SON DAKİKA

#Azmi Karamahmutoğlu

Söz Bursa - Azmi Karamahmutoğlu haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Azmi Karamahmutoğlu haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Azmi Karamahmutoğlu, PKK'nın fesih kararını değerlendirdi Haber

Azmi Karamahmutoğlu, PKK'nın fesih kararını değerlendirdi

Karamahmutoğlu'nun açıklamasının tamamı şöyle:  Bugün 12 Mayıs tarihi itibarıyla Zafer Partisi'nin haftalık olağan basın toplantısını gerçekleştiriyoruz. Sayın Genel Başkanımız Ümit Özdağ'ın Silivri Mahpushanesi'nde geçirdiği mahpusluk günlerinin 112.'sindeyiz. Yaklaşık 4. ayını doldurmak üzere olan Genel Başkanımız, yargı marifetiyle siyasetten el çektirilmiş vaziyette Silivri Cezaevi'nde tutuluyor. Altı ay önce başlatılan yeni açılım ihanet sürecinin karşısında oluşturacağı toplumsal muhalefeti kenara çekmek için Ümit Özdağ siyasetten kenara çekildi. Şimdi, bugün itibarıyla PKK narkoterör örgütünün yapmış olduğu açıklama, artık Sayın Genel Başkanımızın mahpuslukta tutuluyor oluşunun bazı gerekçelerini muhataplarınca ortadan kaldırmış olmalı diye umut ediyoruz. Eğer PKK ile pazarlığınız bittiyse, şayet özgürlüğünden yoksun bırakılarak siyasetten el çektirilen Sayın Genel Başkanımız Ümit Özdağ'ın tahliyesini talep edebilir miyiz artık? Haziran'ın 11'inde tekrar duruşması görülecek. PKK’nın silah bırakma açıklaması Bugün, 12 Mayıs itibarıyla beklenen açıklama geldi. Çoktan pişirilmiş olan bir yemek kamuoyuna servis edildi ve PKK, kendini dağıttığı, kapattığı, lağvettiği, feshettiği kararını açıklamış oldu. Hatırlayınız, 22 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin anonsuyla duyurulan bu süreçte güya ortada hiçbir pazarlık olmadan, karşılıklı al-ver hesaplaşmasına girilmeden, sadece tek taraflı olarak PKK narkoterör örgütünün kendini kapatacağı, feshedeceği konuşuluyordu. Biz bunun gerçekte böyle olmadığını söyleyip pazarlığa karşı çıktığımızda, farklı ithamlara maruz kaldık. Bugünkü açıklama yapıldıktan sonra, bu açıklamanın redaksiyonunun AKP Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik tarafından yapıldığını görüyoruz. Ömer Çelik’in, bu açıklamadan sonra basına geçmiş olduğu bilgi notundan anlıyoruz ki PKK'nın yapmış olduğu basın açıklamasının redaktörü Ömer Çelik’tir. Bu redaksiyonun ne olduğunu, neyi redakte ettiğini konuşmanın ilerleyen aşamasında açıklayacağım. Kaldı ki bu durum basına da yansıyacaktır. PKK’nın açıklamasında, kendisini doğuran sebeplerin kaynağı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapusu olan Lozan Antlaşması ve beraberinde ilk anayasası olan 1924 Anayasası gösterilmiştir ve PKK terör örgütü, terör yapmada, silaha sarılmada, Türk halkına ve Türk devletine savaş açmada gerekçe olarak Lozan'ı gösterirken — Türkiye'nin kuruluş senedi olan Lozan'ı ve 1924 Anayasası'nı gösterirken — yapılan bu açıklama, Cumhur İttifakı iktidarı tarafından coşkuyla, alkışla karşılanabiliyor. Değerli Türk kamuoyu, bu çözüm süreci, ihanet süreci, pazarlık süreci başladığından itibaren aynı şeyleri söyleye geldik Zafer Partisi olarak. Biz, 1984 yılından bu yana, tam 40 yıldır PKK terörüne ve PKK terörünün siyasal taleplerine, Eruh ve Şemdinli saldırısının başladığı günden itibaren, 1984’ten bu yana karşı çıka geldik. Yani PKK terörünün ve siyasi taleplerinin karşısında durduk. Buna rağmen, bizi PKK’sız Türkiye’ye, terörsüz Türkiye’ye karşı çıkmakla itham ettiler. Ve bu ithamda bulunanlar — biz PKK’nın varlığına ilk günden itibaren karşı çıkarken — şimdi bizi itham edenler, aslında PKK terörüne ve varlığına anlayışla yaklaşanlardı. Onu haklı çıkarmaya, PKK teröründe haklılık aramaya çalışanlar da bugün bizi suçlayanlar; “Terörsüz Türkiye’ye karşı mı çıkıyorsunuz?” diye suçlayanlar. Oysa bizim şüphesiz ki terörsüz Türkiye, terör örgütsüz Türkiye, suçsuz Türkiye, suç örgütlerinin olmadığı Türkiye; sadece siyasal değil, mafyalaşmış suç örgütlerinin de olmadığı bir Türkiye talep ederken istemiş olduğumuz şey, bunun karşılıksız olmasıydı. Yani mafya suç örgütünün olmadığı bir Türkiye’yi isterken, mafya suç örgütüne bunun karşılığında herhangi bir taviz, ödün verilemez elbette; vermeyeceğiz de. Aynı şekilde, terörsüz ve terör örgütünün olmadığı bir Türkiye’yi isterken de terör örgütünün herhangi bir siyasi talebine karşılık verilmemeli. Bizim derdimiz, meramımız budur. 22 Ekim'den bu yana, son 6 aydır Türkiye’ye yaşatılan, PKK adını terk eden bölücü terörün siyasal taleplerinin bir kısmının karşılanacak olması, bu al-ver pazarlığının gizlice yürütülmesinin yarattığı mahcubiyettir. 6 aydır Cumhur İttifakı iktidarı bu mahcubiyeti yaşıyor. Biz de yüzündeki peçeyi, maskeyi aşağıya indiriyoruz. İşte Sayın Genel Başkanımız Ümit Özdağ, tam da bu sebeple 4 aydır Silivri zindanında mahpus tutuluyor. Bizden, Türk milletinin egemenliğini bölüştürecek pazarlık masasına razı gelmemizi istiyorlar. Zafer Partisi buna rıza göstermeyecektir. Geçen yıl, Devlet Bahçeli'nin anonsuyla 22 Ekim'de başlatılan, PKK ile girişilen müzakere ve pazarlığın duyurulduğu günden itibaren bu teslimiyetçi politikanın ne MHP’nin, ne AKP’nin, ne de Ankara’nın bile değil, başka yerlerin — dışarının — politikası olduğunu sıklıkla anlata geldik. Bugün gelmiş olduğumuz aşama, PKK narkoterör örgütünün yapmış olduğu duyuruyla güya sonlandırılmış, Devlet Bahçeli’nin anonsuyla başlatılan bu süreç; yaşadıklarımız ne Milliyetçi Hareket Partisi’nin politikasıdır, ne Adalet ve Kalkınma Partisi’nin politikasıdır, ne de başkentimiz Ankara’nın politikasıdır. Nitekim Cumhur İttifakı iktidarının kendi ürettiği bir politika olmadığını, DEM Partisi’nin ve PKK’nın yapmış olduğu açıklamalardan çok rahat anlayabiliyoruz. Sürecin kendilerince güya sonuna gelindiğinde, DEM Parti’nin yapmış olduğu teşekkür konuşmasında kimlere teşekkür ettiğine bakıyoruz. Abdullah Öcalan’a, Recep Tayyip Erdoğan’a teşekkür ediliyor. Devlet Bahçeli’ye teşekkür ediliyor ve Özgür Özel’e teşekkür ediliyor. Şimdi, PKK kendini lağvederken niçin Cumhur İttifakı iktidarına ve ana muhalefet partisinin liderine teşekkür eder? Kendi başına bir karar almışsa, kendini lağvetmek üzere, niçin karşısındaki siyasi rakiplerine teşekkür eder? Bu müteşekkirliğin sebebi nedir? Ne almıştır ki, neyin karşılığında teşekkür ediyordur? PKK’nın etnik bölücü siyasetinin memnuniyeti, müteşekkirliği hangi elde ettiklerinden kaynaklanıyor? Ne elde ettik ki böylesine müteşekkir, böylesine memnuniyet içerisindeler? Ve siz, ey Cumhur İttifakı iktidarı, neler verdiniz, neler kazandırdınız masanın karşı ucundaki PKK’ya ve PKK siyasetine ve onun temsilci kuruluşlarına? Bütün bu sorular, Türkiye’ye dayatacağınız yeni anayasa tuzağıyla açığa çıkacaktır. Bugün saklıyor olabilirsiniz. Fakat yarınlarda, yeni anayasa tuzağını seçmenin, vatandaşın önüne getirdiğinizde, bütün bu kurduğunuz tuzaklar ve hesaplar açığa çıkacak. İşte sizinle o gün, vatandaşın önünde ve sandıkta yeniden ve tekrar hesaplaşacağız. İşte Suriye... Suriye’de, önceki seküler yapısında, Esad rejiminde, Baas rejiminde tekil bir yapısı varken — yani Arap milliyetçisi, seküler bir yönetim varken — bugün yine Arap milliyetçisi, şeriatçı bir rejim altında paramparça bir Suriye var. Çok parçalı bir Suriye var. Dörde ve hatta beşe bölünmüş bir Suriye var. Suriye’de, PKK–YPG–PYD terör yapılanması meşruiyet kazanacak ve Türkiye bu yapıyı tanıyacak. Tek silinecek isim var: PKK. Yani PKK adını bırakmış, fakat diğer isimleriyle birlikte Suriye’de yine varlığına devam ediyor, varlığını devam ettirecek. Üstelik de kendine bir garnizon devletçik kurarak — bu, otonomi, muhtariyet adı altında yahut adı konmamış bir federasyon altında — Suriye’de gidişat bu yöne doğru. Bütün bunların PKK adının geçirilmeden gerçekleşecek olması, Türk siyaset aktörlerinin hepsinin bildiği bir gerçektir. Fakat Cumhur İttifakı, seçmeni aldatma, yanıltma yoluna gitmektedir. PKK’ya yakın kaynaklardan paylaşılanlara göre, yapılacak olanlar arasında; örgüt üyesi olduğu halde olaylara karışmayan — örgüt üyesi fakat olaylara karışmayanlar, bunların sayısı üç bin beş yüz civarında — serbest kalacaklar. Yani örgüt üyesi olmaktan ötürü herhangi bir suçlamaya ve cezalandırmaya maruz kalmayacaklar. Hâlbuki örgüt üyesi olmak bir suçtur. Yani PKK gibi bir terör örgütüne üye olmak suçtur. Burada ise örgüt üyesi fakat herhangi bir terör saldırısına karışmamış olanlar, masum sayılacak. Diğer yandan, terör saldırısına karışmış fakat örgüt üyesi olmayanlar da bir takım infaz uygulamalarıyla cezasız bırakılmak yoluna gidilecek, diye konuşuluyor. Yani terör saldırısına karışan da karışmayan da cezasız kalacak. Kimisine örgüt üyesi olduğu için, kimisine örgüt üyesi olmadığı için kılıflar uydurularak; bu şekilde infaz düzenlemesiyle aslında giderek daha da genişleyecek olan bir affa doğru adım adım gidiliyor. Evet, terör suçlarını da kapsayacak bir affa doğru bu infaz düzenlemeleri gidiyor. Beraberinde, PKK’nın üst düzey yöneticilerinin sayısının 300’e kadar ulaşabileceği söyleniyor. Başta İskandinav ülkeleri olmak üzere, Avrupa ülkelerine gidecekleri, yerleştirilecekleri ve buna ses çıkarılmayacağı belirtiliyor. Bu gidecek olan üst düzey yüzlerce PKK narkoterör örgütü yöneticisi, hem narkotik trafiğini hem de PKK siyasetini, gittikleri ülkelerden yönetmeye devam edeceklerdir. Tıpkı şu anda hâlihazırda Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan PKK yöneticilerinin, kendilerinin yapılandırdığı çeşitli organizasyonlar adı altında birbirlerine verdikleri görevlerle hâlen orada narkotik trafiğini ve PKK siyasetini yönlendirdikleri gibi; şimdi Kandil’de bulunan, sayısı üç yüze yaklaşan, en tepeden aşağıya doğru yöneticiler de aynı şeyi Avrupa Birliği’nde yapmaya devam edeceklerdir. Sıkıntısını, sorununu Türkiye’de biz yaşayacağız. Fakat bugüne dek yaptıkları gibi, yaptıklarından ötürü biz bunların hiçbirine hiçbir hesap sormayacağız. Çünkü onların öldürdükleri insan sayısı 1 değildi. Onların öldürdükleri insan sayısı on binlerle ölçülüyordu. 