SON DAKİKA
Hava Durumu

#Soru Önergesi

Söz Bursa - Soru Önergesi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Soru Önergesi haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Sağlık sistemi yozlaştıkça hastaları rant kapısı gibi gören zihniyet yaygınlaşıyor! Haber

Sağlık sistemi yozlaştıkça hastaları rant kapısı gibi gören zihniyet yaygınlaşıyor!

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Diyarbakır Selahattin Eyyubi Devlet Hastanesi Ortopedi Servisi’nde en az yetmiş beş hastaya tıbben gereksiz cerrahi müdahalelerle platin implant takıldığı, bu işlemler aracılığıyla kamu zararına yol açıldığı ve hasta haklarının ağır biçimde ihlal edildiği iddiaları üzerine, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle bir yazılı soru önergesi verdi. Önergeye yasal süresi içinde herhangi bir yanıt verilmedi. İddialara göre, söz konusu operasyonlarda kullanılan platinler hastaların gerçek ihtiyaçlarını gözetmeksizin takılmış, hem tıbbi ekip hem de malzeme tedarik zinciri haksız kazanca zemin hazırlamış; mağdur hastalar ameliyat sonrası ağrı, hareket kısıtlılığı ve yeniden müdahale riskleriyle baş başa bırakılmıştır. Pala, “Benzer olaylarla daha önce başka sağlık kuruluşlarında da karşılaşılmış ve yine Meclis’te gündeme getirilmişti. Hastayı gelir kapısı gören bu zihniyetle mücadele, Sağlık Bakanlığı’nın temel sorumluluğudur.” dedi. Pala, soruşturmanın gidişatıyla ilgili olarak “Skandalın patlak verdiği günden bu yana kaç müfettiş görevlendirildi, inceleme hangi aşamasında, dosya neden hâlâ karanlıkta? Sağlık hizmetlerine güveni sarsacak bu tür olaylar karşısında Bakanlığın yurttaşları aydınlatması ertelenemez bir görevdir.” ifadelerini kullandı. CHP Milletvekili, sorumluların tespit edilip edilmediğinin ve bu kişilerle ilgili idari ve adlî işlemlerin akıbetinin açıklanmasını istedi. Skandala adı karışan doktorlar ve tıbbi malzeme firmaları hakkında uygulanacak cezai yaptırımların neler olacağını soran Pala, “Eğer gereksiz ameliyatla platin takılıyorsa bu yalnızca etik ihlal değil, Türk Ceza Kanunu’na göre nitelikli dolandırıcılık suçu kapsamına da girebilir. Suçun boyutuna göre ilgili hekimlerin meslekten men, tedarikçi firmaların ise ihalelerden yasaklanmasına kadar uzanan yaptırımlar söz konusu olabilir.” değerlendirmesinde bulundu. Hastaların mağduriyetlerinin giderilmesi gerekliliğine dikkat çeken Pala, “Gereksiz platin takılan ve yaşam kalitesi düşen bu hastaların durumunu Bakanlık takip ediyor mu? Revizyon cerrahisi, fizyoterapi, psikolojik destek ve tazminat için telafi mekanizmaları işletiliyor mu?” sorularını sordu. Bakanlığın Türkiye genelinde benzeri olguların önüne geçmek için hangi önlemleri aldığını da açıklamasını isteyen Pala, “Ortopedi kliniklerinde bu tür istismarların ve gereksiz ameliyatların engellenmesi için ülke genelinde kurulması planlanan tıbbi ve idari mekanizmalar var mı? Başka devlet hastanelerinde benzer soruşturmalar yürütülüyor mu?” sorularını sordu. Açıklamasını bitirirken sağlık sisteminde yaşanan çürümeye de dikkat çeken Kayıhan Pala “AKP iktidarının sağlıkta dönüşüm projesinin, hasta üzerinden rant sağlama anlayışına kapı araladığı her gün daha fazla görünür oluyor. Bir tek hastaya dahi gereksiz platin takıldıysa bu, tıp mesleğinin ‘önce zarar verme’ ilkesini çiğnemek ve kamu bütçesini yağmalamaktır. Sağlık çalışanlarına ve hekimlik mesleğine duyulan güveni sarsan, insan sağlığına zarar veren sorumlular hakkında gerekli yargı sürecinin işletildiğini görmek zorundayız. Ancak bu tür istismarlara kapı aralayanın ticarileştirilmiş sağlık sistemi olduğunu da akılda tutmalıyız.” ifadelerini kullandı.

