle bir konu.
Sadece belirlenmiş kişilerin bildiği çok karmaşık ağlar içeren, kimin elinin kimin cebinde olduğu bilinmeyen ve ülkemiz için gerçek bir beka tehdidi oldukları aleni olan bu ülkeleriçözümleyecek, politikalarını anlayacak ve tedbir almayı sağlayacak aydın/düşünce adamı kıtlığı yaşıyoruz.
Bu bağlamda çok geç kalmış olan oksidentalizm (garbiyatçılık/Batı’yı anlama bilimi) çalışmalarının başlatılması hayati önem taşımakta. Batı bu çalışmayı oryantalizm kavramı altında yüz yıllar önce başlatmış, sonuç ortada, başarılı olmuşlar. Her şeyimizi, ne tepki vereceğimizi, nasıl adam devşirileceğini iyi biliyor…
Hâlbuki Kur’an’ın temel bir emri olarak, geçmiş (tezekkür) ve bugün dikkate alınarak yapılacak küçücük, basit bir düşünme (tefekkür) gayreti, süratle tedbirleri (tedebbür) oluşturacaktır. Ama yok illa sen-ben kavgası içinde oluşacak toz-dumanla her şey kapalı, gizli kalacak.
Aklı olmayanı, aklını kullanmayanı Müslüman kabul etmeyen Kur’an’a aykırı olarak, akıldışılığı, saçma hurafeleri din olarak sunanlara ilave olarak, bu Muaviye dinine bağlı ideolojik, mezhepsel, kişi ve parti/hemşeri/akraba aidiyetlerinin bizi bağnazlaştırması ve köleleştirmesinin bu kıtlığa tuz biber ektiği fark edilmiyor ne yazık ki.
Kimse kimseyi kandırmasın, Allah’ın insana bahşettiği en büyük ödül olan düşünme/irade özgürlüğünü, köleleştirici aidiyetlerle ilkelliğe dönüştürüp, teşvik edenlerin işine geliyor, İslam’ının hayata dokunmayan soyut alana hapsedilmesi.
Bu akıldışı, ilkel ve köleleşen zihniyetlerin uygulamalarıyla bütün alanlarda kriz derinleşiyor, bu millet geri dönülmez bir noktaya sürükleniyor.
Evet, şimdi düşünmeye ve hatırlamaya çalışayım anılan devletlerle resimlerimizi ki bugünü anlamaya, kavramaya çalışalım.
***
Yıl, 2004…
Coğrafyamız üzerindeki sömürü ve sömürünün devamı üzerine uzun yıllara dayalı planların son sürümü olan Büyük/Genişletilmiş Orta DoğuProjesinin, ABD tarafından benimsendiğinin ilanı.
Görünür amaç; Condoleezza Rice’nın, 2003 yılında ağırlığı Müslüman olan ülkelerde ileri demokrasi, refah, özgürlük getirecek(!) masumane(!) yazısında hedeflediği istikrar(!).
Hâlbuki biliniyor ki esas amaç, İsrail’in –vaat edilmiş topraklar hedefinde-toprak olarak genişlemesi ve güvenliğinin sağlanması ile İslam’ın kendi çıkarlarına uygun dönüşümü ve bölge ülkelerinin tüm kaynaklarına çökmek.
Aynı zamanda BOP’un küresel bir haçlı seferi olduğunun söylenmesi de meseleyi açıklıyor.
Ve İsrail temelli böyle bir projede Türkiye, Başbakan/Cumhurbaşkanı seviyesinde eş başkanlığı üstleniyor. Aksi söylense de bu üstlenme, yıllar içinde birçok konuşmada dile getiriliyor ve şaşırtıcı da değil.
Ve ana muhalefet başta olmak üzere diğer muhalefetmiş gibi görünen partilerin de bu proje kapsamında yer aldığını, gerçek muhalefet yapmadıklarından ve Türk’ü yok sayan yeni Anayasa arayışı heveslerinden anlamak mümkün.
Yani bu proje siyasi hayatı kuşatıp, şekillendirmiş durumda!
Çünkü Türkiye’de 1940’larda oluşturulan Batı iltisaklı müesses nizam, zannedilenin aksine siyasal dinci bir hükümetin iktidara getirilmesi için tüm devlet organlarını seferber ediyor. Yani AKP, kendi doğal seyrinde iktidara gelmiş değil. Sosyolojiye müdahale dâhil, ekonomik, siyasi, askeri çok ciddi destek var.
