Bursa’da Tofaş Araba Müzesini ziyaret ettim. Orada ilk üretilen Murat 124 aracı gördüm. “Anadollar” da vardı. Yaylı arabalar da.
Bursa çok sevdiğim, Konya ise doğduğum şehir.
İkisinin de yaylı araba yapım ‘sanayinin geliştiği şehir’ olması dolayısıyla heyecanlandım.
Asıl beni heyecanlandıran bölüm ise “Kantarın Topuzu” sergi alanıydı.
Binlerce yıl öncesinden süzülerek gelen yüzlerce terazi ve onların babaları kantar önünden geçerken yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi de tekrar hatırladık.
“Bereket olsun” diye sağ elle tutulan el terazisi, ilk gördüğüm terazi idi.
İki kefe üçer zincirle bir çubuğa bağlı idi. Tam ortasında oynar bir kulp bağlıydı. İşte bu kulpun ortasını işaret edecek olan ve çubuğa sabitlenmiş bir çıkıntı. “Horoz” diyorduk biz. Horozibiğine benzerdi.
İşte bu çıkıntı doğruluk göstergesi idi. Doğru da birdi.
Ben onu daha sonra Adalet Bakanlığı önünde, Anayasa Mahkemesi önünde de heykel olarak gördüm. Bir kızcağız terazinin kulpundan tutmuş kaldırmış. Heykelin gözleri kapalıydı!
Ama siz terazinin bir kefesine konan “suç” ve diğer kefesindeki “ceza”nın birbirine olan dengesini görebiliyordunuz.
Buna da “adalet” diyorlardı.
Bu el terazisinin yer çekimi ile falan da bir bağı yoktu. Deniz kenarında neyse, Everest Dağında da aynıydı.
Bir “okka” bir okkaydı.
Mavrova’dan aldığınız bir okka nohut ile Adana’dan aldığınız bir okka pamuğun ağırlığı nerede tartarsanız tartın hep aynıydı.
Okka, Cumhuriyet öncesi kullanılan bir ağırlık birimiydi. Bir okka 1,283 gramdı. Alt ölçüm birimi de dirhemdi. 400 dirhem ise bir okka çekerdi.
Şarkılarımız ve türkülerimizde bolca okka, dirhem geçer.
***
Sonra yaylı el kantarları vardı.
Kolay taşınabilir bu kantarların ucunda bir halka vardı. Bu halka elle tutulur ya da bir yere sabitlenirdi. Diğer ucundaki kancaya ise ağırlığı ölçülecek olan nesne takılırdı. 10 kilo, 25 kilo gibi farklı tartı yapanları vardı. Bunun kefeleri yoktu ağırlığı gerecek yayla alakası vardı. Ağırlık arttıkça aşağıya doğru yay toparlanıyordu. Kantarın yüzeyindeki rakamları, bir göstergenin işaretlemesi ile de ağırlık belirleniyordu.
İşte burada bir önceki terazinin “adaletini” tam bulamayabilirdiniz!
Yayın pas tutması veya yumuşaması ile ağırlık farklı değerler gösterebilirdi. Okkayı tartsan bir okka gelmeyebilirdi. Ama yine de aynı el kantarı ile tartarsanız aynı değeri bulurdunuz.
Sonra “Bakkal Amca” terazileri vardı. Tezgâhın üzerine konur. Düz zemindedir ve el terazisi ile aynı mantıkla çalışırdı. Kefeleri taşıyan dört demir parçasından birinin ucunda bulunan yukarıda bahsettiğim “horoz” ile diğer kefenin yerleştirildiği dört demir parçasına ait horozun birbirini göstermeleri ile tartı yapılıyordu.
Bu ölçüm de şaşmazdı kefelere ve teraziye müdahale edilmemişse her yerde aynı sonucu alırdınız.
Yeter ki teraziye müdahale edilmesin. En fazla beş kiloya kadar tartım yapılırdı. Fazlası beşer kilo tartılırdı.