50 bini aşkın insanın canına mal oldular. Bilinen bir sözdür, Stalin’e mal edilir. Alman bir gazetecinin söylediği iddia edilir. Der ki: “Bir kişinin ölümü trajedidir, fakat on bin kişinin ölümü istatistiktir.” Artık bir kişinin ölümüyle trajik bir şekilde Atatürk Kültür Merkezi’nde geçen hafta ağlayanlar, bu da istatistik yaratanın — on binlerin ölümüne sebep olanların — mesajını alkışladılar. O trajedi altında gelen mesajı, birer birer, on bin elli bin trajedi olarak görmeyip, birer istatistik olarak gördüler ve bunu alkışladılar. Hiçbir yargılamaya uğramadan, işledikleri cinayetin hesabını vermeden Avrupa’da yaşayacaklar. Oysa hani herhangi bir pazarlık yapılmamıştı? Hiçbir pazarlık yoktu. Şimdi ikametgâh adreslerine kadar yapılan açıklamalarda, bu konuların konuşulduğunu görüyoruz. Bunlar işleniyor. Güya müzakereler sırasında yapılmamıştı. Oysa infaz düzenlemeleri adı altında çıkacak olan genel af, PKK kurucu elebaşını — bebek katilini — de kapsayacak. Ve şu an cezasını çekmekte olduğu İmralı Yüksek Güvenlikli Ceza ve İnfaz Kurumu, Abdullah Öcalan’ın balayı adası olacak, çalışma ofisi olacak. Cumhur İttifakı bunu içine sindirebiliyor ve Türk halkından da bunu içine sindirmesini bekliyor. Pazarlık yoktu, öyle mi? PKK kendiliğinden silah bırakıyor, kendini feshediyordu, öyle mi? DEM Parti’den gelen bir diğer açıklama ise iki aşamanın geçildiği ve üçüncü aşamaya gelindiği şeklinde. Bunu milletvekili DEM’li Pervin Buldan’ın da ağzından öğreniyoruz. Pervin Buldan, “Suriye’de Kürtlerin elde ettiği statü, Türkiye’de de olacak,” diyor. Dönüp bakıyoruz Suriye’de Kürtlerin elde ettiği statüye: Kendilerine ait güvenlik birimi, adına ordu dedikleri silahlı bir topluluk, otonom bir yönetim, kendine ait yönettiği bir coğrafi parça ve ana bütününden kopmuş bir halk topluluğu. İşte Suriye’deki statü, koşar adım ayrı bir devlete giden; muhtariyetten federal yapıya, oradan da ayrı bir devlete giden bir yapı. Şu an Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Siyasi Partiler Yasası’na göre kurulmuş DEM Parti’nin milletvekili olan Pervin Buldan, bunu açıkça bu şekilde söylüyor: “Suriye’de Kürtlerin elde ettiği statü, Türkiye’de de olacak,” diyor. Ve yargı kılını kıpırdatmıyor, kimse bir şey demiyor. Fakat aynı yargı, aynı savcılık; Zafer Partisi’ne, Zafer Partisi mensuplarına davalar, soruşturmalar açıyor. Suriye, değerli dinleyenler, artık çok parçalı bir ülkedir. Pervin Buldan’ın açıklamasından anlaşılan, Türkiye’yi de bekleyen budur. Anayasa’nın 42. ve 66. maddeleri, ilk önce ele alınacak tartışmalardır. Pazarlık masasından dışarıya sızan bilgilerden anladığımız budur. 42. maddede, eğitim ve bunun devamı olarak Türkçeden başka dillerde eğitim talepleri baskılı bir şekilde gelecektir. 66. maddede, varlığını Türk Milleti’nin Anadolu’daki büyük bir kazanımı olarak hayati değerde ele aldığımız — böyle kabul ettiğimiz ve yaşamsal bedeller ödeyerek ancak kaybedebileceğimiz — Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşlarını tanımlayan “Türk Milleti” tanımıdır. 66. maddede bunun hedef alındığını görüyoruz. Otonomi, muhtariyet ve özerkliğe doğru giden ademi merkeziyetçilik; “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” adı altında devam edecek olan bir tuzak, yine açıklamanın içine yerleştirilmiş vaziyette. Fakat bütün bunlar parça parça bizden koparılırken, seçmen, vatandaş farkına varmasın diye bu şekilde bir yol takip ediliyor.Ancak görülen o ki, zamanı olmayan, acele etmek isteyen muhataplar tarafından topyekûn yeni bir anayasa hazırlığının yapıldığı görülüyor. Evet, Türkiye’yi bekleyen yeni bir anayasa tartışmasıdır. Nitekim Cumhurbaşkanlığında istihdam edilen, yeni anayasa çalışmasında görevli hukukçu Mehmet Uçum’un son yapmış olduğu açıklamalardan ve paylaşımlarından da görüyoruz ki — güya bunun için Cumhurbaşkanı’ndan açıklama bekliyoruz — kendisinin orada danışman olarak istihdam ettiği Mehmet Uçum, son açıklamasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun tamamlanmamış olduğunu, tamamlanmadığını söylüyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun yapılacak olan yeni anayasayla tamamlanacağını ifade ediyor. Mehmet Uçum’un “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yeni yapılacak anayasayla tamamlanacak” açıklamasını daha çok konuşmaya ve tartışmaya devam edeceğiz. Bununla ilgili Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ve onun genel başkanından bir açıklama bekliyoruz. Değerli Türk kamuoyu, PKK, Türk güvenlik kuvvetleri karşısında defalarca yenilmiş bir terör örgütüdür. AKP iktidarının iş başına geldiği 2002’de Türkiye’de etnik bölücülüğe dayalı terör eylemleri tamamen bitmiş ve terör örgütü çözülme sürecini yaşıyordu. AKP hükümetinin yanlış açılım ve müzakere politikasıyla PKK kendini yeniden toparlamış oldu. Şimdi, silahla, terör vasıtasıyla gidilecek yol kalmayınca; terör vasıtasıyla kat edilecek mesafe kat edilmiş olunca, etnik şovenizm yolun bundan sonrasına siyasetle devam etme kararı almıştır. Bu karar, PKK’nın sahiplerinin almış olduğu bir karardır: “Silahla, terörle buraya kadar; yolun bundan sonrasına artık siyasetle devam edilecek,” diye PKK’nın sahipleri tarafından alınmış bir karardır bu. PKK narkoterör örgütünün sahipleri, PKK’nın artık yeni bir evreye geçmesine karar verdikten sonra, terör örgütü ancak fesih kararını almıştır. Bu lağvetme, dağılma kararına karşılık Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendi egemenliğinden herhangi bir ödün, taviz vermesine gerek yoktur. Çünkü egemenliğimizi zayıflatacak olan siyasal talepler — yani ödünler, tavizler — gerçekte günümüze kadar PKK narkoterör örgütünü besleyip yaşatan sahiplerinin siyasal talepleridir. Emperyalizmin siyasal talepleridir. Hiçbir taviz verilmeyecektir. Ne Türk Devleti tarafından ne de Türk Milleti tarafından hiçbir taviz, ödün verilmeyecektir. Çünkü terör bitmiyor, sadece şekil değiştiriyor. PKK, yeni taktiklerle, yeni yöntemlerle, başka isimler altında varlığını sürdüreceğini açık açık ilan ediyor. Emperyalizme karşı verilen Millî Mücadele ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bugün 1919’un koşullarından çok daha iyi bir haldedir, çok daha güçlü bir haldedir. İşte tam da bu yüzden, emperyalizmin PKK üzerinden talep ettiği sömürgeci isteklerine karşı boyun eğmeyecektir Türkiye Devleti ve Türk Milleti. Eğer içimizden, aramızdan işbirlikçiler bulamazlarsa Anadolu’daki Türklük Kalesi’nden tek bir tuğla bile sökemeyeceklerdir. Hem iktidar partisi AKP’nin tabanı, ne mutlu ki, ve seçmeni; hem de MHP’nin seçmen kitlesi, ne mutlu ki, bu al-ver pazarlığına karşı çıkmaktadır. Karşı çıkıyor. Büyük oranda karşı çıkıyor. Ve yine, ne mutlu ki, Cumhuriyet Halk Partisi seçmeni de büyük oranda Cumhuriyet Türkiye’sinin egemenliğinin paylaştırılmasına karşı çıkıyor. Yani önümüze getirilecek olan bu düzenlemeler, halktan kaçırılmayıp oldu bittiyle parlamentoda, yeni anayasayla geçirilmezse; halka getirilirse, halkın önüne sandık konulursa, Türk seçmeni buna rıza göstermeyecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli referandumu yapılırken, buna “hayır” kampanyası yürüten bizler yollara düşmüştük. “Hayır” kampanyası yürütmüştük. Fakat Türk seçmenini yeterince ikna edememiştik. Az bir farkla da olsa “evet” çıkmıştı. Şimdi de PKK’nın açıklamasını alkışla, coşkuyla karşılayan Cumhur İttifakı iktidarı, yine iş başında — o günde olduğu gibi. Ve alkışlamış olduğu PKK açıklamasındaki Lozan’ı ve 1924 Anayasası’nı hedef alan ifadeleri, “yeni anayasa” diye paketleyip seçmenin önüne getirecek. İşte biz o gün yine yollara düşeceğiz. Yine Türk seçmeninin karşısına çıkacağız. Lütfen bu kez, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli referandumunda olduğu gibi, aynı hataları tekrar tekrar yapmayalım. Türk seçmeni, AKP’yi merkeze alan bu hataları tekrar tekrar yapmamalı. Bölücü terör karşısında Türkiye ve Türk Milleti yenilmedi. Yenik olan, yenilen; Cumhur İttifakı hükûmetinin teslimiyetçi politikalarıdır. Bu teslimiyetçi politikaları çöpe atacak olan başkaldırının önünde bulunan, Zafer Partisi ve onun Sayın Genel Başkanı Ümit Özdağ’dır. Ümit Özdağ, 11 Haziran’da hürriyetine kavuştuğu gün, bu teslimiyetçi politikalarla daha dişe diş, kora kor mücadele etmeye devam edeceğiz.

