Nokta!

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki!

İnsanlar artık bilgiye göre değil, kanaate göre hareket ediyor/yönlendiriliyor.

Birey artık okuyarak veya sorgulayarak değil; küresel, çok merkezli, sayısız iletişim/haber merkezlerinden takip ettiği yerli/yabancı siyasi parti, kuruluş, cemaat, vakıf veya dernek temsilcilerinin ağzından çıkan cümleleri tasdik edip, kendi düşüncesiymiş gibi paylaşıyor.

Paylaşıyor paylaşmasına da bu kez Türkiye’de olduğu gibi ortaya “Post-truth” denilen, bizde de “hakikatin örtülmesi veya yalanın siyaseti” şeklinde meali yapılan bir durum ortaya çıkıyor.

***

Peki hakikat nasıl örtülür, yalanın siyaseti nasıl yapılır?

Bir örnekle anlatacak olursam;

Malum 1940’lı yıllardan itibaren “Millet İradesi” kavramı Türk siyasetinin en sihirli, en etkili argümanı olarak kullanılmaya başlandı.

"Halkın 'anayasal çerçevede' faaliyet gösteren siyasi partilerden birine veya birkaçına, seçimle devlete hükümet etme yetkisi vermesi” olarak tanımlayabileceğimiz “Millet İradesi” parlatıldıkça parlatıldı, aslolan kavram; yani "Milli İrade" gerçeğinin üstü örtüldü/unutturuldu.

Bu durum “sinsi bir tezgâh” olarak değerlendirilebilir mi bilmiyorum ama sonuçta bugün Türkiye’de devletle millet arasındaki ahenk bozuldu.

Birey kimliğinden, toplum ise devletimizin kuruluş değerlerinden uzaklaştırıldı.

Tam da burada “Ne fark eder millet veya milli irade, aynı şey değil mi?” diye sorabilirsiniz.

Tabi ki aynı şey değil!

Türkiye Cumhuriyeti’nde "Milli İrade" demek; “fabrika ayarları” demektir, “kurucu felsefe” demektir.

Kaldı ki bu irade Anayasası'nın ilk 4 maddesiyle açık bir şekilde ifade edilmiştir. Devletin şekli, Cumhuriyetin nitelikleri, Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti gibi bu hükümlerin değiştirilemeyeceği, hatta değiştirilmesinin bile teklif edilemeyeceğine vurgu yapılmıştır.

***

Elbette ki vatandaş bu farkı bilmeyebilir?

Sorun; başka coğrafyaları vatan edinenlerin, pusulaları milli olmayanların milli iradeyi istismarından başka bir şey değildir…

Bakın bugünün Türkiye’sine;   

"Majestelerinin Türkiye temsilcileri,

Amerika'nın Ankara'daki adamı olanlar,

Ruhunda mandacılığı öldüremeyenler dünden bugüne yaptıkları gibi çeşit çeşit algı operasyonlarıyla millet iradesini federasyonculuğa razı etmek amacıyla milli iradeye operasyon çekmeye devam etmektedir.

Amerikan, İngiliz ve Alman Büyükelçiliklerden çıkmayıp, her türlü kılığa girebilenlerin bu kurgusu tanıdıktır.  

Niyet ortadır:

"Çukur siyaseti ve temsilcileri" milletiyle yapışık olan devlet aklını ve de şehit kanlarıyla sulanan vatanı kirletmenin derdindedir...

Hileyle, iftirayla, yalanlarla bezenmiş politik manevraların ve operasyonların sahibi, çıplak gözümüzle sadece "örtülü gövdelerini" görebildiğimiz küresel tetikçiler ile bilinçli bir tahribatın neferi olmaktan her dönem gurur duyan ve her kaba girebilen yazar-çizer takımı yine sahnededir.

***

İnanıyorum ki;

Şartlar ne olursa olsun, kalitesi ve kapasitesi tartışmalı, milli ve manevi değerler konusunda zihinleri kirli, Türk ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne nefret ve kini bir meziyet sanan bu hastalıklı ruhların hakikati ötekileştirme çabaları hüsranla sonuçlanacaktır.

Bu toprakların şeref nişanesi, varlık-birlik yemini ve kutlu parolasının “Ne Mutlu Türküm Diyene" olduğunu unutanlar bir gün mutlaka ama mutlaka yaptıklarının hesabını verecektir.

***

Dip not:

Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde ajanslara şöyle bir haber düştü:

Yunanistan'la yaşanan gerginlik devam ederken, MİT dikkat çeken bir operasyona imza attı. TSK'ya yönelik bilgileri, Yunan istihbaratına aktardığı belirlenen Yunan vatandaşı, düzenlenen operasyonla yakalandı.

“Demek ki işin bir de bizden gibi gözüküp aramızda dolaşanlar tarafı varmış!” notunu düşelim ve bu yazıya noktayı koyalım.

Nokta.