Türkiye, İran, Irak, Suriye, Sudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ağırlıklı olarak İslam ülkelerini ifade de kullanılan ‘’Ortadoğu’’, kendini merkeze koyan Batı’nın (İngiltere), Doğu’yu coğrafi olarak uzak, yakın ve orta olarak tanımlamasıyla ortaya çıkmış bir kavram.
Atalarından devraldıkları, dünyayı uygarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma mirasının üzerinde yükselen ırkçılığın; tarihte, medeniyette, coğrafyada kendini merkeze koyarak dünyayı anlamlandırmalarını sağlayan kavram tekelini ellerinde bulundurmaları zaten beklenen bir sonuç.
Ancak başlangıcında coğrafya temelli olan bu tanımlama, süreç içinde jeopolitik (yer/siyaset) ve sonrasında da zihniyet anlamında ‘’Ortadoğululaşmak’’ olarak da kullanılmaya başlandı.
Siyaset literatürüne de giren bu kavramla, toplumun kafa yapısı, karakteri, siyaseti, ilişkileri, inanç ve tepkilerinin tek kelime ile anlatılması sağlandı.
A. Maalouf’un; “Her şeye üzülen ama hiçbir şey ile ilgilenmeyen” olarak tanımladığı ‘Ortadoğulu ya da Ortadoğululaşma’ zihniyetinin en bariz özelliği, emperyalizme sadakat ve aşkları ile her şeylerini verecek ölçüde koşulsuz teslimiyetleri.
Elbette ki bu haliyle “insanlaşma ve uygarlaşmanın zıddı olan Ortadoğululaşma, geniş ve derin olması itibarıyla başka yazıların konusu” diyelim devam edelim:
Bugünkü tablo itibariyle Türkiye, kendisine sunulan büyük bir nimet olan Cumhuriyetin, akıl, bilim, aydınlanma değerlerinden hızla uzaklaşıp, yaptığı yanlış tercihlerle, Ortadoğululaşma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Tercih böyle olunca da gittikçe azgınlaşan ABD/Batı emperyalizmini, yakın ülke teslimiyetleri kesmiyor, ‘en yakın’ ülke/ülkeler istiyor yani koşulsuz köleler.
Ve bölge ülkeleri ‘en yakın sevgili’ olabilmek için yarışıyor.
Bekayı ilgilendiren bu konuda, Türkiye’yi Ortadoğululaşmanın merkezine koyan/koyacak ABD hayranlığı/sevgisi ile ilgili Osmanlı’yı atlayarak geçen yazı ile giriş yapmıştım, devam edeyim.
Çünkü gerileme dönemindeki Osmanlı padişahlarının İngiltere/Fransa hayranlığı ile teslimiyetlerinin aynısını, bu ülkelerin yerine ABD’yi koyarak 1939’dan sonrası için görmek mümkün.
Yani değişen bir şey yok.
Kendilerine emanet edilen ülkenin yöneticilerinin Türk milletini bu hale sokmasına ne denir ki?
***
Evet, 1939 sonrasındaki siyasilerde, teslimiyetle sonuçlanacak ABD sevgisinin, milleti de içine alacak bir zihinsel operasyonla pekiştirilmesine sıra gelmişti.
Milletin zihnine operasyon, ABD Missouri savaş gemisinin 1946’da yola çıkması ile başlatılan müthiş propaganda ile yapıldı. Devrin gazetecileri, iktidarı ve siyasileri ABD’ye övgü düzmek için yarışıyordu.
