İbn Haldun’un meşhur eseri Mukaddime’de toplumsal örgütlenme modelini “Tavırlar Teorisi” başlığıyla ele aldığı bölümü, imkân olsa da 40 yaş altı herkese okutabilsek, öğretebilsek… (Gerçi bizim gibi 40 yaş üstü olanlar neyi kadar biliyor o ayrı bir konu!)
***
Teorisini Bedavet ve Hadaret Modeli olarak iki başlıkta anlatıyor İbn Haldun...
Devletlerin kuruluş aşamasında "kök kültürleri yarı konargöçer olan Türkler gibi" milletlerin “sade bir hayat tarzı sürdüğünü, kanaatkâr bir karakterlerinin olduğunu, bencillik veya bireysellik yerine birlikte hareket etme ve canı pahasına kamusal hedeflere yoğunlaştığını, yardımlaşma ve üretimin temel değer olduğunu, kültür, devlet ve millete bağlılık duygusunun en üst düzeyde olduğunu" vurgulayan İbn Haldun bu örgütlenme tarzını "Bedavet Modeli" olarak isimlendiriyor.
***
Devlet geliştikçe toplumun zamanla “kök kültürden uzaklaşıp, şehirleri mesken tuttuğunu” vurgulayan İbn Haldun, bu yaşam tarzında refahın getirdiği birtakım adetlerle -ki bugün buraya teknolojik gelişmeleri de eklemek zorundayız-"toplumun dünya zevklerine ve menfaatlerine kendilerini kaptırdığını, lükse yöneldiğini, çekirdek aile yapısının bozulduğunu, bencillik ve bireysel çıkarların ön plana geçtiğini" vurguluyor. Bu yaşam modelini ise "Hadaret" olarak isimlendiren İbn Haldun, söz konusu evrede toplumun "fiziki, ahlaki ve dini manada bozulduğunu, hatta bu halleriyle insanların hayvandan farksız hale geldiğini ve de bunun ağır bir bedelinin olacağına" dikkat çekiyor ve ekliyor:
Bu tablo devleti yıkıma götürür…
Hadaret tarzı yaşamın yaygınlaştığında; devleti ihtiyarlık ve zafiyetin yakaladığına değinen İbn Haldun, şu saptamayı yapıyor:
"...Merkez (devletin başkenti) kendisinden ruhun ve canın çevreye yayıldığı kalp gibidir. Kalp mağlup edilir ve ona malik olunursa bütün çevre ve uç noktalar hezimete uğrar..."
***
Bu arada değinmemde yarar var:
Sosyolojinin babası İbn Haldun, iktisadi açıdan da toplumun Bedavet kesiminin tarımsal, hayvansal ve el sanatları alanındaki üretim fazlasının, Hadaret yani kent yaşamında ticaretinin temelini oluşturduğunu da vurguluyor.
***
Evet yıl 1927…
Türkiye’nin nüfusu 13 milyon 648 bin 270… Nüfusun yüzde 75,8 kırsalda, 24,2’si şehirde ikamet ediyor.
Yıl 2022…
Türkiye’nin nüfusu 83 milyon 614 bin… Kent merkezlerinde yaşayanların oranı yüzde 93, köylerde yaşayanların oranı yüzde 7…
***
Peki ne oldu Türkiye’de?
Hadi birlikte sorgulayalım…
Milli birliğimizi, kimliğimizi ve milli şuurumuzu yitirdik mi?
Dünya zevklerine ve menfaatlerine kendimizi kaptırdık mı, lükse yöneldik mi?
Çekirdek aile yapısının yok ettik mi, kamusal menfaatler yerine bireysel çıkarlarımızı önceledik mi?
Fiziki, ahlaki ve dini manada bozulduk mu?
Gözünüzün önüne kadın cinayetlerini, cinsel istismar vakalarını getirin hayvandan farkı olmayanlar aramızda dolaşıyor mu?
Biri çıksın bu suallere “hayır” desin!
***
Gerçekten biz ne üretiyoruz artık?
Hak ettiğimiz evlerde mi oturuyoruz, hak ettiğimiz otomobilleri mi kullanıyoruz?
Yahu ne yapıyoruz biz?
