“Bana sosyal medya profilini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” batağına hoş geldiniz!
Bir insanın kendine yapacağı en büyük kötülüklerden biri, sanırım sosyal medya ile güne başlamak.
Uyandınız ve hemen elinize telefonu alıp binlerce takipçisi olan o mükemmel kişinin güne nasıl başladığına baktınız.
Siz hala yataktasınız ama o sporunu yapmış, kişisel bakım rutinlerini tamamlamış ve enfes bir kahveyle işlerinin başına koyulmuş.
O profilden bu profile gezerken, sanki oklar sizi gösterir gibi şöyle janjanlı bir motivasyon konuşmacısının yazısına takılıyor gözünüz: “Hayat akıp gidiyor, harekete geç…”
Eee telefonu bıraksa harekete geçecek de!
“Yok burası da sarmadı” diyerek, hop oradan ters istikametle, birkaç reklam linkine bakıp iç geçiriyorsunuz.
İşte son vurucu hamleye geldiniz, insanlığı obsesif derecede etkisi altına düzen abideleri.
Yemek yapılmamak üzere tasarlanan tertemiz mutfaklar, iki veya daha fazla çocukla pırıl pırıl evler, harika hayatlar, güzel vücutlar, boş suratlar… Tüm bunlar birkaç dakika içerisinde oldu değil mi?
Madem telefonu bıraktınız, buyurun sizi gerçek hayatın içine alalım…
Yok çok geç oldu, iş, çocuklar, okul, beslenme, günlük ev işleri “eyvah hiçbir şeye yetişemiyorum!”
Ama daha kişisel gelişim basamaklarını çıkacaktık!
***
“Bugün evren pozitif enerjiyle yüklü, çünkü Satürn…”
Ne yöne baksak artık her şey pozitif, ama hisler negatif.
“Sabah uyanır uyanmaz o tılsımlı sözcükleri söylemezsek, paralarımızı tarçın kabuklarına sarıp cüzdanımıza koymazsak, evimizi gece gündüz kötü enerjilerden arındırmazsak eksik yaşarız” hissiyle dolduk ama artık taşıyoruz.
Çiftler arasında bile giderek çatışma yaratan bir mevzuya dönüştü bu iş…
Neye inanıp, kime güveneceğimiz konusu, maalesef birbirine girmiş durumda…
Amaç insanlığın yararına mı hizmet etmek, yoksa kaos ortamından mı nemalanmak?
Ben artık madalyonun diğer kısmından şüphe eder oldum.
Evet toplum olarak okumuyoruz, okumadığımız için de çok çabuk kandırılıyoruz. Sertifikayı alan eğitmen, iki video izleyen de uygulayıcı olmaya başladı. Ruh sağlığı konusunda emek vermiş işin ehli insanlara artık yazık olmuyor mu?
Oysa psikoloğa gitmenin ayıp sayıldığı bir düşünceden henüz sıyrılıyorduk ki Ruh Sağlıkçısı adı altında her konuda fikri olanlar yüzünden Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya başladık…
***
Millet olarak kangren olmayı çok severiz. Hele ki oltamıza takılan tüm olumsuzlukları lastik gibi uzatarak konuşmak genlerimizde var. Gerekirse her şey ertelenecek, ama o konu günlerce konuşulacak. Olumlu düşünmenin tampon yapması gereken bir yerdeyizdir, ama müthiş yorumlayıcı bilirkişi olaya şöyle el atar:
“Merkür Retro dönemlerindeyiz, bunların yaşanması gayet normal…”
Şimdi tüm suç evrenin mi?
Bahanelerin arkasına saklanmak zaten hazır tarafımız. Artık hayatımızdaki olumsuzlukların sebebi de evrensel hallere bağlanır oldu. Olumlu düşünmekle, trajik iyimserlik birbirine girmiş durumda.
“Otobüsü kaçırdık” diye güzel havada işe yürüyerek gittiğimizde “ya hava soğuk ve yağmurlu olsaydı deyip, Pollyanna’yı solluyoruz ya da o günü hayatımıza dar ediyoruz.
Nedir bunun ortası?
Otobüsü kaçırma sebebini kimse sorgulamayacak mı veya bizi dipsiz kuyulara iten karamsar hallerimizden nasıl sıyrılacağız?
***
Karamsarlıktan çıkalım derken, bizi rahatsız eden duygular hakkında konuşamaz olduk. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” atasözümüzü yanlış anlamış olmalıyız ki, öfkemize durmadan güzellemeler yapıyoruz.