Bu dönemde bakın kimler ne demiş:
Falih Rıfkı Atay: "Amerika’nın ne istediğini biliyoruz; hür, eşit ve egemen milletlerin ortaklaşa güvenliğine dayanan, savaşsız, saldırısız sadece ahlâk ve kanun bağlaşma ve antlaşmalarının hüküm sürdüğü bir dünya. Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes, Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını da görür." (Ulus gazetesi, 8 Nisan 1946)
Nadir Nadi: "Amerika bugün yeryüzünün en kuvvetli bir milletidir. Fakat bu kuvvet; barışın, adaletin ve milletler arasında eşitlik hakkını kurup yaşatmak isteyen temiz bir idealin emrindedir... Kötü niyet beslemeyen her kuvvet gibi Birleşik Amerika’da muazzam endüstrisini yıllar boyunca yalnız insanlık ve medeniyet şartlarına göre yürütmekten başka bir şey yapmamıştır."(Cumhuriyet gazetesi, 5 Nisan 1946)
Hamdullah Suphi Tanrıöver; “Milletler yarına endişe ile bakıyorlar… Işık nereden geliyor? Bu ışığın kaynağı var: Yine Amerika…Ümit nereden geliyor? Amerika’dan… Güven nereden geliyor? Amerika’dan. …Bugün istikbale ümitle bakıyorsak; bugün milletlerin hürriyeti davası talihsiz, boş bir dava değilse, yine oradaki silah kudreti, mali kudret, ahlaki ve manevi kudrettir…” (8 Mayıs 1947 tarihli TBMM oturumundaki konuşma)
Muhittin Baha Pars; “Bu ses; nihayet Amerika’dan, Peygamber gibi temiz ve kusursuz olan büyük bir insanın, Büyük Roosevelt’in sesi olarak ufuklara aksetti… Bundan sonra, Amerikalılar açların imdadına ve silahları ellerinde esir milletlerin yardımına koştular. …Bugün, bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken; Roosevelt ile onun halefi olan kıymetli devlet adamı Truman’ı hürmetle selamlar ve Türk milletinin insanlık yolunda da sulhta da beşeriyete yardımda beraber olacağını söylemekle iftihar duyarım.” (8 Mayıs 1947 tarihli TBMM oturumundaki konuşma)
Nihat Erim; “Maddi ilerlemeler sahasında en önde gelen millet, ruh yüksekliği bakımından da en baştadır. Gerçekten ABD’nin gerek harp içinde gerekse harp sonrası âleminde oynadığı şu asil rol, bu millet tarihinin en büyük şereflerinden biri olarak yâd edilecektir…ABD’nin yepyeni bir hükümranlık, taptaze bir ekonomi anlayışının öncüsü olarak, bütün insanlık için hayırlı işler başarmak istediğini görüyor ve takdirle karşılıyoruz.” (8 Mayıs 1947 tarihindeki TBMM oturumundaki konuşmasından)
Şimdi bu ülkenin anlı şanlı siyasileri, gazetecileri, yazarları ABD seviciliğin ve yalakalığın edebiyatına altın harflerle geçecek bu cümleleri ederse bu millet ne yapsın?
***
Peki, ABD ne yapsın?
Bugünkü ABD teslimiyetini anlamak için, dünü hatırlamak (Allah’ın emrettiği tezekkür) gerektiği daha nasıl anlatılsın ki?
Bugünkü çöküşü yaşayanlar olarak nerelerde, hangi konularda hata yaptık. Sorgulamazsak, hatırlamazsak gönüllü köleliği kabul etmiş olmaz mıyız?
Ki kula kulluktan çıkaran, özgürleştiren İslam dinine rağmen.
Daha bitmedi…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Ortadoğululaşmak!
Türkiye, İran, Irak, Suriye, Sudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ağırlıklı olarak İslam ülkelerini ifade de kullanılan ‘’Ortadoğu’’, kendini merkeze koyan Batı’nın (İngiltere), Doğu’yu coğrafi olarak uzak, yakın ve orta olarak tanımlamasıyla ortaya çıkmış bir kavram.
Atalarından devraldıkları, dünyayı uygarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma mirasının üzerinde yükselen ırkçılığın; tarihte, medeniyette, coğrafyada kendini merkeze koyarak dünyayı anlamlandırmalarını sağlayan kavram tekelini ellerinde bulundurmaları zaten beklenen bir sonuç.
Ancak başlangıcında coğrafya temelli olan bu tanımlama, süreç içinde jeopolitik (yer/siyaset) ve sonrasında da zihniyet anlamında ‘’Ortadoğululaşmak’’ olarak da kullanılmaya başlandı.
Siyaset literatürüne de giren bu kavramla, toplumun kafa yapısı, karakteri, siyaseti, ilişkileri, inanç ve tepkilerinin tek kelime ile anlatılması sağlandı.
A. Maalouf’un; “Her şeye üzülen ama hiçbir şey ile ilgilenmeyen” olarak tanımladığı ‘Ortadoğulu ya da Ortadoğululaşma’ zihniyetinin en bariz özelliği, emperyalizme sadakat ve aşkları ile her şeylerini verecek ölçüde koşulsuz teslimiyetleri.
Elbette ki bu haliyle “insanlaşma ve uygarlaşmanın zıddı olan Ortadoğululaşma, geniş ve derin olması itibarıyla başka yazıların konusu” diyelim devam edelim:
Bugünkü tablo itibariyle Türkiye, kendisine sunulan büyük bir nimet olan Cumhuriyetin, akıl, bilim, aydınlanma değerlerinden hızla uzaklaşıp, yaptığı yanlış tercihlerle, Ortadoğululaşma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
Tercih böyle olunca da gittikçe azgınlaşan ABD/Batı emperyalizmini, yakın ülke teslimiyetleri kesmiyor, ‘en yakın’ ülke/ülkeler istiyor yani koşulsuz köleler.
Ve bölge ülkeleri ‘en yakın sevgili’ olabilmek için yarışıyor.