Bir de büyük kantarlar vardı. Çuvallar burada tartılırdı.
İşte kantarın topuzu denince aklıma hep bu kantarlar gelir.
O da göstergenin gösterdiği rakamlar üzerine mantığı oturtulan bir ağırlık ölçüm aracıydı. Hatta yollarda şehir giriş çıkışlarında büyük kamyon tartan kantarlara rastlamışsınızdır.
***
Bütün bunların dışında son zamanlarda elektronik teraziler çıktı. Kafasına göre değer veren teraziler.
Hiç güvenemedim.
Her terazi farklı değer verebiliyordu.
Eskiden bu terazilerle çocuklar sokaklarda insanların ağırlığını ölçerek okul harçlıklarını çıkarırlardı. Birinde söylenen rakamla diğeri tutmazdı.
Ben teknolojinin gelişmesi ile güvenirliliği azalan bu terazilerden ilk baştaki olan ve adalet meleğinin de elinden bırakmadığı ilkine güvenirim.
Kontrolün tabiatta olduğu, insan müdahalesinin daha az olduğu bu terazinin kefesine koyduğun ağırlıkla diğeri kefe ağırlığı aynıdır.
Diğerleri müdahaleye hep açıktır.
Hele son yıllarda geliştirilen “yersen” marka teraziler tek kefeli ağırlığı belli olmayan verilen rakamdan ibaret olan teraziler.
Biraz da cüzdan ile vicdan dengesi ile değer ifade eden teraziler.
Böyle bir dünyada da bir kefesine konan suç ile diğer kefesine konan cezanın adil olmadığı günlerden geçtiğimizi düşünüyorum.
Öyle olunca da bir atasözü le yazımı nihayetlendirmek istiyorum.
“Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar”.
Kantarın topuzunu da kaçırmamak lazım!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
Kantarın Topuzu
Kısa bir aradan sonra yeniden merhaba.
Bursa’da Tofaş Araba Müzesini ziyaret ettim. Orada ilk üretilen Murat 124 aracı gördüm. “Anadollar” da vardı. Yaylı arabalar da.
Bursa çok sevdiğim, Konya ise doğduğum şehir.
İkisinin de yaylı araba yapım ‘sanayinin geliştiği şehir’ olması dolayısıyla heyecanlandım.
Asıl beni heyecanlandıran bölüm ise “Kantarın Topuzu” sergi alanıydı.
Binlerce yıl öncesinden süzülerek gelen yüzlerce terazi ve onların babaları kantar önünden geçerken yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi de tekrar hatırladık.
“Bereket olsun” diye sağ elle tutulan el terazisi, ilk gördüğüm terazi idi.
İki kefe üçer zincirle bir çubuğa bağlı idi. Tam ortasında oynar bir kulp bağlıydı. İşte bu kulpun ortasını işaret edecek olan ve çubuğa sabitlenmiş bir çıkıntı. “Horoz” diyorduk biz. Horozibiğine benzerdi.
İşte bu çıkıntı doğruluk göstergesi idi. Doğru da birdi.
Ben onu daha sonra Adalet Bakanlığı önünde, Anayasa Mahkemesi önünde de heykel olarak gördüm. Bir kızcağız terazinin kulpundan tutmuş kaldırmış. Heykelin gözleri kapalıydı!
Ama siz terazinin bir kefesine konan “suç” ve diğer kefesindeki “ceza”nın birbirine olan dengesini görebiliyordunuz.
Buna da “adalet” diyorlardı.
Bu el terazisinin yer çekimi ile falan da bir bağı yoktu. Deniz kenarında neyse, Everest Dağında da aynıydı.
Bir “okka” bir okkaydı.
Mavrova’dan aldığınız bir okka nohut ile Adana’dan aldığınız bir okka pamuğun ağırlığı nerede tartarsanız tartın hep aynıydı.
