SON DAKİKA
Hava Durumu

Allah Elçisi'nin "Rahmani" kişisel gelişimi

Yazının Giriş Tarihi: 28.11.2021 08:09
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.11.2021 08:09

I- MUHAMMED’İ, ALLAH ELÇİLİĞİNE HAZIRLAYAN YARATICI’NIN İLK VAHİYLERİ

Biliniyor ki Yüce Allah, insanlara kıyamete kadar doğru yolu göstermeyi kendi üzerine almıştır (Nahl/ 9; Leyl/ 12).

Bunu da eğitim, öğretimle gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmektedir:

“Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti (‘alleme)” (Bakara/ 31);

“Rahman Kur’an’ı öğretti (‘alleme). İnsanı yarattı, ona kendini ifade etmeyi öğretti (‘allemehu)” (Rahmân/ 1-4)

Beşerden Âdem’i, onun selim aklına vahiyle hitap ederek, onu eğitim, öğretime tabi kılarak insanlaştırmıştır. Beşer, aklıselimini Kur’an ve bilimle beslerse ancak beşerlikten yani, biyolojik yapısının yanında var olan psiko-ideolojik yapısını canlandırarak insan olmaktadır. 

Yüce Allah, önce her toplumdan bir kişiyi onlara kılavuzluk etmek üzere vahiyle elçilik yapacak liyakate hizmet içi eğitim vererek ona rahmani kişisel gelişim sağlamış ve böylece elçiliğe hazırlanan kişi de toplumun,a kendisine gelen vahiyleri tebliğ, tebyin ederek onların aydınlanmasını, insanlaşmasını, uygarlaşmasını sağlamaya çalışmışlardır. Bu öğretimi Allah, son Allah elçisine dâhil hepsine vermiştir.

Yüce Allah insanlara hidayet etmeyi kadın erkek her kişiye potansiyel selim akıl, irade, özgürlük ve vicdan vermek, kendi içlerinden elçi görevlendirmek ve vahiyler /kitap /Kur’an indirmekle kıyamete kadar sürdürecektir. Esas olan kadın erkek her kişi yaratılışta kendisine yetenek olarak verilen “takvaya ve fücura olan yeteneklerinden” (Şems/ 8) potansiyel selim aklını işleterek takvaya, hidayete, kurtuluşa, doğru yola ulaşmayı sağlamasıdır.

 

1. Muhammed Önce Kendisi Rahmani Kişisel Gelişimi İlahi Rehberlikle Sağlayacak, Öğrenecek Ki Öğretebilsin

1-2Oluşturan; insanı embriyondan oluşturan Rabbinin adına öğren-öğret! 3-5Öğren-öğret!

Senin Rabbin ise kendilerini üstün biri sayan o kişilerden daha üstün olandır. Senin Rabbin ki kalemle öğretti. O, insana bilmediğini öğretti.” (‘Alak/ 1-5)

Bu sure ile Yüce Allah, Muhammed’i muhatap alıp ona konuşmuştur. Tek taraflı bir hitap olan bu konuşmayla, Muhammed b. Abdullah’ı tüm insanlığa gönderdiği İslam Dininin son elçisi olarak görevlendirmiştir. Bu sure ile ona ilk mesajlarını vahyetmiş, bu mesajların gereğini yerine getirme konusunda elçi Muhammed’in zihninde oluşan bazı sorularını da gidermiştir.

‘Alak suresinin iniş nedeni, Rabbimizin rahmet ve hidayeti kendine yazmış (farz kılmış) olmasıdır. Daha sonraki ayetlerden öğreneceğiz ki Rabbimiz, Rahman ve Rahîm olmasının bir gereği olarak rahmeti kendi üzerine borç kılmıştır (En’âm/ 12, 54); hidayeti üzerine yazmıştır (Leyl/ 12, Nahl/ 9); her canlıya rızık vermeyi üzerine borç kılmıştır (Hûd/ 6).