Bekayı ilgilendiren bu konuda, Türkiye’yi Ortadoğululaşmanın merkezine koyan/koyacak ABD hayranlığı/sevgisi ile ilgili Osmanlı’yı atlayarak geçen yazı ile giriş yapmıştım, devam edeyim.
Çünkü gerileme dönemindeki Osmanlı padişahlarının İngiltere/Fransa hayranlığı ile teslimiyetlerinin aynısını, bu ülkelerin yerine ABD’yi koyarak 1939’dan sonrası için görmek mümkün.
Yani değişen bir şey yok.
Kendilerine emanet edilen ülkenin yöneticilerinin Türk milletini bu hale sokmasına ne denir ki?
***
Evet, 1939 sonrasındaki siyasilerde, teslimiyetle sonuçlanacak ABD sevgisinin, milleti de içine alacak bir zihinsel operasyonla pekiştirilmesine sıra gelmişti.
Milletin zihnine operasyon, ABD Missouri savaş gemisinin 1946’da yola çıkması ile başlatılan müthiş propaganda ile yapıldı. Devrin gazetecileri, iktidarı ve siyasileri ABD’ye övgü düzmek için yarışıyordu.
Bu dönemde bakın kimler ne demiş:
Falih Rıfkı Atay: "Amerika’nın ne istediğini biliyoruz; hür, eşit ve egemen milletlerin ortaklaşa güvenliğine dayanan, savaşsız, saldırısız sadece ahlâk ve kanun bağlaşma ve antlaşmalarının hüküm sürdüğü bir dünya. Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes, Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını da görür." (Ulus gazetesi, 8 Nisan 1946)
Nadir Nadi: "Amerika bugün yeryüzünün en kuvvetli bir milletidir. Fakat bu kuvvet; barışın, adaletin ve milletler arasında eşitlik hakkını kurup yaşatmak isteyen temiz bir idealin emrindedir... Kötü niyet beslemeyen her kuvvet gibi Birleşik Amerika’da muazzam endüstrisini yıllar boyunca yalnız insanlık ve medeniyet şartlarına göre yürütmekten başka bir şey yapmamıştır."(Cumhuriyet gazetesi, 5 Nisan 1946)
Hamdullah Suphi Tanrıöver; “Milletler yarına endişe ile bakıyorlar… Işık nereden geliyor? Bu ışığın kaynağı var: Yine Amerika…Ümit nereden geliyor? Amerika’dan… Güven nereden geliyor? Amerika’dan. …Bugün istikbale ümitle bakıyorsak; bugün milletlerin hürriyeti davası talihsiz, boş bir dava değilse, yine oradaki silah kudreti, mali kudret, ahlaki ve manevi kudrettir…” (8 Mayıs 1947 tarihli TBMM oturumundaki konuşma)
Muhittin Baha Pars; “Bu ses; nihayet Amerika’dan, Peygamber gibi temiz ve kusursuz olan büyük bir insanın, Büyük Roosevelt’in sesi olarak ufuklara aksetti… Bundan sonra, Amerikalılar açların imdadına ve silahları ellerinde esir milletlerin yardımına koştular. …Bugün, bu büyük milletin insanlara yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken; Roosevelt ile onun halefi olan kıymetli devlet adamı Truman’ı hürmetle selamlar ve Türk milletinin insanlık yolunda da sulhta da beşeriyete yardımda beraber olacağını söylemekle iftihar duyarım.” (8 Mayıs 1947 tarihli TBMM oturumundaki konuşma)
Nihat Erim; “Maddi ilerlemeler sahasında en önde gelen millet, ruh yüksekliği bakımından da en baştadır. Gerçekten ABD’nin gerek harp içinde gerekse harp sonrası âleminde oynadığı şu asil rol, bu millet tarihinin en büyük şereflerinden biri olarak yâd edilecektir…ABD’nin yepyeni bir hükümranlık, taptaze bir ekonomi anlayışının öncüsü olarak, bütün insanlık için hayırlı işler başarmak istediğini görüyor ve takdirle karşılıyoruz.” (8 Mayıs 1947 tarihindeki TBMM oturumundaki konuşmasından)
Şimdi bu ülkenin anlı şanlı siyasileri, gazetecileri, yazarları ABD seviciliğin ve yalakalığın edebiyatına altın harflerle geçecek bu cümleleri ederse bu millet ne yapsın?
***
Peki, ABD ne yapsın?
Bugünkü ABD teslimiyetini anlamak için, dünü hatırlamak (Allah’ın emrettiği tezekkür) gerektiği daha nasıl anlatılsın ki?
Bugünkü çöküşü yaşayanlar olarak nerelerde, hangi konularda hata yaptık. Sorgulamazsak, hatırlamazsak gönüllü köleliği kabul etmiş olmaz mıyız?
Ki kula kulluktan çıkaran, özgürleştiren İslam dinine rağmen.
Daha bitmedi…