Atatürk, düşmanı en iyi tanıyan bir dâhi stratejist asker olduğu için girdiği her mücadeleyi zafer ve başarı ile sonlandırmıştır. Kur’an’da “düşmanı tanımak” İslam’ın şartlarından bir ilke konumunda farz olan bir ibadettir.
Atatürk’ün düşman konusundaki özlü, veciz tanımını öncelikle görelim:
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan milletler. Aksine bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hâkim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.” (Hâkimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1920)
“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşıyoruz.”
“Biz Millî Mücadeleye başlarken karşımızda iki düşman vardı: Biri iç düşmanlar ki bunu, İstanbul Hükümeti temsil ediyordu. Öbürü dış düşmanlar ki bunu da yabancı işgal kuvvetleri oluşturuyordu: Ulusal Bağımsızlığımızı ortadan kaldırmak isteyen Emperyalist güçler…”
Her 10 Kasım’da “Atatürk’ü anmak ve O’nu eserleriyle tanımak ve anlamak” milletimiz için insani, vicdani, medeni bir görev olduğu kadar aynı zamanda, dâhi Atatürk’ün dehâ çapında yaptıklarına sadakatin, şükrün de karşılığı şeklinde günümüzde ulusal bir sorumluluğun da olmasını gerektiriyor.
Hakkında birçok dilde on beş bin civarında eser yazılan, dünyanın hakşinas birçok devlet, düşünce, hukuk, ekonomi, tarih vb. dallardaki uzman insanlar, Atatürk’ün gerçekleştirdikleri hakkında çok yönlü takdir ifade eden açıklamalarda bulunmuş olmalarına rağmen, O’nun hakkında hiç hak etmediği halde aşırı bir düşmanlığın olduğu da bir gerçek...
Esasen yirminci yüzyılı “Türk Yüzyılı” yapan Atatürk’ün yaptıklarını, Batı’nın iki yüzyılda o düzeyde gerçekleştiremediği de bilinmektedir. O, sadece Türk Milleti için değil, bölge ülkeleri ve tüm insanlık için “Yurtta Barış Dünyada Barışı”, kalkınmada ekonomik, sosyal, uygarlık modeli oluşturmayı, her şeyden önce çağa uygun “ulus devletler” oluşmasında çığır açmada önder olduğu gibi birçok konu dikkate alındığında; ayrıca bunları on beş yıl gibi çok kısa bir zamanda yaparak kendisinden sonraki çağlarda uygulanabilir örnekler gerçekleştirmiştir. O’nun hakkındaki ciddi düşmanlık yirminci yüzyılda İngiltere tarafından yürütülmeye başladığı biliniyor.
On yüzyıl önce Batı’nın, Türklük ve İslamlık’a karşı Haçlı seferleri ile fiilen yürüttüğü ezeli düşmanlığı, Atatürk’ün şu konularda yürüttüğü dik duruşlar hayli arttırmıştır:
- Her tür sömürgeciliğe karşı güçlü stratejik askeri dehâ savunuculuğu ile milletin tam bağımsızlığı ve egemenliğini İngiliz egemen emperyalizmi yenilgiye uğratarak sağlaması;
- “Allah’la Aldatma”ya karşı gerçek İslam’ı, ana dilde aracısız isteyen herkesin kendisinin anlayacağı şekilde Kur’an’dan Kur’anca anlaması /öğrenmesi çığırını açması;
- Anadolu’da Misakı Milli sınırları içinde kurduğu “ulus devlet” ile mazlum milletlere örnek olarak elliden fazla ulus devletin kuruluşunda da “Kurucu Baba” olması;
- Irkçı, aşırmacı, gayrı bilimsel, tarihsel gerçekliğe dayanmayan “Sömürgeci Batımerkezci Tarih” anlayışına karşı, bilimsel tarihsel gerçeklere dayalı, özgün, Batı’nın gerçek bilim insanlarından referanslar da vererek “Türk Tarih Tezi”ni oluşturup dünya literatürüne seçenek olarak sunması;
- 1945’ten günümüze doğru BOP olarak adlandırılan ve Ortadoğu’da 22 devletin sınırlarının değiştirilmesi /bölünmesi kapsamındaki 1492’de başlatılan ana proje “Mesih Planı”nın oluşmasını en az elli yıl geciktirmesi /engellemesi, Batı dünyasının var olan Türklük, İslamlık düşmanlığına Atatürk düşmanlığını da eklemiştir.
