14. yüzyılın önemli düşünürlerinden "İbn Haldun", meşhur "Mukaddime" isimli eserinde; "Devletlerin de tıpkı insanoğlu gibi doğup, büyüyüp, gelişip ve en nihayetinde öleceğini" savunuyor.
Cemil Meriç'in "Şarkın semasından kayan yıldız" olarak tanımladığı İbn Haldun'un eserinde dikkate alması gereken iki önemli teori bulunuyor.
İlki Asabiye (dayanışma ruhu) Teorisi,
İkincisi Tavırlar (Çöküş) Teorisi...
***
Özetleyecek olursam Asabiye Teorisi:
Devletler bir "asabiye" yani "dayanışma gücü" veya "bağlayıcı güç" üzere kurulur. Asabiye bir toplumun çimentosudur. Toplumu iradi olarak bir arada tutan enerjidir. Genel olarak devletlerin kuruluşunda aynı dili konuşan, aynı etnik kökten gelen ve aynı dine inanan homojen yapının oluşturduğu dayanışma gücüne "soy veya nesepasabiyesi" denir.
Ancak soy birliği, kuruluşta din asabiyesinden önce gelir. Lakin din birliği de soy asabiyesinin şartıdır.
Devlet coğrafi olarak büyümeye başladığı andan itibaren de dayanışma gücü, soy asabiyesinden sebep asabiyesine evrilir.
Bu evrede; farklı coğrafyalardan, farklı etnik kök ve dinlerden insanların da toplumun bir parçası olduğu devlette, "sadakat ve aidiyet ruhu" ön plana çıkar.
Bu dönemde geri planda kalan/horlanan "kurucu soyun" dışında, diğer etnik kök ve dinlerden gelenler, zamanla önemli makamlara atanır, devlet ve ordu yönetiminde söz sahibi olurlar.
İşte bu süreçte devlet politikalarının temelini; aidiyet duygularını pekiştirmek adına toplumun "hürriyet, adâlet, emniyet ve mülkiyet" başlıklarındaki beklentilerini karşılamak oluşturur.
Elbette ki buradaki mülkiyetten kasıt, dünyalık mülkiyettir. Yani siyasi mülkiyet değildir. Çünkü siyasi mülkiyet, mutlak suretle kurucu soya aittir.
***
Bugün dünyanın "sosyolojinin babası" olarak kabul ettiği İbn Haldun'un eserinde yer verdiği bir başka önemli konu ise Tavırlar Teorisi’dir.
Devletlerin çöküşe giden sürecini izah ettiği Tavırlar Teorisi, Kuruluş Dönemi (birinci tavır), Güçlenme Dönemi (ikinci tavır), Gelişme-Yükselme Dönemi (üçüncü tavır), Duraklama Dönemi (dördüncü tavır) ve Çöküş Dönemi (beşinci tavır) olmak üzere 5 aşamadan oluşuyor...
Çağların değişmesiyle birlikte devletlerin, dolayısıyla milletlerin "adet ve dindarlıkları başta olmak üzere toplumsal hayata dair bütün özelliklerinin","halden hale intikal ettiğini" savunan İbn Haldun, bu değişimde hükümdar, devlet yöneticileri ve ilim insanlarının "öncü rol oynadığına" dikkat çekiyor.
İnsanoğlunun fıtratından var olan "kıyas ve taklit" huyuna işaret eden İbn Haldun, "Sultan ve devlet idarecilerinin halinin aslında o toplumun aynası" olduğunun altını çiziyor ve teorisindeki 5 aşamada devletlerin öne çıkan karakterlerini şu şekilde sıralıyor:
Kuruluş dönemi; zafer, başarı, galibiyet ve fetih-istila,
Güçlenme dönemi; tek adam yönetimi, kurucu soy asabiyesinin dışlanması, Gelişme/yükselme dönemi; işten çekilme-geri durma(ferağ) ve rahatlık, Duraklama dönemi; hoşgörü ve barış,
Ve son aşama olan çöküş dönemi; israf-ihtiyarlık...
