SON DAKİKA
Hava Durumu

Sapan kılıca yenilirse!

Yazının Giriş Tarihi: 14.12.2021 05:27
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.12.2021 05:39

Bizim öğrencilik yıllarımızda düzenli olarak kutlanırdı, Yerli Malı Haftası

Tarım ülkesi olduğumuz için evde pişirilen börekler, sarmalar, pastalar ve meyvelerle donatılan masaların etrafında “yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı” der, sonra da sınıfta ziyafet çekerdik. 

Yerli tüketime, paylaşıma ve tasarrufa vurgu yapılan bu etkinlik, ilerleyen yıllarda alaya alındı, küçümsendi, şimdilerde ise öğretmen isterse yiyecek, içecekle kutlanıyor…

***

Bugün daha iyi anlıyoruz ki yerli malı haftasında donattığımız masalar aslında bizim “gerçek zenginlik” kaynağımızı, yani tarım ve hayvancılık sektörünün Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişimine sağladığı katkıyı ifade ediyormuş.

O yüzden yaşı 50 ve üstü olanlar, hayat hikayelerini anlatırken söze “Annem bir inekle 5 çocuğunu okuttu, rahmetli babam kazmayla açtığı taşlık tarlaya ektiği buğdayla 9 nüfusa baktı” şeklinde başlıyor.

Bu cümleler bile milyonları besleyen tarım ve hayvancılık sektörünün, milli gelire, istihdama, giyinmeye, eğitime verdiği katkıyı anlatmaya yetiyor.

Sadece bu kadar mı?

Sağlıklı bir çevrenin oluşması, ekolojik dengenin korunması, sermaye aktarımı yaptığı sanayinin hammadde ihtiyacını karşılaması ve ihracata verdiği katkı nedeniyle de Türk çiftçisinin ve köylüsünün omuzlarında yükselen tarım sektöründe dökülen her damla ter o kadar kıymetli ki.

Bu nedenle Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye’nin sahibi hakikisi ve efendisi ve hakiki müstahsil köylüdür” diyerek ulusal ekonominin temelinin ziraat olduğuna vurgu yapıyor ve meselenin asıl önemini şu cümlelerle dile getiriyordu:

Gerçek fütuhat, yalnız kılıçla yapılan değil, sapanla yapılandır… Kılıç ve sapan, bu iki fatihten birincisi ikincisine daima yenildi…”

***

Gelin görün ki stratejik açıdan ülkemiz için önemli bir silah olan Türk Tarımı, özellikle de 1980 sonrası neoliberal politikalar gereği, küresel sermayenin çarkında resmen öğütüldü. 24 Ocak 1980 ve ardından 5 Nisan 1994’teki meşhur Tansu Çiller Hükümeti’nin kararlarıyla destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısı azaltıldı. Hala Türkiye’de birilerine akıl hocalığı yapan Kemal Derviş’in ekonomi bakanlığı sırasında Dünya Bankası ve IMF ile yapılan anlaşmanın bir gereği olarak devlet alımlarına tamamen son verildi. 2000 yılından itibaren, bugün ortalıkta kahraman edasıyla gezinen, lakin Kemal Derviş’in rotasında yol alan Ali Babacan ve Mehmet Şimşeklerin döneminde tarımı destekleme politikalarından vazgeçildi. Nihayetinde tarım sektörü kaderiyle baş başa bırakıldı.

***

Sonrasında “liboş ağızlar”dan şu hesapları duyar olduk:

Efendim bir tane cep telefonu 7 bin 500 TL, bir kilo domates 3,5 TL…

Eeee?

“Bir tane cep telefonu, 2 ton domates yapıyor! Tarım ne ki, daha çok kazandıracak işler yapmak gerek” algısını topluma yediren bu zehirli zihniyet, o küçümsedikleri domatesteki “likopen”in, çilekteki omega3 ve omega6 yağ asitlerinin, şeftalideki zengin potasyum gibi A vitamini, beta-karoten ve C vitamininin, incirdeki benzaldehit’in kanser gibi birçok hastalığa karşı vücuda direnç kazandırdığı gerçeğinin üstünü örtüp, sağlığa olan zararları bilinen, yetmedi elektronik kelepçe haline getirilen cep telefonlarına övgüler yağdırdı.