Ümit Özdağ hakkındaki hakaret davası 10 Eylül’e ertelendi Haber

Ümit Özdağ hakkındaki hakaret davası 10 Eylül’e ertelendi

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ hakkında, Antalya’da yaptığı bir konuşma nedeniyle açılan “Cumhurbaşkanına hakaret” davası, bugün Silivri’de görüldü. Duruşma, herhangi bir karar çıkmadan 10 Eylül 2025 tarihine ertelendi. Duruşma sonrasında Zafer Partisi yöneticileri, sürecin siyasi bir baskı aracı olarak kullanıldığını öne sürdü. “OLMAYAN BİR DAVA GÖRÜLDÜ” Dava sonrası basın mensuplarına açıklama yapan Zafer Partisi Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu, “Bugün aslında ortada olmayan bir dava görüldü” diyerek davanın gerekçesiz bir biçimde açıldığını savundu. Şehirlioğlu, “Genel Başkanımız alelacele Ankara’dan kaçma şüphesiyle buraya getirildi, ama bu iddiaların altı doldurulamadı. Kendisi geçen yıl Kayseri olayları sırasında attığı tweetler nedeniyle hukuka aykırı bir şekilde tutuklu bulunuyor” dedi. Duruşma sırasında Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın kapsamlı bir savunma yaptığını belirten Şehirlioğlu, Özdağ’ın Türk tarihine ve vatandaşlık politikalarına dair değerlendirmeler içeren konuşmasının salonda dikkatle dinlendiğini söyledi. “SİYASET ÇERÇEVESİNDE ELEŞTİRİLER GETİRMİŞTİR” Parti Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu ise yapılan yargılamanın siyasi bir nitelik taşıdığına dikkat çekti. Karamahmutoğlu, “Sayın Özdağ, bir siyasi parti genel başkanı olarak, Cumhurbaşkanı’nın ve AKP Genel Başkanı’nın söylemlerine siyaset çerçevesinde eleştiriler getirmiştir. Bu eleştirilerin hakaret sayılması, yargının siyasallaştığını gösteriyor” dedi. Karamahmutoğlu, duruşmanın 10 Eylül’e ertelenmesinin, yargının bu süreci siyasi bir araç olarak kullandığına dair güçlü bir gösterge olduğunu belirtti. Ayrıca, Özdağ’ın Silivri’de tutuklu bulunduğu başka bir dosya olan Kayseri davasının da 11 Haziran’da görüleceğini hatırlatarak, bu davadan tahliye beklediklerini ifade etti. “MUHALİF SESLERİN BASTIRILMASI AMAÇLANIYOR” Zafer Partisi yetkilileri, duruşma tarihinin sonbahara bırakılmasının, hükümetin terörle mücadele sürecinde yaşadığı zorluklarla bağlantılı olduğunu savundu. Karamahmutoğlu, “PKK ile yapılan pazarlık masasında istenen sonuç alınamayınca, muhalif seslerin bastırılması amaçlanıyor” şeklinde konuştu. Genel Başkan Vekili Şehirlioğlu ise, “Biz hâlâ hukuka, vicdana ve Türk yargısının adaletine güvenmek istiyoruz. 11 Haziran’da tüm arkadaşlarımızı bu dava için Silivri’ye bekliyoruz” çağrısında bulundu. Genel Başkan Vekilimiz Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu ve Parti Sözcümüz Azmi Karamahmutoğlu, Genel Başkanımız Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın "Cumhurbaşkanına Hakaret" suçundan yargılandığı davanın 10 Eylül 2025 tarihine ertelenmesinin ardından Çağlayan Adliyesi önünde açıklamalarda bulundu. pic.twitter.com/AJTFqgRY8Y— Zafer Partisi (@zaferpartisi) April 29, 2025

Karamahmutoğlu "Demokrasiye saldırı" diyerek sert eleştirdi Haber

Karamahmutoğlu "Demokrasiye saldırı" diyerek sert eleştirdi

Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, bugün düzenlediği basın toplantısında, 19 Mart 2025 tarihinde yaşanan olayları sert bir dille eleştirdi. Karamahmutoğlu, bu müdahalenin Türkiye demokrasisine ve halkın iradesine yönelik ciddi bir saldırı olduğunu belirtti.  Karamahmutoğlu eleştirisinde "Demokrasi tramvayından inenler! Evet, sizi duyduk. Bize seslendiniz, 19 Mart’ta sizi duyduk. "Anayasayı rafa kaldırdık." deyişinizi duyduk. "Hukuk devleti artık yok." deyişinizi duyduk" ifadelerine yer verdi. MÜDAHALENİN EKONOMİK ETKİLERİ Karamahmutoğlu, “Dolar/TL kuru 37’den 42 TL’ye çıkınca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın piyasaya müdahalesiyle hafta 38 TL’den kapatıldı. Ancak Merkez Bankası’nın döviz rezervlerindeki kayıp 25 milyar dolar civarında oldu” diyerek 19 Mart müdahalesinin ardından ekonomide büyük bir zararın oluştuğunu vurguladı. ZAFER PARTİSİ'NE YÖNELİK KUMPAS İDDİALARI Karamahmutoğlu, Genel Başkan Ümit Özdağ’ın iki aydır asılsız iddialarla tutuklu bulunduğunu ve iktidarın Özdağ’a yönelik yeni kumpaslar peşinde koşabileceğini belirtti. Bu kumpasların Zafer Partisi tarafından karşılanacağını ve engelleneceğini vurguladı. "19 Mart'a giderken siyasetin doğal akışına yapılan ilk müdahale, iki ay önce, 20 Ocak tarihindeZafer Partisi Genel Başkanı Sayın Ümit Özdağ’ın yargı marifetiyle Silivri Mahpushanesine hapsedilmesiyle başlamıştır. Bu hapsedilmeyle Sayın Özdağ’ın siyasetten el çektirilmesiyle bu müdahale, 19 Mart müdahalesi başlamıştır. Asılsız bir iddiayla iki ayı aşkın süredir özgürlüğünden yoksun bırakılan, üstelik de iddianamesiz bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakılan Sayın Genel Başkanımız, iktidar sahiplerinin Türkiye aleyhine yürüttükleri politikalara muhalefet oluşturduğu için, yani bir siyasi rakip olduğu için hedef alındı" şeklinde konuştu. PKK İLE PAZARLIK İDDİALARI Basın toplantısında Devlet Bahçeli’nin PKK ile kurulan pazarlık masalarında yaptığı önerilere de değinen Karamahmutoğlu, Bahçeli’nin PKK’nın Muş’un Malazgirt ilçesinde kongre toplaması önerisini eleştirdi. Bu tür önerilerin kamuoyunun dikkatini başka yöne çekmek amacıyla yapıldığını ve PKK’nın yasal bir parti gibi muamele gördüğünü belirtti. Parti Sözcüsü Karamahmutoğlu "Sayın Bahçeli, “PKK'ya gelin, kongrenizi toplayın. Muş'un Malazgirt ilçesinde toplayın ve 4 Mayıs tarihinde toplayın.” derken, kamuoyu Bahçeli'nin bu açıklamasını anlamlandırmaya çalışmıştı. 4 Mayıs tarihi, Dersim İsyanı’nın, Dersim Ayaklanması’nın bastırılmaya başlandığı, bastırılacağının kararının alınmış olduğu tarihtir. Tunceli Tenkil Harekâtı’nın, Meclis’te hükümetin almış olduğu kararın tarihidir 4 Mayıs. Devlet Bahçeli'nin, PKK'yı Malazgirt’e davet ettiği tarih olarak 4 Mayıs'ı seçmesinin ardındaki düşünce izaha muhtaçtır" dedi. Zafer Partisi’nin demokrasi ve hukuk mücadelesinin 19 Mart müdahalesiyle kitleselleştiğini ve topluma mal olduğunu belirten Karamahmutoğlu, "Kahrolsun istibdat, yaşasın özgürlük!" diyerek basın toplantısını sonlandırdı.

