Bu aralar sağlık sektörünün hasta yakını ayağında sağlam bir nefer olma çabamı sürdürüyorum! Kâh hasta yakınının bitecek olan serumunu takipteyim, kâh kan alınınca bastırılan pamuğun parmak bekçisiyim.
Siren çala çala giden ambulansla seyahat işin diğer görev kısmı.
İlaç prospektüslerini hızlı okuma yarışması yapılsa, bu ara açık ara birinciyim diye düşünüyorum. Zira başucu kitabım halindeler.
Özel hastanelerde bile sedyedeki hasta, tomografi ya da MR masasına nasıl aktarılır, hepsinin inceliklerini öğrenmiş durumdayım. Bizim kuşak çarşaf katlamayı iyi bilir. Karşılıklı iki ucundan tutulur ve çapraz çekiştirilir. Bunun başka versiyonunu sedyeden hasta aktarımında uygulandığını gördüm.
Hastanın altındaki çarşafa üç dört kişi karşılıklı asılıyor ve bir iki üç diye yüksek sesle bağrışıp hastayı kaydırıyorsun. Yalnız kişi sayısı tek sayıda olması hastanın eksenini bozuyor, simetrik çekiştirilemiyor çünkü. Viking usulü ‘’Haydi yallah hop hop’’ diye de bağırılabilir bence! Hiç olmazsa sıkıntılı ortam sevimli hale gelir. Bu sayede anlamadığım konularda sürekli birilerine yardım ederken buluyorum kendimi.
Allahtan ne iş olsa yapabilme özelliğim var, çok şükür.
Hatta hastayı ambulansa yerleştirme işi bile zaman zaman ellerimizden öpebiliyor. O kadar ki ‘’Gideceğimiz adreste yardım edecek birileri olmazsa, hastayı hastaneye geri götürürüm’’ diye gözdağı veren ambulans şoförü bile olabiliyor. Garip bir girdaba girince hiçbir şeye itiraz edemiyor artık insan. Son nefesini veren kelebekler gibi çılgınca çırpınırken buluyor kendisini.
Mesela sonda boşaltabiliyor musunuz?
Serum bitti niye atladınız hemşireye haber vermeyi?
Enjektöre çekilmiş şurubu niye hastaya vermediğim bile sorgulandı. Enjektörde şurup hiç görmemiş olabilir miyim mesela?
Sonuç;
Bir sürü diplomalı işsizimiz var ama ara elemanlarımız yok!
Mecburen hasta yakınları da sağlık sektörünün gönülsüz ve kadrosuz neferleri olmak zorunda kalıyor.
***
O hastane senin bu hastane benim gezinirken, yolumuz şehir hastanesine de düştü sonunda.
Saatlerce onun tahlili bunun tomografisi, olmadı ilaçlısı derken gece yarısı oldu. Yer altındaki otoparkları sevmemekle birlikte mecburen aracı park etmiştim. Telaşıma rağmen güzelce de baktım, alfabenin hangi harfine park ettiğime. Bulduğum ilk asansöre atlayıp yeryüzüne çıktım ve acil servise ulaştım sonunda. Gece yarısına kadar hasta yakınına uygulanan her işlemde katkımız olarak geceyi tamamladık. Hatta bir ara güvenlik görevlisinden fırça bile yedim. Koridorları karıştırmışım. Görevli ‘’Hastanızın yanında kimse yok mu?’’ diye sordu. Ben de ‘’Yok, yanına gidiyorum’’ diye cevap verdim. Aman Allahım, görevli çok şaşırdı ve kızdı. Ben de ‘’Yanında fazla kalsak ona da kızıyorsunuz’’dedim. Cesarete bak! ‘’Hanımefendi çocuk yalnız bırakılır mı?’’dedi görevli. Hangi çocuk? ‘’Benim hasta kocaman’’ dedim. Meğer yanlışlıkla çocuk acile geçmişim. Çocuğuyla ilgilenmeyen anne fırçası yedikten sonra kocaman hastamı buldum.