Ama ithal mısırdan elde edilen nişasta bazlı tatlandırıcılar söz konusu olunca aslan kesildiler, çaktırmadan sapanın kılıca yenilmesi için ortam hazırladılar.

Nitekim liboş zihniyetin tavsiyesine uyunca tarım ülkesi Türkiye, yerli malı haftasındaki çocukların masaları donattığı meyveleri, börekler için gerekli buğdayı bile ithal eder hale geldi.

Hatta bu midesizler yüzünden ülkemin tarım alanlarının önemli bir bölümü de beton işgaline uğradı. Daha vahimi, bunların TV dizi ve filmlerden sunduğu hayatı matah bir şey sanan milyonlarca insanı şehirlere yığdılar ve nihayetinde 20 yıl önce toplam istihdamda yüzde 45 oranındaki tarım payını, bugün yüzde 20’nin altına düşürmeyi başardılar.

***

Bunun ne kadar büyük bir tuzak olduğunu, nasıl bir sosyolojik travmaya sebep olabileceğini küresel ısınma ve gıda arzındaki daralmanın yaşandığı şu günlerde market raflarında “bu kadar da olmaz” dedirten sebze, meyve ve bakliyat fiyatlarıyla karşılaşınca öğrendik. İyi ama “aç kalınca telefon yiyecek halimiz yok ya, ne yapmak gerekiyor peki?”

Üretim düzeyi ve verimin artırılması, üretimde doğal etkenlerin etkisinin azaltılması, tarımsal ürünlerde kendine yeterlilik düzeyinin yükseltilmesi, tarımsal gelirlerin artırılarak süreklilik kazandırılması, tarım ürünleri ihracatının artırılması ve kırsal kesimin kalkınması, ekilmedik bir karış toprak  bırakmamak ve de çiftçiyi desteklemek...

Birileri memleketin beka problemi olan bu işin ciddiyetini ne kadar kavradı bilemiyorum ama tarımın üzerine hassasiyetle eğilen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a bu başlıkta Tarım A.Ş. üzerinden yürüttüğü faaliyetler nedeniyle teşekkür etmek gerekiyor.

Başkan Aktaş, tarımsal üretimi ve hayvancılığı desteklemek adına “ekonomik getirisi yüksek meyve fidanından damızlık küçükbaş ve büyükbaş hayvan dağıtımına, tohum desteğinden meyve ve sebze ihracatına, piyasa fiyat düzenlemesi amacıyla ürün alımına” ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor.

Yine başkanlığını yaptığı HAGEL üzerinden “süt toplama merkezinden mobil koyun banyoluğuna, buzağı kulübesinden salça makinesine, çilek sırt makinesinden, traktör arkası pistonlu çayır ve ot biçme makinesine, helezon yem ezme makinesinden taş kırma makinesine” çiftçiye her türlü araç desteğini de sağlıyor.

Benzer güzel işlere Yenişehir Belediye Başkanı Davut Aydın da imza atıyor. Başkan Aydın da “kooperatifleşmeyle tarımda neler yapılabileceğini” şu an tüm Türkiye’ye göstermiş durumda…

***

“Ek tohumun hasını çekme yiyecek yasını” atasözünden hareketle konuyu ciddiye alan Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a iki sorum olacak:

“Sayın Başkan Aktaş, salgın sürecinde vatandaş doğaya yöneldi. Böyle bir ortamda gıda güvenliği konusunda önem arz eden, geleneksel gıda ürünlerinin geleceğe taşınmasında büyük önemi olan, dengeli beslenme ve tarımsal çeşitliliğin korunmasına ve nihayetinde yerel ekonominin canlanmasına önemli katkılar sağlayan Aile Çiftçiliği konusunda bir proje geliştirdiniz mi?

İkinci sorum; Bir başarı ve övünç kaynağı olan BESAŞ ve Bursasu örneğinden hareketle, tarımın ve dolayısıyla çiftçinin alın terinin karşılığını hakkıyla alabilmesi ve özel sektör esaretinden kurtulması adına tarımsal sanayiye yönelik -meyve suyu veya salça olabilir- yeni tesisler/fabrikalar kurmayı düşünüyor musunuz?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.