Kırsal kesimdeki üretim durunca, oturduğumuz şehirlerde birbirimizi yiyor, paradan para kazanmaya çalışıyoruz. Faizle, borsayla, dolarla yatıp, altınla kalkıyor, indi çıktı oynuyoruz…
***
Afgan, Afrikalı, Pakistanlı ve Suriyeli ile sessiz bir istila planı tıkır tıkır işliyorken, “metaverse” yani “sanal evren” dedikleri şeytani aklın ürünü dünyayla flört ediyoruz. Daha dün bir haber okudum:
Gerçek dünyayı sanal hale getiren Metaverse’de Türkiye büyük ilgi görüyor. Özellikle de İstanbul, Türkiye'de satılan tüm sanal parsellerin yarısını kapsıyor.
Bir başka haber de şu bilgiyi veriyor:
Şeytani aklın mucitleri dünya genelinde Türkiye de dahil birçok bölgeden tarım arazisi satın alıyor.
Evet anlaşılan o ki dün eline İncil verdikleri Afrikalı’nın altındaki toprağı alanlar, bugün bizim elimize bilgisayar tabletleri, mobil telefonları tutuşturmuşlar, altımızı oyuyorlar farkında bile değiliz…
***
Yazıyı bitirirken ne ilginçtir ki radyoda Grup Ayna’dan, “Beni Köyümün Yağmurlarında Yıkasınlar” şarkısı çalıyordu…
Böyle giderse bu memlekette ne köy ne de yıkanacak yağmur ne de çayırlarına düşen çiğleri göreceğiz…
A benim ruhumun teri memleketim!
Biliyor musun bizi bu hale getirenlerin ölüm hesabı, sanal alemde yaşayanların da mezarlık derdi yok…
Yük yine senin sırtına binecek haberin olsun.
İster kabul edersin ister etmezsin!
***
Dipnot:
Ruhu şad olsun Durmuş Hocaoğlu derdi ki:
Bu memlekette İbn Haldun’un Mukaddimesi’ni okumayanların devleti yönetmesine izin vermeyeceksin…
Bu arada biliyor musunuz?
İbn Haldun’un hadaret tarzı yaşamı benimseyen devletlere biçtiği ömür en fazla 120 yıl…
Yazmaz bunları sanal evren haberiniz olsun!
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
Ruhumun teri memleketim!
İbn Haldun’un meşhur eseri Mukaddime’de toplumsal örgütlenme modelini “Tavırlar Teorisi” başlığıyla ele aldığı bölümü, imkân olsa da 40 yaş altı herkese okutabilsek, öğretebilsek… (Gerçi bizim gibi 40 yaş üstü olanlar neyi kadar biliyor o ayrı bir konu!)
***
Teorisini Bedavet ve Hadaret Modeli olarak iki başlıkta anlatıyor İbn Haldun...
Devletlerin kuruluş aşamasında "kök kültürleri yarı konargöçer olan Türkler gibi" milletlerin “sade bir hayat tarzı sürdüğünü, kanaatkâr bir karakterlerinin olduğunu, bencillik veya bireysellik yerine birlikte hareket etme ve canı pahasına kamusal hedeflere yoğunlaştığını, yardımlaşma ve üretimin temel değer olduğunu, kültür, devlet ve millete bağlılık duygusunun en üst düzeyde olduğunu" vurgulayan İbn Haldun bu örgütlenme tarzını "Bedavet Modeli" olarak isimlendiriyor.
***
Devlet geliştikçe toplumun zamanla “kök kültürden uzaklaşıp, şehirleri mesken tuttuğunu” vurgulayan İbn Haldun, bu yaşam tarzında refahın getirdiği birtakım adetlerle -ki bugün buraya teknolojik gelişmeleri de eklemek zorundayız- "toplumun dünya zevklerine ve menfaatlerine kendilerini kaptırdığını, lükse yöneldiğini, çekirdek aile yapısının bozulduğunu, bencillik ve bireysel çıkarların ön plana geçtiğini" vurguluyor. Bu yaşam modelini ise "Hadaret" olarak isimlendiren İbn Haldun, söz konusu evrede toplumun "fiziki, ahlaki ve dini manada bozulduğunu, hatta bu halleriyle insanların hayvandan farksız hale geldiğini ve de bunun ağır bir bedelinin olacağına" dikkat çekiyor ve ekliyor:
Bu tablo devleti yıkıma götürür…
Hadaret tarzı yaşamın yaygınlaştığında; devleti ihtiyarlık ve zafiyetin yakaladığına değinen İbn Haldun, şu saptamayı yapıyor:
"...Merkez (devletin başkenti) kendisinden ruhun ve canın çevreye yayıldığı kalp gibidir. Kalp mağlup edilir ve ona malik olunursa bütün çevre ve uç noktalar hezimete uğrar..."