Siyasal dinci bir partinin iktidarında proje çok hızlandırıldı. Süreç içinde Irak, İsrail için risk olmaktan çıkarılarak üçe bölündü ve eş başkan olarak bizim üstün gayret ve desteklerimizle Kuzey’de özerk bir Kürt yönetimi, -siz bunu İsrail diye okuyun- 378 km’lik Irak sınırı boyunca komşumuz oldu.
Askerlerimizin başına Irak’ta çuval geçirilmesine tepkisizliğimizin (ki nota vermeyle bile dalga geçildi) verdiği cüretkarlık, tek yönlü ABD ilişkisinden bağımsızlaşmak isteyerek Avrasya, Rusya ve İran merkezli alternatiflere yönelen en seçkin subayların, CIA güdümlü dini yapının kumpaslarıyla tasfiye edilmesiyle zirveye çıkıyor ve proje için risk taşıyan Türk ordusu pasivize edildi.
Yine 2004’ten bugüne Ege’de 20 ada ve 2 kayalığın Yunanistan tarafından işgaline göz yumuldu. İşgal diyorum çünkü işgal olduğunu, 2022’de Cumhurbaşkanı da kabul etti. Hani egemenlik hakları, hani yeminler.
AKP döneminde yürürlüğe giren Kyoto protokolü gerekçe gösterilse de Arap baharı(!) ve Suriye olaylarından önce Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi işi 49 yıllığına İsrail’e verildi. TBMM’den geçti, Cumhurbaşkanlığınca onaylandı, resmi gazetede yayınlandı ama Anayasa Mahkemesi iptal etti.
Gelecek yıllarda durum İsrail açısından ne olur bilmiyoruz.
Ama sonrasında 877 km sınırın yarısının temizlendiği ve bilinçli yaratılan, oldurulan gelişmelerden kaynaklı geçişlere hazır hale getirildiğini biliyoruz.
Hatırlamaya ve bize algılarla parçalı bakış dayatılsa da bütünsel bakma gayretine devam.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Bir bilinmezlik ilişkisi mi acaba?
İnsan, toplum ve devletlerin dışa dönük uygulama, davranış ve politikaları, esasta içte var olan özelliklerin, karakterin, inancın yansımasıdır.
İç, ne kadar sağlıklı ise dışa yansıma da o kadar sağlıklı olur. Bu nedenle yazılarımın ağırlığı doğal olarak iç temelinde bireysel, toplumsal ve yönetim/iktidar/siyaset biçimleriyle ilgili.
Ancak bazı dış konular var ki bunlar, zehir derecesinde içe etkili ise değinmek de gerekiyor.
Amerika, İngiltere ve zihniyet babaları İsrail’le ilişkilerimiz, tam da böyle bir konu.
Sadece belirlenmiş kişilerin bildiği çok karmaşık ağlar içeren, kimin elinin kimin cebinde olduğu bilinmeyen ve ülkemiz için gerçek bir beka tehdidi oldukları aleni olan bu ülkeleri çözümleyecek, politikalarını anlayacak ve tedbir almayı sağlayacak aydın/düşünce adamı kıtlığı yaşıyoruz.
Bu bağlamda çok geç kalmış olan oksidentalizm (garbiyatçılık/Batı’yı anlama bilimi) çalışmalarının başlatılması hayati önem taşımakta. Batı bu çalışmayı oryantalizm kavramı altında yüz yıllar önce başlatmış, sonuç ortada, başarılı olmuşlar. Her şeyimizi, ne tepki vereceğimizi, nasıl adam devşirileceğini iyi biliyor…
Hâlbuki Kur’an’ın temel bir emri olarak, geçmiş (tezekkür) ve bugün dikkate alınarak yapılacak küçücük, basit bir düşünme (tefekkür) gayreti, süratle tedbirleri (tedebbür) oluşturacaktır. Ama yok illa sen-ben kavgası içinde oluşacak toz-dumanla her şey kapalı, gizli kalacak.
Aklı olmayanı, aklını kullanmayanı Müslüman kabul etmeyen Kur’an’a aykırı olarak, akıldışılığı, saçma hurafeleri din olarak sunanlara ilave olarak, bu Muaviye dinine bağlı ideolojik, mezhepsel, kişi ve parti/hemşeri/akraba aidiyetlerinin bizi bağnazlaştırması ve köleleştirmesinin bu kıtlığa tuz biber ektiği fark edilmiyor ne yazık ki.
Kimse kimseyi kandırmasın, Allah’ın insana bahşettiği en büyük ödül olan düşünme/irade özgürlüğünü, köleleştirici aidiyetlerle ilkelliğe dönüştürüp, teşvik edenlerin işine geliyor, İslam’ının hayata dokunmayan soyut alana hapsedilmesi.