Azmi Karamahmutoğlu: "İki aydır bir iddianame hazırlanmış değil" Haber

Azmi Karamahmutoğlu: "İki aydır bir iddianame hazırlanmış değil"

Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, yaptığı basın açıklamasında gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. İşte açıklamadan öne çıkan başlıklar: "Yarın 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü. Tam 110 yıl önce, İtilaf Devletleri Çanakkale'yi geçemedi ve savaşın seyrini değiştiren bir yenilgi yaşadı. Bu zafer, Türk milletinin azmi ve bağımsızlık kararlılığının kahramanca bir göstergesidir," dedi Karamahmutoğlu. Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman askerleri saygı ve minnetle andıklarını belirtti. “GENEL BAŞKANIMIZ İKİ AYDIR HÜRRİYETİNDEN MAHRUM” Ümit Özdağ’ın tutukluluğuna da değinen Karamahmutoğlu, "Genel Başkanımız iki aydır hürriyetinden mahrum bırakılıyor. Ancak hâlâ bir iddianame hazırlanmış değil. Bu durum, yargının siyasallaştığına dair inancı güçlendiriyor," ifadelerini kullandı. Özdağ’ın tutukluluğunun hukuki bir dayanağı olmadığını savunan Karamahmutoğlu, sürecin hızlandırılması gerektiğini vurguladı. SURİYE POLİTİKASI VE SIĞINMACI SORUNU Suriye politikası ve sığınmacı sorununa ilişkin de açıklamalarda bulunan Karamahmutoğlu, "AKP hükümeti, Suriye'deki gelişmeleri bir fetih gibi göstermeye çalıştı. Ancak gerçek şu ki, mültecilerin ülkelerine dönmesi için en az on yıl gerekiyor," dedi. Ayrıca, Suriyeli nüfusun Türkiye üzerindeki ekonomik yükünün artarak devam edeceğini belirtti. Son olarak, Suriye’deki Türklerin durumuna dikkat çeken Karamahmutoğlu, "Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, yalnızca Suriyeli Kürtlerin haklarını dile getiriyor. Peki ya Suriye’deki Türklerin hakları? Bu da en az diğerleri kadar önemli değil mi?" diyerek hükümete eleştirilerde bulundu. “SİSTEM VAADEDİLENİ SAĞLAMIYOR” Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve ittifaklar hakkında yaptığı açıklamalarda, sistemin vaat edilen istikrarı sağlamadığını ve ittifakların koalisyon hükümetlerine dönüştüğünü belirtti. "Cumhur İttifakı, farklı parti tabelaları altında ortak bir siyasal söylem tutturan bir topluluktur. Ancak, tek bir parti gibi davranıyorlar," ifadelerini kullandı. “ANAYASA’NIN DEĞİŞTİRİLEMEZ MADDELERİ KIRMIZI ÇİZGİMİZ” Karamahmutoğlu, anayasa değişikliği konusuna da değinerek, "Türk milletinin varlığını hedef alan her değişiklik teklifine karşıyız. Anayasanın değiştirilemez maddeleri bizim kırmızı çizgimizdir," dedi. Ayrıca, vatandaşlık tanımını yapan 66. madde ve Türk dilinin eğitimdeki birliğini koruyan 42. maddeye yönelik değişiklik tekliflerini reddedeceklerini vurguladı. “KÜSTAHLIĞA KARŞI SESSİZLİK KABUL EDİLEMEZ” DEM Parti'nin açıklamalarına da tepki gösteren Karamahmutoğlu, "DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan, terörist elebaşı Öcalan için müzakere ve yaşam koşulları talep ediyor. Bu küstahlığa karşı Cumhur İttifakı'nın sessizliği kabul edilemez," dedi. Ayrıca, Bakırhan’ın cezaevindeki PKK'lıların serbest bırakılması yönündeki taleplerine de sert eleştirilerde bulundu. Son olarak, Karamahmutoğlu, "Türk milletinin milli varlığına yönelik ihanet girişimlerini her platformda anlatmaya devam edeceğiz," diyerek açıklamasını sonlandırdı.

Zafer Partisi Sözcüsünden, Genel Başkan Özdağ hakkındaki soruşturmaya tepki... Haber

Zafer Partisi Sözcüsünden, Genel Başkan Özdağ hakkındaki soruşturmaya tepki...

Azmi Karamahmutoğlu: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın basına geçtiği, ajanslara geçtiği haberlerden öğrendiğimize göre Partimizin Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ hakkında yine bir soruşturma açılmış. Yine söylediklerine ilişkin yine siyasal düşüncesine yine fikriyatına ilişkin biz de henüz daha yeni bir belediyemiz olduğu için ve belediyelerde yolsuzluk üzerinden Zafer Partisi'ne bir suçlama yöneltilemeyeceği için fikir üzerinden suçlama Zafer Partisi'ne yöneltiliyor. Hafta sonu Antalya'da Zafer Partisi il başkanlarını içeren bir çalıştayı yapılmıştı. Genel Başkanımız Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın burada yapmış olduğu konuşmadan bir kesitti. Rahatsız etmiş olmalı birilerini ki davaya konu olmuş. Henüz daha tebligat Genel Merkezimize ulaşmadı. Geldiği zaman içeriğini tam olarak anlayacağız fakat bilgi notundan anladığımız hangi kısımlardan rahatsız olduklarını biliyoruz. Sayın Genel Başkanın konuşmasında sarf ettiği, vurguladığı bütün Türklerin, bütün Türk yurttaşlarının, Türk halkının ve dünden bugüne bütün Türk milletinin bilmiş olduğu bir husustur. O da şu; Anadolu'da Türk varlığı hazmedilemiyor. Türklere bakış açısı, ‘Sizler Anadolu'ya Hazar Denizi'nin doğusundan geldiniz. Burası sizin Atayurdunuz değildi. Sonradan yurt edindiniz. Güçlüydünüz. Kuvvetliydiniz. Geldiniz yurt edindiniz. Şimdi o gücünüzle değilsiniz. Dolayısıyla burayı yurt olarak elde tutamayacaksınız, pılınızı pırtınızı toplayarak geldiğiniz yere Hazar'ın doğusuna geri döneceksiniz’ diye yüzyıllar boyunca bu söylendi. Türk'ün Anadolu'daki varlığı, Anadolu'nun bir Türk yurdu olması hazmedilemedi. Açılan savaşlar çağın gereği olarak din savaşları olarak başlamıştı. Haçlı Seferleri, Anadolu'da Türk'ün varlığı hedef alınmıştı. Aynı din savaşlarına farklı farklı şekillerde tanık olduk, sahne olduk. Hatta daha henüz yeni, şimdi iş başındaki AKP hükümetinin başı olan, AKP Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan'ın da kendi ifadesiyle, yahut partinin ve yazar-çizerlerin ifadesiyle söylemiş oldukları söz, belki Cumhurbaşkanı bunu bu şekilde ifade etmemiş olabilir, orayı düzelteyim, söylemiş oldukları Türkiye'nin bir İsrail saldırısıyla, saldırısı tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylemişlerdi. Yani bu da şüphesiz yeni bir din savaşı. Çünkü bilindiği gibi ortada bir dini millet vardır ve bir milli din vardır Yahudilikten söz edince. Milli bir din ve dini bir millet vardır. Ve bu milli dinin bir de kendince ülküleri vardır. Kendi ideali vardır. İdeal bir büyük Siyon Devleti vardır. Kuzeyde Dicle ve Fırat havzasından başlayıp güneyde Kızıldeniz'e kadar ulaşan büyük bir ideali vardır. Buradan hareketle AKP cenahı bizim yine bir din savaşı tehlikesiyle ama bu kez Hristiyanlık değil, Musevilik - Yahudilik din savaşıyla karşı karşıya olduğumuz tehlikesiyle Türk halkını uyarma ihtiyacı duymuştu. Aynı şekilde yine bir başka din saldırısına, bir başka dini saldırıya da maruz kalmıştık. Irak-Şam İslam Devleti adlı İslamcı bir terör örgütü, Müslümanlardan oluşan bir terör örgütü, doğrudan İstanbul'u hedef göstererek Anadolu'da Türk'ün varlığını hedef almış bu doğrultuda Türklere karşı katliama girişmiş. Özellikle Musul, Kerkük'te katliamlara girişmiş. Yetmemiş İstanbul'da ve Hatay'da değişik yerlerde terör saldırılarına başlamış ve nice vatandaşımızın canını almıştı. Bu da İslam dininden kaynaklı siyasal İslamcı bir saldırıydı. Anadolu'da Türk'ün varlığını hedef alan. İşte, Haçlı Savaşları Anadolu'da Türk varlığını hedef alan dinci savaşlardı. Ve diyoruz ki aynı dinci saldırıları bugün de görüyoruz. Aynı dinci saldırılar, aynı dini düşüncelerden kaynaklı siyasallaşmış dini düşüncelerden kaynaklı saldırıları bugün de görüyoruz ve bunun zararlarını çekiyoruz. Gerçekten normalde başlayacağımız gündeme geçmeden evvel bugünkü açılan davanın ajanslara düşmesiyle birlikte Sayın Genel Başkan'a gelen telefonlar olmaya başladı. Bunlar içerisinde ilk arayan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Sayın Genel Başkanı Özgür Özel oldu. Göstermiş olduğu duyarlılıktan ötürü Özgür Özel'e ve Cumhuriyet Halk Partisi'ne çok teşekkür ediyoruz. 22 Ekim'de Milliyetçi Hareket Partisi'nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin bebek katili terörist başı Abdullah Öcalan'a ‘umut hakkı’ diye ifade ederek başladığı ve devamında bebek katilini Meclis’te konuşmaya davet eden konuşmasıyla start alan süreç, görülen o ki Türkiye'nin üniter ulus devlet hüviyetinden çıkıp federal yahut konfederal bir yapılanmaya doğru gideceği, içinde Türklerin tamamen azınlıkta kalacağı ve Türk yönetiminin eliyle yapay bir milletin oluşturulacağı ve başka milletlerinin bunun içine katılacağı bir konfederasyona evrildiği, evrileceği bu sürecin bizim bilgimiz dahilindedir, malumatımızdır ve biz bu doğrultuda Türk kamuoyunu, vatandaşları bilgilendirdiğimiz için bu projenin sahipleri yahut sahibinin siparişiyle uygulayıcıları olanlar şüphesiz bu durumdan çok rahatsızdırlar. Aynı rahatsızlığı vermeye sizi çok daha rahatsız etmeye devam edeceğiz.

