ODTÜ kurulduğundan beri kendisine tahsis edilen kıraç yerlere ağaç dikerek gelmiştir.
Mayıs ayının 15. günü “ağaç dikme günü”dür.
Ankara’nın bir önceki belediye başkanının tehdidiyle “halka açılan” Eymir Gölü çevresi uzun zamandır kontrolsüz girişlere maruzdu. Benim de zevkle ağaç diktiğim Eymir ağaçlandırma alanı yandı.
Her ne kadar bir anda geçtiğimiz cumartesi günü spor yapma aşkıyla kırk kişi birden gelmiş göle.
Kim bunlar?
ODTÜ mezunlarının üniversitelerine bağlılıkları biraz farklıdır. Onlarda, hocalar ve talebelerden daha çok okulla iç içe olmak vardır. Mezun olduğu fakülte yada bölümden çok, ilgisini dut ağaçları, zulalardaki elma ağaçları, erikler çeker.
Ben de Ankara’da olursam yolumu haftada bir ODTÜ’den geçiririm. Çocuklarımın en sevdiğim yanları ODTÜ’den mezun olmalarıdır. Eşimin en çok sevdiğim yanı bizi ODTÜ’de okutma zahmetine katlanmasıdır.
ODTÜ Yerleşkesi, Ankara’nın güneyindeki ciğerleridir. Bugünlerde korkarım o yakılmaya, talan edilmeye çalışılıyor. Ankara, ciğersiz nefessiz bırakılmak isteniyor. Yıllar önce yağmalanan, adı anılmaktan imtina edilen Atatütk Orman Çiftliği’ne kimler konmadı ki!
Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Amerikan Büyükelçiliği, Ankara Ticaret Odası. Sayamam burada.
Ciğerden çıkalım da gerçeğe varalım şimdi.
Oğuz boyunun türediği ağaç kovuğunu hatırlıyor musunuz?
Ya ormana kaçan Alageyiği. Ya da hey “koca çınar Osmanlı”yı.
Ağaç kültü bu kadar önemli işte.
Biz bahçeli evlerde büyüdük. Apartmanların o tutsak yapısına alışamadık. Toprağa mutlaka elimiz değdi. Bahçemize uzak diyarlardan ağaçlar getirip diktik. Kimi tuttu kimi kurudu. Ama diktik.
Apartmanların tutsak yapısına sürülüşümüz iki anahtar vaat edilen 1980 ihtilalinin hemen sonrasında başladı. Aslında o ihtilali okuyanlar çok iyi anladılar “yavaş savaş”ın ikinci evresine geçtiğimizi.
1946’da başlayan yavaş “savaş stratejisi”, 1980’de kinci evresine dönmüştü. Apartmanlar, yabancı kaliteli sigaralar, yiyelim içelim gülelim geçelim günleriydi o günler.
İthalata dayalı bitkisel yağlarla zengin olanların milliyetçi naraları arasında “zeytinyağlı yiyemez” olduk.
Ankara’da kendisi de bir Oğuz boyu ismi olan Eymür (Eymir)’e yakın bir yerde son otuz yıldır diktiğim ağaçları korumaya çalışıyorum. Apartmandan apartmana taşınmanız çok kolaydır. Ya müstakil evden? Kolay mı sanıyorsunuz? 30 yıllık ladinleri bırakmak, Konya’dan getirip diktiğiniz büyükdedenizin emaneti inciri terketmek, Evdireşe’den bir tat şeker armudu. Resne’den elma, Köstence’den elma, Kıpçak’tan üzüm, Prizren’den dut, Kızanlık’tan gül. Anlamaz kimse beni. Sekiz tavuk, iki civciv. Ta İzmir’den görüntülü aramaya ne demeli.
Benim korkum köksüzleşmek.Ağaç yoksa kök yoktur.
Köksüzsen sana belki memleket çoktur ama vatan yoktur.
Onun için çabaladım Buca’da yanan ve yok edilmeye çalışılan Yörük köylerinin var olaması için. Yoklukta varlık aradım. Vatanda kök aradım kök!
Yavaş savaşta; üçüncü aşamada kozmopolitleşme, kendinden başka herşeye benzeme gayretkeşlerinin gölgesinde yakılan ya da yanan ormanlar köksüzleştirme gayretidir.
Kardeşim kuruyunca odun olan, yanınca yok olan, varlığında dayandığın kayınbiradere “kayınço” diyorlar. Kayınvalide ve kayınpeder de öyle.
Biz Türkler kutsal kayın ağacından türetmişiz yeni bağlarımızı.
Ağaç budur. Kök budur.
Köksüzler belli. İleri gidenine soysuz da derler.
Yunan “küçük asya feleketi” sonrasında yaka yaka kaçtı Menteşe’den, Saruhan’dan. Kaçarken kibridimiz bol diyordu.
Son altı aydır bizi köksüzleştirmeye çalışanlar, kibridi bol olanlar kim? Çanakçıları, yancıları kim?
Biz Talat’ız, Enver’iz Cemal’iz, Mustafa Kemal’iz de Mustafa Sabriler kim?
Ateşiniz bol olsun!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Abdullah ULUYURT
Kayınçonun Kayını!
ODTÜ kurulduğundan beri kendisine tahsis edilen kıraç yerlere ağaç dikerek gelmiştir.
