SON DAKİKA
Hava Durumu

Son mülk…

Yazının Giriş Tarihi: 17.02.2025 15:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.02.2025 16:02

Sus pus oturuyoruz bir evin önünde.

Derin bir keder var. Hava ölümün bilinmez denklemi kokuyor. “Giden gittiğiyle kalıyor, olan geride kalana oluyor” deniyor.

Bu durumda, giden gitmeyi mi tercih ediyor yoksa yeni hikayelere mi yelken açıyor, bilinmez.

Hiç kimse bir şey bilmiyor ama herkes ölümden çok korkuyor! Ölene üzülüyor ama kendisi bu sefer tercih edilmediği için sırasını savdığını düşünüyor!

Cenaze evinde ocakta sürekli çay kaynıyor. Ölümün kıyısından dönülememiş, niye gelene gidene ikram yapılıyor, bunu anlamak mümkün değil. Yakınlarını kaybeden ailede, kimsenin eli kolu kalkmayacağı için yemek yapılıp götürülüyor ama çay ocağı gibi çalışan bir mutfak kimseye garip gelmiyor. Gelenler saatlerce oturuyor. Bir gelen bir kaç kere daha geliyor. Yeni gelenleri gördükleri halde, oturacak yer kalmadığını bile bile halının üzerinde oturuyorlar.

Kadınlar ayrı bir odada kafaları yerde halının motiflerini ezberliyor, erkekler diğer odada milli sporumuz olan telefonlarını kurcalama etkinliğinde bulunuyor. Ortak noktaları; Kafalar eğik. Bir misafir ayaklandığında diğerleri de gider ben de biraz dinlenirim umudu hızla çürüyor. Çünkü bir sürü kişi bir kişiyi uğurlamak için yerinden kalkıyor, sonra son sürat koşup yerlerine oturuyorlar.

Mutfakta yüzlerce bardak yıkanıyor ve kurulanıyor. Artık olan biten sorgulanmıyor, zira mantık rafa kalkmış durumda. “Gelenlere kola, gazoz ikram etsek” diye öneriyorum. Sürekli bulaşık yıkamaktan bitap düşmüşlerde kısa süreli sevinç dalgalanması yaşanıyor. Sevindikleri için de tedirgin oluyorlar önce. Çünkü öyle öğrenmişler. Ama bardak yıkamaktan tükenmiş bir grup yine de seviniyor. Bir süre nefes alıyorlar en azından.

Ölen kişinin eşyalarını toplamak en zor iş. İster istemez kıyafetler içinde hayal ediliyor. Bir çift ayakkabı kapının önünde. Sessizce bakıyorsun ayakkabılara. ‘Kim bilir ne kadar beğenerek almıştı’ diye düşünüyorsun.

Sonra? Sonrası bu kadar işte.

Dönüp önüne, oturduğun eve bakıyorsun. Senelerce orası aktı, burası koktu diye uğraşılan evin ıssızlığına şaşırıyorsun. Fizyolojik olarak kalabalık ama bir tarafı eksilmiş ev hüzünlü gözüküyor insana. Belki bütün hayatını adadığın, sahip olabilmek için ne fedakarlıklar yaptığın ev öylece duruyor ama sen yoksun! Üstelik sana ait anahtarlar portmantoda asılı duruyor pırıl pırıl. Ömrünü vakfettiğin evden geçtim, anahtarların bile yok yanında. Her şeyi bırakıp beş metre bezle gidiyorsun bu dünyadan.

Onca sene uğruna savaş verdiği şeyler insanın gözünün önünden geçiyor mudur acaba? İnşallah olmuyordur böyle bir şey.

Bir sürü itiş kakış, sonunda elde var sıfır. “Bu ayakkabıyı çok beğendim, inşallah kimse almaz: yok şu kazak umarım başkasına yakışmaz…” Sonra bir anahtarı bile çok görsünler sana! Üzerine serpilen iki kürek toprak ve birkaç dua. Ne dönebileceğin bir evin ne de giyebileceğin bir kıyafetin var bundan sonra.

Bütün masalların sonu böyle bitiyor.

Hadi şimdi çıkın sokağa ve kaldığınız yerden devam edin kavgaya gürültüye. Daha çok malınız, daha çok mülkünüz olsun. Yüzlerce kıyafete ne dersiniz? Herkesin gözünü oyun, ayağına basın. Hatta çekin saçlarını, iyice canları yansın. Mutlu oldunuz mu?

Ölünce yanında hiçbir şey götüremeyeceğini bilen insanoğlunun bu haliyle bile baş etmek zorken, bir de anahtarları yanımızda götürebilsek ne olurdu kim bilir?

Düşünmek bile istemiyorum. Çünkü evren merak ettiğim her şeyi misli misli gösterdi bana bugüne kadar.

Sonuç; son evin iki metre çukur ve tapun değişmiyor. Yanına yörene kimse gömülmezse sadece sana ait son mülkün bu. Üstelik çatısı akmıyor, su borusu patlamıyor. Güle güle oturun!

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.