"Dünü anlatmamın bir yararı olacağını sanmıyorum, çünkü dün başka biriydim." (Lewis Carroll)
İçimizde pek çok şey hala geçmişte ve çözümlenmemiş. Uyanışını aramak ister gibi uyurgezer. Her düş kendi yarınını oluşturuyorken, dünden bahsederken niye yabancıdan bahseder gibiyiz?
Doğduğumuzdan beri bilincimiz perdelensin diye kendimizin kıt ve sınırlı olduğuna inandırıldık. Bu inançtan özgürleşmediğimiz sürece, kendimizi değiştiremeyeceğimize dair korku hep egemen olarak kalacaktır.
Bizlerin seçmediği bir aile ve isimle hayata başlarız. Zamanla kültür, inanç kalıpları ve gelenekle de bir zihin inşa ederiz. Şu an bu yazıyı okurken var oluşunuza bir bakın, etrafınız zihninizi nasıl şekillendirdiyse o zihinden çıktığınız veya çıkamadığınız kadarıyla varsınız.
Hepimizin hayatında tavan arasına kaldırılan sayısız anlar mevcut. Ivır zıvırla dolu çekmecelerimiz görünürde zararsız öylece duruyor. Oysa yaşamımızı şekillendirmeye devam ettiklerinden habersiziz.
Gündüz hayatta kalmaya çalışırcasına zihnimiz meşguldür. Pişmanlıklarımız gecenin konusu olur. Yaşam ve yazgı arasında sıkışıp kalmışçasına, geceleri sadece bizleri tedirgin eden sesleri duyarız. Sabah insanıyımdır ben, gün doğarken güne başlarım. Bu yüzden iyi bilirim şafak sökerken zihinle kalbin kavgasını. Birbiriyle benzer duyguları yaşayıp farklı kelimelerle ifade eden insanların sohbetinin tadını versin istiyorum yazılarım…
Bu yaz hikayelerini dinleme imkânı bulduğum güzel insanlar tanıdım. Kimisi acı bir hatıradan sonra yaşamını değiştirmiş, kimisi hastalıktan sonra gözünü açmış, kimisi de hayatın fiskesini yiyip kendini doğru keşkelerle bulmuş kişilerdi. Tanışıklığımızın başladığı andan itibaren, konuşmalarda şu ortak noktayı fark ettim. Değişim ve dönüşümlerine öncülük eden tek şey geçmişte değiştirmek istedikleri ‘o anlar’ kaynaklıydı. Esasen değiştirdikleri şey geçmişleri değil, geçmişteki oluşlarıydı. Çünkü o kir pas içinde kalan karanlık köşeleri kabul edenler ancak bir sonraki aşamaya geçebiliyor. Bu demek oluyor ki, ebeveynlerimizden tutun da kendimiz dahil olmak üzere etrafımızdaki herkes, anının koşulları ve şartları içerisinde bilincin gerektirdiği eylemleri yapıyor. Yaşanan hadiselere saplanıp kalmadan, geçmişe barış eli uzatarak hayata yerleşmek böyle olsa gerek…
Yaşam karşımıza bizi manipüle eden insanları çıkardıkça, manipüle olmamayı öğrenecek kadar ustalaşmak temel kuralımız olmalı diye düşündüm. Bizi inciten tüm insanlara ve koşullara rağmen, olayları tüm gerçekliğiyle analiz edip nedenlerinde boğulmamayı öğrenmek. Siz ne kadar yapıcı olursanız olun sizi bile isteye üzenin vicdanına karşılık dengenin yüceliğine teslim olmak. Ruhumuzu kurban etmemeyi seçersek, hayat bir terazi hassaslığında bizim adımıza dengeleri sağlıyor gerçeğine daha da uyandım.
Acıya tutunmak çok kolay ve konforlu. O alanı terk etmek istemeyen, “sen benim neler yaşadığımı, nelerle uğraştığımı biliyor musun” haklılığının savunucusu. İşin ucu manasız bir biçimde başkalarıyla acı yarıştırmaya dönüyor. Geçmişi sildim attım, hiç pişmanlığım yok diyen de ebeveyn kucağını taklit eden geçici hazlarda alıyor soluğu… Tamam senin pişmanlığın, keşkelerin yok da etrafındakileri ne hale getirdin diye sormazlar mı insana?
Hadi bunun üzerine biraz dertleşelim…
Halinizden tamamen hoşnut olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Geride hiçbir şey bırakmadığınızı?
Kaygı, acı, keder, ıstırap hepsi bitti mi?
O halde şimdi insanlığı kurtarmaya cüret eder misiniz?
