SON DAKİKA
Hava Durumu

Bağımsız Kosova

Yazının Giriş Tarihi: 17.02.2025 11:52
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.02.2025 11:53

1996 yılında ilk defa Kosova’ya gittim. Eşimle kara yolu ile gitmiştik.

O zaman pazartesi günleri İstanbul’dan, çarşamba günleri de Prizren’den otobüs kalkardı. Sırbistan’ın Ankara Elçiliğine vize başvurusu yapıyorsunuz. Kimin davetlisi olduğunuzun belgesini sunuyorsunuz. Eğer uygun görülürse vize veriliyordu. Türkiye’nin Belgrat Büyükelçiliği de Sırbistan vatandaşlarına vize uyguluyordu. Nereden verilirse verilsin vize alanlar Arnavut, Türk, Boşnak’tı.

Türkiye’deki öğrenciler için üniversitelerden kabul yazısı gerekiyordu.

Kabul için de öğrenci vizesi aldığına dair belge!

Zor ve tatlı günlerdi.

Prizren’de o zamanlar köy, şehir ve Türkiye otobüsleri aynı yerden kalkıyordu. Kiril harfleri olduğu için de nerede olduğumuzu bile bilmiyorduk.

Ankara’da eğitim gören o zamanın gençleri karşıladılar. Sonra Prizren merkezine geçtik. Okuryazar olmazsanız kendinizi memleketinizde hissedeceğiniz bir yer. Aksu Deresinin akışına sağda ana cadde üzerinde toplamı on-onbeşi bulmayan apartmanlar, tiyatro-sinema salonu, otel dışında zorluk çekmezdiniz.

Sokaklar Türkçe idi. Belediye binasının son katında içtiğimiz meşrubatı bakışları ile boğazımıza düğümleyen Sırp özel kuvvet polisleri, sonradan NATO müdahalesi sırasında bombalanan emniyet müdürlüğüne pasaportlarımızı teslim edişimiz olmasa rahattık.

Çamur içinde pazarda Türk malları. Tenha sokaklar. Ortodoks kilisesi için orta eğitim veren yatılı lise ve öğrencileri.

Eşimin “burası ne?” dediği zaman muzipçe verilen -papaz hatip lisesi- cevabı. İşte ilk görüşüm böyle oldu Prizren’i.

***

Sinan Paşa’nın haşmeti, yanı başında akan su ve biraz ötesinde Şadırvan.

Yalnız bizim içindi sanki.

1999 yılı öncesinde bir kez daha gittim. Jat Hava yolları ile.

Havaalanına indiğim zaman işin ciddiyetini anladım. Çocuklara badem şekeri götürmüştüm dağıtmak için. Anlatamadım derdimi.

Biraz önce şen şakrak uçak yolcuları çoktan gitmişti. Kimsenin kimseyi tanımadığı “mahşer yeri” burası olmalıydı.

Badem şekerinin zararsız bir hediye olduğunu anlatamadım.

Hatta ağzıma attığım bir tanesinin nasıl ağzımdan çıkarıldığını hatırlamıyorum. Neyse ki polislerden biri daha önce görmüş de gülerek durumu anlattı.

Bir torbası gümrükte kalan badem şekerlerini verdiler.

Bu arada yolcular arasında duruma göre detaylı aramalara tabi tutulanlar da vardı. Bazılarının arama sırasında şiddete maruz kaldığı da kesindi.

Görmesek de sesi geliyordu.

1999 yılında, Sırbistan Elçiliği önünde protestoya katılmıştım. Beş on Arnavut ve birkaç Türkiyeli ile yapılan bu protesto gösterisinde beni tanıyan Arnavutluk’tan Arnavutların gözlerindeki ateşi unutamam.

“Yanımızdasınız” onaylamasıydı o ateşli bakışlar.

Ailesi Kosova’da olanların bu tür gösteriye katılması mümkün değildi.