Gece on ikiyi vurduğunda, hastamızı götürebileceğimi öğrendim.
Macera bundan sonra başladı zaten.
Asansöre binip otoparka inmek için hamle yaptım.
O da ne? Park ettiğim alan olan B1 katında otopark yazmıyordu.
Yorgunlukla ‘acaba karıştırdım mı, B2 miydi’ diye düşündüm. B2’ye indim. Loş ışıklar altında aracı koyduysan bul. ‘İnşallah gece on ikiyi geçtiği için araç balkabağı olmamıştır’ dedim. Ama park halinde balkabağı da yoktu!
Koca otoparkta bir sürü araç vardı ama hiçbiri benim değildi. Borulardan su sesi geliyor fon müziği olarak ve yalnızca benim ayak sesim.
Dört dönüyorum ama yok.
Arada bir olaya renk katmak için üst katlara çıkıp iniyorum. Bu sefer de farklı farklı alanlara çıkıyorum.
Korku filmi çekme düzeyindeyim artık.
Çok şükür bir görevliye rastladım ve B1 diye bir otopark katının var olduğunu ama teeee koridorun öbür ucundaki asansörle inebileceğimi öğrendim. Sonunda balkabağı olamamış aracı buldum.
Bu seferde otoparktan çıkış yolunu aramaya başladım.
İlginç bir şekilde B2 katına inip yeryüzüne çıktım.
Müsait bir zamandan toprağı öpeceğim, zira borcum var!
Bu olayı arkadaşlarıma anlattığımda hiç birisi gülmedi halime çünkü hepsi araçlarını kaybetmişti orada.
Ben onlara çok güldüm ama!
Siz siz olun, böyle otoparklara girerken yanınızda bir torba fasulye bulundurun, döke döke gidersiniz!
Dönüşte aracı bulmak kolay olur.
Yoksa benim gibi otoparktaki bütün araçların plakalarını ezberlersiniz.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
E. Gülhan AKBABA
Balkabağı saati
Bu aralar sağlık sektörünün hasta yakını ayağında sağlam bir nefer olma çabamı sürdürüyorum! Kâh hasta yakınının bitecek olan serumunu takipteyim, kâh kan alınınca bastırılan pamuğun parmak bekçisiyim.
Siren çala çala giden ambulansla seyahat işin diğer görev kısmı.
İlaç prospektüslerini hızlı okuma yarışması yapılsa, bu ara açık ara birinciyim diye düşünüyorum. Zira başucu kitabım halindeler.
Özel hastanelerde bile sedyedeki hasta, tomografi ya da MR masasına nasıl aktarılır, hepsinin inceliklerini öğrenmiş durumdayım. Bizim kuşak çarşaf katlamayı iyi bilir. Karşılıklı iki ucundan tutulur ve çapraz çekiştirilir. Bunun başka versiyonunu sedyeden hasta aktarımında uygulandığını gördüm.
Hastanın altındaki çarşafa üç dört kişi karşılıklı asılıyor ve bir iki üç diye yüksek sesle bağrışıp hastayı kaydırıyorsun. Yalnız kişi sayısı tek sayıda olması hastanın eksenini bozuyor, simetrik çekiştirilemiyor çünkü. Viking usulü ‘’Haydi yallah hop hop’’ diye de bağırılabilir bence! Hiç olmazsa sıkıntılı ortam sevimli hale gelir. Bu sayede anlamadığım konularda sürekli birilerine yardım ederken buluyorum kendimi.
Allahtan ne iş olsa yapabilme özelliğim var, çok şükür.
Hatta hastayı ambulansa yerleştirme işi bile zaman zaman ellerimizden öpebiliyor. O kadar ki ‘’Gideceğimiz adreste yardım edecek birileri olmazsa, hastayı hastaneye geri götürürüm’’ diye gözdağı veren ambulans şoförü bile olabiliyor. Garip bir girdaba girince hiçbir şeye itiraz edemiyor artık insan. Son nefesini veren kelebekler gibi çılgınca çırpınırken buluyor kendisini.
