Türk Dünyası Üzerine Bir Değerlendirme

Araştırmacı Yazar Abdullah Uluyurt’un kaleminden “Suyun Akışana Yön!” başlıklı yazı dizimiz 7. bölümüyle devam ediyor. Uluyurt, bu kez Türk dünyasında izlenen “ortak dil, soy ve kültür birliği” yerine “ortak din birliği” politikasının neden olduğu olumsuzlukları ele aldı.

Haber Giriş Tarihi: 30.04.2025 14:41
Haber Güncellenme Tarihi: 30.04.2025 14:41

Türkiye’nin son 17 yılında, Türk Dünyasına yönelik faaliyetler “vekâlet” yöntemi ile sürdürülmektedir. Bu da yanılma, aldatılma sonucunu doğurabilmektedir.

Dışişleri Bakanlığı ilişkilerin kurulması ve koordinasyonun sağlanmasında önce devre dışı bırakılmış, Dışişleri Bakanlığında oluşturulan yeni yapılanmalar ve kadrolaşmalar sonrası devreye sokulmaya çalışılmıştır. Balkan Ülkeleri başta olmak üzere Türk Dünyası’na yönelik ilişkiler “ortak dil, soy ve kültür birliği” yerine “ortak din birliği” üzerine kurulmuştur. Bu ilişkiler de cemaatlere ve vakıflara ön verilerek yürütülmeye çalışılmıştır. Bu tür yapılanma bazen kardeş ve dost ülkelerle aramızı açmış bazen de ülkemiz menfaatlerinden uzak noktalara getirmiştir. Türk Cumhuriyetleri dışında kalan özerk soydaş devletler ve topluluklarda bölünmelere yol açacak neticeler oluşmuştur.

Anlaşılır olabilmesi için Bulgaristan örneği önemlidir. Bulgaristan’da soydaşların çoğunluğunca desteklenen Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) karşısına Türkiye’nin teşviki ile kurulduğu ifade edilen DOST Partisi sonrasında Türkler şaşırmış ve seçmen bazında olmasa da siyaseten bölünmüş, HÖH üçüncü parti olma özelliğini kaybetmiş ve Daha önce Kasım Dal’ın ayrılmasından sonra ayrılan ulusalcı kadrolardan sonra HÖH içinde bulunan muhafazakâr kadrolar da etkisizleştirilmiştir.

ÇAKIŞAN VE ÇATIŞAN ÇALIŞMALAR

Türkiye’nin yurtdışında, Dışişleri Bakanlığı dışında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Yurt Dışı Türkler ve Akrabalar Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü yanı sıra birçok kurumun temsilcisi vardır. Kendi aralarında görev yetkisi alanında benzerliklerin de olduğu kurumların yaptığı çalışmalar bazen çakışmakta bazen de -en kötüsü- çatışmaktadır.

Türkiye’nin Türk coğrafyasına yönelik faaliyetleri ülkelerce sanki bir siyasi partinin bölgedeki faaliyeti gibi algılanmakta, iç siyaset malzemesi olarak görülmektedir. Soydaşlar üzerinde ciddi neticesi olmayacağı bilinen faaliyetlerin yapılmasına kolaylıkla müsaade verilmektedir.

Türkiye göçmen ülkesi ve Türkiye’ye gelen turistlerin ülkelerine yansıttığı şekli ile Ortadoğu ülkesi görüntüsü vermektedir. Akraba topluluklarının umudu olmaktan çıkan Türkiye yavaş yavaş soydaşların da umudu olmaktan çıkmaktadır.

Daha önce milli kaygılar ve kimliklerini muhafaza üzerine siyaset üreten Türkiye, son yıllarda sağlanan mali kaynaklarla her işi yaptırabileceği düşüncesi ile hareket etmektedir. Bu da samimiyet ile “Türk Kimliği”ne sahip çıkan soydaşı küstürmekte ve Türkiye’den uzaklaştırmaktadır. Hele Türk Dünyası ve onun bir parçası olan Türkiye’de “Türk Kimliği” üzerinde yapılan tartışmaları yapanların Türk Dünyası aksakallısı olarak tanıtılması karşısında küsmeden öte kırılmaya neden olmaktadır.

EN BÜYÜK EKSİKLİK MEFKÛRE

Türkiye’nin en büyük eksikliği “mefkûre” eksikliğidir. Kutuplaştırıcı, siyaset yerine demokrasinin eşitlikçi, özgürlükçü değerleri ile Cumhuriyet kazanımları dikkate alınarak Türk Dünyası’na bir bütün olarak mefkûre konmalıdır. Bu iktisadi olarak kuvvetli, siyasi olarak belirleyici ve Türkçe’nin konuşulduğu, izlendiği ve yazıldığı bir Türk Dünyası olmalıdır. Bu mefkûrenin oluşturulması için öncelikle ülke içinde daha sonrada Türk Dünyasından kanaat önderlerinin katılımı ile “Türk Dünyası Kurultayı” düzenlenmelidir. Kurultaylarda ve toplantılarda çıkan kararlar askıda karar olmaktan çıkmalı ve uygulanmalıdır.

İnsanca yaşam için gerekli, çoğulcu ve katılımcı demokrasi, hukukun üstünlüğü, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak gibi değerlerin Türk Dünyası’na kazandırılması gerekmektedir.

İkili ve bölgesel işbirlikleri çoğu zaman çok taraflı büyük organizasyonlardan daha çok fayda sağlamaktadır.

Türk Dünyası ve onun bir parçası olan Türkiye’de “Türk Kimliği” üzerinde yapılan tartışmalara son verilmelidir.

Türk Dünyası’nda “doğrudan sosyal yardım” bekleyen değil, ürettiğini satın alarak kendisine destek olan “malını al, pazar ol, pazar yap, ekonomik uyumu sağla” ilkesine işlerlik kazandırılmalıdır.