“İnsan, olduğunu sandığı şey değildir; insan, gizlediği şeydir” demiş André Malraux.
Gizlediğiniz her duyguda, bir dolu insanla çepeçevre kuşatılsanız bile her daim yalnızsınızdır. Aradığınızı bulana dek uğraşır, çoğunlukla da bulamayarak ama hep çok yakınında olduğunuzu hissederek devam edersiniz yaşamaya…
Siz gizledikçe, hazzetmediğiniz ne varsa ruhunuzu esir almaya başlar.
Bir süre sonra kendi bedeniniz bile kurgu gibi görünür size.
Mutsuzuzdur ve bize bunu unutturacak mutlu insanlarla sararız çevremizi. Bir süre sonra mutluluklarını yadırgar gene kabuğumuza çekilmek isteriz.
Modern hayatın gürültüsü ve hızına uyum sağlayamadığımızı düşünür, ‘o kadar mı narinim?’ diye kendimize hayıflanırız.
“Ölesiye korktuğumuz şeyleri yaptığımızda hiçbir şey olmadığını görmek en iyi terapi yöntemidir” diye okumuştum bir kitapta.
Diyelim yalnızlık korkumuz var. Bir süre kendimizle vakit geçirip bundan keyif alma seviyesine gelmek bile yalnızlık korkumuzu yatıştırır.
Bilindik bir mekânda zihin hep kendisine odaklanır. Güvenli alanlarımızda dışarıdan gelebilecek tehlike olmadığından, içeridekilerle meşgul oluruz.
Hadi şu içeridekileri biraz detaylandıralım…
Önce sevilmeyi tercih ederiz sevmeyi bilmediğimizden ötürü. Sizi seven, önemseyen, duygularını dile getiren bir insanın, sizden sevgi görmeye ihtiyacı olması halinde bayrağın el değiştirmekte olduğu sorumluluğuyla kaçarız.
Özleriz, ama yaşadığımız yoksunluğu bastırmak için hırçınlaşırız.
Özlediğimiz anlaşılmasın diye köşe bucak saklanır, abuk sabuk çıkışlar yaparız. Verdiğimiz değer egomuzdan daha düşüktür ki, özür dilemeyiz.
Özür dileyeni de içimizden kutlar, can çekiştirmeye devam ederiz. Hasbelkader sevmediğimiz bir şey yapıldığında, karşımızdakinin varlığını inkâr edecek boyutlara kadar gideriz…
Verdiği değeri göstermek için çabalayan insana, kendisini ifade etmek için çabaladığı muamelesi yapılır. Farkındalıkla yaşayan insan ötekileştirilir. Bardağın dolu tarafını görene ‘Pollyanna’ damgası vurulur.
Toplumun kurgusu haline geldik, ruhumuz giderek sömürülüyor. Kendimizden gizlediğimiz her duygunun daha fazlasıyla karşılaşıyoruz.
Kendimizi en değersiz hissettiğimiz bir anda daha da değersiz hissedebileceğimiz acı bir tecrübe yaşıyoruz.
Egomuz almış başını giderken, çok daha yüksek egolu birine rastlıyoruz. Bizde olmayana değil, gizleyip bastırdığımıza rastlıyoruz. Kendimizden yansıyan görüntü ile bir oluyoruz.
Farkına varan, ‘olduğumu sandığım şey değilim’ diyor, varamayan bastırdığı duyguyu daha da büyütüyor.
Sonuç olarak sen bensin, ben de senim işte...
Hissettiğimiz her duygu insanî, önce bunu kabul edelim. Biz kendimize gelmezsek, sakladıklarımız bize hep hatırlatılacak.
Sonra da suçu hep başkalarına atacağız.
Bazı insanlar, sustuklarınızı bile duyar, bazılarıyla saatlerce konuşsanız nafile. Sustuklarınızla sizi yüzleştiren insanlarla yola devam edin, ama sustuklarınızı duyamayanlara da sitem etmeyin.
Çünkü onlar sadece size ayna tutmak için hayatınıza girmiştir ve size, sizi acı bir şekilde hatırlatır ve yollarına devam ederler…
Bu yazıyı hangi duyguyla okursanız okuyun, gizlediğiniz hiçbir duygudan utanmayın.
Bütün duygular ancak siz onlarla yüzleştiğinizde şifanız olacaktır.