Bu akıldışı, ilkel ve köleleşen zihniyetlerin uygulamalarıyla bütün alanlarda kriz derinleşiyor, bu millet geri dönülmez bir noktaya sürükleniyor.
Evet, şimdi düşünmeye ve hatırlamaya çalışayım anılan devletlerle resimlerimizi ki bugünü anlamaya, kavramaya çalışalım.
***
Yıl, 2004…
Coğrafyamız üzerindeki sömürü ve sömürünün devamı üzerine uzun yıllara dayalı planların son sürümü olan Büyük/Genişletilmiş Orta Doğu Projesinin, ABD tarafından benimsendiğinin ilanı.
Görünür amaç; Condoleezza Rice’nın, 2003 yılında ağırlığı Müslüman olan ülkelerde ileri demokrasi, refah, özgürlük getirecek(!) masumane(!) yazısında hedeflediği istikrar(!).
Hâlbuki biliniyor ki esas amaç, İsrail’in –vaat edilmiş topraklar hedefinde- toprak olarak genişlemesi ve güvenliğinin sağlanması ile İslam’ın kendi çıkarlarına uygun dönüşümü ve bölge ülkelerinin tüm kaynaklarına çökmek.
Aynı zamanda BOP’un küresel bir haçlı seferi olduğunun söylenmesi de meseleyi açıklıyor.
Ve İsrail temelli böyle bir projede Türkiye, Başbakan/Cumhurbaşkanı seviyesinde eş başkanlığı üstleniyor. Aksi söylense de bu üstlenme, yıllar içinde birçok konuşmada dile getiriliyor ve şaşırtıcı da değil.
Ve ana muhalefet başta olmak üzere diğer muhalefetmiş gibi görünen partilerin de bu proje kapsamında yer aldığını, gerçek muhalefet yapmadıklarından ve Türk’ü yok sayan yeni Anayasa arayışı heveslerinden anlamak mümkün.
Yani bu proje siyasi hayatı kuşatıp, şekillendirmiş durumda!
Çünkü Türkiye’de 1940’larda oluşturulan Batı iltisaklı müesses nizam, zannedilenin aksine siyasal dinci bir hükümetin iktidara getirilmesi için tüm devlet organlarını seferber ediyor. Yani AKP, kendi doğal seyrinde iktidara gelmiş değil. Sosyolojiye müdahale dâhil, ekonomik, siyasi, askeri çok ciddi destek var.
Siyasal dinci bir partinin iktidarında proje çok hızlandırıldı. Süreç içinde Irak, İsrail için risk olmaktan çıkarılarak üçe bölündü ve eş başkan olarak bizim üstün gayret ve desteklerimizle Kuzey’de özerk bir Kürt yönetimi, -siz bunu İsrail diye okuyun- 378 km’lik Irak sınırı boyunca komşumuz oldu.
Askerlerimizin başına Irak’ta çuval geçirilmesine tepkisizliğimizin (ki nota vermeyle bile dalga geçildi) verdiği cüretkarlık, tek yönlü ABD ilişkisinden bağımsızlaşmak isteyerek Avrasya, Rusya ve İran merkezli alternatiflere yönelen en seçkin subayların, CIA güdümlü dini yapının kumpaslarıyla tasfiye edilmesiyle zirveye çıkıyor ve proje için risk taşıyan Türk ordusu pasivize edildi.
Yine 2004’ten bugüne Ege’de 20 ada ve 2 kayalığın Yunanistan tarafından işgaline göz yumuldu. İşgal diyorum çünkü işgal olduğunu, 2022’de Cumhurbaşkanı da kabul etti. Hani egemenlik hakları, hani yeminler.
AKP döneminde yürürlüğe giren Kyoto protokolü gerekçe gösterilse de Arap baharı(!) ve Suriye olaylarından önce Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi işi 49 yıllığına İsrail’e verildi. TBMM’den geçti, Cumhurbaşkanlığınca onaylandı, resmi gazetede yayınlandı ama Anayasa Mahkemesi iptal etti.
Gelecek yıllarda durum İsrail açısından ne olur bilmiyoruz.
Ama sonrasında 877 km sınırın yarısının temizlendiği ve bilinçli yaratılan, oldurulan gelişmelerden kaynaklı geçişlere hazır hale getirildiğini biliyoruz.
Hatırlamaya ve bize algılarla parçalı bakış dayatılsa da bütünsel bakma gayretine devam.