Zafer Partisi'nden kayyum atamalarına tepki Haber

Zafer Partisi'nden kayyum atamalarına tepki

Azmi Karamahmutoğlu: CHP'li Esenyurt Belediye Başkanı'nın görevden alınıp yerine kayyum atamasından sonra bugün de Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanlarının görevlerinden alınıp yerlerine kayyum atandığını görüyoruz. İçeriğe ilişkin henüz tam olarak açıklama yapılmadığı için bir değerlendirme yapamayacağız fakat bu hususa ilişkin tek bir şeyi özellikle Mardin Belediyesi üzerinden söylemek istiyorum; Mardin Belediye Başkanı, Dem Partili Belediye Başkanı Ahmet Türk, 2017 yılında cezaevinden tahliye ettirilen Ahmet Türk'tür. Cezaevine yine benzer bir suçlamayla alınıyor bu Dem Partili, önceki adıyla HDP'li Ahmet Türk, cezaevine benzer bir suçlamayla alınıyor. 2016 yılının son ayları, sadece 4 aya yakın bir zaman yattıktan sonra, 2017 yılının Şubat'ında, 4 ayı bulmayan bir mahpusluk hayatıyla beraber, Devlet Bahçeli'nin Ahmet Türk'ün sağlığı üzerinden bir söylem geliştirip endişesini dile getirip tahliyesinin, serbest kalmasını isteyen, talep eden bir çıkışı oluyor. Bahçeli'nin bu isteğini hükümet olağan karşılıyor ve Ahmet Türk tahliye ediliyor. Ahmet Türk, Hapis yatamayacak kadar sağlığı bozuk olduğu için cezaevinden tahliye ediliyor. Bu arada aslında aynı anda adli tıp Ahmet Türk'ün kalbindeki pilin hapis yatmasına engel olmadığını, 6 aylık periyodik kontrollerle hapis yatabileceğini söylemiş olduğu halde Ahmet Türk serbest bırakılıyor. Sağlık sebebiyle hapis atamayacak olan Ahmet Türk, çıkar çıkmaz yine siyasete devam ediyor. Kaldığı yerden devam ediyor ve belediye başkanı oluyor. Belediye başkanlığı yapıyor, belediye başkanı seçiliyor. Bugün de yine benzer suçlarla aynı Ahmet Türk görevinden alınıyor. Olan biten ne? Olan biten, Türk toplumu, Türkiye geriliyor, ayrıştırılıyor, çatıştırılıyor, kamplaştırılıyor. Bu, Ahmet Türk üzerinden de yapılıyor. Başka isimler üzerinden de yapılıyor. Belli ki AKP hükümetinin ve Cumhur İttifakı'nın kafası çok karışık. Belli ki ne yönetebiliyorlar ne de idare edebiliyorlar. Son üç haftadır İmralı'daki terörist başının serbest bırakılması ve Meclis’te konuşturulması teklifiyle ülke gündemine sokulan PKK örgütüyle müzakereye oturulması hususu daha önce denenmiş ve yanlışlığı ispatlanmış, faydasız olduğu görülmüş bir politikadır. Kendisini Türk milliyetçisi olarak tanımlayan hiçbir ferdin terörist başını affetmek ve terör örgütü ile müzakereye oturmak gibi bir politikaya yüz vermesi, prim vermesi söz konusu olamaz. Diğer yandan akıllara ziyan farklı bir politik yaklaşım geliştiren bir ana muhalefet liderimiz var. Özgür Özel'in mottolaştırdığı haliyle ‘terör örgütü benim sorunlarım bitti demeden bitmez’ diyor. O böyle söylemiyor, ‘Kürt sorunu’ diyor. ‘Kürtler benim sorunlarım bitti demeden Kürt sorunu bitmez’ diyor. Ayrılıkçı siyasal Kürtçü hareketinin talepleri karşılanmadıkça sorunların bittiğini söylemeyecektir. Yani ‘sorunlarım bitmedi’ diyecektir. Bu durumda terörü politika yapmada vasıta kılan yani politika yaparken terörü araç olarak kullanan PKK öncülüğünde siyasallaşmış olan Kürtçü hareketin tüm talepleri karşılanacak mıdır? Bu talepten içerisinde ilan edilmiş bir bayrak, sınırları çizilmiş bir ülke, adı konmuş bir devlet de vardır. Bunların içerisinde sadece ‘kendi dilimle müzik yayını yapmak istiyorum’ diyen de vardı. Sadece kendi dilimle dergi çıkarmak istiyorum diyen de vardı. Karşılandı. Sadece ‘kendi dilimi öğreneceğim, kurslarım olsun diyen’ vardı. Karşılandı. Devlet, TRT'de kanal verdi. Bunun sonu yok. Çünkü üzerinizde yekpare, monoblok, tek parçalı bir siyasal yapı yok. Aslında karşınızda tek bir muhatap yok. Fakat ne yazık ki ana muhalefet partisi bile bu konuyu işlerken sanki karşımızda tek bir muhatap varmış gibi bunun adını ‘Kürt ve Kürtler’ diye koyuyor. Halbuki oysa gerçeğimiz şudur, bizim 30-40 yıldır yaşadığımız gerçeğimiz şudur: Bizim açımızdan evet ülkemizde sorunlarımız vardır. Ekonomik yıkım, işsizlik, açlık, yokluk, yoksulluk, fukaralık başta olmak üzere birçok sorunumuz vardır ki bu sorunlardan biri de vatandaşlarımız için en ölümcül olan terör sorunudur. Fakat meselenin adı Kürt sorunu değildir. Terör sorunudur. Eğer siz meselenin adını Kürt sorunu diye koyarsanız terörün adını da Kürt terörü olarak koymuş olursunuz ki bunu yapmaya hakkınız yok. AKP ve Cumhur İttifakı iktidarının bir sıkışmışlığı söz konusu belli ki. Eğer bir sıkışmışlığı karşı karşıya kaldığı bir mecburiyet varsa iktidarlarını sürdürmek için Türkiye Cumhuriyeti'ni ateşe atmasınlar. Sıkışmışlıklarını sırtlarına kambur olarak alıp ülkenin önünü açmalıdır ve iktidardan çekilmeli, ülkeyi seçime götürmelidir Cumhur İttifakı. Belli ki bu konu üzerinde yani terörün bitirilmesi, PKK ile müzakere, Suriye'de kurulmakta olan garnizon terör devletini tanıyıp, tanıtımını halka pazarlama gibi polemikler ve tartışmalar daha uzun süre devam edecek ve bunları uzun süre konuşacağız. Fakat şunun çok iyi bilmesini isteriz ki; bu tartışmaya başladığımız ilk adımdan son adıma kadar bizim duracağımız yer, Zafer Partisi olarak bulunduğumuz Türklük, Atatürk Cumhuriyeti ve Atatürk çizgisindeki Türk milliyetçiliği mevziisinden tek bir adım geri atmayacağız. Bulunduğumuz mevzi burasıdır ve bu mevzide mıh gibi çakılı kalacağız.