1. EMPERYALİST İNGİLTERE’NİN TÜRK VE ATATÜRK DÜŞMANLIĞI
Son dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu varlığını ve toprak bütünlüğünü korumakta biricik güvencesi olan İngiltere, 1878 Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’nın paylaşımına katıldıktan hemen sonra, Gladstone’nun 1880’de Başbakan olmasıyla, İngiltere açıktan açığa Türk Düşmanı bir çizgiye oturmuştu. Parlamento’da yaptığı konuşmalarda Türklüğü şöyle aşağılıyordu İngiltere Başbakanı Gladstone:
“Osmanlı-Türk hükümeti hiçbir hükümetin işlemediği ölçüde suç işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar suça saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır.
Bu yalnızca bir Müslümanlık sorunu değil, fakat Müslümanlığın bir ırkın yaratılış yapısıyla birleşmesidir. Türkler, Avrupa’ya girdikleri o ilk kara günden bugüne, insanlığın insanlık dışı en büyük örneğini oluşturdular. Nereye gittiler ise arkalarında geniş kanlı bir yol bıraktılar ve onların egemenliğinin uzandığı yerlerde uygarlık kayboldu. Türklerin kötülüklerini önlemenin tek yolu onları yeryüzünden kazımaktır.” [1]
Sömürgeci emperyalizmin Atatürk düşmanlığı aslında Cumhuriyetimizden de eskidir. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine “Ya istiklâl ya ölüm” parolasıyla başkaldıran Atatürk’e ilk düşmanlık besleyenler İngilizler ve onların yerli işbirlikçileridir. İngilizler, Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ü ortadan kaldırmak için birçok yol denemiştir. Bu yollar, I. TBMM’DE Atatürk’ün silah arkadaşlarından (Kazım Karabekir gibi) satın almaya çalışıp Atatürk’e karşı Meclis içinde bir darbe yaptırma planından tutun da Müslüman din adamı kılığına sokulmuş İngiliz ajanlarına Atatürk’ü öldürtme planına kadar uzanmıştır.
Çok sayıda İngiliz ajanı ve casusu Anadolu’da Atatürk’ü öldürmek için fırsat kollamıştır. Bunlar arasında Sivas Kongresi’ni basıp Atatürk’ü ortadan kaldırmakla görevlendirilen İngiliz Binbaşısı casus Covbertin Noel ve Hint Müslümanı kılığında Ankara’ya gidip Atatürk’ü öldürmeye kalkan Mustafa Sagir ilk akla gelenlerdir.[2]
Ayrıca İngiliz gizli servisi MI6 Atatürk’ü adım adım izlemiştir.[3] Atatürk, İngiliz emperyalizminin ve taşeronlarının kendisine kurduğu tuzakların farkında olduğundan Cumhuriyet döneminde bunların tümünü boşa çıkarmıştır.
2. ABD’NİN ATATÜRK DÜŞMANLIĞI
1945’ten sonraki soğuk savaş döneminde, bilindiği gibi İngiliz sömürgeciliğinin yerini Amerikan emperyalizmi almıştır. Bu nedenle 1945’ten itibaren Amerikan ajanları, casusları, gizli servis elemanları ve onların yerli işbirlikçileri O’nun ölümünden sonra da “Atatürk düşmanlığına” ara vermemişlerdir.
Yani bir anlamda bayrak el değiştirmiştir.
1950’lerden itibaren ABD emperyalizminin taşeronluğunu yapan karşı devrimciler, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıyla tarihi gerçekleri eğip bükerek kelimenin tam anlamıyla “yalan tarih” yazmışlar, üstelik bunu yaparken hiç utanıp sıkılmadan yazdıkları kitaplara “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” [4] gibi adlar vermişlerdir.
SSCB’NİN yıkılıp iki kutuplu dünyanın, tek kutuplu dünyaya dönüştüğü 1990’ların başında ABD, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye yönelik BOP’u (yani Büyük İsrail Projesini) hayata geçirmek için Türkiye ile stratejik ortaklığı güçlendirmeye başlamıştır.