Yeryüzünde özgürlükler ortadan kaldırılarak insan onuru ayaklar altına alınıp birtakım ilâhlar, rabler oluşturulduğu, şirk, haksızlık, yanlış işler ve kargaşa yaygınlaştığı, doğadaki denge bozulduğu dönemlerde Allah, rahmeti gereği müdahale edip o toplumlara elçi gönderip kitap indirir. Allah, rahmeti üzerine borç kabul etmiştir. İşte Mekke’de bu koşullar altında Muhammed elçi seçilip vahye muhatap olmuştur.

Bu işleri kendine farz kılan Rabbimiz, insanlara hidayet etmeyi (doğru yola kılavuzlamayı); onlara akıl ve vicdan vermek, elçi göndermek ve kitap indirmek suretiyle yerine getirmiştir.[1]

Yüce Allah’ın hangi şartlarda toplumlara elçi gönderdiği, Kur’an’ın birçok suresinde doğrudan ya da dolaylı olarak dile getirilmektedir.

Allah’ın yozlaşmış toplumlara elçiler göndermesi konusundaki ilahî sünneti gereği, tüm insanlık genel bir hidayet çağrısına muhtaç bir durumdaydı. O günün Mekke’sinde de dinî inanç yozlaşmış, bu yozlaşma ve bozulmalar sonucu yüzlerce tanrısı bulunan müşrik bir kitle oluşmuştu. Bu kitlenin giderek tâğûtî /örgütlü kurumsal şeytanca bir sistemle kaynaşması, doğrudan şirk inancının bir sonucuydu. Her tâğûtî sistemde olduğu gibi, orada da alt /yoksul kesimdeki insanları hor ve hakir gören yeni firavunlar ve küstah asilzadeler türemişti. Bunlar kendi rabliklerinin ve kurdukları düzenlerin sarsılmaması için ihtirasla gayret göstermekteydiler.

Böyle bir ortamda doğmuş ve büyümüş olan Muhammed b. Abdullah, o toplumdan biri olmasına rağmen farklı bir uygulamaya tâbi tutulmuş, Rabbinin özel nimetine muhatap olmuştu. Onun henüz elçi olmadan ulaştığı bu nimet, Allah’ın tektanrıcı bir Müslüman olan İbrahim’e (a.s) de verdiği “doğruyu bulma yeteneği”nin ona da bahşedilmiş olmasıydı (Enbiya/ 51).

Muhammed, kendisine bahşedilen bu anlama ve kavrama yeteneği sayesinde dalâletten kurtulmuş, tevhîd mücadelesi veren, bu uğurda toplumuyla tersleşen bir kimliğe bürünmüştü. Artık onlardan biri değildi, aksine onların şirkini ve tâğûtî düzenlerini protesto ediyordu.

O tarihte Kâbe, Mekkelilerin halka açık parlamentosu, ibadet merkezi idi. Kâbe’de yaptıkları ibadetler; beytin çırılçıplak tavaf edilmesi, ıslık çalarak ve el çırparak gösterişle salât ikame edilmesi şeklindeki yozlaşmış ibadetlerdi (Enfâl/ 35). Kâbe’nin içi ve çevresi, sahte tanrıların yüzlerce heykeliyle doluydu. İdare ise yöresel firavunlar konumundaki Daru’n-Nedve üyelerinin kontrolündeydi.

Ne var ki artık aralarında onlara karşı koyacak kimsesiz bir adam vardı:

Muhammed b. Abdullah.

Kâbe’nin Araplar arasındaki işlevini de dikkate alarak, bir karşılaştırma ve tespit yapmak için önce o günün Mekke’sinin emiri, kerîmi Ebu Cehil’i, sonra da yine Mekke’de doğmuş-büyümüş Muhammed b. Abdullah’ı düşünmek gerekir.

Bu hal ve şartlar içinde, Muhammed b. Abdullah bir gece Kâbe’de salât etme; birilerini aydınlatma, sosyal destek sağlama girişiminde bulunmuş fakat bu arzusu Ebû Cehil tarafından engellenmişti. (Alak/ 9-10). Bakara/ 185’e göre Ramazan ayı içinde yer alan bu gece, Duhân/ 3’teki adıyla “Mübarek Gece”, Kadir suresindeki adıyla “Kadr Gecesi”dir. Alak/ 9-10’da sözü edilen “kul”, ittifakla Muhammed b. Abdullah’tır.[2]

Bu tartışma ve salâttan engelleme sonrasında Muhammed b. Abdullah, bulunduğu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürür. Nitekim bu olay İsrâ/ 1’de, “Yürüten... Allah tarafından yürütülen” ifadeleriyle anlatılır.