Kayıhan Pala’dan, Nilüfer Çayı hakkında soru önergesi Haber

Kayıhan Pala’dan, Nilüfer Çayı hakkında soru önergesi

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Bursa’nın ana su damarlarından Nilüfer Çayı’nın “bir zamanlar balıkların yaşadığı canlı bir ekosistemken, bugün IV. Sınıf su kalitesine sahip bir atık kanalına dönüşmesinin” halk sağlığını ve Marmara Denizi’ni tehdit ettiğini belirterek, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un yazılı olarak yanıtlaması istemiyle konuyla ilgili kapsamlı bir soru önergesi sundu. Önergede, akademik çalışmalarda ortaya konan kirlilik ölçümlerine değinilerek Keles’teki temiz kaynak noktasıyla karşılaştırıldığında Polisiklik Aromatik Hidrokarbon (PAH) konsantrasyonlarının Gümüştepe’de 2 kat, Hasanağa’da 51 kat, Geçit’te 94 kat ve Karacabey’de 100 kat arttığı vurgulandı; çayın kötü kentleşme, arıtmasız endüstriyel deşarj ve verimsiz arıtma tesisleri nedeniyle “Marmara’daki müsilajın başlıca kaynaklarından biri” hâline geldiği hatırlatıldı. Nilüfer Çayı’nda Kanser Akıyor Şubat ayında verilen soru önergesine, aradan geçen sürede halen yanıt verilmediğine dikkat çeken Kayıhan Pala, “Nilüfer Çayı sadece Bursa’nın değil, tüm Marmara Havzası’nın can damarlarından biridir. PAH ve PCB (Poli Klorlu Bifenil) gibi kanserojen kirleticilerin yüz kat artması, köprüden geçerken bile alınan ağır koku, halk sağlığı tehdidinin açık alarmıdır. Bakanlık yıllardır konuşulan bu felaketi raporladı mı, yoksa toplum sağlığını görmezden mi geliyor?” ifadelerini kullandı. Milletvekili Pala, önergede, Bakanlıktan ilk olarak Nilüfer Çayı kirliliğine dair resmî değerlendirme veya yayımlanmış rapor bulunup bulunmadığını sorgularken, varsa bunların kamuoyuyla paylaşılmasını talep etti. Nilüfer Çayı hakkında bugüne kadar yapılmış çok sayıda bilimsel çalışmanın Bakanlıkça incelenip incelenmediğini soran Pala, “bilim insanları yıllardır verilerini ortaya koyuyor, Bakanlığın bu verileri dikkatle inceleyip gerekli eylemleri hayata geçirmesi gerekiyor” dedi. Pala, önergede ayrıca, kirlenmenin kaynak bazlı haritasını talep ederek “Atıksu arıtma tesisi olmayan veya arıtmasını çalıştırmayan sanayi tesisleri mi, evsel deşarjlar mı, yoksa kaçak dökümler mi ağır basıyor?” sorusunun yanıtlanmasını istedi. Son beş yılda alınan su numunelerinin kimyasal, biyolojik ve fiziksel analiz sonuçları ile aynı dönemdeki dış ortam hava kalitesi ölçümlerinin kamuoyuna açık biçimde yayımlanması gereğini vurgulayan CHP milletvekili, “Marmara’da yeniden kabaran müsilajın kaynaklarını bu verilerde de aramak gerekir” değerlendirmesinde bulundu. Önergedeki kritik maddelerden biri, Bakanlığın kendi ölçümlerine göre Nilüfer’in yüzey suyu ve sedimentindeki (suyun dibindeki tortu) PAH ve PCB yoğunluğunun güncel seviyelerinin açıklanması ihtiyacına yapılan vurgu. “Bu veriler şeffafça paylaşılmazsa kirliliğin kanserojen yükü halktan gizlenmiş olur” diyen Pala, Karacabey’e doğru 100 kat artan PAH seviyesinin zaten eşiğin çok üstünde olduğunun altını çizdi. Kayıhan Pala, çaya atık bırakan tüm sanayi tesislerinin tespit edilip edilmediğini, hangi tesislere hangi denetim ve yaptırımların uygulandığının da netleştirilmesini istedi. “Cezası arıtma maliyetinden düşükse bazı sanayiciler arıtmayı değil, suyu kirletmeyi seçiyor” uyarısında bulundu. Son olarak, Nilüfer Çayı’nın yeniden temiz akması için Bakanlığın elinde somut bir eylem planı olup olmadığını ve bu planın akademik odalar, bilim insanları, yerel yönetimler, STK’ler ve bölge halkının katılımıyla hazırlanan bir “Acil Eylem Planı”na dönüşüp dönüşmeyeceğini sorgulayan Pala,  “Toplumsal katılım olmadan hiçbir temizlik kampanyası sürdürülebilir olmaz.” ifadesini kullandı. “Marmara’yı Kurtarmanın Yolu Nilüfer’i Temizlemekten Geçer” “Bursa’nın endüstriyel atıkları sadece çayı değil, Marmara Denizi’ni de boğuyor. Marmara’yı kurtarmanın yolu Nilüfer’i temizlemekten geçer. Kalıcı organik kirleticiler, balıktan toprağa gıda zincirini zehirliyor. Bakanlık ya kirletenden hesap sorar ve kirlenmenin önüne geçecek eylemleri hayata geçirir ya da tarih önünde bu sağlık ve çevre katliamı suçunun ortağı olur.”