1993’teıı itibaren BOP’a uygun yeni bir Türkiye yaratmayı amaçlayan Amerika, önce “Hilafet devleti”, sonra “Yeni Osmanlıcılık” tartışmalarını başlatmıştır. Amerika Türkiye’yi yeniden Osmanlılaşmaya teşvik ederken, öncelikle Osmanlı’nın yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü yaygın ve sürekli eleştirmeye başlamıştır.
1996 yılında CIA görevlisi ve CFR üyesi Samuel Huntington, “Türkiye İslam’ın lideri olmalı! Bunun için de Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmeli” diye demeçler vermiştir.
Huntington Medeniyetler Çatışması adlı kitabında da bir taraftan
- Türkiye’yi İslam’ın lideri olmaya teşvik ederken,
- Diğer taraftan Çağdaş ve Laik Cumhuriyet Projesi’ni ve bu projenin mimarı Atatürk’ü olabildiğince eleştirmiştir.
Huntington, medeniyetler içinde İslam medeniyetinin başsız olduğunu belirtip, Türkiye’nin “İslam’ın başı” olamamasının nedenini Atatürk’e bağlamıştır.
Huntington şöyle demiştir:
“Mustafa Kemal Atatürk, 1920’li ve 1930’lu yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi dikkatlice hesaplanmış devrim yoluyla halkını Osmanlı ve Müslüman geçmişinden uzaklaştırma girişiminde bulundu. Kemalizmin temel ilkeleri ya da ‘altı ok’ halkçılık, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilikti. Çokuluslu bir imparatorluk fikrini reddeden Kemal, homojen bir ulus devlet meydana getirmeyi amaçlamış, bu süreçte Ermeniler ve Yunanlılar ülkeden zorla kovulmuş ve öldürülmüştü. Daha sonra sultanı tahttan indirdi ve Batılı tipte cumhuriyetçi bir siyasal rejim kurdu. Dinsel otoritenin asli kaynağı olan halifeliği kaldırdı. Geleneksel eğitime ve din işleri bakanlıklarına son verdi. Bağımsız din okullarını kapattı. İslam hukukunu uygulayan dinsel mahkemeleri lağvetti. Onun yerine İsviçre Medeni Yasası’na dayanan yeni bir hukuk sistemi kurdu. Ayrıca geleneksel takvimin yerine Gregoryen takvimi geçirdi ve İslam’ın devlet dini olmasına resmen son verdi. Büyük Petro’ya öykünerek dinsel gelenekçiliğin bir simgesi olduğu gerekçesiyle fesi yasakladı, halkı şapka giymesi için teşvik etti ve Türkçenin Arap harfleriyle değil Latin harfleriyle yazılmasını kararlaştırdı. Bu son reformun büyük bir önemi vardı:
Bu reform, Latin harfleriyle okuma yazma öğrenen yeni kuşakların engin bir geleneksel literatüre erişmesini imkânsızlaştırdı. Avrupa dillerinin öğrenilmesini teşvik etti ve okuryazarlık oranını artırma sorununu büyük ölçüde kolaylaştırdı. Türk halkının ulusal, siyasal, dinsel ve kültürel kimliğini yeniden tanımlayan Kemal, 1930’lu yıllarda enerjik bir şekilde Türkiye’nin ekonomik gelişmesini sağlamaya girişti. Batılılaşma hem modernleşmeyle el ele yürüdü hem de modernleşmenin vasıtası oldu...” [5]
Görüldüğü gibi medeniyetleri çatıştırmaya kararlı olan Huntington’un kaleminden dökülen bu cümleler, sanki bizim Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı kadim yobazlarımızın, dönme liberallerimizin kaleminden dökülmüş gibidir!
Huntington’un isteği şudur:
* Türkiye Atatürkçülükten vazgeçsin.
* Batı’nın karşısındaki yeri belli olsun.
Huntington’a göre Kemalizm medeniyet ithaliyle Türkiye’yi Avrupalı yapmaya kalkan bir projedir, ancak başarısız olmuştur!
Çünkü ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın Türkiye Batılı olamamıştır!
Burada şu görüşü savunmuştur:
“Batılı olmayan toplumlar modernleşmek istiyorlarsa bunu Batılılar gibi değil, Japonya gibi kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak ve geliştirerek başarmak zorundadırlar.”
Görülen o ki Huntington, Japon medeniyetinden de bir şey anlamış değildir!