“İKRA ÖĞREN /ÖĞRET /OKU!” buyruğu ile başlayan ‘Alak suresi insanın yaratılışından, kalemle öğretimden, insanın psikolojisinden, inanç ve ibadet özgürlüğüne engel olmaktan, hidayetten, takvadan, Allah’a yaklaştıran ve sadece O’nun buyruklarına boyun eğmekten ibaret olan secde ibadetine varana kadar birçok konuyu gündeme [3] o gün taşıdığı gibi kıyamete kadar da taşıyacaktır.

Bu surede Yüce Allah, öğrenip öğretmek için “anlayarak Kur’an okumayı” ilk sıraya almakta, öğretimde kulağın öneminin önüne gözü, yani dinlemenin önüne okumayı /araştırmayı geçirmiştir (‘Alak/ 1). Ayrıca ilk ayetlerde hangi konuların okunacağı gündeme getirilmektedir. Anlayarak Kur’an okumanın yanında, kâinatın ve insanın yaratılışı ilk sırayı alan dersler olmaktadır. Bir bakıma tabiat ve insan kitabının okunması istenmektedir. Ayrıca yaratma olgusu Rab sıfatının bir manası olmaktadır. Rab demek yaratıcı demektir (‘Alak/ 1-2).

İkinci ders Yüce Allah’ın insanları beslemesi, yani ekonomidir. Rızıklandırma aynı zamanda Rab sıfatının diğer bir anlamıdır (‘Alak/ 1-3).

İnsana kalemi kullanmayı ve bilmediğini öğreten Yüce Allah’tır. Böylece öğretim faaliyetinin de Rab sıfatının anlamının içerisinde yer aldığını öğreniyoruz (‘Alak/ 4-5).[4]

Bilgiyi yazıya döken ne varsa kalem sözcüğünün anlamında yer almaktadır.  

Son Allah Elçisi Muhammed (a.s) döneminden önce, okumaktan daha çok dinlemek önemli idi. Yüce Allah, Kur’an ile okumayı öne çıkardı. Önceki Allah elçilerine “dinle” derken (TâHâ/ 13) Hz. Muhammed’e “oku” demiştir (‘Alak/ 1, 3; Müzzemmil/ 4; Ankebut/ 45).

Bundan böyle artık genelde insanlık, özelde Müslümanlar, okuyarak, yani araştırarak bilgiye ulaşacaklardır. Yetişkin insanlar, yetişkin toplumlar, dinlemekten çok, okuyarak kendilerini eğitmelidirler. İdeal toplum, okuyan insanların omzunda kurulup yücelecektir. Toplumların yetkinliği, “rüşdü”, okumaları ile doğru orantılıdır.[5]

Yüce Allah’ın Son Elçisi Muhammed’e (a.s) vahyetmeye başladığı Kur’an’ın “ÖĞREN /ÖĞRET /Oku!” buyruğu ile eğitim ve öğretim faaliyetinde üstünlüğün kulaktan alınıp göze verilmesiyle, İnsanlık tarihi için bu buyruk, bir çağ açma, yani “bilgi çağı”nı başlatan en büyük devrim niteliğinde olmuştur.

 

2. Muhammed (a.s) Çok Büyük Bir Ahlak Üzeredir

1 Nûn/50. Kalem’i ve onların satır satır yazıp söylediklerini /efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki; 2 Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun (gizli güçlerce desteklenen /deli bir kişi) değilsin. 3,4Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.”