Kayıhan Pala, "Tarama programı hayati önem taşıyor" Haber

Kayıhan Pala, "Tarama programı hayati önem taşıyor"

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na sunduğu yazılı soru önergesiyle Türkiye’de uygulanan yenidoğan tarama testleri konusunda artan endişeleri ve ebeveynlerin bilgi eksikliği nedeniyle taramaları reddetme eğilimlerini gündeme taşıdı. Pala, “Yenidoğan döneminde bebeklerin topuk kanı alınıp çeşitli metabolik, endokrinolojik ve genetik hastalıkların erken tanısı yapılmazsa, kalıcı hasarlar ve hatta ölümcül sonuçlar doğabilir. Oysa son zamanlarda bilim dışı söylemlerin etkisiyle, bazı ailelerin topuk kanı alımını kabul etmediği gözleniyor. Bu tablo, halk sağlığı açısından ciddi bir risk anlamına geliyor” ifadelerini kullandı. “TARAMA PROGRAMI HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR” Pala, önergesinde Sağlık Bakanlığının uzun süredir yürüttüğü yenidoğan tarama programlarına dikkat çekti. Fenilketonüri, Biyotinidaz Eksikliği, Konjenital Hipotiroidi, Konjenital Adrenal Hiperplazi, Kistik Fibroz ve Spinal Muskuler Atrofi (SMA) gibi hastalıkların erken teşhisi ve tedavisinin, her yıl yaklaşık 4.500 çocuğun engellilikten ve erken ölümden kurtarılmasını sağladığını vurgulayan Pala, “Bu testler ülkemizde uzun yıllardır uygulanıyor ve çok başarılı sonuçlar elde edildi. Ancak, sağlık okuryazarlığı düşük kesimlerin yanı sıra bilim karşıtı propaganda yapan çevrelerin de etkisiyle, topuk kanı alımından çekinen ailelerin sayısının arttığı ifade ediliyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın güncel bir veri paylaşmaması, sorunu görmezden gelmek anlamına gelir” dedi. “SAĞLIK BAKANLIĞINDAN NET VERİ BEKLİYORUZ” Önergesinde Bakanlığa bazı kritik sorular yönelten Pala, son on yılda (2015-2024) tarama programında yer alan hastalık türleri itibarıyla kaç bebeğe hastalık tanısı konulduğunu, tedavi sonrası sonuçlarının ne olduğunu ve topuk kanı alımına itiraz eden aile sayısının nasıl bir seyir izlediğini öğrenmek istediğini ifade etti. Ayrıca ebeveynleri ikna etmek ve bilimsel bilgiye dayalı farkındalık yaratmak adına yapılacak planlara ilişkin de bakanlığın izlediği stratejiyi sordu. “Yapılan açıklamalar, test sayılarında artış olması gerekirken birçok bölgede taramalara katılımın gerilediğine işaret ediyor. Bunun üstüne gidilmesi şart” şeklinde konuştu. “BİLİM KARŞITI SÖYLEMLERE TESLİM OLAMAYIZ!” CHP’li vekil, özellikle sosyal medya üzerinden yayılan ve aşı karşıtlığını da besleyen bu yaklaşımların yenidoğan taramaları gibi kritik programlara da sıçradığını belirtti. “Sonuçta bu testler, bebeğin yaşamının ilk günlerinde bir damla kanla ileride karşılaşabileceği büyük sağlık sorunlarının önüne geçiyor. Ailelerin endişelerini gidermek için Sağlık Bakanlığının ve bilim çevrelerinin daha güçlü bilgilendirme yapması gerekiyor. Bilim karşıtı söylemlere teslim olmak, bebeklerin yaşam hakkını ortadan kaldırmaktadır” dedi. “TOPLUMSAL SEFERBERLİK ŞART” Prof. Dr. Pala, önergesinin yanı sıra kamuoyuna da çağrıda bulunarak, yerel yönetimler ve STK’ların da devreye girmesiyle yenidoğan taramalarında toplumun bilinçlendirilmesi gerektiğini savundu. “Burada tüm toplumun geleceğini ilgilendiren bir konu var. Ben bu önergeyle Sağlık Bakanlığını bilgilendirme eksikliğine karşı önlem almaya davet ediyorum. Bu amaçla yerel yönetimler, STK’lar, meslek örgütleri ve bilimsel kuruluşlar birlikte hareket etmeli. Yalnızca ebeveynler değil, tüm toplum bu bilim karşıtı dezenformasyona karşı bilinçlendirilmeli; bu amaçla yaygın eğitim kampanyaları düzenlenmeli ve bilgilendirici içerikler hazırlanarak geleneksel medya ve sosyal medyada yaygınlaştırılmalı” şeklinde konuştu. “ÇOCUKLAR İÇİN ORTAK SORUMLULUK” Pala, basın açıklamasını şöyle noktaladı: “Bebeklerin erken tanı ve tedavi olanağını tehlikeye atacak her türlü eylem ve tutum, halk sağlığını tehdit ediyor. Bilimsel gerçeklere dayanan kamu politikalarını güçlendirmek, engellilik ve ölümleri azaltacaktır. Umuyorum Sağlık Bakanlığı, sorularımıza yanıt vererek bu konuda güçlü bir eylem planıyla hareket eder.”

CHP'li Öztürk, o gazetecinin skandal sözlerini Meclis gündemine taşıdı... Haber

CHP'li Öztürk, o gazetecinin skandal sözlerini Meclis gündemine taşıdı...

