SON DAKİKA
Hava Durumu

Artuklu ve Akkoyunlu Topraklarında -2-

Yazının Giriş Tarihi: 14.01.2025 19:31
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.01.2025 19:31

Aynı başlıklı ilk yazımda;

Diyarbakır’daki kadim Türk devletleri ve onların bugüne ulaşan mirasını ele almaya başlamış, Artuklular’dan da bahsedeceğimi belirtmiştim…

Bölgede Selçuklu ile ortaya çıkan beyliklerden en güçlülerinden birisi de şüphesiz Artuklular’dır.

Alparslan’ın emrinde olan Döğer boyundan Eksük oğlu Artuk Bey, Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu ve Kudüs bölgesinde yurtluklar edindi. Artuk Bey’in oğulları daha sonra üç kol halinde Anadolu’da yurt edindi.

Hasankeyf (Hısnıkeyfa) Kolu (1102-1232), Mardin Kolu (1106-1409), Harput Kolu (1112-1124 ve 1185-1233)

Artuklular da önceki Türk devletleri gibi ülkeyi hanedanın ortak malı kabul etmeleri dolayısıyla devlet teşkilatını tam kuramadılar. Hanedan içi kavgalarla zayıf düştüler.

Alp, Kutluğ, Yabgu gibi Türk ünvanlarını kullandılar. Az vergi aldılar. Böylece yaşayanların zenginleşmesini, yurtlarını yaşanabilir yer olmasını sağladılar.

Ticari hayatı canlı tuttular. Hüsamiye Medresesi, Hatuniye Medresesi, Şeyh Taceddin Mesud Medresesi, Şehidiye Medresesi, Zinciriye Külliyesi Artuklu eserlerindendir. Ticaret hayatının canlılığı da şehirlerin nüfus almasını sağlamıştır.

Selçuklu Beyliklerini bir bir ortadan kaldıran Osmanoğulları doğuda Akkoyunlu sınırlarına ulaştı. İnanç farklılıkları da oluşturarak ortaya çıkarılan hanedan kavgalarında her iki taraftan da Türklerin kırıldığı kesindir.

Memlüklüleri yenen Osmanlı Devleti esasında adı tarihte ilk kez Türkiye olarak bilinen devleti ortadan kaldırmıştır. Mısır’a gidenler korunmayan ya da kendiliğinden yok olmaya bırakılan Tolunoğulları mezarlarını, camileri ve muhtelif eserleri görürler.

Onaltıncı yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim’in “güneye son ilerleyiş”inde Şia etkisi altında oldukları gerekçesi ile Alevi Türkmenlerin üzerine gitmesi, Şah İsmail’in bölgedeki gücünün kırılmasının ancak Türkmen soyunun kurutulması ile mümkün olacağı düşüncesini ifade eden danışmanlarının etkisi ile Türkmen obalarında taş üstünde taş, omuz üzerinde baş bırakmamıştır. Bugün “Mısır Seferi”nin güzergahında yakılan ateşin acısı hala dilden dile anlatılmaktadır. Bir Türk Devletini yıkma muzafferiyeti ile Anadolu’ya, İstanbul’a dönerken getirdiği “kutsal emanetlere” takılıp gelen ve kendilerinin “ulema” olduğunu ifade edenlerin Türk düşmanlığı bugün dahi hiç bitmemiştir.

Bir Kazak dostumdan “dombra”nın Kazak Türklerini yaşattığını ifade ettiğini, her Kazak çocuğun doğuştan beşiğine dombra konulduğunu duymuştum. Şaşkın bakışım arasında, “İşgal altındaki Kazakistan’da isterlerse dini unuttururlar, camiler yıkılır, ezanlar susturulur ve kitaplar çöp olurdu. Dilimiz yasaklanır, yad dili dilimiz olurdu. Ama dombra. Onun sesinin geldiği her evde bir Kazak yaşadığını biliriz” demişti.

Bu sözü ben Diyarbakır ve çevresindeki Türkmen köylerinde gördüm hissettim. Türkmense elinde sazı, dilinde Türkçe söylenecek sözü vardı. Ve o saz neredeyse Türkmenler dışında da her evde vardı.

Türkiye’nin doğu illerinin işgaline karşı görevlendirilen önce Diyarbakır’ı, sonra Silavan’ı merkez tutan 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal’in mücadelesi ile kurtarılan illeri unutmamak gerekir. Vatan uğruna şaki elinde şehit olan Silvanlıları da.