Zafer Partisi'nden Özel'e "Öcalan" çıkışı: Türkiye'yi poker masasına sürdü Haber

Zafer Partisi'nden Özel'e "Öcalan" çıkışı: Türkiye'yi poker masasına sürdü

 Karamahmutoğlu: Cumhuriyet Türkiye'si olarak almış olduğumuz bu emaneti 101 yıldır yaşatıyoruz. Bir millete, bir halka, bir topluma bir devletin nasıl teklif edileceğini, bir devletin teklifinin hangi mücadeleler sonunda yapılabileceğini alınabileceğini 101 yıl evvel 29 Ekim'de Mustafa Kemal göstermişti. Fakat onun kurucusu olduğu siyasi partinin genel başkanı 101 yıl sonra milletin içinden halkın bir bölümünü, bir kesimini ayırarak onlara bir devlet teklifinde bulunma gafletini, cüretini göstermiştir. MHP'nin genel başkanı Devlet Bahçeli'nin 2023 vizyonu diye ortaya koymuş olduğu, kavramlaştırdığı bu siyaseti daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sahiplenmiş ve 2023 vizyonu diye sürekli olarak işlemişti. Hem Devlet Bahçeli'nin hem AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın yaptığı açıklamalardan sonra haftaki açıklamalardan onların 2023 Türkiye vizyonunun aslında Cumhuriyet Türkiye'sini tamamen değiştirmeye, dönüştürmeye dönük olduğunu anlamış bulunuyoruz. Çünkü 101 yıl önceki Cumhuriyet Türkiye'si üniter, tekil bir devlet olarak kurulmuştur. Kuruluşunun garantisi olan ilk üç maddeye dönük olarak başlatılmış olan saldırılar da devlet protokolünün iki numarasından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından itibaren başlatılmış saldırılar altındadır. Kişiye özel anayasa yapmak istediklerini geçen haftaki basın toplantımızda konuşmuştuk. Hem Milliyetçi Hareket Partisi bir anayasa taslağı teklifi hazırlamış ve bunu kasasına kilitlemiş. İçeriğinden kimsenin haberi yok. MHP Başkanlık Divanı'nda haberi yok. Anlıyoruz ki bu anayasa değişikliği kişiye özel bir anayasa değişikliği. İçerisinde hem terör suçlusu olarak İmralı'da cezasını çekmekte olan terörist başı Abdullah Öcalan'a kişisel af içeren bir anayasa değişikliği olmakla beraber hem de Cumhurbaşkanlığı görevinde ikinci ve son dönemini yaşamakta olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın bir kere daha tekrar tekrar seçilebilmesinin yolunu açacak yine kişiye özel değişiklikler içeren bir anayasa değişikliği tartışmalarının içerisine ülkemizin sürüklendiğini, son genel seçimden bu yana sürekli bunun konuşulduğunu görüyor, yaşıyor, biliyoruz. Bu işaret ettiğim hususlar üzerinden bu konu sürekli dikkatimizde ve mercek altında olacaktır. Devlet Bahçeli'nin Abdullah Öcalan açıklamasından sonra hazırlamış olduğu anayasa taslağı bizim gibi milyonlarca Türk milliyetçisini kaygılandırıyor, endişe içerisinde bırakıyor. Zira içeriğine ilişkin de kimsenin hiçbir bilgisi yok. Bu kaygımızın sebebi şudur: Ola ki Türk seçmeni bir hususu yanlış zannetme hatasına düşebilir. O da şu, Türk seçmeni Bahçeli'nin açıklamış olduğu Bahçeli'nin genel başkanlığındaki yönetimin ürettiği bu politikanın yani İmralı'daki caninin serbest bırakılmasının üstüne üstlük parlamentoya getirilip konuşturulmasının Türk milliyetçiliği siyasetinin geleneksel politikasının bir ürünü olduğunu zannedebilir. Oysa bu durum hiç de böyle değildir. Dişe diş, kora kor sonuna kadar mücadele edecektir. Çünkü belli ki bu öylesine ortaya atılmış bir laf değildir. Bu öylesine ölçüm yapmak için edilmiş bir laf değildir. Bu gelecek 3-5 yıla yayılacak bir olgunlaşma, olgunlaştırma halkı bu sürece, bu sonuca hazırlama için yapılmış olan çabadır. Şimdilik suyun derinliğini ölçtürüyorlar. İktidarı ve ittifakı bu olan memleketimizin bir de ana muhalefeti var. Bu ana muhalefet ne yazık ki iktidara ve iktidarı oluşturan ittifaka uymuş vaziyette onlarla birlikte adeta 101. yılında Cumhuriyet Türkiye'sini değiştirme, dönüştürme için yarış halindedirler. Öyle ki Atatürk Türkiye'sini kumar masasında pey olarak sürmüş olan CHP'nin yeni başkanı Özgür Özel, sevinçle, gururla, heyecanla mikrofonlardan, kürsüden el yükseltmekte olduğunu ve Kürtlere bir devlet teklif ettiğini söylüyorum. Özgür Özel, kurucusu Mustafa Kemal'in olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanlığı koltuğuna otururken, Atatürk Türkiye'sini pay etme yoluna gitmiş ve Kürtlere bir devlet teklif ediyorum diyerek Türkiye'yi poker masasına sürmüştür. Özgür Özel, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tamamı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sahibidir. Bu devlet zaten Cumhuriyet Türkiye'sinin vatandaşlığına sahip olan herkesin sahipliğidir. Bu hal Türkiye'yi ancak Yugoslavyalaştırmaya, Lübnanlaştırmaya götürür. Cumhuriyet Halk Partisi yeni anayasa çalışmaları ve PKK ile pazarlık konusunda ne yazık ki ana muhalefet partisi olarak muhalif duruşunu yitirmiş, terk etmiş ve iktidarın safına geçmiştir. CHP Genel Başkanı Özel, genel başkanlığı ele geçirdiği kongreden bu yana sarayla yapmış olduğu muhabbetlerin neticesinde adını kendilerinin yumuşama ve normalleşme diye koyduğu politikaların devamında, normalleşmeden anlamış olduğu statükonun devamı, müesses nizamın devamı, o da Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığının devamı olarak anlaşılmıştır. Kürtçü terörün taleplerini karşılayacak, karşılayarak terörü bitireceğini zanneden hem bir muhalefet zihniyetimiz var hem de bir iktidar zihniyetimiz var. Devlet Bahçeli MHP'si de AKP iktidarı ile birlikte ne yazık ki PKK ile müzakere ederek ve PKK'nın kurucu cani başına özgürlük vererek terörü sonlandırabileceği hatasına yanlışına düşüyor. PKK'nın talebi kurucu liderinin serbest bırakılması değildir. Bugüne değin PKK ne talep ettiyse, ne vaat ettiyse, terör yoluyla, şiddet yoluyla baskı bastırdığı, baskıladığı, terörize ettiği halka dönük olarak ben silahla, ateşle, kanla bir şeyler koparıyorum, size veriyorum, bana daha çok destek verin, daha çok kan dökeyim, daha çok şiddet, daha çok terör işleyin ve daha çoğunu alayım diye yoluna devam etmektedir. Diğer vaatleri arasında ya vardır, hepimizin gözü önündedir. Elinde bir paçavra sallamaktadır. Bir bayrak ilan etmiştir. Sınırları çizili muhayyel bir ülke vaat etmiştir. Haritaları ortaya dökmüştür yazılı çizi olarak. Yani sınırlarını kendince çizdiği, ütopya da olsa ve bu ütopya onlar için büyük bir distopyaya, Türkler tarafından döndürülmüş ve bundan sonra da döndürülecek olsa da bir ülke vaat etmiştir. Abdullah Öcalan, yaptığı suçların cezasını hayatıyla ödeyecek, idam edilecekti. Hiç değilse şehitlerimizin ve gazilerimizin yürekleri birazcık olsun, gün soğuyacaktı. Fakat beklemeyen bir şey oldu. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bugünkü lideri, Devlet Bahçeli, sekiz saat süren bir toplantının bir ikna toplantısının ikna çabasının sonunda Abdullah Öcalan'ın idam edilmeyeceği kararın altına başbakan yardımcısı olarak imza attı ne yazık ki. En son TUSAŞ’ta yaşanan çatışmalı süreçmiş. Bir tarafta eşinin gönderdiği çiçeği almaya gitmiş olan bir hanımefendi, mühendisler, güvenlik görevlileri, oranın güvenini sağlamakla olan insanlar, siviller, ve bir yanıyla da bombalarla ve makineli silahlarla onlara saldıran teröristler, bu iki tarafı çatışmalı süreç diye adlandırıyor Özgür Özel. Çatışmalı süreç. PKK'nın bölge insanını sindirmek için başlatmış olduğu, Güneydoğu bölgesindeki insanları özellikle sindirmek için başlatmış olduğu, terör saldırılarında yıldırıcı olsun diye bebek katliamlarıyla başlamışlardı öldürmeye. Şimdi bebeklerin öldürüldüğü terörist saldırılarını çatışmalı süreç olarak adlandırıyor CHP'nin Genel Başkanı Özgür Özel. Kuşadası'nda turistlerin bindiği minibüs patlatıldı, turistler öldü. Çatışmalı süreç. Çatışmanın bir tarafında PKK'lı teröristler... Zehirlediniz. Fikre zehirlendiniz. Etnikçi, Kürt şovenizminin fikren sizi zehirlenmesinden sonra siz de Cumhuriyet Halk Partisi'nin kadrolarını zehirlediniz. Şimdi de Türk siyasetini ve Türk toplumunu zehirlemeye devam ediyorsunuz. MHP'deki milyonlar bu duruma tepkilidir. MHP'den 10 binlerin, 100 binlerin, 7 kişinin, 9 kişinin istifa etmesine gerek yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi'nden sadece tek bir kişinin istifa etmesi yeterlidir. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes anayasamızın 66. maddesinin tanımıyla Türk’tür. Anayasa madde 66 bunu söyler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür. Devlet Bahçeli'nin yapmış olduğu bu açıklama, Türkler ve Kürtlerin kardeşliği farzdır açıklaması, Türkler ve Kürtler diye bu milleti iki farklı millet haline bölmek demektir. Evet, bu budur. Kürt alt kimlikli Türkler bu duruma itiraz ediyor. Milyonlarcası itiraz ediyor. En başta da Türk milliyetçiliği siyasetinin, Türk milliyetçiliği düşüncesinin saflarında yer alan Kürt alt kimlikli Türkler bu duruma itiraz ediyor. Bunlardan MHP Genel Merkezi'nde ve Başkanlık Divanı'nda olan arkadaşlarımız da vardır. Yani siz Kürtler ve Türkler diye bölüp ayırdıktan sonra Kürtleri ayrı bir millet olarak tanımladıktan sonra hangi Kürt kimlikli Türk vatandaşını Türk milleti ailesine dahil edebilirsiniz ki? Adalet ve Kalkınma Partisi, Devlet Bahçeli MHP'sini yanına çekmiş olmakla, kendisine müttefik kılmış olmakla, Türk Milliyetçiliği siyasetini kendisine müttefik kılmış zannetmesin. Türk Milliyetçiliği siyaseti kendisiyle bir dayanışma ve işbirliği halinde değildir. Çünkü Türk milliyetçiliğinin temsiliyeti yalnızca ve tek başına Devlet Bahçeli MHP'sinde değildir. Türk milliyetçiliği siyasetinin ve düşüncesinin temsiliyeti artık başka partilerde de vardır. Bunun da en olanı Zafer Partisi'dir. Prof. Dr. Ümit Özdağ Genel Başkanlığındaki Zafer Partisi'dir.

Karamahmutoğlu: Hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sistem caniliği üretiyor Haber

Karamahmutoğlu: Hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sistem caniliği üretiyor