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bursa Milletvekili Hasan Öztürk, Gazeteci Rasim Ozan Kütahyalı’nın katıldığı bir canlı yayında kullandığı “Ben devletin arşiv müdürü gibiyim, hepinizin aile kütüğü bende. Aynı şekilde Devlet Bahçeli’de de herkesin bilgileri mevcut.” ifadelerini Meclis gündemine taşıdı. Gazeteci Rasim Ozan Kütahyalı, katıldığı bir canlı yayında “Ben devletin arşiv müdürü gibiyim, hepinizin aile kütüğü bende. Devlet Bey o konuda benden daha iyidir, herkesin her şeyini bilir. Devlet Bahçeli’nin özel ilgi alanıdır.” ifadelerini kullandı. Daha önce Kütahyalı’ya 2008 yılından itibaren devletin koruma verdiği ve Kütahyalı’nın çakarlı araç kullandığı da ortaya çıkmıştı. NEDEN ÇAKARLI ARAÇ TAHSİS EDİLDİ? CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk, konuyu Meclis gündemine taşıyarak İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi.  Öztürk, Kütahyalı’nın devlet içindeki vazifesini sorarak kendisine neden 2008 yılından itibaren çakarlı araç tahsis edildiğinin açıklanmasını istedi. Öztürk, Yerlikaya’nın yanıtlaması istemiyle şu soruları yöneltti: 1-     Rasim Ozan Kütahyalı kimdir, devlet içinde vazifesi nedir? 2-     Şahsa neden 2008 yılından itibaren koruma ve çakarlı araç tahsis edilmiştir? 3-     Şahıs, milyonlarca kişinin verilerine nasıl ve ne amaçla ulaşmıştır? 4-     Şahıs, milyonlarca kişinin ulaşabileceği bir yayında “hepinizin aile kütüğü bende” diyecek cesareti nereden bulmaktadır? 5-     Şahıs elindeki verilerin Devlet Bahçeli’de de olduğunu nereden bilmektedir? 6-     Kişisel Verileri Koruma Kanunu kapsamında bakanlığınız tarafından şahsa bir soruşturma açılacak mıdır?

Pala: "Çevre politikalarında şeffaflıktan uzaklaşıldı!" Haber

Pala: "Çevre politikalarında şeffaflıktan uzaklaşıldı!"

Yasama süreçlerini denetleme amacıyla milletvekilleri tarafından verilen soru önergelerine Bakanlıklar ya yanıt vermiyor ya da yetersiz yanıt veriyor. AKP hükümetlerinin çevre politikalarını ve buna bağlı yaptıkları çalışmalar hakkında sorularına yanıt isteyen CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, geçtiğimiz mart ayında Çevre ve Şehircilik Bakanlığına Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) hakkında sorular yöneltmişti. Bakanlık 6 ay sonra verdiği yanıtta; Pala’nın sorularına bilgi vermekten ziyade, bilgilerin bulunmasının mümkün olmadığı bir internet sayfasına yönlendirme yaptı. Soru önergelerine verilen yanıtların şeffaflığı ve hesap verilebilirliği konusunda endişelerini dile getiren CHP’li Pala; “Milletvekili olarak görev yaptığım 16 ay içinde, verdiğim soru önergelerinin sadece %38’ine yanıt verildi.  Kabaca her 10 soru önergemizden 6’sı yanıtsız kalıyor, yanıt verilen 4 soru önergemiz ise mevzuat ve yönlendirmeler işaret edilerek geçiştirilen yanıtlardan oluşuyor. Bakanlar sorulara yanıt verebilmekten aciz.” dedi. NET YANIT VERİLMEDİ  Son olarak; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına geçtiğimiz mart ayında   vermiş olduğu soru önergesi ile; son 10 yılda ÇED başvurularının sayısı, olumlu/olumsuz sonuçlanan başvuru sayıları, açılan davaların sayısı ve bu davaların sonuçlarıyla ilgili detaylı bilgi talep eden CHP’li Pala’ya 6 ay sonra yanıt veren Bakanlık doğrudan ve net yanıt vermekten kaçındı. PEKİ, BU SORULAR NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ VE YANITLARI NEDEN KAMUOYUNDAN SAKLANIYOR? Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporlarının, bir projenin çevreye olası etkilerini değerlendiren ve bu etkileri en aza indirmek için alınması gereken önlemleri belirleyen kritik belgeler olduğunu vurgulayan Pala;  “ÇED sürecinin şeffaf ve hesap verebilir olması, çevrenin korunması ve sürdürülebilir çevre politikalarının  olmazsa olmazıdır.  Bakana sorduğumuz başvuru ve onay istatistikleri, ÇED sürecinin işleyişi ve etkinliği hakkında fikir verirken; olumlu/olumsuz karar oranları ise çevresel kaygıların ne ölçüde dikkate alındığını gösterir. Dava istatistikleri ise ÇED kararlarının toplum tarafından ne kadar kabul gördüğünü ve yargı sürecindeki eğilimleri ortaya koyabilir.  Son olarak; davaların hangi taraf lehine sonuçlandığı, çevresel değerlerin hukuk nezdinde nasıl korunduğunun bir göstergesidir!” dedi. HANGİ DAVALAR KİMİN LEHİNE SONUÇLANDI? BAKANLIK AÇIKLASIN! Açıklamasının devamında, “Ne yazık ki, Bakanın verdiği yanıt bizlerin ve kamuoyunun bilgilendirilmesinden ziyade geçiştirmeye yönelik. Yanıtta, talep ettiğimiz bilgilerin nerede bulunabileceğine dair yönlendirmeler yapılsa da doğrudan ve net bilgi vermekten kaçınılıyor. Sözü edilen internet sitesinde ise sorduğumuz soruların yanıtları bulunmuyor. Bu bilgiler, mevcut çevre politikalarının etkililiğini değerlendirmek, sorunlu alanları tespit etmek ve çözüm önerileri geliştirmek için hayati önem taşıyor. Bakan Kurum’un sorularıma doğrudan yanıt verememesi, çevre politikalarında şeffaflıktan uzaklaşılmış olduğunun bir kez daha gösteriyor. Bu durum, çevresel duyarlılığın ve demokratik değerlerin zedelenmesi riskini beraberinde getiriyor! dedi  ÇED nedir? ÇED süreci, planlanan projelerin çevresel etkilerini belirlemek ve bu etkileri en aza indirmek amacıyla yapılan bir değerlendirme sürecidir. Türkiye'de ÇED yönetmeliği 1993 yılında yürürlüğe girmiştir ve o tarihten bu yana çevresel etkileri olabilecek projeler için ÇED raporu hazırlanması zorunlu hale gelmiştir.

