Elimde Balkan Harbi’ne katılıp Türklerin Libya’da vatan savunmasına giderken Anayurtları “Balkanları” kaybetmesinin hazin hikayesine; 1. Ordu Komutanlığı’nda (Çatalca Edirne hattı) şahit olan Alman komutan Gustov von Hochwachter’in kitabı var.
93 Harbi’nin hezimeti ile yenilik ve ıslahat hareketlerine geçen Türk Devletinin nasıl bir anda Balkan’daki vatanını kaybettiğini yazıyor.
Burada kitabın ibretlik bölümlerden birkaçını alıyorum ibret alabilirsek!
Bu sefer yazımız böyle olsun…
“Trablusgarp Savaşı’nın sürdüğü sırada, bazı isyancı Arnavutları koruyan Karadağ, Osmanlıların sınırlarına tecavüz ettiği gerekçesiyle 8 Ekim 1912’de savaş ilan etti. Osmanlı hükümeti de 18 Ekim 1912’de Karadağ ile onunla aynı cephede olduklarını ilan eden diğer Balkan devletlerine savaş açtı…
İtalya’nın Libya ve 12 Adalara el koymak ve Osmanlı Devleti’ni oyalamak için başına gale açmak istediği Balkan Savaşı böyle başladı. İlk önce kimse Balkan ülkelerinin üstünlük sağlayacağını düşünmedi. Hatta bunun içinde savaş nasıl biterse bitsin eski sınırlar kabul edileceğine yönelik Avrupa ülkeleri ültimatom verdiler. Türk Devletinin Selanik limanlarından Sırbistan’a askeri malzeme sevkine de kolaylıklar sağladık...
Türk devletinden ayrılan Balkan devletleri ordularını hazırlamışken, Harbiye Nazırı açıkça ordunun henüz hazır olmadığını kabinede söylemiştir…
Cepheden gelen sözler dinlenmedi.
…Muhtar Paşa’nın Vize’den, tekrar tekrar emrindeki birliklerin henüz hazır olmadığını gerek geriden gelen cephanenin gerekse nakliye kollarının düzensizliğini bildirmesine rağmen, derhal yeniden ilerlemesi emredildi. Ve diğer kolordular Paşa’yı bu ileri harekâtında destekleyemedi; o da elinde kalanları kurtarmak için geri çekildi…(Bize bu satırlar bütün ricatları açıklamak için yeterli sanırım.)
…İlk bakışta redifler gayet iyi gözüküyor, fakat uzun yolculuktan, kötü bakımdan ve açlıktan hepsi yorgun düşmüş. Aralarında kör ve topal olanlar bile var… Eksik olan, iyi yetişmiş subaylar, mevcut ise fakir, az maaş ödenen memurlar, başlarını sokacak bir yer buldukları için mutlu olan uyuşuk tipler….
Kabahatin, bu elverişsiz şartlarda Türk askerini cepheye sürenlerde olduğuna inanıyorum… Savaşı kaybeden Türk askeri değildi, kabahat sorumsuzca davranıp gerekli önlemleri almayan sorumlu mercilerindir… Esas şart erzak ve cephanenin yeterli temin edilmesi…
Bir tümseğin üzerinden aşağıda büyük bir toplu mezar kazanları gördüm. Beyaz önlüklü askerler, ardı arkası kesilmeksizin sedyelerle taşıdıkları cesetleri bu mezarın içinde deviriyorlar. İleride orada kimlerin yattığı bilinmeyecek…”
***
Düşünmekten uzak kaldığımız şu günlerde “binlerce kefensiz yatan”dan habersiz canlılar dolaşmakta bu vatanda, kaybettiğimiz vatanda.
Balkan için ölen Anadolu’nun hazin sonu, Anadolu için ölen Balkanın buruk sevinci bir arada. Belki köpeklerimiz bitsiz, kedilerimiz tok ama insanlığımızı sattık beş paraya, bit pazarında!
Kitaptan aklımda kalan.
Askerini ve silahını besleyeceksin. Karavana çıkmıyor, mermin yetişmiyor, sağlık ekibin yoksa savaşa girmeyeceksin. Öğretinin yazılmamış, stratejin oluşmamış, bunlar sahaya taktik olarak uygulanmamışsa akıbet hayır olur mu?
Olmaz.
Enver ile Mustafa Kemal arasındaki farkı;
“İkincisinin nerede duracağını bilmesidir” diye biliyordum.
Bu günlük okumam sonrasında ikincisinin ne zaman başlayacağını da bilmesi olarak gördüm.
Aklıma şu veciz söz geldi:
“Hiçbir millet yoktur ki hürriyetini başka milletler sayesinde kazansın.”
