SON DAKİKA
Hava Durumu

Bursa'nın fethi ve sessiz işgal

Yazının Giriş Tarihi: 05.04.2024 21:55
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.04.2024 21:55

Bugün Bursa'nın, Bizans’ın elinden alınarak sonsuza kadar Türk ili olarak kalmasını sağlayacak fethinin 698. yıldönümü, kutlu olsun.

Osman Gazi’nin Bursa’yı fethetmek üzere başlattığı muhasaraların sonunda fetih; oğlu Orhan Gazi’ye nasip olmuştur. Bursa’nın fethi için önce şehrin muhasara altına alınarak Bizans’tan gelecek yardım yollarının kesilmesi daha sonra da zayıf düşen kalenin fethedilmesi düşünülmüştü.

Bu maksatla 1315 yılından itibaren Osman Bey şehrin yakınlarına iki kale yaptırmış, bunlardan birine Ak Timur’u, diğerine de Balabancık’ı muhafız olarak tayin etmişti. Böylece Bursa’ya dışarıdan gelebilecek yardım yollarını denetim altına almaya başlamıştır. 

Orhan Gazi ise önce 1321 yılında Mudanya’yı alarak denizden, sonra da 1325 yılında Orhaneli kalesini alarak karadan gelecek Bizans yardımlarını engellemiştir.

Böylece Bursa Tekfuru, yeterli ikmal ve destek alamaması sonucunda çaresiz kalmış ve bir meydan muharebesine gerek kalmadan şehri Orhan Gazi’ye teslim etmiştir.

***

Burada askerî açıdan önemli bir konuyu belirtmeden geçmek istemiyorum.

Muharebelerin en önemli prensiplerinden biri de düşmanın ikmal ve destek imkanlarını keserek yiyecek, personel, silah ve malzeme bakımından yoksun bırakmaktır.

Yani lojistik meselesi; harekât konusundan daha önemlidir ve vazifenin başarısında en önemli etkendir.

Bursa’nın fethinde de çok akıllı bir strateji ile neredeyse kent zayiatsız/şehit vermeden ele geçirilmiştir. Bu harp prensibinin bugün harekatlarda bazen göz ardı edildiğine şahitlik edebiliyoruz.

O nedenle akıllı harekâtlar ikmal konusunu düşünülerek yapılır.

Bu konuyu ilerleyen günlerde güncel olaylarla birlikte detaylı olarak anlatırız, şimdi biz konumuza geri dönelim. 

***

Bursa’nın zaptından sonra; Osmanlı Devleti’nin merkezi buraya nakledilmiş, başkent olmuştur. Osmanlı, cihan devleti olma yolunda ilerlemeye başlarken Bursa’dan idare edilmesi şehrimizin önemini ve değerini arttırmıştır.

Bizans devletinin Güney Marmara’daki etkinliği sona ermiştir. Bursa'da ipek ticareti Osmanlı’nın eline geçmiştir. İnşa edilen dinî ve sosyal eserlerle kent, Müslüman Türk şehri olma hüviyetini kazanıp yeni bir çehreye bürünmüştür.

Bugün Bursa’nın fethini konuşurken iki konuya değinmek istiyorum.

Birincisi; günümüze taşınan Bursa’nın tarihi ve kültürel yapısı.

Bursa'nın Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans’tan alınmadan önce de önemli bir tarihi konumu vardı. Bursa’yı sanki tarihi; 1326 yılından sonra başlamış gibi düşünmemek lazım. Şehir merkezinde yer alan Hisar bölgesinde elde edilen bulgulardan MÖ 2500-2700 yıllarına dayanan bir medeniyetin olduğu bilgisi mevcuttur.

Peki Bursa, yaklaşık 5000 yıllık tarihi dokusuyla yeterince tanınıp turizmde cazibe merkezi haline gelebilmiş mi?

Sadece Osmanlı tarihinden ibaret olmayan Bursa'da gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen taşınır ve taşınmaz çok sayıda kültürel miras alanları ve korumakla görevli olacağımız ören yerleri, gelecek nesillere aktarmak için emanet almamız gerektiğini yapmış olduğum araştırma ve değerli arkeolog arkadaşlarımdan öğrenmiştim.

***

Bugün Osmanlı Devleti ile oluşan o eşsiz kültürel dokuyu yaşatmaya yönelik çok ciddi gayretler mevcut. Bu çalışmaları ve etkinlikleri önemsiyor ve kıymetli buluyorum.

Fakat şu soruyu da sormadan geçemiyorum:

“Acaba yüzlerce yıl sonra torunlarımız bugün bizim yaşadığımız şehrin güncel hangi kültürünü yaşatmak için uğraşacaklar?

Var mı yüz yıllar sonraya taşıyacağımız kültürel bir doku?

AVM kültürümüz ile gurur duyacaklarını sanmam.