Emeklilikte  maaş farkı uçurumu  Meclis gündeminde Haber

Emeklilikte maaş farkı uçurumu Meclis gündeminde

Bu farkın temel nedeninin “güncelleme katsayısı” olduğunu, güncellenme katsayısı da “yıllık enflasyon” ve “büyüme” oranlarıyla belirlendiğini vurgulayan Türkoğlu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ı soru yağmuruna tuttu. Türkoğlu, “Yapılan hesaplamalar; bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmaz ve 2024 yılında emekli olunmazsa, prime esas kazanç ortalamasından çalışmaya devam eden bir kişinin, bu yıl emekli olan bir kişinin emekli aylığına ancak 2031 yılında yaklaşabildiğini gösteriyor. Bakanlık bu konuya mutlaka açıklık getirmelidir” dedi. Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nun ARAŞTIRMA ÖNERGESİ aynen şöyle; TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan tarafından Anayasa’nın 98’inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün 96’ıncı ve 99’uncu maddeleri gereğince yazılı olarak cevaplandırılmasını için gereğini saygılarımla arz ederim. 16-10-2024 GEREKÇE: Bilindiği gibi; her yeni yılda emekli olanlar ile bir önceki yıl arasında emekli olanlar arasında emekli aylığı açısından fark oluyor. Ancak yapılan gerçekçi hesaplamalar; 2025 yılında bu farkın, 2024 yılında olanların aleyhine yüzde 35’leri bulacağını gösteriyor. Bu nedenle de aklında emeklilik olmayanların bile 2024 yılı bitmeden emekli olmayı düşünmeye başladıkları biliniyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bu konuda yapacağı veya yapmayı düşündüğü bir düzenlemenin, işyerlerinde emekli olmayı bekleyen pek çok kişiyi yakından ilgilendirdiğini de görüyoruz. Hatırlanacağı üzere; Eylül ayı ile birlikte, ülkemizde 9 aylık enflasyon yüzde 31,94 olarak gerçekleşti. Son 3 aylık muhtemel enflasyon oranının bu rakama eklendiğinde, yıllık enflasyonun yüzde 38 olacağı, bu durumun da 2024’de emekli olanla 2025 yılında emekli olacaklar arasında yüzde 36,5 fark olacağı gayet açıktır. Bu farkın temel nedeninin de “güncelleme katsayısı” olduğu, güncellenme katsayısı da “yıllık enflasyon” ve “büyüme” oranlarının belirlediği çok açıktır. Yapılan hesaplamalar; bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmaz ve 2024 yılında emekli olunmazsa, prime esas kazanç ortalamasından çalışmaya devam eden bir kişinin, bu yıl emekli olan bir kişinin emekli aylığına ancak 2031 yılında yaklaşabildiğini gösteriyor. Bu nedenle; 2024 yılında emekli olanlarla, 2025 yılında emekli olacaklar arasında, 2025 yılında olacaklar aleyhine en az yüzde 35 oranında bir fark oluşmasına çözüm bulunması zorunluluktur. Herhangi bir düzenleme söz konusu olmazsa, iki emekli grubu arasındaki farkın yıllarca kapanmayacak olmasına ve bu durumun; Anayasamızın adalet ve eşitlik ilkesine aykırılığının yanı sıra vicdanları da yaralayacak olması karşısında, somut önlemler alınması gerekmektedir. Bu yıl ya da gelecek yılında emekli olmanın aylık açısından farklı olmasının temel nedeni olan, “güncelleme katsayısı” ile ilgili bir yeni tasarrufta bulunma, yeni bir hesaplama yönteminin belirlenmesi elzem hale gelmiştir. Bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmaz ise “prime esas kazanç ortalaması” üzerinden çalışmaya devam eden bir kişinin, 6 yıl sonra bile, bu yıl emekli olursa alabileceği aylığa hak kazanamayacak olmasıyla ilgili hesaplamalara, kamuoyunu tatmin edici bir cevap verilmelidir. Bu yıl ile gelecek yıl emekli olacaklar arasında maaş farkını kapatacak bir düzenleme yapılmazsa, Bakanlık, 2024 yılı bitmeden yoğunlaşması beklenen emeklilik taleplerinin yaratacağı ekonomik ve sosyal dengesizlikler ile bir anda boşalacak iş gücü kaybını telafi edecek önlemlerini bulmak ve uygulamak zorunlu bir ihtiyaç olmuştur. Bütün bu gerekçelerle; Yüce Meclisimizin çatısı altında bir Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını arz ve talep ediyoruz. KONUYLA İLGİLİ “SORU ÖNERGESİ” SORULARI: SORU 1- Yapılan teknik hesaplamalar, 2024 yılında emekli olanlarla, 2025 yılında emekli olacaklar arasında, 2025 yılında olacaklar aleyhine en az yüzde 35 oranında bir fark olacağını gösteriyor. Bakanlığınızın bu konuda hazırlayacağı bir düzenleme var mıdır? SORU 2- Herhangi bir düzenleme söz konusu olmazsa, iki emekli grubu arasındaki farkın yıllarca kapanmayacak olması ve bu durumun; Anayasamızın adalet ve eşitlik ilkesine aykırılığının yanı sıra vicdanları da yaralayacak olması karşısında, Bakanlık olarak alacağınız somut önlem nedir? SORU 3- Bu yıl ya da gelecek yılında emekli olmanın aylık açısından farklı olmasının temel nedeninin, “güncelleme katsayısı” olduğu biliniyor. Güncelleme katsayısını da yıllık enflasyon ve büyüme belirliyor. Bu durumda “güncelleme katsayısı” ile ilgili bir yeni tasarrufunuz olacak mıdır? SORU 4- Bu konuda herhangi bir düzenleme yapılmaz ise “prime esas kazanç ortalaması” üzerinden çalışmaya devam eden bir kişinin, 6 yıl sonra bile, bu yıl emekli olursa alabileceği aylığa hak kazanamayacak olmasıyla ilgili hesaplamalar, Bakanlığınızın da öngörüsü dahilinde midir? SORU 5- Bu yıl ile gelecek yıl emekli olacaklar arasında maaş farkını kapatacak bir düzenleme yapılmazsa, Bakanlık, 2024 yılı bitmeden yoğunlaşması beklenen emeklilik taleplerinin  yaratacağı ekonomik ve sosyal dengesizlikler ile bir anda boşalacak iş gücü kaybını telafi edecek önlemleri almış mıdır?