5-8 Artık, yakında hak dinden çıkarak kendini ateşe atmış olan hanginizmiş göreceksin, onlar da görecekler. Şüphesiz Rabbindir, yolundan sapanı en iyi bilen. Yine O’dur kılavuzlanarak doğru yola ermiş olanları en iyi bilen. O hâlde ahret gününü yalanlayan o kişilere itaat etme!” (Kalem/ 1-10)

Kalem suresini doğru anlayabilmek için din adına, Kur’an adına ne biliniyorsa bir kenara bırakılmalı, tıpkı Son Allah Elçisi Muhammed (a.s) gibi tüm dikkat ‘Alak suresine verilmelidir. Çünkü sure ancak ‘Alak suresinden yola çıkılarak anlaşılabilir. Unutulmamalıdır ki Kalem suresinin ayetleri indiğinde Peygamberimizin elinde ‘Alak suresinden başka bir vahiy yoktu.

Kalem suresi vahiyce ‘Alak suresinin bir devamıdır. ‘Alak suresinde yapılan kısa ve öz değiniler bu surede ayrıntılandırılmıştır. ‘Alak suresi öğrenilmeden bu sureyi anlamak mümkün değildir.

Vahiyle son elçiye verilen eğitim, öğretim bu surede de devam etmektedir. Bir antrenörün sporcusunu yarışmaya hazırladığı gibi, Rabbimiz de elçisini; küfre, şirke karşı; Ebu Cehiller ile Velid b. Muğîreler’le mücadeleye hazırlamakta, ona buyruklar ve taktikler vermektedir.[6]

Surede Abdullah oğlu Muhammed’e Allah elçiliği görevi verildiği, bu görevin niye bir başkasına değil de kendisine yüklendiği, bundan sonra nasıl davranması gerektiği gibi konular anlatılmaktadır. Ayrıca karşıtlarının sonu ile Allah’a saygılı davranan takva sahibi kulları bekleyen nimetlere de değinilmektedir.

Kalem suresinin daha sonra gelecek olan Mülk ve Bakara sureleriyle çok sıkı bir bağlantısı olacaktır. Bu bağlantıları şöyle özetleyebiliriz:

Mülk suresinde, hükümranlığı kudretinde tutan Allah’ın Yüce olduğu gündeme getirilmekte ve bununla sureye başlanmaktadır. Daha sonra Yüce Allah bu egemenliğini, gücü, yaratması, bilmesi, her şeyden haberdar olması, her şeyi görüp gözetmesi, her şeyin gıdasını sağlaması ve herkesin O’nun etrafında toplanması sıfatlarıyla layık olduğunu anlatmıştır.

Bunun devamı olarak genelde insanlara, özelde müminlere,

* Kalem suresinde egemenliğin “kalem”le,

* ‘Alak suresinde “okumak /öğrenmek-öğretmek”la,

* Bakara/ 31-34. ayetlerinde “bilgi” ile

* Mülk suresinde (Mülk/ 10 /ev na’kılü) “aklı kullanmak”la elde edilebileceğine işaret edilmektedir.[7]

 

3. Muhammed (a.s) Kur’an’la Elçilik Eğitimini Sürdürüyor

“1-4Ey evine kapanan kişi! Geceleyin –kısa bir süre hariç; bazen gecenin yarısı bazen bundan biraz eksilt bazen de buna biraz ekle– kalk görev yap. Kendine indirilmekte olan Kur’an’ı da tebliğ ederken düzgünce düzene koy! 5Şüphesiz Biz, senin üzerine çok ağır bir söz /Kur’an’ı bırakacağız.” (Müzzemmil/ 1-5)

Müzzemmil suresinin asıl iniş nedeni, Allah Elçisi seçilen Abdullah oğlu Muhammed’in Allah tarafından eğitilmesinin sürdürülmekte oluşudur. Müzzemmil Suresi, üçüncü gecede verilen üçüncü derstir. Dersler arasındaki zaman aralığı maalesef bilinmemektedir.[8] Surenin doğru anlaşılabilmesi için ondan önce inmiş olan ‘Alak ve Kalem sureleriyle birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu sure indiğinde ‘Alak ve Kalem sureleri dışında Elçi Muhammed’e (a.s) inmiş herhangi bir vahiy yoktu.