***

NATO müdahalesi sırasında Ankara’daki öğrencilerin Keçiören Belediyesi aşevinden her gün alınan Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından taşınan yemeğin kaplarının yıkanması tekrar götürülmesi, televizyonda Kosova haberlerinin dinlenmesi, izlenmesi Menekşe Sokak’ta Teknik Öğretmenler Vakfı lokalinde yapılıyordu.

Lokali, Balkanevi olarak “bilâbedel” olarak almıştık. Kısa süre önce BALKANEVİ kapandı. Teknik öğretmenlerin talepleri ile lokalini de boşalttık. Televizyon ekranına bağımlı gözler, kendi memleketinden haber gözlerdi. Bursları azdı. Belki de ondandı yan yanaydılar. Ancak yemekle çözüm bulduk…

Açık söylemek gerekirse etrafımızda çok da Kosovalı yoktu.

Sırbistan’ın Ankara Büyükelçiliğine Kosovalı ve Sırbistanlı iki gencin evlilik merasimi için ilk kez girdim!

Ayrı bir dünyaydı.

Aralık 1999’da Kosova’ya gittim. Çok şey değişmişti. Prizren çok kalabalıktı. Arnavutça kahramanlık şarkılar son ses açılıyordu.

Duymayanlar duysun diye.

Belki cesaretle sokaklar doldurulmuştu. Şehir köylüleşmişti!

Ama bir anarşi de yok değildi.

Türkiye’den de çok kişi sokaklarda idi.

Doğrusu bölgeye yönelik farklı dernekler olsa da bunları müdahale öncesi hiç görmedim.

2000 yılına orada girdim. Yalnız yapayalnız. Yağmur kar, “merhaba Gostivar” demiştik.

***

Anlattığım her paragrafta büyük hikâyeler, dramlar var.

Ama inanın bugünkü kahramanlar yok.

Türklerin tiyatrosu, gazetesi radyosu okulu hep olagelmiş.

Tan Gazetesi, Kosova Türkleri için sanki kale gibiydi.

Onsuz söze başlamıyorlardı.

Ama yeni idarede Tan’a yer yoktu.

Eli kalem tutanlar “Yeni Dönem” etrafında toparlandı.

Yoktan var edilmeye çalışıldı. Radyo kuruldu. Televizyon bile kuruldu. Sonra Kosovalı Türkleri kendi başlarına bırakmak istemeyenler gazeteye, radyoya, televizyona el koydu.

Ardından kültürel zenginlik adına üç dilde yayına girdiler. Akbabaların olduğu yerde leş olurmuş derler. Yeni Dönem böyle öldü.

Şimdi Kosova’da elle tutulan değil bilgisayardan okunan gazeteler var.

Kosova Türk Öğretmenler Derneği vardı. Kosova’da ekmek kadar su kadar önemli olan öğretmenlerin üzerine kurulmuştu hayaller. Makam oluşturuldu. Ellerimle yaptırdığım kristal bardaklar gönderdim.

Gaziantep Valiliği de anaokulu, televizyon, tahta, sandalye birçok malzemeyi gönderdi. Malzemeler yerine bin bir zahmetle ulaştırıldı.

Sonra o şatafatlı Türk Öğretmenler Derneği küçüldü. Şu anda durumunu bilmiyorum.

***

Siyaset kurumuna girmek bile istemiyorum.

Üç ayrı parti toplam 6 bin oy.

Nedeni ne olursa olsun.

Kontenjandan gelen milletvekilleri, hükümet kurmada duyulan ihtiyaç ve uluslararası keyfiyet ile hükümette verilen görev ile ayakta duran kurumun başındaki kişiye önce 48 saat gözaltı sonra bir ay ev hapsi.

Türkiye’ye gelince ne çok Kosovalı varmış.
Adana’da Kosovalı Türkler yoktu ama diaspora temsilcisi var.

Hatta Diyarbakır’da da karşılaştım.

Kolay ama acı günleri yaşıyoruz.
Doğum günün kutlu olsun.

Çok yaşa Kosova…

İyi ki varsın.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.