"Nitelikli eğitime erişimde fırsat eşitliği yok!" Haber

"Nitelikli eğitime erişimde fırsat eşitliği yok!"

Bugün okullar, eğitim sürecindeki nitelik düşüklüğü ile öğrenci, öğretmen ve dersliklerin iller arasında dağılım eşitsizlikleri gibi büyük sorunlarla açılıyor. Eğitim, bilgi ve beceri edinmenin yanı sıra değerler ve eleştirel düşünmeyle ilgili bir süreç olmasına karşın Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından benimsenen politikalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini ve eleştirel düşünmeyi yok sayan bir eğitim sistemini topluma dayatıyor. OECD'nin 2022 yılındaki Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'nın öğrencilerin karmaşık problemleri ne kadar iyi çözebildiğini, eleştirel düşünebilme düzeyini ve ne kadar etkili bir şekilde iletişim kurabildiğini araştıran ve eğitim sistemlerinin öğrencileri gerçek yaşam zorlukları ile gelecekteki başarıya ne kadar iyi hazırladığına ilişkin fikir veren sonuçlarına göre; Türkiye matematik, fen ve okuma alanlarında OECD ortalamasının maalesef gerisinde kaldı. Türkiye’nin, Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı'na katılan OECD ülkeleri arasında öğrencilerin yaşam memnuniyeti düzeyinin en düşük olduğu ülkelerden biri olması da dikkat çekiyor[1]! Ülkemizde vatandaşların eğitim sistemi ve okullardan memnuniyeti de çok düşük düzeyde; memnuniyet oranı 2010 yılında yüzde 61 iken, bu oran 2020’de yüzde 27’ye geriledi[2]. Bu oran 2020 yılında OECD ülkeleri içerisinde en düşük memnuniyet oranıdır. Bursa Milletvekili Prof.Dr. Kayıhan Pala; okulların açılmasıyla birlikte, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e verdiği soru önergesi ile Türkiye'deki eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu bazı sorunları bir kez daha gündeme getirdi. CHP’li Pala, yaptığı açıklamada; özellikle öğretmen başına düşen öğrenci sayısının yüksekliği ve eşitsizliği, nitelikli eğitime erişimle ilgili sorunlar ve eğitim sisteminin değişen dünyaya uyum sağlama zorluğu gibi kritik konulara dikkat çekti. Pala; "Eğitim kurumlarında öğretmenin her bir öğrencisiyle etkileşime geçebilmesi ve öğrencisine bireysel ilgi göstermesi, nitelikli eğitimin önemli bir bileşenidir. Öğretmenler nitelikli eğitimin sağlanmasında çok önemli bir rol oynadıklarından, “öğretmen başına düşen öğrenci sayısı” öğrenme sonuçlarının önemli bir belirleyicisidir ve bir eğitim sisteminin genel kalitesinin göstergelerinden biri olarak kabul edilir. Türkiye’de kamu eğitim kurumlarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı, OECD ülkeleri arasında en yükseklerden biri iken özel eğitim kurumlarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı düşüktür. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı dışında, “derslik başına düşen öğrenci sayısı” da ülkemizde yüksektir ve iller arasında eşitsiz dağılım göstermektedir.” dedi. Milli Eğitim Bakanı Tekin’e konu hakkında soru önergesi veren Pala, önergesinde Milli Eğitim Bakanlığı istatistiklerini ortaya koyarak sorular sordu. PALA’NIN ÖNERGESİ ŞÖYLE: "Bakanlığınız tarafından yayınlanan Milli Eğitim İstatistiklerine göre 2022/23 döneminde Türkiye’de ilkokul düzeyinde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 18’dir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısının yüksek olmasının yanı sıra iller arasında büyük bir eşitsizlik de söz konusudur. Örneğin öğretmen başına düşen öğrenci sayısı Malatya’da 12, Ardahan ve Zonguldak’ta 13 iken Tekirdağ, Bursa, Kocaeli, Adana, Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şırnak’ta 20, Kilis’te 21, İstanbul’da 22, Gaziantep’te 24 ve Şanlıurfa’da 26’dır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı dışında, “derslik başına düşen öğrenci sayısı” da ülkemizde yüksektir ve iller arasında eşitsiz dağılım göstermektedir. Bakanlığınız tarafından yayınlanan Milli Eğitim İstatistiklerine göre 2022/23 döneminde Türkiye’de (ilkokul+ortaokul) toplamında derslik başına düşen öğrenci sayısı 23’tür. Derslik başına düşen öğrenci sayısının çok yüksek olmasının yanı sıra iller arasında büyük bir eşitsizlik de söz konusudur. Örneğin derslik başına ortalama öğrenci sayısı Gümüşhane ve Ardahan’da 12, Rize’de 15 iken Ankara’da 21, Bursa, Adana ve Mersin’de 27, İstanbul’da 29, Gaziantep’te 