Geçen hafta içerisinde Sayın Cumhurbaşkanı'nın açıklamış olduğu ve hükümetin almış olduğu bir karar var. Bu karar şunu söylüyor. Kaçak ve sığınmacıların çalışma izni olmadan 3 yıla kadar çalışabilmeleri olanaklı kılınıyor. Bir yerde izinsiz olarak, SGK'sız olarak bir Türk yurttaşının çalışabilmesi suçtur. Fakat biliniyor ki ülkemizde kaçak ve sığınmacıların çok az bir kısmı, onda da yalnızca geçici sığınmacı hüviyetiyle burada bulunanların çok az bir kısmı SGK'lı olarak, sigortalı olarak çalıştırılabilmekte. Diğer birçoğu ucuz iş gücü sömürüsüyle sigortası olarak çalıştırılmakta. Öyleyse üç yıla kadar izinsiz olarak bunların çalışabilmeleri yasal bir zemine kavuşturuluyorsa bu ülkemizde artık ikili bir hukuki düzene geçildiğinin işaretidir, emaresidir, göstergesidir. Yani hukuksal düzenin bozulduğunun göstergesidir. Diğer taraftan ucuz iş gücü sebebiyle tercih edildikleri için istihdam sorunu yaratmakta. Türklerin, vatandaşların işsizlik sorununu büyütmekte, beslemekte. Diğer yanıyla esnaflık yapanları getirdikleri malları kaçak olarak getirdikleri için, faturasız olarak getirdikleri için bir buradan gelir kaybı var. İşsizliği besleyen diğer hususlardan bir tanesi. AKP'nin mülteciler politikası sürdüğü müddetçe Zafer Partisi de bu politikayı işlemeye ve Zafer Partisi'nin mültecilerden başka bir siyaseti yok mu eleştirisine almaya devam edecek. Hastanelerimiz sağlık hizmeti vermek yerine bebeklerimize morg olmuş. Yalnızca morg hizmeti veren özel kurumlar haline gelmiş. Geçen hafta içerisinde Meclis’te başlayan tokalaşmalarla süren, fakat mahcubiyetten dolayı adı çözüm süreci mi, barış mı, yoksa açılım mı diye bir türlü konamayan, halen daha tarifi için tartışmaların sürdüğü, fakat belli ki kamuoyuna yansımadan çok daha evvel bir yerlerde pişirilip suyu kaynatılmış bulunan bir husus var. Bu, Türkiye'nin, hükümetimizin, devletin, kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir politika mı yoksa önümüze servis edilmiş bir politika mı bilemiyoruz. Yani bu ajanda, Kürt siyasetiyle ilgili bu ajanda, Türkiye'nin ajandası mı yoksa dışarıda başka merkezlerin ajandası mı hala daha hem siyaset kurumu hem aydınlar bu hususu tartışıyorlar. Henüz daha adı konulabilmiş değil. Sadece Türkiye'nin içini mi ilgilendiriyor? Yoksa Türkiye'yi değil de Türkiye'nin komşu ülkelerini mi ilgilendiriyor? Türkiye coğrafyasında Türk milletinin tarihsel kazanımlarına en ufak bir zarar getirecek hiçbir adımdan, eylemden yana değiliz. Tam siper hepsini karşısında olacağız. Şöyle bir sakıncalı durum yaşanmıştı. Terörist başı Abdullah Öcalan'dan terör suçundan dolayı terör örgütünün başı olduğundan dolayı hüküm yemiş, yediği hükmün cezasını halen daha çekmekte olan Öcalan'dan PKK terör örgütüne dönük talimatlar vermesi beklendi. Öcalan'dan bu sipariş edildi. Medya yoluyla kamuoyunda bu söylendi. Şimdi hapisteki hükümlü cezasını çekmekte olan baş terörist Öcalan'dan bunu beklemek demek, Öcalan'ın PKK'yı yönettiğini kabul etmek demektir.Öyleyse bu durum yargılanmayı gerektirir. Bu bir suçtur. Hafta sonu İstanbul Barosu'nun seçimleri oldu. İstanbul Barosu'nun başına eski bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili seçildi. İbrahim Kaboğlu, kendisi ne yazık ki anayasal olarak bile, anayasal vatandaşlık tanımıyla bile Türklüğü üstüne alamamış, Türklüğü sindirememiş, anayasal vatandaşlık bakımından bile kendini Türk olarak tanımlayamayabilen bir yurttaş olarak ne acıdır ki Türklüğün kaderine kefen biçecek laflar etmeye başlamıştır daha ilk günden. İstanbul Barosu'nun başına oturduğu ilk günden itibaren. Buyurmuştur ki yeni İstanbul Barosunun başkanı değişmez maddelere anayasadaki değişmez maddelere olumlu anlamda dokunulabilir diye söylemiştir. Aynı lafı biliyorsunuz iki hafta önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başkanı Sayın Numan Kurtulmuş da yapmıştı. Bu çabalar Türkiye'de, Anadolu coğrafyasında Türklüğü geriletmek, zayıflatmak girişimleridir, çabalarıdır. İşte Zafer Partisi'nin varlığı siyasal kurum olarak tam da burada bu yüzden gereklidir. Zafer Partisi de burada Türklüğü daha ileriye ve daha yukarıya taşımak için siyaset yapmakta ve çalışmaktadır. Yenidoğan Çetesi'nden söz ediyoruz. Artık Anadolu'nun dört iline de sıçramış olduğu dün anlaşılan fakat daha çok İstanbul'da ki hastanelerde ortaya çıkan, yaşanan yenidoğan servislerindeki bebek ölümleriyle ilgili bu bebek ölümlerinin üzerinden kar elde eden, gelir elde eden çetenin yaşamış oldukları toplum olarak 23 yıllık AKP iktidarının yönetimi sonucunda kurumları, kuralları, değerleri boşalan Türkiye'de insanımızın da içinin etik ve ahlaki değerlerin boşalmasıyla ne hale geldiğimizin bir göstergesi oldu. Şüphesiz yargı çalışacaktır, çalışmalıdır ve bu cinayet şebekesi en ağır cezayı almalıdır. Bu gereklidir. Fakat bu tek başına sorunu çözmeye yeterli olmayacaktır. Zira hastayı müşteri gibi gören ticarileşmiş bir sağlık sistemi bu caniliği üretiyor. Bu şekilde ticarileşmiş olan hastayı müşteri gibi gören sağlık sistemi var olduğu müddetçe hastalar ve onların sağlıkları ve hayatları üzerinden bir mal-meta alışverişi yapar gibi kar elde etmek, ticaret yapmak alışverişi de sürecektir. Diğer yanıyla kamu bütçesinden özel sağlık sektörüne para akıtan bu sistemin değişmesi gerekiyor. Çünkü belli ki İktidarının uzun süreceğini bilen AKP hükümeti iş başına geldiğinde ilk el attığı ve kendi iş adamlarına, kendi çevresine, tarikat ve cemaatlere hastaneler kurdurması şimdi yaşadığımız rezaletle birlikte başlangıçta o girişimlerin niçin yapıldığını izah ediyor. Çünkü biliyorlardı ki tek başına belki bir özel hastane işletme yeterli olmayacaktır. Fakat yapılacak olan değişikliklerle birlikte bu özel hastanelerin kamu kaynaklarından besleneceğini biliyorlardı. Sistemi böyle kurmuşlardı ve bu şekilde de devam ettiler. Tam da bu sebepledir sektörden birini, bir hastane sahibini, Sağlık Bakanı yapmışlığı vardır AKP'nin Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, Mehmet Müezzinoğlu ki bu yeni doğan çetesinin içerisinde soruşturmaya tabi tutulan ve kapanan hastaneler arasında bu AKP'li eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu'nun hastanesi de vardır. AKP hükümetini kurdu ve uzun yıllar boyunca sürdürdüğü bugüne kadar işlettiği bu sistem ele alınmalıdır. Eğer bu sistemi ele almazsak özel hastanelerin sahiplerini onların iş ve işlemlerini ele almazsak Bütün bunlar bilindiği halde buna göz yuman yöneticileri, bürokrasiyi, siyaset kadrosunu ele almazsak sistemdeki sorun ve yaşanan acılar artarak devam edecektir. Bebek ölümleri yine devam edecektir. Sağlık Bakanı Memişoğlu, yine AKP'li Sağlık Bakanı, görevdeki Sağlık Bakanı Memişoğlu, Bu takibatın ve Adalet Bakanı aynı şeyi söylüyor. Bu takibatın, hazırlığın bir buçuk yıl evvelden başladığını söylüyor. Bir buçuk yıldır yine bebeklerin yenidoğan ünitelerinde ticareti devam etmiş, bebek ölümleri devam etmiş. Düşünün ki kendilerinde, kendi hükümetlerinde Sağlık Bakanlığı yapmış olan bir hastane sahibine bile izin verilmemiş. Öyleyse ya AKP ile Sağlık Bakanı Müezzin oğlu yalan söylüyor. Ya AKP'li Sağlık Bakanı Memişoğlu yalan söylüyor. Bu iki şıktan hangisi geçerli olursa olsun tek bir gerçek var. AKP'li Sağlık Bakanı yalan söylüyor. Almanya Başbakanı Şansölye Scholz bunu öylesine dert etmiş ki, kalkmış Türkiye'ye gelmiş. Evet, geçen günlerde Türkiye'deydi Şansölye Scholz ve Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'la görüştü. Görüştükleri konunun özünde esasında bu vardı. Almanya'daki kaçakların, sığınmacıların gönderilmesi vardı. Türk kökenli olanlar yani Türk vatandaşı olanlar Almanya'daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından sığınmacı olarak bulunanlar yahut suça karışmış olanların Türkiye'ye iadesini görüştüler. Beraberinde 2016 yılında imzalanmış olan bir anlaşmaya dayanarak diğer ülke yurttaşlarının da Türkiye'ye iadesini görüştüler. Biz ne yazık ki AKP hükümetleri dönemindeki kötü bir alışkanlıkla özellikle bu uluslararası görüşmelerin içeriğini resmi yollardan öğrenebilme imkan ihtimalinden yoksunuz. Çünkü AKP hükümetleri böyle çalışmıyor. Ne yazık ki neler olduğunu, neler konuşulduğunu, neler kotarıldığını Ancak dışarıdaki medya aracılığıyla öğrenebiliyoruz. Yine bu Scholz Erdoğan görüşmesine ilişkin olarak da dışarıya yansıyan, içi dolu, içeriği ne olduğuna ilişkin bir açıklama gelmedi. Fakat Alman medyasından öğrenebiliyoruz ki, diğer TC yurttaşı olmayan diğer sığınmacıların da gönderilmesi konuşulmuş. Hoş toplantı esnasında Cumhurbaşkanı'na bu soru da soruldu. Sayın Cumhurbaşkanı, bu soruyu savuşturmak için cevaben, problemi katmerleyen, üstüne koyan bir cevap vermiş. Yani Almanya'dan gelecek olan sığınmacıları da alacak mısınız sorusuna cevap verirken adeta bu kısmını tırnak içinde ben söylüyorum Almanya'dan gelecek olanlar ne ki dercesine bundan sonrası Erdoğan'a ait diyor ki Lübnan'dan gelecek olanları da alacağız. Suriye'den daha başka gelmesi muhtemel. Göçmenler de var, sığınmacılar, kaçaklar da var. Türklük düşmanı, millet düşmanı, antimilliyetçi, siyasal ümmetçi, siyasal islamcı, AK Parti kadrolarının kamu kaynaklarından AK Parti medyasında, televizyonlarında, gazetelerinde beslenen, kamu kaynaklarından AK Parti'nin sarayında, propaganda aygıtlarında beslenen siyasal ümmetçi zihniyetin Zafer Partisi'ne ve onun genel başkanına yönelik Getireceği, geliştireceği ithamların hiçbirine kulak asmıyoruz. Hiçbiri bize etki etmeyecektir. Hepsine hazırız. Biz bu ithamları 1940'lardan beri göğüslemeye alışığız. 60'lardan, 70'lerden, 80'lerden beri biz bu ithamları göğüslüyoruz. Biz ne ırkçıyız, ne faşistiz, ne de anti-hümanistiz. Biz sadece doğrudan doğruya milliyetperveriyiz, vatanperveriyiz. Pirüpak Türk milliyetçileriyiz.