Okka, Cumhuriyet öncesi kullanılan bir ağırlık birimiydi. Bir okka 1,283 gramdı. Alt ölçüm birimi de dirhemdi. 400 dirhem ise bir okka çekerdi.
Şarkılarımız ve türkülerimizde bolca okka, dirhem geçer.
***
Sonra yaylı el kantarları vardı.
Kolay taşınabilir bu kantarların ucunda bir halka vardı. Bu halka elle tutulur ya da bir yere sabitlenirdi. Diğer ucundaki kancaya ise ağırlığı ölçülecek olan nesne takılırdı. 10 kilo, 25 kilo gibi farklı tartı yapanları vardı. Bunun kefeleri yoktu ağırlığı gerecek yayla alakası vardı. Ağırlık arttıkça aşağıya doğru yay toparlanıyordu. Kantarın yüzeyindeki rakamları, bir göstergenin işaretlemesi ile de ağırlık belirleniyordu.
İşte burada bir önceki terazinin “adaletini” tam bulamayabilirdiniz!
Yayın pas tutması veya yumuşaması ile ağırlık farklı değerler gösterebilirdi. Okkayı tartsan bir okka gelmeyebilirdi. Ama yine de aynı el kantarı ile tartarsanız aynı değeri bulurdunuz.
Sonra “Bakkal Amca” terazileri vardı. Tezgâhın üzerine konur. Düz zemindedir ve el terazisi ile aynı mantıkla çalışırdı. Kefeleri taşıyan dört demir parçasından birinin ucunda bulunan yukarıda bahsettiğim “horoz” ile diğer kefenin yerleştirildiği dört demir parçasına ait horozun birbirini göstermeleri ile tartı yapılıyordu.
Bu ölçüm de şaşmazdı kefelere ve teraziye müdahale edilmemişse her yerde aynı sonucu alırdınız.
Yeter ki teraziye müdahale edilmesin. En fazla beş kiloya kadar tartım yapılırdı. Fazlası beşer kilo tartılırdı.
Bir de büyük kantarlar vardı. Çuvallar burada tartılırdı.
İşte kantarın topuzu denince aklıma hep bu kantarlar gelir.
O da göstergenin gösterdiği rakamlar üzerine mantığı oturtulan bir ağırlık ölçüm aracıydı. Hatta yollarda şehir giriş çıkışlarında büyük kamyon tartan kantarlara rastlamışsınızdır.
***
Bütün bunların dışında son zamanlarda elektronik teraziler çıktı. Kafasına göre değer veren teraziler.
Hiç güvenemedim.
Her terazi farklı değer verebiliyordu.
Eskiden bu terazilerle çocuklar sokaklarda insanların ağırlığını ölçerek okul harçlıklarını çıkarırlardı. Birinde söylenen rakamla diğeri tutmazdı.
Ben teknolojinin gelişmesi ile güvenirliliği azalan bu terazilerden ilk baştaki olan ve adalet meleğinin de elinden bırakmadığı ilkine güvenirim.
Kontrolün tabiatta olduğu, insan müdahalesinin daha az olduğu bu terazinin kefesine koyduğun ağırlıkla diğeri kefe ağırlığı aynıdır.
Diğerleri müdahaleye hep açıktır.
Hele son yıllarda geliştirilen “yersen” marka teraziler tek kefeli ağırlığı belli olmayan verilen rakamdan ibaret olan teraziler.
Biraz da cüzdan ile vicdan dengesi ile değer ifade eden teraziler.
Böyle bir dünyada da bir kefesine konan suç ile diğer kefesine konan cezanın adil olmadığı günlerden geçtiğimizi düşünüyorum.
Öyle olunca da bir atasözü le yazımı nihayetlendirmek istiyorum.
“Ayarını bozduğun kantar, gün gelir seni de tartar”.
Kantarın topuzunu da kaçırmamak lazım!