Cihan Harbi’nden yenik çıkan Osmanlı’ya 10 Ağustos 1920’de imza ettirilen 433 maddelik Sevr Antlaşması’na ilişkin, bugünlerde “Lozan’dan daha iyiydi” yorumları yapılıyor.
Oysa; Sevr’in 36. Maddesine göre İngilizlerin himayesindeki, tebaası Anadolu’nun ortasına sıkıştırılan Halife-Sultan, “sembolik” olarak İstanbul’da oturmaya devam edecek,
37-61 arasındaki maddelerine göre, Boğazlar, Osmanlı Devleti’nin üyesi olamayacağı “devlet statüsündeki uluslararası komisyonun” yönetimine bırakılacak,
62, 63 ve 64. maddelerine göre Anadolu’da bir Kürdistan,
65-84 arasındaki maddelerine göre İzmir ve çevresi ile Trakya Yunanistan’a terk edilecek,
88-92 arasındaki maddelerine göre Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis’i kapsayan bölgede bir Ermenistan devleti kurulacaktı.
140-151 arasındaki maddelerine göre “devlet içinde devlet pozisyonunda” ve de müttefikleri koruması altına alınan azınlıklara ayrı okul, ayrı mahkeme hakkı tanınacak,
261-268 arasındaki maddelere göre de kapitülasyonlar yani sömürge düzeni olduğu gibi devam edecekti.
Yine Sevr Antlaşması’na ek olarak müttefiklerin kendi aralarında imza ettikleri 11 maddelik bir “Üçlü Antlaşma”yla Antalya ve Konya yani Anadolu’nun güneyi İtalyan, Adana ve çevresi ise Fransız nüfus bölgesi olacaktı.
“Olacaktı” diyorum çünkü, Türk Milletinin asil evladı Atatürk’ün önderliğinde verdiğimiz Milli Mücadele zaferle sonuçlanınca, müttefikler 10-11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nde bizden barış dilenmek zorunda kaldı. Masa başında tek kurşun atmadan Trakya’yı yeniden Türk yurdu haline getiren Mudanya Mütarekesi sonrası, 24 Temmuz 1923’te imzaladığımız Lozan Barış Antlaşmasıyla, nihai amacı Türk’ü Anadolu’dan sürmek olan Sevr hükümsüz kılındı.
Lozan’la kadim Türk yurdunda emperyalizmin tüfeğine mermi olan işgalci Yunan’ın Bizans’ı diriltme, ABD, İngiltere ve Fransa’nın himayesindeki etnikçilerin Kürdistan ve Ermenistan hayalleri ise suya düştü.
Lozan görüşmeleri öncesinde bile İngilizlerin Anadolu’daki milli mücadeleyi baltalama girişimlerine alet olan Saray ve İstanbul Hükümeti, saltanatın 1922’de kaldırılmasıyla etkisiz hale getirildi, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimizin ilanı ve 3 Mart 1924’te hilafet kurumu kaldırılması ve de Eğitim Birliği Kanunu’yla “Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak ve Tek Millet” hedefine ulaşıldı.
Emperyalizmin silahına dönüştürülen şımartılmış azınlıklar ise “Türkiye’de yaşayan herkes Türk Vatandaşıdır” şeklindeki Anayasa maddesiyle temel haklar konusunda eşitlendi, bütün ayrıcalıkları kaldırıldı.
Kaldırıldı kaldırılmasına da hevesleri kursaklarında kalanların, “gerekçeleri farklı da olsa”; Cumhuriyetle hesaplaşma dertleri hiç bitmedi.
Bakın Türk siyasetinin geçmişine;
Açıktan veya üstü kapalı olarak Sevr’de hükümsüz kılınan maddeler, zamanla iç siyasetin malzemesi haline getirilmedi mi?
Adına “reform, özgürlük, evrensel hukuk ve açılım” dendi, “yalanlarla iftiralarla geliştirilen Lozan karşıtlığı”na göz yumuldu, ses çıkarılmadı.
Bu kara propagandanın ateşi, çeşitli cemaatler ve sivil toplum kuruluşları gibi sözde aydınlar tarafından beslendi, güçlendirildi.