Yirmi ayetten oluşan Müzzemmil suresinde “tevhit inancı”, “Allah elçiliği” ve “eğitim” ile ilgili ilkelerin öne çıktığını görüyoruz. İnanan insanlar Allah’ı babalarını andıkları gibi hatırlamalı (Müzzemmil/ 8), O’nunla iletişimini bağını sürekli tutmalı ve kişi tüm varlığıyla Allah’a yönelmelidir (Müzzemmil/ 8). Yüce Allah, tek’dir ve içindeki varlıklarla bütün evrenin Rabbidir (Müzzemmil/ 9), müminler O’nu vekil edinmeli, O’na güvenip dayanmalıdırlar (Müzzemmil/ 9).

Elçi Muhammed (a.s) kendisini elçiliğe hazırlayan bu ayetlerle içine dönüp kendini yapacağı göreve hazırlıyordu. Bu arada zihninde oluşan birtakım endişelere karşı da gelen ayetlerle çözümler oluşuyordu.   

 

4. Elçiliğe Hazır Olan Muhammed’e (a.s) Göreve Başla Buyruğu Geliyor

 

1,2Ey göreve hazır kişi! Kalk! Hemen, uyar!

3-Ve hemen sadece Rabbinin en büyük olduğunu ilân et,   

4-7-kişiliğini lekeleme; temiz tut, şaibeden hemen uzaklaş, pisliği hemen uzaklaştır, yaptığın iyiliği çok bularak başa kakma! Ve yalnız Rabbin için sabret!” (Müddessir/ 1-2-3-7)

İyice dikkat edilip düşünülürse, Müddessir Suresinin de kendinden önceki ‘Alak, Kalem ve Müzzemmil sureleriyle aynı iniş nedenini paylaştığı görülür: Yeni ve insanlığa Son Elçi olarak görevlendirilen Muhammed (a.s), hâlâ Allah’ın Elçiliğine hazırlanmaktadır. Toplumun Allah’ın Elçisi’nin kılavuzluğuna ihtiyacı vardır ve Muhammed (a.s), Allah tarafından bu görev için seçilmiştir, başkaca özel bir neden yoktur.[9] Furkan/ 32. ve 33. ayetlerinden “Kur’an ayetlerinin özel problemleri çözmeye yönelik olarak geldiğini ve onları çözdüğünü” öğrenmekteyiz. Ancak şu da bilinmelidir ki ayetlerin özel nedenlere dayalı olarak inmesi, hükümlerinin genel olmasına asla engel değildir.

Allah’ın Son Elçisi Muhammed’in (a.s) uyarı görevini yerine getirmesi, yapacağı işlerin neler olduğu, Kur’an’a aşırı bir şekilde tepki gösterenin varacağı sekar cehennemi ve bu cehenneme gidecek olan diğer insanların davranışlarının ele alındığı bu surede, Kur’an’dan yüz çeviren, ondan kaçanların davranışlarının değerlendirilmesi de yapılmaktadır. Ahret inancının etkinliğinin ve öğüt almakla insanın özgürlüğünün gündeme taşındığı Müddessir suresinde, bu yönüyle diğer pek çok sure ile anlam ilişkisi içerisindedir.

İşte böylece elçi olma liyakatini rahmani k,şisel gelişimini sağlayarak tamamlayan Muhammed (a.s) artık görevine başlama zamanı gelmiştir. Göreve başlama buyruğu Müddessir/ 1-2. ayetiyle verilmiştir:

“Ey göreve hazır kişi! Kalk! Hemen, uyar!”

 

 

Kaynakça

[1] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.1, s.31, 35-36; Seat ŞENERMEN, Bilim ve Kur’an Dilinde KALP /AKIL, İstanbul, 2014, Togan Yayınları, s.17-18.

[2] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.1, s.36-37.

[3] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2007; c.21, s.227.

[4] B. BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.21, s.247.

[5] Prof.Dr. B. BAYRAKLI, Kur’an’a Göre İdeal Toplum, İstanbul, 2012, s.50.

[6] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.1, s.59.

[7] B. BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.19, s.483.

[8] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.1, s.90.

[9] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.1, s.104.

 

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.