30 ve Şanlıurfa’da 31’dir. Bu bağlamda; Bakanlığınızın iller arasındaki eğitimde fırsat eşitsizliklerini, bu eşitsizliklere yol açan nedenleri ve bu eşitsizliklerin yurttaşların hayatındaki sonuçlarını ele alan herhangi bir raporu var mıdır? İllerde öğretmen başına düşen öğrenci sayısının ve/veya derslik başına düşen öğrenci sayısının fazlalığı ile özel okul sayısı ve özel okullarda okuyan öğrenci sayısı arasında bir ilişki var mıdır? Bakanlığınızın iller arasında kamu okullarında öğretmen başına düşen öğrenci sayısındaki yüksekliği ve eşitsizliği azaltmak için herhangi bir eylem planı var mıdır? Bakanlığınızın iller arasında kamu okullarında derslik başına düşen öğrenci sayısındaki yüksekliği ve eşitsizliği azaltmak için herhangi bir eylem planı var mıdır?"

Türkoğlu’ndan Bakan Kurum’a “TOKİ” soruları! Haber

Türkoğlu’ndan Bakan Kurum’a “TOKİ” soruları!

İstanbul Maltepe’de yapılan TOKİ Mağdurlarının protestolu basın açıklamasına katılan Bursa Milletvekili Türkoğlu; İstanbul Maltepe’nin yanı sıra İstanbul Tuzla, İstanbul Arnavutköy, Bursa Mustafakemalpaşa, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Erzurum, Isparta başta olmak üzere pek çok kentte ev binlerce vatandaşın, ev sahibi olma umudunu kaybetmek üzere olduğunu vurguladı. Türkoğlu’nun Çevre Şehircilik ve İklim Değilikliği Bakanı Murat Kurum’un cevaplandırmasını istediği soru önergesi şöyle: TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA Aşağıdaki sorularımın Türkiye Cumhuriyeti Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı  Sn. Murat KURUM tarafından Anayasanın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ’nün 96 ve 99. maddeleri gereğince yazılı olarak cevaplandırılmasını için gereğini saygılarımla arz ederim. İstanbul Tuzla’nın yanı sıra İstanbul Maltepe, İstanbul Arnavutköy, Bursa Mustafakemalpaşa, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Erzurum, Isparta başta olmak üzere pek çok kentte ev sözü verilen vatandaşlara yeniderinden yaşanmaktadır. 26-08-2024 Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Ülkenin dört bir yanında yaşanan TOKİ mağduriyetleri binlerce vatandaşın canını yakmaya devam ediyor.   Son olarak İstanbul Tuzla’da 5750 “TOKİZEDE” vatandaşın kitlesel basın açıklamasıyla birlikte konu bir kez da ülke gündemine taşınmıştır. Onbinlerce insanımızı kapsayan TOKİ mağduriyetİ; İstanbul Tuzla’nın yanı sıra İstanbul Maltepe, İstanbul Arnavutköy, Bursa Mustafakemalpaşa, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Erzurum, Isparta başta olmak üzere pek çok kentte derinden yaşanmaktadır. Bir milletvekili olarak şahsımın da her fırsatta Meclis Genel Kurulunda dile getirdiğimiz bu büyük sorun; bundan 5 yıl önce vatandaşa bizzat Cumhurbaşkanı Dn. Recep Tayyip Erdoğan’ın “Sabit ve dar gelirliye TOKİ aracılığı ile uygun ödeme koşullarıyla 100 bin konut yapacağız” diyerek verdiği devlet sözünün yere düşmesine neden olmuştur ve mutlak surette düzeltilmeyi beklemektedir. Dolayısıyla; SORU 1- Söz konusu konutlar sabit ve dar gelirliler için yapılıyor olmasına ve ev fiyatlarının, taksitlerin, peşinatların, ödeme süresinin ve KDV oranının “sabit tutulacağı” sözü verilmesine karşın; devlet sözünün yerine getirilmemesinin gerçek nedeni nedir? SORU 2- Başlangıçta açıklanan 2 artı 1 evler için 835 TL ve 3 artı 1 evler için 1022 TL’lik aylık taksitlerin; 17 bin ile 21 bin lira arasına yükseltilmesiyle birlikte, bu evleri hangi dar ve sabit gelirli vatandaş kesiminin ödeyebileceği var sayılmıştır? SORU 3- Ödeme süresi için 240 ay sözü verilmişken, bu sürenin 180 aya indirilmesinin “haklı” gerekçesi tam olarak nedir? SORU 4- TOKİ konutlarında KDV oranı yüzde 1 iken, bir anda yüzde 10’a yükseltilmesi, bu dar gelirli insanlara “hakkınızdan vazgeçin!” demek değil midir? SORU 5- TOKİ, inşaat rantı elde etmek üzere konut üreten bir müteahhit şirketi midir, yoksa kuruluş amacında da açıklandığı gibi, dar ve sabit gelirli vatandaşların başını sokabileceği evleri uygun koşullarda yapması gereken özerk bir kamu kurumu mudur? SORU 6- Ev edinme hakkı kazanan vatandaşın satın alma koşullarını sonradan değiştirerek, ödemelerini imkansız hale getirmekle; TOKİ’yi amacından uzaklaştırmış, dar gelirlinin ev sahibi olma beklentisini hayal kırıklığına uğratmış olmuyor musunuz?