"Hudut Kapıları da Namustur diye hatırlatmak gerekecek" Haber

"Hudut Kapıları da Namustur diye hatırlatmak gerekecek"

Azmi Karamahmutoğlu: Zafer Partisi bilindiği gibi, kurulduğu tarihten bu yana, ki bu çok uzun bir tarih değil, öncelikli ele aldığı konular arasında sınır güvenliği de vardır ve bunu devletin, Türk devletinin Türk vatandaşlarına öğretmiş olduğu slogan haliyle söyleye gelmiştir. Hudut namustur diye ortaya çıkmıştır. Nitekim Zafer Partili gençler yahut bu düşünceye, siyasi düşünceye kendini yakın hisseden gençlerin ‘hudut namus’ sözünü sloganlaştırarak pankartlar halinde sokaklara, caddelere asıl sonucu ne yazık ki AK Parti hükümetinin polis ve adliye marifeti eliyle bu gençleri mağdur ettiği, zora soktuğunu da yaşadık. Ancak birilerinin, sokaktaki gençlerin hükümete hududun namus olduğunu hatırlatması gerekiyordu. İpini koparan hemen her milletten kaçak ve sığınmacının yolgeçen hanı yaptığı bu hudutlardan ülkemize bugün sayısı toplamda 13 milyon yekunu bulan bir nüfus yüküyle Türkiye'mizi karşı karşıya bıraktı. Fakat şimdi geldiğimiz bu aşamada görüyoruz ki hükümette sadece hudut namustur sözünü hatırlatmak değil, beraberinde hudut kapıları da namustur diye hatırlatmak gerekecek. Çünkü özellikle son haftanın ele alınan tartışmalarından biri de Almanya merkezinde yapılan açıklamayla bizim AK Parti hükümet merkezinde yapılan açıklamaların birbirleriyle çelişmesi, tezata düşmesiydi. Öyleyse tekrar hatırlatmak istiyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hudut kapıları da elini kolunu sallayanın istediği gibi içeriye girebileceği yerler değildir. Fakat hudut kapılarından ve kara sınırlarımızdan başka ne yazık ki 22 yıllık AKP hükümetinin yönettiği, Türkiye'nin gelmiş olduğu aşamada biz kıyı şeridimizi, sahillerimizi, deniz güvenliğimizi de sağlayamaz hale gelmişiz. Çünkü en son yaşadığımız örnekte kamuoyunun da bildiği gibi Yunan sahil güvenlik güçleri yani kolluk kuvvetleri Türk karasularına sızmakla kalmamış, ana karaya, adalara bile değil, ana karaya sahile kadar çıkmış ve taşınabilir malları gayrimenkulleri, bunlardan biri bot el koymuş yahut gasp etmiş ve kendi ülkesine geri götürmüştür. Yunan kuvvet mensupları bütün bu işgali, bütün bu ihlali yaparken hiçbir engelle karşılaşmamıştır. Yani sahillerimiz de yol geçen haline dönmüştür. Şimdi bugüne değin AK Parti hükümetinin bu hususa ilişkin kamuoyunu bilgilendirici hiçbir açıklama yapmamış olması bir yana mütekabiliyet esasına göre en azından bir karşılık vermesi gerekirdi ki biz Türk milliyetçilerine göre misliyle mukabele etmesi gerekirdi. Avrupa Birliği'nden yine devam edelim. Avrupa Birliği'ne ilişkin hükümetin 22 yıllık politikası malumunuz tam üyelikten, şimdiki gelmiş olduğumuz aşama seyahat için vizenin bile verilmediği bir aşamaya gelindi. Oysa bize vizesiz seyahat, serbest dolaşım vaatleri verilmişti. AK Partili Ahmet Davutoğlu'nun başbakan olduğu dönemlerde bu vaatler verilmişti. Fakat bundan hiçbiri gerçekleşmedi. Bu yalanı Türk kamuoyuna söyleyen sadece AK Partili ve onun bakanları değildi. Onun evvelinde aynı yalanları Doğru Yol Partisi ve Başbakan Tansu Çiller, Anavatan Partisi ve onun genel başkanı Mesut Yılmaz da bu yalanları Türk kamuoyuna sunmuşlardı. Hatırlayınız, Tansu Çiller başbakanlığında Ankara'da güpegündüz, gün ışığında havai fişekler atılıp Avrupa Birliği'ne katılışımız kutlanmıştı. Sonrasında AK Parti hükümeti geldiğinde AK Partili Belediye Başkanı Melih Gökçek, hani şu mizah unsuru olan Melih Gökçek, Kızılay Meydanı'na sayaç koydurmuştu, takvim koydurmuştu, saat koydurmuştu, AB'ye katılma şu kadar gün kaldı diye. Şimdi o sayaç, o takvim ve o saat yerinde yok. Bu yalan söyleme, AB'ye katılma ilişkin, bu yalan söyleme politikasını şimdi yeni bir siyasinin taze bir genel başkanın devraldığını görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel yapmış olduğu açıklamada Türkiye için 10 yıl sonra Avrupa Birliği'ne katılacak diye bir kehanette bulunmuş bu keramet sahibi Genel Başkan. Sayın Özel'e tavsiyemiz lütfen Türk halkına yalan söylemekten ve Türk halkını Avrupa Birliği'ne Türkiye'ye katılacakmış gibi oyalamaktan vazgeçmesidir. Çünkü bu gerçekleşmeyecek olan bir yalandır. Ne Türkiye Avrupa Birliği'ne katılacaktır ne Avrupa Birliği Türkiye'yi kendi bilgisine alacaktır. Türkiye son iki haftadır bunu konuşuyor: Okullarımızdaki temizlik ve hijyen meselesi ne yazık ki tasarruf tedbirleri uygulayan fakat itibardan tasarruf olmaz diyen AK Parti hükümeti eğitimden tasarruf, sağlıktan tasarruf yapabiliyor. Oysa doğrusu şudur ki; eğitimden ve sağlıktan tasarruf olmaz. Fakat eğitimden tasarruf yapan AK Parti Milli Eğitim Bakanlığı okullarımızdaki müstahdem kadrolarını lağvetmiş, azaltmış, eksiltmiş, okulları temizlik yapılamaz hale getirmiş. Şimdi bunun sonucunda verilerden ve hatta öğretmenlerden gelen şikayetler sonucu yörelerinde bazı belediyeler meseleyi el atmak istemiş fakat AK Parti hükümeti kendinden olmayan başka partilerde olan belediyelere siyaseten prim yaptırır, seçmen nezdinde puan kazandırır diye buna da engel olma yoluna gitmiştir. Lütfen bu kötülüğü yapmasınlar. Zafer Partisi aynı şekilde suç örgütleri, uyuşturucu maddeyle mücadele, suç örgütleriyle mücadele ve sanal kumar ile mücadelede Zafer Partisi kesintisiz bir çalışmanın, propagandanın ve mücadelenin içerisine girme kararını geçen hafta yapılan Başkanlık Divanı toplantısında aldı. Bununla ilgili Her türlü çalışmayı, bilgilendirmeyi, bilinçlendirmeyi yapacağız. Diğer yanıyla hatırlayacaksınız Fener Rum Patrikliğinin başpapazı Bartholomeos'un katılmış olduğu uluslararası bir toplantı vardı. Gözden kaçırılarak yapılmak isteyen bir toplantıydı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, hükümetinin Dışişleri Bakanı da o toplantıdaydı. Türkiye'deki bir dini cemaatin liderinin, uluslararası bu diplomatik toplantıda ne işi var diye sorduk. Gelen baskı üzerine o toplantıdaki katılımı, toplantı bittikten günler sonra o toplantıdaki katılımının geri çekildiği konuşuldu. Bırakın mezhep çatışmalarının, din kamplaşmalarının bile dışında tutmaya çalışan bir siyasi geleneği kurucu liderden devralmış olarak bu siyasetin devam ettirmesinden yanayken, dini siyasetin, dini kamplaşmanın da ötesinde mezhep kimliği üzerinde siyasetin içerisinde Türkiye'yi sokan ne yazık ki bir AK Parti hükümetiyle, çünkü fundamentalist kökenleri olan bir siyasi partiyle böyle bir hükümetle karşı karşıyayız. İşte bunun getirmiş olduğu sürecin sonunda muhatapların taraflarının yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki evet deniyor. Şu an için Sayın Cumhurbaşkanı bunu açıkça belirtmedi, itiraf etmediği halde muhatapları diyor ki ‘evet bize Heybeli'de Ruhban Okulu'nun açılmasının sözü verilmiştir.’ Türkiye'deki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları eğitimsiz kalmasın demeyiz. Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu sağlayan ilkeler Osmanlı Devleti'nin yıkılışına sebep olan, arızalardan çıkartılan derslerle sağlanmıştır. İşte o sakıncaları giderici tedbirler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşun temeline ilkeler olarak yerleştirilmiştir. Bunlardan biri de eğitimde birlik yasasıdır. Tevhidi Tedrisat yasasıdır. Hangi dinden veya hangi mezhepler olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları eğer bir eğitim alacaksa bu dini eğitim de olacaksa şayet Tevhidi Tedrisat Kanunu'na uygun olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğu halde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yasalarını tanımadan bağlantısız bağımsız bir eğitim kurumu açmayı işletmeyi heves eden, iddia eden bir cemaate karşı anlayışlı davranmamız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğinden taviz vermemiz anlamına gelir. Hiçbir cemaat, hiçbir dini yapı, hiçbir etnik yapı Türk Devleti'ne böyle bir dayatmada bulunamaz. Bunu kabul etmiyoruz. Hayat pahalılığı diye şikayeti vardır. Geçimsizlik diye şikayeti vardır. Karnını doyuramamak diye şikayeti vardır. Çocuğuna ve kendisine veya iş bulamamak diye şikayetleri vardır. Öncelikli çözümlemesi gereken sorun budur. Anayasanın hangi maddesini değiştirirseniz bu öncelikli sorunların çözümüne katkı sağlayacaktır da anayasa değişikliğini birinci sorun olarak Türk toplumun önünde koyuyorsunuz. Buradaki şüphelerimiz açık. Evet, saray ayağındaki anayasa değişikliğini yürüten hukukçularınız ilk dört maddeye dokunulmayacağını söylüyor. Aman yüreğimize su serptiniz. Bu zaten kazanılmış hak. Biz onu zaten kazandık. Süngüler, canla, kanla kazandık. Kazanılmış haklarımız üzerinden pazarlık yapamayız. Ama ilk 4 maddeyi ele almayacağız diyerek eğer geri kalanları işleyeceğini söylüyorsanız daha önce ilk basın toplantısında söylemiştim tekrar edeyim 66. madde de bizim için ilk 3 madde kadar vazgeçilmezdir. Evet, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığını tanımlayan 66. madde hakeza aynı şekilde dokunulmazdır. O da milli mücadeleyle elde ettiğimiz bir milli kazanımdır ve haktır. Eğer sizin maruzatınız derdiniz, düşünceniz sadece 101. maddeyle ilgili ise bunu da açık açık konuşun da sanki anayasa Türkiye'deki sorunların çözümün önünde engelmiş gibi halkı oyalamayın. Hepsi bütün derdiniz 101. madde ise Sayın Cumhurbaşkanı'nın tekrar tekrar tekraren seçilmesini sağlamaksa bunu açık açık söyleyin. 101. maddeyi tartışmaya açmak istiyoruz diye konuşun.

Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
logo
Söz Bursa En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.