Bu memleketi “dar’ül harp” ilan edenler, “devrim sonrası nikah” hesabı yapanlar, “bizden gibi gözüküp” bize ihanet edenler, bir şekilde “emperyalizmin çarkına su taşıyanlar” ve daha neleri!
Hiç kendimizi kandırmaya gerek yok!
Yıllardır “Kurtuluş Savaşı’nda keşke Yunan galip gelseydi” nutukları atanlar gibi “Sevr daha iyiydi” diyerek, Atatürk üzerinden Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlıkta yarışan Lozan karşıtlarının gerçek niyeti gün gibi ortada…
Bunların “bu işi masada halledemeyeceğiz” diyerek, ayrı ayrı örgüt kurup silaha sarılanları da var!
Ve dikkat edin,
Hilafet ve saltanat uğuruna Türk devletini dinsiz sayan radikal dinci örgütlerin,
Ermenistan hayali için onlarca diplomatımızı şehit eden Asala’nın, Kürdistan hayali için binlerce masum vatandaşımızı katleden PKK’nın asil Türk milletine yaşattığı “Sevr Terörü”nden başka bir şey değil!
Ve hepsi şu an diasporalarıyla emperyalizmin kullanışlı aparatı haline gelmiş durumda…
Bugüne bakarak söylüyorum:
Bu kadar “ağır bedeller” ödeyen “Türk Milleti bir daha Sevr masasına oturur mu?” bilmiyorum ama bir sözümüz de “Türkiyelilik” tezini savunanlara olsun!
Yakanızdaki rozetin ya da neci olduğunuzun hiçbir önemi yok!
Bilerek veya bilmeyerek “Türkiyeli” kavramını bu millete yutturup, Sevr’in azınlıklarla ilgili hükümsüz kılınan 140-151 arasındaki maddelerini yeniden hayata geçirmek istiyorsunuz.
Bu üstü kapalı bir Lozan karşıtlığıdır ve böylesi saçma bir tezi de ancak Sevr özleminde olanlar dillendirebilir.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
Türkiyelilik, Terör ve Sevr!
Cihan Harbi’nden yenik çıkan Osmanlı’ya 10 Ağustos 1920’de imza ettirilen 433 maddelik Sevr Antlaşması’na ilişkin, bugünlerde “Lozan’dan daha iyiydi” yorumları yapılıyor.
Oysa; Sevr’in 36. Maddesine göre İngilizlerin himayesindeki, tebaası Anadolu’nun ortasına sıkıştırılan Halife-Sultan, “sembolik” olarak İstanbul’da oturmaya devam edecek,
37-61 arasındaki maddelerine göre, Boğazlar, Osmanlı Devleti’nin üyesi olamayacağı “devlet statüsündeki uluslararası komisyonun” yönetimine bırakılacak,
62, 63 ve 64. maddelerine göre Anadolu’da bir Kürdistan,
65-84 arasındaki maddelerine göre İzmir ve çevresi ile Trakya Yunanistan’a terk edilecek,
88-92 arasındaki maddelerine göre Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis’i kapsayan bölgede bir Ermenistan devleti kurulacaktı.
140-151 arasındaki maddelerine göre “devlet içinde devlet pozisyonunda” ve de müttefikleri koruması altına alınan azınlıklara ayrı okul, ayrı mahkeme hakkı tanınacak,
261-268 arasındaki maddelere göre de kapitülasyonlar yani sömürge düzeni olduğu gibi devam edecekti.
Yine Sevr Antlaşması’na ek olarak müttefiklerin kendi aralarında imza ettikleri 11 maddelik bir “Üçlü Antlaşma”yla Antalya ve Konya yani Anadolu’nun güneyi İtalyan, Adana ve çevresi ise Fransız nüfus bölgesi olacaktı.
“Olacaktı” diyorum çünkü, Türk Milletinin asil evladı Atatürk’ün önderliğinde verdiğimiz Milli Mücadele zaferle sonuçlanınca, müttefikler 10-11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’nde bizden barış dilenmek zorunda kaldı. Masa başında tek kurşun atmadan Trakya’yı yeniden Türk yurdu haline getiren Mudanya Mütarekesi sonrası, 24 Temmuz 1923’te imzaladığımız Lozan Barış Antlaşmasıyla, nihai amacı Türk’ü Anadolu’dan sürmek olan Sevr hükümsüz kılındı.