CHP'li Pala, Bakan Tunç'tan hükümlüler hakkında gelen cevabın eksikliğine dikkat çekti Haber

CHP'li Pala, Bakan Tunç'tan hükümlüler hakkında gelen cevabın eksikliğine dikkat çekti

Cumhuriyet Halk Partisi Milletvekili ve Halk Sağlığı Profesörü Dr. Kayıhan Pala, geçtiğimiz şubat ayında verdiği soru önergesi ile Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a hükümlü ve tutukluların sağlık hizmetlerine erişimi ile ilgili süreçleri aydınlatacak ve kamuoyunu bilgilendirecek sorular sormuştu. CHP’li Pala, soru önergesine gecikmiş olarak 6 ay sonra ve eksik yanıt aldı. BAKAN TUNÇ: 2023 YILINDA 3 MİLYON 115 BİN 834 REVİR MUAYENESİ, 1 MİLYON 50 BİN 879 HASTANEYE SEVK VAR. Bakan’dan gelen yanıt üzerine açıklama yapan CHP’li Pala; “Hükümlü ve tutukluların sağlık hizmetlerine erişiminde yıllardır süregelen ve çözülmeyen sorunlar var. Genel Başkanımız Özgür Özel’in de içinde bulunduğu, CHP Cezaevleri İnceleme ve İzleme Komisyonu, cezaevi ziyaretleri yaparak bu sorunları 2012 yılında “Hasta Mahpuslar” raporu olarak kitaplaştırmıştı. Bugün halen, milletvekillerine cezaevlerinden çok sayıda mektup geliyor, bu mektuplarda sağlığa erişim ile ilgili yaşanan sorunlar birinci sırada. Üzerinden geçen zamana rağmen, o gün raporlanan sorunların çoğu bugün hala devam ediyor. Bu nedenle Bakan Tunç’a, hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumlarında sağlığa erişimi ile ilgili yaşadığı sorunları aydınlatacak sorular sordum. 6 ay sonra cevap verildi ancak gelen yanıtlar yeterli değil.” dedi. Bakan Tunç’a; hastanede yatan, acil servise başvuru yapan, kronik hastalık tanısı alan, açlık grevi veya ölüm orucu eylemi yapan ve ceza infaz kurumunda hayatını kaybeden hükümlü ve tutuklu sayısı gibi ayrıntılı olarak yanıtlandırılması gereken sorular sorduğunu ve bu sorularına yanıt alamadığını vurgulayan Pala; “Bakanlıklara kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşılmayan ancak kamuoyunun bilgilendirilmesi gereken sorular yöneltiyoruz. Bakanlar önergelerimize ya hiç yanıt vermiyor ya da eksik yanıt veriyorlar. Şeffaflık ve hesap verebilirlik demokrasilerin vazgeçilmez özellikleridir. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti şeffaflığı da hesap verebilirliği de yok saymaya çalışıyor. Altı ay önce verilen soru önergesi ile, Bakandan yalnızca revir muayene sayısı ile hastaneye sevk edilen hükümlü ve tutuklu sayısına dair verileri öğrenebildik. Diğer sorulara bir yanıt verilmedi. Süreci izleyecek ve yürütmeyi denetleme işlevimizi yerine getirmek için uğraşmayı sürdüreceğiz.” dedi.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.