“Ya kabul edilmek uğruna kendini bastırmanın acısını yaşayacaksın, ya da kendin olup kabul edilmememin acısını yaşayacaksın.” – Gabor Mate
Dijitalleşme ve sosyal medya kullanımıyla birlikte;
Kişisel gelişim üzerine o kadar çok yazı, kitap ve dinleti arttı ki…
Bu hızlı yayılımın sebebi, daha çok ticari bir amaç gütse de insanların eksiklerini tamamlamaları adına yeni bir uyanışa vesile olduğu kanaatindeyim.
Tabi, içlerinden kend
Okuduklarım, dinlediklerim ve tecrübe ettiklerime dair ne varsa paylaşmayı hep sevmişimdir.
Birilerine iyi gelmenin sanki ruhu tazeleyici bir yanı var. ‘İyilik bulaşıcıdır’ derler ama farkındalıkla iyiliği tüm hücrelerinde duyumsamayı bilmek ve bunu bulaştırmak, bence asıl mesele bu…
Çevirmenlik m
Eski yılı geride bırakırken hep bir üst versiyonumuzu dileriz. Yeni yıla girer girmez de, bize eskiyi aratacak şeyler yaşarız. Halbuki nasıl da sıralarız dileklerimizi… Ben bu dilek tutma işini açken markete girmeye
“Bana sosyal medya profilini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” batağına hoş geldiniz!
Bir insanın kendine yapacağı en büyük kötülüklerden biri, sanırım sosyal medya ile güne başlamak.
Uyandınız ve hemen elinize telefonu alıp binlerce takipçisi olan o mükemmel kişinin güne nasıl başladığına bakt
Yeni yazımın konusunu “korkularımız” olarak belirlediğim sırada, telefonuma 2009 yılına ait bir hatırlatma resmi düştü. O resme baktığımda korkularımı ne denli yoğun yaşadığımı anımsadım. Yazımın içeriğini değiştirip, korkularımdan arınma yolcuğumu paylaşmak istedim, umarım sizlere daha somut bir il
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşegül ELİAÇIK
İnsan gizlediği şeydir!
“İnsan, olduğunu sandığı şey değildir; insan, gizlediği şeydir” demiş André Malraux.
Gizlediğiniz her duyguda, bir dolu insanla çepeçevre kuşatılsanız bile her daim yalnızsınızdır. Aradığınızı bulana dek uğraşır, çoğunlukla da bulamayarak ama hep çok yakınında olduğunuzu hissederek devam edersiniz yaşamaya…
Siz gizledikçe, hazzetmediğiniz ne varsa ruhunuzu esir almaya başlar.
Bir süre sonra kendi bedeniniz bile kurgu gibi görünür size.
Mutsuzuzdur ve bize bunu unutturacak mutlu insanlarla sararız çevremizi. Bir süre sonra mutluluklarını yadırgar gene kabuğumuza çekilmek isteriz.
Modern hayatın gürültüsü ve hızına uyum sağlayamadığımızı düşünür, ‘o kadar mı narinim?’ diye kendimize hayıflanırız.
“Ölesiye korktuğumuz şeyleri yaptığımızda hiçbir şey olmadığını görmek en iyi terapi yöntemidir” diye okumuştum bir kitapta.
Diyelim yalnızlık korkumuz var. Bir süre kendimizle vakit geçirip bundan keyif alma seviyesine gelmek bile yalnızlık korkumuzu yatıştırır.
Bilindik bir mekânda zihin hep kendisine odaklanır. Güvenli alanlarımızda dışarıdan gelebilecek tehlike olmadığından, içeridekilerle meşgul oluruz.
Hadi şu içeridekileri biraz detaylandıralım…
Önce sevilmeyi tercih ederiz sevmeyi bilmediğimizden ötürü. Sizi seven, önemseyen, duygularını dile getiren bir insanın, sizden sevgi görmeye ihtiyacı olması halinde bayrağın el değiştirmekte olduğu sorumluluğuyla kaçarız.
Özleriz, ama yaşadığımız yoksunluğu bastırmak için hırçınlaşırız.
Özlediğimiz anlaşılmasın diye köşe bucak saklanır, abuk sabuk çıkışlar yaparız. Verdiğimiz değer egomuzdan daha düşüktür ki, özür dilemeyiz.