Bursa’nın fethini konuşurken düşünmemiz gereken bir konu da kentte sayıları iki yüz bini çoktan aşmış sığınmacılar ile oluşan sessiz işgal.

Çarşamba gibi gettolaşmış yapıları ile kurtarılmış bölgelere dönüşmeye başlayan semtler var. Uyuşturucu pazarı oluşturdukları yerler var.

Fethinin 698. yıl dönümünü kutladığımız bugün, Bursa’nın bazı mahallelerinde gece belli bir saatten sonra dolaşmanın tehlikeli olması düşündürücü değil midir?  

Bir proje olarak içimize yerleştirilen sığınmacılar artık misafir olmaktan çıktılar.

Özellikle Suriye’de hayat normale dönmüş fakat sığınmacılar ne ülkemizi ne de Bursa’yı terk ediyorlar. Bazıları Suriyeliler olmasa işgücü bulamayacakları söylemiyle onları savunuyor olsa da bunun ileride açacağı tehlikeleri görmüyorlar.

Tarihte de bunun pek çok örneği vardır.

***

Bir süre ucuz işgücü olarak kullanılan topluluklar bir süre sonra şartların uygun olması ile yani nüfus ve ekonomik açıdan güçlendikten sonra kendilerinin emeğinin sömürülmesine başkaldırmış ve intikam almıştır.

Şu an kuluçka dönemini yaşayan sığınmacılar WhatsApp grupları ile konsolide edilmekte, uygun şartlar oluşana kadar olay çıkmaması için gayret göstermektedirler.

Yeterince güçlendiklerinde bu insanları kontrol etmek mümkün olabilir mi? Bir yandan yetiştirdiğimiz evlatlarımıza bakın, onları neredeyse pamuklara sarıyoruz, koruyoruz, kolluyoruz. Diğer taraftan sokaklarda zorlukları hatta şiddeti yaşayarak büyüyen Suriyeli çocuklar.

Vatandaşlık alanların bile askerlik görevini yerine getirmesi bir dert, getirmese bir dert.

Peki Allah göstermesin bir savaş durumu olursa, bu sığınmacılar bizimle beraber ülkemiz için savaşırlar mı?   

Sağlık ve eğitim sektörüne ilave belediyeden aldıkları hizmetlerin de ücretsiz olması, yine sağlanan desteklerle esnafımızın rekabet gücünü kırmaları toplumda ciddi bir rahatsızlık yaratmakta.

Bu rahatsızlık da yapılan anket çalışmalarında görülmektedir. Maalesef zorla bir arada yaşatılmaya zorlanan Türk ve Suriyeli insanlar arasında çatışma kaçınılmaz duruma gelecektir.

Bursa’da da çoğumuzun rahatsız olduğu ve tedbir alınmasını istediğimiz sığınmacı sorunu var. Fakat herhangi bir tedbir alınmamakta. Sorun yarınlara taşınmakta.

Acaba bugün Osman Gazi ve Orhan Gazi baba-oğul kabirlerinden kalkıp gelseler ve sessiz işgale uğrayan Bursa’yı görseler sizce bize ne derler?

Eğer görüyorlarsa da kabirlerinde huzur içinde midirler?

Son bir hatırlatma ile bitirelim.

***

“Bursa sonsuza kadar Türk olarak kalacaktır” diyorsak da dedelerimin (babamın dedesi) bizzat yaşadığı işgali unutmamak lazım. 8 Temmuz 1920’de Bursa, İngilizlerin denetimi altında, Yunan askerleri tarafından işgal edilmişti. Yunan ve Ermeni mezalimi nedeniyle oldukça sıkıntılı günler geçirdi. Mezalime maruz kalan dedemler çaresiz evlerinden yurtlarından oldu.

Bursa’nın işgali ise Ankara’da büyük bir yankı uyandırmış ve TBMM kürsüsüne bu kara günü temsilen, bir siyah örtü örtülmüştür. Bu örtü, kurtuluş ümidini yaşatan, Türk milletinin azmini ve iradesini diri tutan önemli bir sembol haline gelmiştir. Türk Ordusu, başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde Büyük Taarruz harekâtı ile işgalden ‘2 yıl, 2 ay, 2 gün’ sonra 11 Eylül 1922’de Yunan askerini Bursa’dan çıkarmış ve böylelikle, Bursa’nın işgali ile Meclis kürsüsü üzerine konulan siyah örtü de kaldırılmıştır.

O dönemlerde işgalden kurtulurken Suriyeli sığınmacıların ataları bizimle beraber aynı kaderi yaşamadı. Ne Bursa’da ne başka bir yerde Türklük için mücadele etti, şehit verdi.

Sessiz istila sürecinde Bursa’mız Suriyelilerce fetih edilmeden ve de “bir Mustafa Kemal Atatürk gelsin” demek zorunda kalmadan “bir şey olmaz” demekten vazgeçelim.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.