***
Teorinin bu hali "bizden bir örnek olarak", tam 6 asır yaşayan Osmanlı Devleti'ni akıllara getirdiği gibi, İbn Haldun “Tavırlar Nazariyesi”ndeki en önemli vurgusu şöyle:
(Bir ülkede) Çöküşe dair ilk belirtiler, devletin zirveye çıkmaya başladığı ikinci tavırda, yani güçlenme döneminde ortaya çıkar. Hükümdar, devleti kuran soy asabiyesini çevresinden uzaklaştırıp, kendi soyundan ve nesebinden olmayanlara vezirlik, komutanlık ve vergi toplama gibi önemli görevler verir ki bu kişiler bir nevi "egemenin bekçiliğini" ücret karşılığı yapar ve alacağı ödüllere bakar.
Haliyle kurucu soy da devlete ve hükümdara düşman haline gelir.
Bu durum devletin artık hastalandığı ve yıkılma sürecine girdiğinin ilk işaretidir.
İbn Haldun'un çöküş evresine saptamaları ise oldukça ilginç.
Son dönemde; devlete bir ihtiyarlık tabiatının hâkim olduğuna işaret eden İbn Haldun, öncelikle asabiyenin yani dayanışma gücünün bozulduğuna, servetin çarçur edildiğine, dinin temel renginden uzaklaştığına, toplumun ahlaki değerlerini yitirdiğine, vergilerin aşırı ölçüde artırdığına, adalet duygusunun yitirildiğine vurgu yapıp, devletin artık kolay kolay kurtulamayacağı veya şifa bulamayacağı müzmin bir hastalığın kuşatmasında yıkılacağına değiniyor.
***
Devletlere 120 yıl ömür biçen İbn Haldun, tavırlar teorisini; ayrı ayrı örgütlenme modeli olan iki başlıkla ele alıyor:
“Bedavet ve Hadaret” şeklinde!
Devletlerin kuruluş aşamasında, genel olarak kırsalda yaşayan ve sade bir hayat tarzı süren "Türkler gibi" kavimlerin "bencillik veya bireysellik yerine birlikte hareket etme, öz kültüre bağlı kalma, üretimin içinde olma ve canı pahasına kamusal hedeflere yoğunlaşma" karakteri taşıdığına vurgu yapan İbn Haldun, bu örgütlenme modelini "Bedavet" olarak isimlendiriyor.
Devlet geliştikçe toplumun zamanla kök kültürden uzaklaşıp (yabancılaşma), şehirleri mesken tuttuğunu vurgulayan İbn Haldun, bu yaşam tarzında refahın getirdiği birtakım adetlerle "toplumun dünya zevklerine ve menfaatlerine kendilerini kaptırdığını, lükse yöneldiğini, bireysel çıkarların ön plana geçtiğini" vurguluyor.
Bu yaşam tarzını "Hadaret" olarak isimlendiren İbn Haldun, özetle bu evrede toplumun "fiziki, ahlaki ve dini manada bozulduğuna, hatta bu halleriyle insanların hayvandan farksız hale geldiğine ve de bunun ağır bir bedeli olacağına” dikkat çekiyor. En nihayetinde İbn Haldun, devleti ihtiyarlık ve zafiyetin yakaladığı döneme dair şu değerlendirmeyi yapıyor:
"...Merkez (devletin başkenti) kendisinden ‘ruhun ve canın’ çevreye yayıldığı kalp gibidir. Kalp mağlup edilir ve ona malik olunursa bütün çevre ve uç noktalar hezimete uğrar..."
***
Yukarıda iki teoriye bizden bir örnek olarak "Osmanlı"yı vermiştim. Peki, bu satırları okurken 102 yaşındaki devletimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin durumu aklınıza geldi mi?
"Acaba biz hangi evredeyiz?" diye soralım ve yorumu size bıraktıktan sonra
Osmanlı’nın son 4 asrında geri plana itilen-horlanan "kurucu soyu" toparlayıp, büyük bir mücadeleyle ismi Türk, rengi Türk, bayrağı Türk, dili Türk; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, siyasi mülküyle birlikte gerçek sahiplerine teslim edenleri bir kez daha saygı ve rahmetle analım.
Neoliberal merkezlerin kayığına binip, memlekette özellikle son 40 yılda bilerek veya bilmeyerek Hadaret Modeli yaşam tarzının önünü açanlara da şu hatırlatmayı yapalım:
Gerçekleri her ne kadar çarpıtsanız da "Bozuk kalpleri ile devletin kalbini bozmayı meslek edinenleri” tarihin nasıl andığını sakın aklınızdan çıkarmayın!
***
Kaynak:
Prof. Dr. Süleyman Uludağ- Mukaddime İbni Haldun-Dergâh Yayınları 2018
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
Acaba hangi evredeyiz?