Bir taraftan batıya göçmeleri teşfik edilen, bir taraftan dilleri unutturulan Türk aşiretlerinin, boylarının, soylarının en büyük unutanı elbette batıda masa başında hesap görenler olsa gerek.

Yukarda Kurmanço, Soranice, Goranice konuşanları Kürt sayan ama Zaza’ca konuşanları Kürt saymayan Şeref Han’dan başlayan ayrışma tarihi bile kendi içinde tutarsızdır. Şeref Han, Oğuzhan tarafından Hz. Muhammed’e gönderilen Buğduz’dan Kürt olarak bahseder.

1848 yılında İngilizlerin tavsiyeleri ile Musul merkezli Kürdistan Eyalaeti’nin oluşturulması ve daha sonra vilayet sistemine geçerek 1864 tarihinde sözkonusu eyalet isimlendirmesinden vaz geçildiği bilinmelidir.

Sevr Anlaşması’nın kadim Türk topraklarında Ermeni devleti kurulmasına karşı bir direnç, ağalıklara son verilmesi gerekçeleri ile isyanlar olmasına rağmen nasıl oldu da sonra genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da ülkenin her yerinde isyan şeklinde kendini gösterdi.

Bu ayaklanmaların hiçbirinin altında Koçgiri ayaklanmasına kadar “Kürdistan” kurma iddası yoktur.

Unutulmamalıdır ki sonrasında Lübnan’da 1927’de kurulan Kürtçe benlik anlamındaki hoybon ve Ermenice Ermeni yurdu anlamındaki haypun kelimelerinden üretilen Hoybun Örgütü de yine bağımsız Kürdistan iddasındadır.

En son buraya 1939’larda tehcirle boşalmış köylere yerleştirilen Rumeli Türklerinden bahsetmek isterim. Diyarbakır çevresinde 26 köyü ben gezdim. O köylerde tehcirle gidenlerin yerlerine yerleştirilen Rumelilerin mezar taşları orada en eski mezar taşlarıdır. Sonra buralara, Zazalar, Kurmançolar yerleşmişler.

Elazığ’da Kovancılar ilçesi Rumeli Türkleri tarafından kurulmuştu. Etrafında onlarca Rumelili köyü hala vardır.

Anlamak istemeyenlerin anlatmak konusunda pek mahir olduklarını gördüm ve duydum. Hadi şimdi Türk Dünyasının anlama ve anlatma konusundaki eksikliğini görelim. Siz sadece Malabadi Köprüsünü, Silvan sanırsınız. Silvan, Hatip Beydir, Sadık Üstün’dür. Bunu bilmek lazım.

Cumhuriyet’in fikir babası Ziya Gökalp’i İstanbul’da mezarı başında anarız. Ama haritalarda gizlenen, yok sayılan Akkoyunlu eserleri arasında doğduğu Çermik ve yaşadığı Sur’da anmaktan, bulunmaktan dahi kaçarız.

Artuklu Saray kalıntılarının üzerinde, Diyarbakır kışlasının bugünkü müze halini ziyaret ediniz. Bizden başka her şey var. Unutmayın ki tarihi yapmanız ancak yazıp anlatmanızla değer buluyor.

Kendini Türk milletinin hamisi olarak görenlerin Diyarbakır etrafında karışık evliliklerle yok olmaya yüz tutmuş Rumelileri, Hacı Bektaş’tan çerağını alan Alevi Türkmenleri köy köy dolaşıp görmeleri ve dinlemeleri gerekir.

Sivil toplum kuruluşlarımız, Anadolu’ya Rumeli’den gelenlere, sürüldükleri devletlerin vatandaşlığı peşinde koşacaklarına, vatanda taş gibi duranların yanında durmaları gerekmez mi?

Emin olun ki Akkoyunlu, Artuklu topraklarında yaşayanların Ankara’da elinde tesbihle rajon kesenlerden, bilmeden “Türk’e kefen biçenlerden” daha mertçe durduklarını görebilirsiniz.

Hadi gelin Anadolu’yu bir kez de bilerek gezelim, görelim. Miskin miskin oturduğumuz odalarımızdan çıkalım. Artık yarın kapının önüne konacağımız konakları terk edelim.

İlk yazıda kaleme aldığım ve iki yıl önce ağır sözlerle şahsıma yapılan hakaretlere sessiz kalan dostlara bugün dünden kalma demli çay tekrar afiyet olsun.

Bir kez daha ifade edelim ki biz sağ ayağı aynı noktada sol ayağı ile gerçeğin dem’i devranına Hu diyenlerden olmayı yeğledik.

Haydi hoşça kalın.

Kalın sağlıcakla.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.