Lozan’la kadim Türk yurdunda emperyalizmin tüfeğine mermi olan işgalci Yunan’ın Bizans’ı diriltme, ABD, İngiltere ve Fransa’nın himayesindeki etnikçilerin Kürdistan ve Ermenistan hayalleri ise suya düştü.
Lozan görüşmeleri öncesinde bile İngilizlerin Anadolu’daki milli mücadeleyi baltalama girişimlerine alet olan Saray ve İstanbul Hükümeti, saltanatın 1922’de kaldırılmasıyla etkisiz hale getirildi, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimizin ilanı ve 3 Mart 1924’te hilafet kurumu kaldırılması ve de Eğitim Birliği Kanunu’yla “Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak ve Tek Millet” hedefine ulaşıldı.
Emperyalizmin silahına dönüştürülen şımartılmış azınlıklar ise “Türkiye’de yaşayan herkes Türk Vatandaşıdır” şeklindeki Anayasa maddesiyle temel haklar konusunda eşitlendi, bütün ayrıcalıkları kaldırıldı.
Kaldırıldı kaldırılmasına da hevesleri kursaklarında kalanların, “gerekçeleri farklı da olsa”; Cumhuriyetle hesaplaşma dertleri hiç bitmedi.
Bakın Türk siyasetinin geçmişine;
Açıktan veya üstü kapalı olarak Sevr’de hükümsüz kılınan maddeler, zamanla iç siyasetin malzemesi haline getirilmedi mi?
Adına “reform, özgürlük, evrensel hukuk ve açılım” dendi, “yalanlarla iftiralarla geliştirilen Lozan karşıtlığı”na göz yumuldu, ses çıkarılmadı.
Bu kara propagandanın ateşi, çeşitli cemaatler ve sivil toplum kuruluşları gibi sözde aydınlar tarafından beslendi, güçlendirildi.
Bu memleketi “dar’ül harp” ilan edenler, “devrim sonrası nikah” hesabı yapanlar, “bizden gibi gözüküp” bize ihanet edenler, bir şekilde “emperyalizmin çarkına su taşıyanlar” ve daha neleri!
Hiç kendimizi kandırmaya gerek yok!
Yıllardır “Kurtuluş Savaşı’nda keşke Yunan galip gelseydi” nutukları atanlar gibi “Sevr daha iyiydi” diyerek, Atatürk üzerinden Türk Milletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlıkta yarışan Lozan karşıtlarının gerçek niyeti gün gibi ortada…
Bunların “bu işi masada halledemeyeceğiz” diyerek, ayrı ayrı örgüt kurup silaha sarılanları da var!
Ve dikkat edin,
Hilafet ve saltanat uğuruna Türk devletini dinsiz sayan radikal dinci örgütlerin,
Ermenistan hayali için onlarca diplomatımızı şehit eden Asala’nın, Kürdistan hayali için binlerce masum vatandaşımızı katleden PKK’nın asil Türk milletine yaşattığı “Sevr Terörü”nden başka bir şey değil!
Ve hepsi şu an diasporalarıyla emperyalizmin kullanışlı aparatı haline gelmiş durumda…
Bugüne bakarak söylüyorum:
Bu kadar “ağır bedeller” ödeyen “Türk Milleti bir daha Sevr masasına oturur mu?” bilmiyorum ama bir sözümüz de “Türkiyelilik” tezini savunanlara olsun!
Yakanızdaki rozetin ya da neci olduğunuzun hiçbir önemi yok!
Bilerek veya bilmeyerek “Türkiyeli” kavramını bu millete yutturup, Sevr’in azınlıklarla ilgili hükümsüz kılınan 140-151 arasındaki maddelerini yeniden hayata geçirmek istiyorsunuz.
Bu üstü kapalı bir Lozan karşıtlığıdır ve böylesi saçma bir tezi de ancak Sevr özleminde olanlar dillendirebilir.