14. yüzyılın önemli düşünürlerinden "İbn Haldun", meşhur "Mukaddime" isimli eserinde; "Devletlerin de tıpkı insanoğlu gibi doğup, büyüyüp, gelişip ve en nihayetinde öleceğini" savunuyor.
Cemil Meriç'in "Şarkın semasından kayan yıldız" olarak tanımladığı İbn Haldun'un eserinde dikkate alması gereken iki önemli teori bulunuyor.
İlki Asabiye (dayanışma ruhu) Teorisi,
İkincisi Tavırlar (Çöküş) Teorisi...
***
Özetleyecek olursam Asabiye Teorisi:
Devletler bir "asabiye" yani "dayanışma gücü" veya "bağlayıcı güç" üzere kurulur. Asabiye bir toplumun çimentosudur. Toplumu iradi olarak bir arada tutan enerjidir. Genel olarak devletlerin kuruluşunda aynı dili konuşan, aynı etnik kökten gelen ve aynı dine inanan homojen yapının oluşturduğu dayanışma gücüne "soy veya nesep asabiyesi" denir.
Ancak soy birliği, kuruluşta din asabiyesinden önce gelir. Lakin din birliği de soy asabiyesinin şartıdır.
Devlet coğrafi olarak büyümeye başladığı andan itibaren de dayanışma gücü, soy asabiyesinden sebep asabiyesine evrilir.
Bu evrede; farklı coğrafyalardan, farklı etnik kök ve dinlerden insanların da toplumun bir parçası olduğu devlette, "sadakat ve aidiyet ruhu" ön plana çıkar.
Bu dönemde geri planda kalan/horlanan "kurucu soyun" dışında, diğer etnik kök ve dinlerden gelenler, zamanla önemli makamlara atanır, devlet ve ordu yönetiminde söz sahibi olurlar.
İşte bu süreçte devlet politikalarının temelini; aidiyet duygularını pekiştirmek adına toplumun "hürriyet, adâlet, emniyet ve mülkiyet" başlıklarındaki beklentilerini karşılamak oluşturur.
Elbette ki buradaki mülkiyetten kasıt, dünyalık mülkiyettir. Yani siyasi mülkiyet değildir. Çünkü siyasi mülkiyet, mutlak suretle kurucu soya aittir.
***
Bugün dünyanın "sosyolojinin babası" olarak kabul ettiği İbn Haldun'un eserinde yer verdiği bir başka önemli konu ise Tavırlar Teorisi’dir.
Devletlerin çöküşe giden sürecini izah ettiği Tavırlar Teorisi, Kuruluş Dönemi (birinci tavır), Güçlenme Dönemi (ikinci tavır), Gelişme-Yükselme Dönemi (üçüncü tavır), Duraklama Dönemi (dördüncü tavır) ve Çöküş Dönemi (beşinci tavır) olmak üzere 5 aşamadan oluşuyor...
Çağların değişmesiyle birlikte devletlerin, dolayısıyla milletlerin "adet ve dindarlıkları başta olmak üzere toplumsal hayata dair bütün özelliklerinin", "halden hale intikal ettiğini" savunan İbn Haldun, bu değişimde hükümdar, devlet yöneticileri ve ilim insanlarının "öncü rol oynadığına" dikkat çekiyor.
İnsanoğlunun fıtratından var olan "kıyas ve taklit" huyuna işaret eden İbn Haldun, "Sultan ve devlet idarecilerinin halinin aslında o toplumun aynası" olduğunun altını çiziyor ve teorisindeki 5 aşamada devletlerin öne çıkan karakterlerini şu şekilde sıralıyor:
Kuruluş dönemi; zafer, başarı, galibiyet ve fetih-istila,
Güçlenme dönemi; tek adam yönetimi, kurucu soy asabiyesinin dışlanması, Gelişme/yükselme dönemi; işten çekilme-geri durma(ferağ) ve rahatlık, Duraklama dönemi; hoşgörü ve barış,
Ve son aşama olan çöküş dönemi; israf-ihtiyarlık...