Psikolojik açıdan bu şöyle anlaşılabilir. Kendinden kaçmak için insanlığı kurtarmaya çalışmak…
Kahvenize bile kimseyi ortak edemediğiniz kadar anılara daldığınızda, iç geçirip kendinize ideali dayatmayın. Bu kendini çılgına çevirmekten başka bir şey değildir. Pişmanlıklar hep olacak, ama geçmiş ancak tamamlandığında özgürleştirir. Yarım bırakıldığında çelişki yaratır. Meselenin tam ortasındayken, durumu kabul etmeyip kaçmaktır geçmişi yarım bırakmak. Cemal Süreyya bu kaçış meselesini şu mısralarla ne de güzel anlatmış: “Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü…Hırsız da bilmiyor çaldığını” …
Değiştirmek istediğiniz o “ana” gidin ve şimdiki bilincinizle tam ve bütün olmuş şekilde o anki halinizi düşünün. Bu bir ölüm, hastalık, aşk acısı, maddi manevi hasar her neyse o an’daki sizin eski versiyonunuz olduğunu büyük bir farkındalıkla kabul edin.
Geçmişe dair değiştirebileceğiniz tek şey, o an’daki siz…
Kimdiniz?
O an sizde eksik olan neydi?
Peki şimdi, o ana kıyasla nasıl biri olmanız gerekiyor?
Daha iyi niyetli, daha cesur, daha tedbirli, daha iradeli, daha sevgi ve şefkat dolu, daha özgüvenli vs…
Hadi diyelim ayağa kalkacak gücü kendinizde bulamıyorsunuz. Bir de şu hisle bakın olaya, etrafınızdaki insanlar hala sizinle olmayı seçiyorsa, bütün kördüğümlerinizin faturasını onlara yıkamazsınız. Geçmişteki o “an” siz bundan sonraki niyetinizi iyiye sabitlediğinizde değişir, aşılır. Bundan daha fazlasını kontrol altında tutmaya çalışmak size ve varlığınızla yaşamayı seçmiş insanlara sadece çok büyük sorunlar getirecektir…. Acıya, öfkeye, kine, intikam duygusuna tutunan her insan, ruhunu ve onu sevenleri kaybetmeye mahkumdur… Seçilmiş kaliteli bir yalnızlık, bilinçli ve zarif bir tercihtir. Aksi takdirde, bilinçli olarak tercih edilmediğinde bir mahkûmiyettir.
Geçmişte çok kötü şeyler yaşamış olabilirsiniz ama hala istemediğiniz çiçekleri büyütüyorsanız, aşılmamış sorunların yeni versiyonlarıyla her an karşılaşacağınızdan emin olun…
Kalbinizle aklınızın arasına Osho’dan bir söz bırakarak yazımı tamamlıyorum:
Karanlıktan dolayı sabah güzeldir, ölümden dolayı yaşam böylesi bir neşedir, hastalıktan dolayı sağlık değerlidir…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayşegül ELİAÇIK GÜDÜK
Değiştirmek istediğiniz o 'an'
"Dünü anlatmamın bir yararı olacağını sanmıyorum, çünkü dün başka biriydim." (Lewis Carroll)
İçimizde pek çok şey hala geçmişte ve çözümlenmemiş. Uyanışını aramak ister gibi uyurgezer. Her düş kendi yarınını oluşturuyorken, dünden bahsederken niye yabancıdan bahseder gibiyiz?
Doğduğumuzdan beri bilincimiz perdelensin diye kendimizin kıt ve sınırlı olduğuna inandırıldık. Bu inançtan özgürleşmediğimiz sürece, kendimizi değiştiremeyeceğimize dair korku hep egemen olarak kalacaktır.
Bizlerin seçmediği bir aile ve isimle hayata başlarız. Zamanla kültür, inanç kalıpları ve gelenekle de bir zihin inşa ederiz. Şu an bu yazıyı okurken var oluşunuza bir bakın, etrafınız zihninizi nasıl şekillendirdiyse o zihinden çıktığınız veya çıkamadığınız kadarıyla varsınız.
Hepimizin hayatında tavan arasına kaldırılan sayısız anlar mevcut. Ivır zıvırla dolu çekmecelerimiz görünürde zararsız öylece duruyor. Oysa yaşamımızı şekillendirmeye devam ettiklerinden habersiziz.