Huntington’a göre Türkiye ne Ortadoğulu ne de Batılı olan, iki arada bir derede kalıp, tanımsız ve kimliksiz bir ülke haline gelmiştir! Burada Huntington’u üzen Türkiye’nin bu durumu değildir kuşkusuz, burada onu üzen Türkiye’nin nerede durduğunun belli olmamasının Batı’ya sorun yaratmasıdır. Huntington’a göre Atatürk, çok sıkı laiklik tanımıyla Türkiye’nin, Osmanlı Devleti’nin İslamcı rolünü devam ettirmesini engellemiştir.
Ona göre;
- Türkiye kendini laik ülke olarak tanımladığı sürece İslam medeniyetinin önderi olamaz.
- İki nedenle Türkiye’nin bir an önce Atatürk’ten ve
- Atatürk’ün laiklik tanımından kurtulması gerekir.
- Huntington’ın ifadesiyle, “Türkiye Atatürk’ün mirasını bilinçli bir şekilde reddedip kendisini İslam’ın bir lideri olarak yeniden tanımlamaya kalkışmadığı sürece...” [6] sorunlarını çözemeyecektir!
CIA görevlisi ve CFR üyesi Samuel Huntington’un Türkiye’nin İslami çizgiye kaymasını, İslam dünyasının lideri olmasını istemesinin nedeni, Türkiye’yi ya da İslam’ı çok sevmesi değildir kuşkusuz…
Huntigton tek düşündüğü şey ABD’nin yüksek çıkarlarıdır ve bu çıkarlar 1946’dan beri olduğu gibi,
* 1996’dan sonra da Türkiye’nin, Batı medeniyetinin temellerindeki “akıl” artı “bilim” artı “laiklik” eşittir “çağdaşlaşma” formülünden bir an önce uzaklaştırılmasını gerektirmektedir.
- ABD, Ortadoğu’daki çıkarları açısından çağdaş, laik, bilim üreten bir Türkiye yerine,
- “İslamcı” ve “savaşçı” bir Türkiye’den yanadır.
Nitekim bugün (2021) ABD’nin egemenlik kurduğu İslam dünyasının neredeyse tamamı, aklı ve bilimi ikinci plana atmış, radikal İslamcılıkla ve radikal İslamcı gruplarla çepeçevre kuşatılmıştır. ABD, Türkiye’nin de benzer bir “dinci kuşatmayla” kuşatılmasını istemektedir. Ancak radikal İslamcılığın zamanla bölgesel çıkarlarına zarar verdiğini gören ABD, Türkiye’de “ılımlı İslam’ın” gelişmesini amaçlamıştır. Türkiye’de bu “dinci kuşatmanın” önündeki en büyük engel ise Atatürk ve Kur’an’ın içerdiği gerçek İslam’dır.
Bu arada 2003’te Irak’a “demokrasi” götürmeye kalkan ABD, ne hikmetse 1996’da Türkiye’ye sultanlık /halifelik götürmeye kalkmıştır!
1996 yılında Huntington, Medeniyetler Çatışması adlı kitabında “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir,” dedikten bir yıl sonra başka CIA görevlileri de benzer düşünceler ileri sürmüştür. Örneğin,
- 1997 yılında CIA ajanı Paul Henze, “Atatürkçülük öldü; Nakşiler. Nurcular ilericidir!” demiş,
- 1998 yılında CIA’in eski Ortadoğu Masası Şefi Graham E. Fuller ise, “Kemalizme son; Osmanlı’yla övünün, Fethullahçı olun!” diye demeçler vermiştir.[7]
- Yine Hollandalı Arie Oostlander’in hazırladığı AB raporuna göre Türkiye AB’ye gerçekten girmek istiyorsa Kemalizm’den vazgeçmelidir!
CIA görevlilerinin ve ajanlarının açıklamaları, AB raportörlerinin beyanları, emperyalist Batı’nın ısrarla Türkiye’den “Atatürk’ün mirasını reddetmesi” istediğini gözler önüne sermektedir. ABD ve AB, Atatürk mirasından; yani laiklikten, cumhuriyetçilikten, milliyetçilikten, halkçılıktan, devletçilikten, devrimcilikten; yani “çağdaşlıktan” ve “tam bağımsızlıktan” rahatsızdır. Atatürk’ün Bağımsızlık ve Aydınlanma Savaşı’ndan rahatsızdır.