***
Teorinin bu hali "bizden bir örnek olarak", tam 6 asır yaşayan Osmanlı Devleti'ni akıllara getirdiği gibi, İbn Haldun “Tavırlar Nazariyesi”ndeki en önemli vurgusu şöyle:
(Bir ülkede) Çöküşe dair ilk belirtiler, devletin zirveye çıkmaya başladığı ikinci tavırda, yani güçlenme döneminde ortaya çıkar. Hükümdar, devleti kuran soy asabiyesini çevresinden uzaklaştırıp, kendi soyundan ve nesebinden olmayanlara vezirlik, komutanlık ve vergi toplama gibi önemli görevler verir ki bu kişiler bir nevi "egemenin bekçiliğini" ücret karşılığı yapar ve alacağı ödüllere bakar.
Haliyle kurucu soy da devlete ve hükümdara düşman haline gelir.
Bu durum devletin artık hastalandığı ve yıkılma sürecine girdiğinin ilk işaretidir.
İbn Haldun'un çöküş evresine saptamaları ise oldukça ilginç.
Son dönemde; devlete bir ihtiyarlık tabiatının hâkim olduğuna işaret eden İbn Haldun, öncelikle asabiyenin yani dayanışma gücünün bozulduğuna, servetin çarçur edildiğine, dinin temel renginden uzaklaştığına, toplumun ahlaki değerlerini yitirdiğine, vergilerin aşırı ölçüde artırdığına, adalet duygusunun yitirildiğine vurgu yapıp, devletin artık kolay kolay kurtulamayacağı veya şifa bulamayacağı müzmin bir hastalığın kuşatmasında yıkılacağına değiniyor.
***
Devletlere 120 yıl ömür biçen İbn Haldun, tavırlar teorisini; ayrı ayrı örgütlenme modeli olan iki başlıkla ele alıyor:
“Bedavet ve Hadaret” şeklinde!
Devletlerin kuruluş aşamasında, genel olarak kırsalda yaşayan ve sade bir hayat tarzı süren "Türkler gibi" kavimlerin "bencillik veya bireysellik yerine birlikte hareket etme, öz kültüre bağlı kalma, üretimin içinde olma ve canı pahasına kamusal hedeflere yoğunlaşma" karakteri taşıdığına vurgu yapan İbn Haldun, bu örgütlenme modelini "Bedavet" olarak isimlendiriyor.
Devlet geliştikçe toplumun zamanla kök kültürden uzaklaşıp (yabancılaşma), şehirleri mesken tuttuğunu vurgulayan İbn Haldun, bu yaşam tarzında refahın getirdiği birtakım adetlerle "toplumun dünya zevklerine ve menfaatlerine kendilerini kaptırdığını, lükse yöneldiğini, bireysel çıkarların ön plana geçtiğini" vurguluyor.
Bu yaşam tarzını "Hadaret" olarak isimlendiren İbn Haldun, özetle bu evrede toplumun "fiziki, ahlaki ve dini manada bozulduğuna, hatta bu halleriyle insanların hayvandan farksız hale geldiğine ve de bunun ağır bir bedeli olacağına” dikkat çekiyor. En nihayetinde İbn Haldun, devleti ihtiyarlık ve zafiyetin yakaladığı döneme dair şu değerlendirmeyi yapıyor:
"...Merkez (devletin başkenti) kendisinden ‘ruhun ve canın’ çevreye yayıldığı kalp gibidir. Kalp mağlup edilir ve ona malik olunursa bütün çevre ve uç noktalar hezimete uğrar..."
***
Yukarıda iki teoriye bizden bir örnek olarak "Osmanlı"yı vermiştim. Peki, bu satırları okurken 102 yaşındaki devletimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin durumu aklınıza geldi mi?
"Acaba biz hangi evredeyiz?" diye soralım ve yorumu size bıraktıktan sonra
Osmanlı’nın son 4 asrında geri plana itilen-horlanan "kurucu soyu" toparlayıp, büyük bir mücadeleyle ismi Türk, rengi Türk, bayrağı Türk, dili Türk; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, siyasi mülküyle birlikte gerçek sahiplerine teslim edenleri bir kez daha saygı ve rahmetle analım.
Neoliberal merkezlerin kayığına binip, memlekette özellikle son 40 yılda bilerek veya bilmeyerek Hadaret Modeli yaşam tarzının önünü açanlara da şu hatırlatmayı yapalım:
Gerçekleri her ne kadar çarpıtsanız da "Bozuk kalpleri ile devletin kalbini bozmayı meslek edinenleri” tarihin nasıl andığını sakın aklınızdan çıkarmayın!
***
Kaynak:
Prof. Dr. Süleyman Uludağ- Mukaddime İbni Haldun-Dergâh Yayınları 2018