Mayıs ayının 15. günü “ağaç dikme günü”dür.
Ankara’nın bir önceki belediye başkanının tehdidiyle “halka açılan” Eymir Gölü çevresi uzun zamandır kontrolsüz girişlere maruzdu. Benim de zevkle ağaç diktiğim Eymir ağaçlandırma alanı yandı.
Her ne kadar bir anda geçtiğimiz cumartesi günü spor yapma aşkıyla kırk kişi birden gelmiş göle.
Kim bunlar?
ODTÜ mezunlarının üniversitelerine bağlılıkları biraz farklıdır. Onlarda, hocalar ve talebelerden daha çok okulla iç içe olmak vardır. Mezun olduğu fakülte yada bölümden çok, ilgisini dut ağaçları, zulalardaki elma ağaçları, erikler çeker.
Ben de Ankara’da olursam yolumu haftada bir ODTÜ’den geçiririm. Çocuklarımın en sevdiğim yanları ODTÜ’den mezun olmalarıdır. Eşimin en çok sevdiğim yanı bizi ODTÜ’de okutma zahmetine katlanmasıdır.
ODTÜ Yerleşkesi, Ankara’nın güneyindeki ciğerleridir. Bugünlerde korkarım o yakılmaya, talan edilmeye çalışılıyor. Ankara, ciğersiz nefessiz bırakılmak isteniyor. Yıllar önce yağmalanan, adı anılmaktan imtina edilen Atatütk Orman Çiftliği’ne kimler konmadı ki!
Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Amerikan Büyükelçiliği, Ankara Ticaret Odası. Sayamam burada.
Ciğerden çıkalım da gerçeğe varalım şimdi.
Oğuz boyunun türediği ağaç kovuğunu hatırlıyor musunuz?
Ya ormana kaçan Alageyiği. Ya da hey “koca çınar Osmanlı”yı.
Ağaç kültü bu kadar önemli işte.
Biz bahçeli evlerde büyüdük. Apartmanların o tutsak yapısına alışamadık. Toprağa mutlaka elimiz değdi. Bahçemize uzak diyarlardan ağaçlar getirip diktik. Kimi tuttu kimi kurudu. Ama diktik.
Apartmanların tutsak yapısına sürülüşümüz iki anahtar vaat edilen 1980 ihtilalinin hemen sonrasında başladı. Aslında o ihtilali okuyanlar çok iyi anladılar “yavaş savaş”ın ikinci evresine geçtiğimizi.
1946’da başlayan yavaş “savaş stratejisi”, 1980’de kinci evresine dönmüştü. Apartmanlar, yabancı kaliteli sigaralar, yiyelim içelim gülelim geçelim günleriydi o günler.
İthalata dayalı bitkisel yağlarla zengin olanların milliyetçi naraları arasında “zeytinyağlı yiyemez” olduk.
Ankara’da kendisi de bir Oğuz boyu ismi olan Eymür (Eymir)’e yakın bir yerde son otuz yıldır diktiğim ağaçları korumaya çalışıyorum. Apartmandan apartmana taşınmanız çok kolaydır. Ya müstakil evden? Kolay mı sanıyorsunuz? 30 yıllık ladinleri bırakmak, Konya’dan getirip diktiğiniz büyükdedenizin emaneti inciri terketmek, Evdireşe’den bir tat şeker armudu. Resne’den elma, Köstence’den elma, Kıpçak’tan üzüm, Prizren’den dut, Kızanlık’tan gül. Anlamaz kimse beni. Sekiz tavuk, iki civciv. Ta İzmir’den görüntülü aramaya ne demeli.
Benim korkum köksüzleşmek. Ağaç yoksa kök yoktur.
Köksüzsen sana belki memleket çoktur ama vatan yoktur.
Onun için çabaladım Buca’da yanan ve yok edilmeye çalışılan Yörük köylerinin var olaması için. Yoklukta varlık aradım. Vatanda kök aradım kök!
Yavaş savaşta; üçüncü aşamada kozmopolitleşme, kendinden başka herşeye benzeme gayretkeşlerinin gölgesinde yakılan ya da yanan ormanlar köksüzleştirme gayretidir.
Taşıdığı kimliği kaybedenlerin ne yaşadıklarından habersizlerin “Türküm” diyemediği karaktersizlik günlerinden geçiyoruz.
Gelelim, kayınçonun kayınına!
Kardeşim kuruyunca odun olan, yanınca yok olan, varlığında dayandığın kayınbiradere “kayınço” diyorlar. Kayınvalide ve kayınpeder de öyle.
Biz Türkler kutsal kayın ağacından türetmişiz yeni bağlarımızı.
Ağaç budur. Kök budur.
Köksüzler belli. İleri gidenine soysuz da derler.
Yunan “küçük asya feleketi” sonrasında yaka yaka kaçtı Menteşe’den, Saruhan’dan. Kaçarken kibridimiz bol diyordu.
Son altı aydır bizi köksüzleştirmeye çalışanlar, kibridi bol olanlar kim? Çanakçıları, yancıları kim?
Biz Talat’ız, Enver’iz Cemal’iz, Mustafa Kemal’iz de Mustafa Sabriler kim?
Ateşiniz bol olsun!