Özür dileyeni de içimizden kutlar, can çekiştirmeye devam ederiz. Hasbelkader sevmediğimiz bir şey yapıldığında, karşımızdakinin varlığını inkâr edecek boyutlara kadar gideriz…
Verdiği değeri göstermek için çabalayan insana, kendisini ifade etmek için çabaladığı muamelesi yapılır. Farkındalıkla yaşayan insan ötekileştirilir. Bardağın dolu tarafını görene ‘Pollyanna’ damgası vurulur.
Toplumun kurgusu haline geldik, ruhumuz giderek sömürülüyor. Kendimizden gizlediğimiz her duygunun daha fazlasıyla karşılaşıyoruz.
Kendimizi en değersiz hissettiğimiz bir anda daha da değersiz hissedebileceğimiz acı bir tecrübe yaşıyoruz.
Egomuz almış başını giderken, çok daha yüksek egolu birine rastlıyoruz. Bizde olmayana değil, gizleyip bastırdığımıza rastlıyoruz. Kendimizden yansıyan görüntü ile bir oluyoruz.
Farkına varan, ‘olduğumu sandığım şey değilim’ diyor, varamayan bastırdığı duyguyu daha da büyütüyor.
Sonuç olarak sen bensin, ben de senim işte...
Hissettiğimiz her duygu insanî, önce bunu kabul edelim. Biz kendimize gelmezsek, sakladıklarımız bize hep hatırlatılacak.
Sonra da suçu hep başkalarına atacağız.
Bazı insanlar, sustuklarınızı bile duyar, bazılarıyla saatlerce konuşsanız nafile. Sustuklarınızla sizi yüzleştiren insanlarla yola devam edin, ama sustuklarınızı duyamayanlara da sitem etmeyin.
Çünkü onlar sadece size ayna tutmak için hayatınıza girmiştir ve size, sizi acı bir şekilde hatırlatır ve yollarına devam ederler…
Bu yazıyı hangi duyguyla okursanız okuyun, gizlediğiniz hiçbir duygudan utanmayın.
Bütün duygular ancak siz onlarla yüzleştiğinizde şifanız olacaktır.
“Ya kabul edilmek uğruna kendini bastırmanın acısını yaşayacaksın, ya da kendin olup kabul edilmememin acısını yaşayacaksın.” – Gabor Mate
İrademizi terbiye edebilir miyiz?
02.12.2023 17:25Dijitalleşme ve sosyal medya kullanımıyla birlikte; Kişisel gelişim üzerine o kadar çok yazı, kitap ve dinleti arttı ki… Bu hızlı yayılımın sebebi, daha çok ticari bir amaç gütse de insanların eksiklerini tamamlamaları adına yeni bir uyanışa vesile olduğu kanaatindeyim. Tabi, içlerinden kend
O adımı kendin için at!
22.12.2023 17:18Okuduklarım, dinlediklerim ve tecrübe ettiklerime dair ne varsa paylaşmayı hep sevmişimdir. Birilerine iyi gelmenin sanki ruhu tazeleyici bir yanı var. ‘İyilik bulaşıcıdır’ derler ama farkındalıkla iyiliği tüm hücrelerinde duyumsamayı bilmek ve bunu bulaştırmak, bence asıl mesele bu… Çevirmenlik m
Dileğinizi nasıl alırdınız?
29.12.2023 12:37Eski yılı geride bırakırken hep bir üst versiyonumuzu dileriz. Yeni yıla girer girmez de, bize eskiyi aratacak şeyler yaşarız. Halbuki nasıl da sıralarız dileklerimizi… Ben bu dilek tutma işini açken markete girmeye
Toksik pozitiflik halleri!
18.01.2024 12:58“Bana sosyal medya profilini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” batağına hoş geldiniz! Bir insanın kendine yapacağı en büyük kötülüklerden biri, sanırım sosyal medya ile güne başlamak. Uyandınız ve hemen elinize telefonu alıp binlerce takipçisi olan o mükemmel kişinin güne nasıl başladığına bakt
Kaçmamız hep korkudan
15.03.2024 12:59Yeni yazımın konusunu “korkularımız” olarak belirlediğim sırada, telefonuma 2009 yılına ait bir hatırlatma resmi düştü. O resme baktığımda korkularımı ne denli yoğun yaşadığımı anımsadım. Yazımın içeriğini değiştirip, korkularımdan arınma yolcuğumu paylaşmak istedim, umarım sizlere daha somut bir il