- 1946’dan beri neredeyse aralıksız olarak Atatürk mirasını yok etmek için Türkiye’yi Atatürk mirasına karşı güdümlü iktidarların kontrolünde tutan ABD,
- 1993’ten beri Türkiye’de Atatürk mirasının son kalıntılarını da tamamen temizlemenin hesaplarını yapmıştır.
* Bilindiği gibi Atatürk, “Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir,” demiştir.
* ABD Türkiye’ye, “Atatürk'ün mirasını reddedin,” derken aslında “aklı ve bilimi reddedin” demek istemiştir.
- Çünkü ABD, hatta bütün Batı, aklı ve bilimi temel alan; düşünen, sorgulayan, üreten, bağımsızlığından asla ödün vermeyen, ulusal egemenliğin /demokrasinin tam anlamıyla işlediği Atatürkçü çizgideki bir Türkiye değil;
- Aklı ve bilimi ihmal eden, dinle kandırılmış, düşünmeyen, sorgulamayan, üretmeyen, bağımsızlığa önem vermeyen, güdümlü bir başkanın /halifenin egemenliğinde yeniden Osmanlılaşmış, daha doğrusu “Osmanlıcılık” oynayan bir Türkiye arzulamaktadır.[8]
Aslında emperyalist Batı,
- Sadece Atatürk mirasından değil,
- Gerçek İslami /Kur’ani mirastan da çok rahatsızdır.
(Merhum) Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün dediği gibi, “Batı, yani AB ve ABD Türkiye’de iki mirası çökertmek istiyor.
* Biri özgün İslam mirası,
* öteki de özgün Atatürk mirası.
- Hurafe İslâmı, Arap İslamı, Emevi İslamı, Batı’nın alkışladığı şeyler. Onlardan hiçbir rahatsızlığı yok. Zaten o sahte ve sözde İslam’ların temsilcileriyle işbirliği yaparak İslam dünyasını mahvediyor. Örneğin, İslam’ı, ‘zulüm ve emperyalizm düşmanı bir din’ olarak algılayanlara asla yanaşmıyor. Batı o İslam’dan çok rahatsız. Ondan korkuyor...” [9]
Sonuç olarak ABD kendi çıkarlarına uygun bir Türkiye yaratmak için 1949’dan beri ABD’li uzmanların şekillendirdiği, Fullbrayt Komisyon anlaşmalı “Milli Eğitim”in tornasından geçmiş, Atatürk mirasına ve gerçek İslam’a karşı, İslamcı /dinci ve Osmanlıcı siyasetçilerden, devlet adamlarından ve aydınlardan yararlanmıştır, yararlanmaktadır.[10]
4-FATİHALI ÖZET
Özetleyecek olursak, Fatiha/ 6’da kendisini “sıratı müstakim üzere hidayete erdirmesini” isteyen her kişiye, Allah, Ya-Sin/ 60-62’de şöyle buyurmuyor mu?
“Ey Âdemoğulları! ‘Sizin için apaçık düşman olan (içinizdeki, dışınızdaki) şeytana sakın boyun eğmeyin”
“Sadece ALLAH’A boyun eğin’ diye sizinle sözleşme yapmadık mı?”
“İşte bu SIRATI MÜSTAKİM’dir. Hâlâ selim aklınızı kullanmayacak mısınız?”
Burada kastedilen düşman, yani ŞEYTAN,
- Biri içimizdeki cin şeytanı İBLİS olduğu Nâs/ 6’da;
- Diğerleri dışımızdaki bireysel ya da örgütlü küresel şer güçlerinin insan şeytanlarından oluştuğu bireysel olanı Felak/ 2‘de; örgütlü kurumsal küresel şeytanlık /tağut ise Bakara/ 257’de açıklanmaktadır.
“Şeytana boyun eğmek”, “onun yasalarına boyun eğerek ona kulluk etmek” demektir.
Dünya egemenliği bağlamında “zihinsel tutsaklar edinmek” amacıyla yapılan her tür “Akıl tutulması” eylemi şeytanlık, bu işi yapanlar da bireysel ya da küresel şeytanlardır.