***
Bu arada değinmemde yarar var:
Sosyolojinin babası İbn Haldun, iktisadi açıdan da toplumun Bedavet kesiminin tarımsal, hayvansal ve el sanatları alanındaki üretim fazlasının, Hadaret yani kent yaşamında ticaretinin temelini oluşturduğunu da vurguluyor.
***
Evet yıl 1927…
Türkiye’nin nüfusu 13 milyon 648 bin 270… Nüfusun yüzde 75,8 kırsalda, 24,2’si şehirde ikamet ediyor.
Yıl 2022…
Türkiye’nin nüfusu 83 milyon 614 bin… Kent merkezlerinde yaşayanların oranı yüzde 93, köylerde yaşayanların oranı yüzde 7…
***
Peki ne oldu Türkiye’de?
Hadi birlikte sorgulayalım…
Milli birliğimizi, kimliğimizi ve milli şuurumuzu yitirdik mi?
Kültürümüze yabancılaştık mı? Üretimden tüketim toplumuna dönüştük mü?
Dünya zevklerine ve menfaatlerine kendimizi kaptırdık mı, lükse yöneldik mi?
Çekirdek aile yapısının yok ettik mi, kamusal menfaatler yerine bireysel çıkarlarımızı önceledik mi?
Fiziki, ahlaki ve dini manada bozulduk mu?
Gözünüzün önüne kadın cinayetlerini, cinsel istismar vakalarını getirin hayvandan farkı olmayanlar aramızda dolaşıyor mu?
Biri çıksın bu suallere “hayır” desin!
***
Gerçekten biz ne üretiyoruz artık?
Hak ettiğimiz evlerde mi oturuyoruz, hak ettiğimiz otomobilleri mi kullanıyoruz?
Yahu ne yapıyoruz biz?
Kırsal kesimdeki üretim durunca, oturduğumuz şehirlerde birbirimizi yiyor, paradan para kazanmaya çalışıyoruz. Faizle, borsayla, dolarla yatıp, altınla kalkıyor, indi çıktı oynuyoruz…
***
Afgan, Afrikalı, Pakistanlı ve Suriyeli ile sessiz bir istila planı tıkır tıkır işliyorken, “metaverse” yani “sanal evren” dedikleri şeytani aklın ürünü dünyayla flört ediyoruz. Daha dün bir haber okudum:
Gerçek dünyayı sanal hale getiren Metaverse’de Türkiye büyük ilgi görüyor. Özellikle de İstanbul, Türkiye'de satılan tüm sanal parsellerin yarısını kapsıyor.
Bir başka haber de şu bilgiyi veriyor:
Şeytani aklın mucitleri dünya genelinde Türkiye de dahil birçok bölgeden tarım arazisi satın alıyor.
Evet anlaşılan o ki dün eline İncil verdikleri Afrikalı’nın altındaki toprağı alanlar, bugün bizim elimize bilgisayar tabletleri, mobil telefonları tutuşturmuşlar, altımızı oyuyorlar farkında bile değiliz…
***
Yazıyı bitirirken ne ilginçtir ki radyoda Grup Ayna’dan, “Beni Köyümün Yağmurlarında Yıkasınlar” şarkısı çalıyordu…
Böyle giderse bu memlekette ne köy ne de yıkanacak yağmur ne de çayırlarına düşen çiğleri göreceğiz…
A benim ruhumun teri memleketim!
Biliyor musun bizi bu hale getirenlerin ölüm hesabı, sanal alemde yaşayanların da mezarlık derdi yok…
Yük yine senin sırtına binecek haberin olsun.
İster kabul edersin ister etmezsin!
***
Dipnot:
Ruhu şad olsun Durmuş Hocaoğlu derdi ki:
Bu memlekette İbn Haldun’un Mukaddimesi’ni okumayanların devleti yönetmesine izin vermeyeceksin…
Bu arada biliyor musunuz?
İbn Haldun’un hadaret tarzı yaşamı benimseyen devletlere biçtiği ömür en fazla 120 yıl…
Yazmaz bunları sanal evren haberiniz olsun!