Gündüz hayatta kalmaya çalışırcasına zihnimiz meşguldür. Pişmanlıklarımız gecenin konusu olur. Yaşam ve yazgı arasında sıkışıp kalmışçasına, geceleri sadece bizleri tedirgin eden sesleri duyarız. Sabah insanıyımdır ben, gün doğarken güne başlarım. Bu yüzden iyi bilirim şafak sökerken zihinle kalbin kavgasını. Birbiriyle benzer duyguları yaşayıp farklı kelimelerle ifade eden insanların sohbetinin tadını versin istiyorum yazılarım…
Bu yaz hikayelerini dinleme imkânı bulduğum güzel insanlar tanıdım. Kimisi acı bir hatıradan sonra yaşamını değiştirmiş, kimisi hastalıktan sonra gözünü açmış, kimisi de hayatın fiskesini yiyip kendini doğru keşkelerle bulmuş kişilerdi. Tanışıklığımızın başladığı andan itibaren, konuşmalarda şu ortak noktayı fark ettim. Değişim ve dönüşümlerine öncülük eden tek şey geçmişte değiştirmek istedikleri ‘o anlar’ kaynaklıydı. Esasen değiştirdikleri şey geçmişleri değil, geçmişteki oluşlarıydı. Çünkü o kir pas içinde kalan karanlık köşeleri kabul edenler ancak bir sonraki aşamaya geçebiliyor. Bu demek oluyor ki, ebeveynlerimizden tutun da kendimiz dahil olmak üzere etrafımızdaki herkes, anının koşulları ve şartları içerisinde bilincin gerektirdiği eylemleri yapıyor. Yaşanan hadiselere saplanıp kalmadan, geçmişe barış eli uzatarak hayata yerleşmek böyle olsa gerek…
Yaşam karşımıza bizi manipüle eden insanları çıkardıkça, manipüle olmamayı öğrenecek kadar ustalaşmak temel kuralımız olmalı diye düşündüm. Bizi inciten tüm insanlara ve koşullara rağmen, olayları tüm gerçekliğiyle analiz edip nedenlerinde boğulmamayı öğrenmek. Siz ne kadar yapıcı olursanız olun sizi bile isteye üzenin vicdanına karşılık dengenin yüceliğine teslim olmak. Ruhumuzu kurban etmemeyi seçersek, hayat bir terazi hassaslığında bizim adımıza dengeleri sağlıyor gerçeğine daha da uyandım.
Acıya tutunmak çok kolay ve konforlu. O alanı terk etmek istemeyen, “sen benim neler yaşadığımı, nelerle uğraştığımı biliyor musun” haklılığının savunucusu. İşin ucu manasız bir biçimde başkalarıyla acı yarıştırmaya dönüyor. Geçmişi sildim attım, hiç pişmanlığım yok diyen de ebeveyn kucağını taklit eden geçici hazlarda alıyor soluğu… Tamam senin pişmanlığın, keşkelerin yok da etrafındakileri ne hale getirdin diye sormazlar mı insana?
Hadi bunun üzerine biraz dertleşelim…
Halinizden tamamen hoşnut olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Geride hiçbir şey bırakmadığınızı?
Kaygı, acı, keder, ıstırap hepsi bitti mi?
O halde şimdi insanlığı kurtarmaya cüret eder misiniz?
Psikolojik açıdan bu şöyle anlaşılabilir. Kendinden kaçmak için insanlığı kurtarmaya çalışmak…
Kahvenize bile kimseyi ortak edemediğiniz kadar anılara daldığınızda, iç geçirip kendinize ideali dayatmayın. Bu kendini çılgına çevirmekten başka bir şey değildir. Pişmanlıklar hep olacak, ama geçmiş ancak tamamlandığında özgürleştirir. Yarım bırakıldığında çelişki yaratır. Meselenin tam ortasındayken, durumu kabul etmeyip kaçmaktır geçmişi yarım bırakmak. Cemal Süreyya bu kaçış meselesini şu mısralarla ne de güzel anlatmış: “Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü…Hırsız da bilmiyor çaldığını” …
Değiştirmek istediğiniz o “ana” gidin ve şimdiki bilincinizle tam ve bütün olmuş şekilde o anki halinizi düşünün. Bu bir ölüm, hastalık, aşk acısı, maddi manevi hasar her neyse o an’daki sizin eski versiyonunuz olduğunu büyük bir farkındalıkla kabul edin.
Geçmişe dair değiştirebileceğiniz tek şey, o an’daki siz…
Kimdiniz?
O an sizde eksik olan neydi?
Peki şimdi, o ana kıyasla nasıl biri olmanız gerekiyor?
Daha iyi niyetli, daha cesur, daha tedbirli, daha iradeli, daha sevgi ve şefkat dolu, daha özgüvenli vs…
Hadi diyelim ayağa kalkacak gücü kendinizde bulamıyorsunuz. Bir de şu hisle bakın olaya, etrafınızdaki insanlar hala sizinle olmayı seçiyorsa, bütün kördüğümlerinizin faturasını onlara yıkamazsınız. Geçmişteki o “an” siz bundan sonraki niyetinizi iyiye sabitlediğinizde değişir, aşılır. Bundan daha fazlasını kontrol altında tutmaya çalışmak size ve varlığınızla yaşamayı seçmiş insanlara sadece çok büyük sorunlar getirecektir…. Acıya, öfkeye, kine, intikam duygusuna tutunan her insan, ruhunu ve onu sevenleri kaybetmeye mahkumdur… Seçilmiş kaliteli bir yalnızlık, bilinçli ve zarif bir tercihtir. Aksi takdirde, bilinçli olarak tercih edilmediğinde bir mahkûmiyettir.
Geçmişte çok kötü şeyler yaşamış olabilirsiniz ama hala istemediğiniz çiçekleri büyütüyorsanız, aşılmamış sorunların yeni versiyonlarıyla her an karşılaşacağınızdan emin olun…
Kalbinizle aklınızın arasına Osho’dan bir söz bırakarak yazımı tamamlıyorum:
Karanlıktan dolayı sabah güzeldir, ölümden dolayı yaşam böylesi bir neşedir, hastalıktan dolayı sağlık değerlidir…