En ufak bir olumsuzlukta hep suçlu psikolojisine giriyoruz. Hatayı önce kendinde aramak başka, mükemmel olmaya çalışmak başka. Kötü bir şey yaşasak bile hep iyi taraflarını görmek için kendimizi aşırı zorluyoruz. “Pozitif olacağız” diye sahte kimliklere büründük…
Acı bir kaybın, derin bir üzüntünün ardından duymak isteyeceğimiz son kelimedir “ağlama” veya en dipte hissettiğimiz anda kalbimize saplanır “takma kafana” telkinleri...
Sonundaki –me, ma ekini attığımızda nasıl da iyi hissettiriveriyor bir anda değil mi?
Ağla, ağlayabildiğin kadar, bak yanındayım...
Tak kafana, öyle bir tak ki bir daha kendine yaşatmayacak kadar tanı bu acıyı…
***
Gerek sosyal medyada gerek çevremizde sürekli toksik pozitif insanları idol olarak benimsersek, “hasta oldu” diye çocuğunu azarlayan bir anne, ”düştü” diye çocuğuna kızan bir baba gibi davranmış olmaz mıyız etrafımıza?
Avını kollayan avcı misali hata kollayıp hepsini yok etmeye çalışıyoruz.
İyi yaşam felsefesi, önce kendini tanıma, sonra potansiyelinin farkına varıp artıların ve eksilerinle kendini sağlıklı ve huzurlu bir hayata taşıma aracıdır.
İyi ve olumlu bir yaşam; toplumun değerleriyle oynayarak insanlara gerçeküstü hayat algıları yaratma çabası değildir. Bugüne kadar güzel işler çıkarmış değerli insanların hayatlarını nasıl inşa ettiklerine bakın. Hurafeler yerine gerçek insanlardan feyz alın. İradeli yaşamı benimsemiş size gerçek anlamda olumlu değerler katacak kişilerin izini sürün. Göreceksiniz size iyi gelen bu insanların rutinlerinden ilham alacak, öz değerlerinizi kaybetmeden kendinize adım adım yaklaşacaksınız. Kendini tanıyan insan aydınlanmış insandır. Aydınlanmış insan, az parayla toksik hayatlara maruz kalarak yaşamak zorunda kalanlara el uzatan onların yoluna da ışık olmaya çalışandır…
"Tanıdığım en mutlu insanlar sürekli olarak kendilerini değerlendiriyor ve geliştiriyorlar. En mutsuzlar ise genellikle başkalarını değerlendiriyor ve yargılıyorlar." (Lisa Villa Prosen)
Gerisini varın siz düşünün!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşegül ELİAÇIK
Toksik pozitiflik halleri!
“Bana sosyal medya profilini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” batağına hoş geldiniz!
Bir insanın kendine yapacağı en büyük kötülüklerden biri, sanırım sosyal medya ile güne başlamak.
Uyandınız ve hemen elinize telefonu alıp binlerce takipçisi olan o mükemmel kişinin güne nasıl başladığına baktınız.
Siz hala yataktasınız ama o sporunu yapmış, kişisel bakım rutinlerini tamamlamış ve enfes bir kahveyle işlerinin başına koyulmuş.
O profilden bu profile gezerken, sanki oklar sizi gösterir gibi şöyle janjanlı bir motivasyon konuşmacısının yazısına takılıyor gözünüz: “Hayat akıp gidiyor, harekete geç…”
Eee telefonu bıraksa harekete geçecek de!
“Yok burası da sarmadı” diyerek, hop oradan ters istikametle, birkaç reklam linkine bakıp iç geçiriyorsunuz.
İşte son vurucu hamleye geldiniz, insanlığı obsesif derecede etkisi altına düzen abideleri.
Yemek yapılmamak üzere tasarlanan tertemiz mutfaklar, iki veya daha fazla çocukla pırıl pırıl evler, harika hayatlar, güzel vücutlar, boş suratlar… Tüm bunlar birkaç dakika içerisinde oldu değil mi?
Madem telefonu bıraktınız, buyurun sizi gerçek hayatın içine alalım…
Yok çok geç oldu, iş, çocuklar, okul, beslenme, günlük ev işleri “eyvah hiçbir şeye yetişemiyorum!”
Ama daha kişisel gelişim basamaklarını çıkacaktık!
***
“Bugün evren pozitif enerjiyle yüklü, çünkü Satürn…”
Ne yöne baksak artık her şey pozitif, ama hisler negatif.
“Sabah uyanır uyanmaz o tılsımlı sözcükleri söylemezsek, paralarımızı tarçın kabuklarına sarıp cüzdanımıza koymazsak, evimizi gece gündüz kötü enerjilerden arındırmazsak eksik yaşarız” hissiyle dolduk ama artık taşıyoruz.
Çiftler arasında bile giderek çatışma yaratan bir mevzuya dönüştü bu iş…
Neye inanıp, kime güveneceğimiz konusu, maalesef birbirine girmiş durumda…
Amaç insanlığın yararına mı hizmet etmek, yoksa kaos ortamından mı nemalanmak?