Mesela sonda boşaltabiliyor musunuz?
Serum bitti niye atladınız hemşireye haber vermeyi?
Enjektöre çekilmiş şurubu niye hastaya vermediğim bile sorgulandı. Enjektörde şurup hiç görmemiş olabilir miyim mesela?
Sonuç;
Bir sürü diplomalı işsizimiz var ama ara elemanlarımız yok!
Mecburen hasta yakınları da sağlık sektörünün gönülsüz ve kadrosuz neferleri olmak zorunda kalıyor.
***
O hastane senin bu hastane benim gezinirken, yolumuz şehir hastanesine de düştü sonunda.
Tecrübe edenlerden dinlediğim kadarıyla keşfedilmeyi bekleyen gizemli bir şatoydu benim için…
Sonunda muradıma erdim. Ama ne eriş!
Saatlerce onun tahlili bunun tomografisi, olmadı ilaçlısı derken gece yarısı oldu. Yer altındaki otoparkları sevmemekle birlikte mecburen aracı park etmiştim. Telaşıma rağmen güzelce de baktım, alfabenin hangi harfine park ettiğime. Bulduğum ilk asansöre atlayıp yeryüzüne çıktım ve acil servise ulaştım sonunda. Gece yarısına kadar hasta yakınına uygulanan her işlemde katkımız olarak geceyi tamamladık. Hatta bir ara güvenlik görevlisinden fırça bile yedim. Koridorları karıştırmışım. Görevli ‘’Hastanızın yanında kimse yok mu?’’ diye sordu. Ben de ‘’Yok, yanına gidiyorum’’ diye cevap verdim. Aman Allahım, görevli çok şaşırdı ve kızdı. Ben de ‘’Yanında fazla kalsak ona da kızıyorsunuz’’dedim. Cesarete bak! ‘’Hanımefendi çocuk yalnız bırakılır mı?’’dedi görevli. Hangi çocuk? ‘’Benim hasta kocaman’’ dedim. Meğer yanlışlıkla çocuk acile geçmişim. Çocuğuyla ilgilenmeyen anne fırçası yedikten sonra kocaman hastamı buldum.
Gece on ikiyi vurduğunda, hastamızı götürebileceğimi öğrendim.
Macera bundan sonra başladı zaten.
Asansöre binip otoparka inmek için hamle yaptım.
O da ne? Park ettiğim alan olan B1 katında otopark yazmıyordu.
Yorgunlukla ‘acaba karıştırdım mı, B2 miydi’ diye düşündüm. B2’ye indim. Loş ışıklar altında aracı koyduysan bul. ‘İnşallah gece on ikiyi geçtiği için araç balkabağı olmamıştır’ dedim. Ama park halinde balkabağı da yoktu!
Koca otoparkta bir sürü araç vardı ama hiçbiri benim değildi. Borulardan su sesi geliyor fon müziği olarak ve yalnızca benim ayak sesim.
Dört dönüyorum ama yok.
Arada bir olaya renk katmak için üst katlara çıkıp iniyorum. Bu sefer de farklı farklı alanlara çıkıyorum.
Korku filmi çekme düzeyindeyim artık.
Çok şükür bir görevliye rastladım ve B1 diye bir otopark katının var olduğunu ama teeee koridorun öbür ucundaki asansörle inebileceğimi öğrendim. Sonunda balkabağı olamamış aracı buldum.
Bu seferde otoparktan çıkış yolunu aramaya başladım.
İlginç bir şekilde B2 katına inip yeryüzüne çıktım.
Müsait bir zamandan toprağı öpeceğim, zira borcum var!
Bu olayı arkadaşlarıma anlattığımda hiç birisi gülmedi halime çünkü hepsi araçlarını kaybetmişti orada.
Ben onlara çok güldüm ama!
Siz siz olun, böyle otoparklara girerken yanınızda bir torba fasulye bulundurun, döke döke gidersiniz!
Dönüşte aracı bulmak kolay olur.
Yoksa benim gibi otoparktaki bütün araçların plakalarını ezberlersiniz.