Bu savaşta gördüğüm ise Yunanlılar dışında bu söz doğrudur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
Balkan Savaşı Günlüğü
Elimde Balkan Harbi’ne katılıp Türklerin Libya’da vatan savunmasına giderken Anayurtları “Balkanları” kaybetmesinin hazin hikayesine; 1. Ordu Komutanlığı’nda (Çatalca Edirne hattı) şahit olan Alman komutan Gustov von Hochwachter’in kitabı var.
93 Harbi’nin hezimeti ile yenilik ve ıslahat hareketlerine geçen Türk Devletinin nasıl bir anda Balkan’daki vatanını kaybettiğini yazıyor.
Burada kitabın ibretlik bölümlerden birkaçını alıyorum ibret alabilirsek!
Bu sefer yazımız böyle olsun…
“Trablusgarp Savaşı’nın sürdüğü sırada, bazı isyancı Arnavutları koruyan Karadağ, Osmanlıların sınırlarına tecavüz ettiği gerekçesiyle 8 Ekim 1912’de savaş ilan etti. Osmanlı hükümeti de 18 Ekim 1912’de Karadağ ile onunla aynı cephede olduklarını ilan eden diğer Balkan devletlerine savaş açtı…
İtalya’nın Libya ve 12 Adalara el koymak ve Osmanlı Devleti’ni oyalamak için başına gale açmak istediği Balkan Savaşı böyle başladı. İlk önce kimse Balkan ülkelerinin üstünlük sağlayacağını düşünmedi. Hatta bunun içinde savaş nasıl biterse bitsin eski sınırlar kabul edileceğine yönelik Avrupa ülkeleri ültimatom verdiler. Türk Devletinin Selanik limanlarından Sırbistan’a askeri malzeme sevkine de kolaylıklar sağladık...
Türk devletinden ayrılan Balkan devletleri ordularını hazırlamışken, Harbiye Nazırı açıkça ordunun henüz hazır olmadığını kabinede söylemiştir…
Cepheden gelen sözler dinlenmedi.
…Muhtar Paşa’nın Vize’den, tekrar tekrar emrindeki birliklerin henüz hazır olmadığını gerek geriden gelen cephanenin gerekse nakliye kollarının düzensizliğini bildirmesine rağmen, derhal yeniden ilerlemesi emredildi. Ve diğer kolordular Paşa’yı bu ileri harekâtında destekleyemedi; o da elinde kalanları kurtarmak için geri çekildi… (Bize bu satırlar bütün ricatları açıklamak için yeterli sanırım.)
…İlk bakışta redifler gayet iyi gözüküyor, fakat uzun yolculuktan, kötü bakımdan ve açlıktan hepsi yorgun düşmüş. Aralarında kör ve topal olanlar bile var… Eksik olan, iyi yetişmiş subaylar, mevcut ise fakir, az maaş ödenen memurlar, başlarını sokacak bir yer buldukları için mutlu olan uyuşuk tipler….
Kabahatin, bu elverişsiz şartlarda Türk askerini cepheye sürenlerde olduğuna inanıyorum… Savaşı kaybeden Türk askeri değildi, kabahat sorumsuzca davranıp gerekli önlemleri almayan sorumlu mercilerindir… Esas şart erzak ve cephanenin yeterli temin edilmesi…
Bir tümseğin üzerinden aşağıda büyük bir toplu mezar kazanları gördüm. Beyaz önlüklü askerler, ardı arkası kesilmeksizin sedyelerle taşıdıkları cesetleri bu mezarın içinde deviriyorlar. İleride orada kimlerin yattığı bilinmeyecek…”
***
Düşünmekten uzak kaldığımız şu günlerde “binlerce kefensiz yatan”dan habersiz canlılar dolaşmakta bu vatanda, kaybettiğimiz vatanda.
Balkan için ölen Anadolu’nun hazin sonu, Anadolu için ölen Balkanın buruk sevinci bir arada. Belki köpeklerimiz bitsiz, kedilerimiz tok ama insanlığımızı sattık beş paraya, bit pazarında!
Kitaptan aklımda kalan.
Askerini ve silahını besleyeceksin. Karavana çıkmıyor, mermin yetişmiyor, sağlık ekibin yoksa savaşa girmeyeceksin. Öğretinin yazılmamış, stratejin oluşmamış, bunlar sahaya taktik olarak uygulanmamışsa akıbet hayır olur mu?
Olmaz.
Enver ile Mustafa Kemal arasındaki farkı;
“İkincisinin nerede duracağını bilmesidir” diye biliyordum.
Bu günlük okumam sonrasında ikincisinin ne zaman başlayacağını da bilmesi olarak gördüm.
Aklıma şu veciz söz geldi:
“Hiçbir millet yoktur ki hürriyetini başka milletler sayesinde kazansın.”
Bu savaşta gördüğüm ise Yunanlılar dışında bu söz doğrudur.