Ben artık madalyonun diğer kısmından şüphe eder oldum.
Evet toplum olarak okumuyoruz, okumadığımız için de çok çabuk kandırılıyoruz. Sertifikayı alan eğitmen, iki video izleyen de uygulayıcı olmaya başladı. Ruh sağlığı konusunda emek vermiş işin ehli insanlara artık yazık olmuyor mu?
Oysa psikoloğa gitmenin ayıp sayıldığı bir düşünceden henüz sıyrılıyorduk ki Ruh Sağlıkçısı adı altında her konuda fikri olanlar yüzünden Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya başladık…
***
Millet olarak kangren olmayı çok severiz. Hele ki oltamıza takılan tüm olumsuzlukları lastik gibi uzatarak konuşmak genlerimizde var. Gerekirse her şey ertelenecek, ama o konu günlerce konuşulacak. Olumlu düşünmenin tampon yapması gereken bir yerdeyizdir, ama müthiş yorumlayıcı bilirkişi olaya şöyle el atar:
“Merkür Retro dönemlerindeyiz, bunların yaşanması gayet normal…”
Şimdi tüm suç evrenin mi?
Bahanelerin arkasına saklanmak zaten hazır tarafımız. Artık hayatımızdaki olumsuzlukların sebebi de evrensel hallere bağlanır oldu. Olumlu düşünmekle, trajik iyimserlik birbirine girmiş durumda.
“Otobüsü kaçırdık” diye güzel havada işe yürüyerek gittiğimizde “ya hava soğuk ve yağmurlu olsaydı deyip, Pollyanna’yı solluyoruz ya da o günü hayatımıza dar ediyoruz.
Nedir bunun ortası?
Otobüsü kaçırma sebebini kimse sorgulamayacak mı veya bizi dipsiz kuyulara iten karamsar hallerimizden nasıl sıyrılacağız?
***
Karamsarlıktan çıkalım derken, bizi rahatsız eden duygular hakkında konuşamaz olduk. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” atasözümüzü yanlış anlamış olmalıyız ki, öfkemize durmadan güzellemeler yapıyoruz.
En ufak bir olumsuzlukta hep suçlu psikolojisine giriyoruz. Hatayı önce kendinde aramak başka, mükemmel olmaya çalışmak başka. Kötü bir şey yaşasak bile hep iyi taraflarını görmek için kendimizi aşırı zorluyoruz. “Pozitif olacağız” diye sahte kimliklere büründük…
Acı bir kaybın, derin bir üzüntünün ardından duymak isteyeceğimiz son kelimedir “ağlama” veya en dipte hissettiğimiz anda kalbimize saplanır “takma kafana” telkinleri...
Sonundaki –me, ma ekini attığımızda nasıl da iyi hissettiriveriyor bir anda değil mi?
Ağla, ağlayabildiğin kadar, bak yanındayım...
Tak kafana, öyle bir tak ki bir daha kendine yaşatmayacak kadar tanı bu acıyı…
***
Gerek sosyal medyada gerek çevremizde sürekli toksik pozitif insanları idol olarak benimsersek, “hasta oldu” diye çocuğunu azarlayan bir anne, ”düştü” diye çocuğuna kızan bir baba gibi davranmış olmaz mıyız etrafımıza?
Avını kollayan avcı misali hata kollayıp hepsini yok etmeye çalışıyoruz.
İyi yaşam felsefesi, önce kendini tanıma, sonra potansiyelinin farkına varıp artıların ve eksilerinle kendini sağlıklı ve huzurlu bir hayata taşıma aracıdır.
İyi ve olumlu bir yaşam; toplumun değerleriyle oynayarak insanlara gerçeküstü hayat algıları yaratma çabası değildir. Bugüne kadar güzel işler çıkarmış değerli insanların hayatlarını nasıl inşa ettiklerine bakın. Hurafeler yerine gerçek insanlardan feyz alın. İradeli yaşamı benimsemiş size gerçek anlamda olumlu değerler katacak kişilerin izini sürün. Göreceksiniz size iyi gelen bu insanların rutinlerinden ilham alacak, öz değerlerinizi kaybetmeden kendinize adım adım yaklaşacaksınız. Kendini tanıyan insan aydınlanmış insandır. Aydınlanmış insan, az parayla toksik hayatlara maruz kalarak yaşamak zorunda kalanlara el uzatan onların yoluna da ışık olmaya çalışandır…
"Tanıdığım en mutlu insanlar sürekli olarak kendilerini değerlendiriyor ve geliştiriyorlar. En mutsuzlar ise genellikle başkalarını değerlendiriyor ve yargılıyorlar." (Lisa Villa Prosen)
Gerisini varın siz düşünün!