İçimizdeki dışımızdaki şeytanların zihinsel /kültürel tutsaklığından kurtulmadan insanlaşmak mümkün değildir. Çünkü; “Yeni Dünya Düzeni şeytanidir.” [11]
O halde Atatürkçü Düşünce Sistemi’nde ilk görev olarak yer alan düşmanı tanımak konusu, günümüzde her yurtsever için bilinçli olarak öncelikli, önemli görev ve sorumluluk olduğunu bilmek O’nu tanımanın, anmanın olmazsa olmazıdır.
Kaynakça
[1] George HORTON, The Blight of Asia, 1926’dan aktaran: Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 2017, 30. Basım, Otopsi Yayınları, s. 125-126.
[2] Ayrıntılar için bkz. KANDEMİR, Atatürk’e İzmir Suikastı’ndan Ayrı 11 Suikast, İstanbul, 1955.
[3] Yenal BİLGİCİ, “Mustafa Kemal MI6’ya Karşı-İngiliz Gizli Servisi Arşivinde 1909-1949 Arası Türkiye”, Newsweek Türkiye, S. 106, 7 Kasım 2010, s. 34-40.
[4] Mustafa MÜFTÜOĞLU, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, (12 cilt), İstanbul, 2004.
[5] Samuel P. HUNTİNGTON, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, (Çev. Mehmet Turhan, Y. Z. Cem Soydemir), 9. Baskı, İstanbul, 2011, s. 205-206.
[6] Samuel P. HUNTİNGTON, Medeniyetler Çatışması, s.237.
[7] Bkz. Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, s. 262-266; Ergün POYRAZ. Musa’nın Çocukları, İstanbul, 2007, s. 111-112.
[8] Sinan MEYDAN, El-Cevap, s. 48, 49.
[9] Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, İstanbul, 2012, 4. Baskı, Yeni Boyut Yayınları, s.318.
[10] “İslamcı” ve “dinci” kavramlarını “Müslüman” ve “dindar” kavramlarıyla karıştırmamak gerekir. Çünkü “İslamcı” veya “dinci” kavramları İslam’ı ve dini kullananları anlatmak için; “Müslüman” ve “dindar” kavramları ise İslam’a gerçekten inananları, samimi Müslümanları anlatmak için kullanılmıştır. Örneğin Atatürk, İslamcılıkla /dincilikle mücadele etmiştir, ama Müslümanlara /dindarlara her zaman saygı duymuştur.
Amerika’nın isteği de gerçekten Müslüman /dindar bir Türkiye değil,
Amerikan çıkarlarına hizmet edecek İslamcı/dinci bir Türkiye’dir.
Amerika, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz çıkarları doğrultusunda Atatürk’e ve O’nun liderliğindeki kurtuluş Savaşı’na başkaldıran İslamcı/dinci liderler gibi liderler aramaktadır. (Sinan MEYDAN, El-Cevap, s. 50)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sedat ŞENERMEN
Atatürk'e düşmanlık neden?
Atatürk, düşmanı en iyi tanıyan bir dâhi stratejist asker olduğu için girdiği her mücadeleyi zafer ve başarı ile sonlandırmıştır. Kur’an’da “düşmanı tanımak” İslam’ın şartlarından bir ilke konumunda farz olan bir ibadettir.
Atatürk’ün düşman konusundaki özlü, veciz tanımını öncelikle görelim:
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan milletler. Aksine bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hâkim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.” (Hâkimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1920)
“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşıyoruz.”
“Biz Millî Mücadeleye başlarken karşımızda iki düşman vardı: Biri iç düşmanlar ki bunu, İstanbul Hükümeti temsil ediyordu. Öbürü dış düşmanlar ki bunu da yabancı işgal kuvvetleri oluşturuyordu: Ulusal Bağımsızlığımızı ortadan kaldırmak isteyen Emperyalist güçler…”
Her 10 Kasım’da “Atatürk’ü anmak ve O’nu eserleriyle tanımak ve anlamak” milletimiz için insani, vicdani, medeni bir görev olduğu kadar aynı zamanda, dâhi Atatürk’ün dehâ çapında yaptıklarına sadakatin, şükrün de karşılığı şeklinde günümüzde ulusal bir sorumluluğun da olmasını gerektiriyor.
Hakkında birçok dilde on beş bin civarında eser yazılan, dünyanın hakşinas birçok devlet, düşünce, hukuk, ekonomi, tarih vb. dallardaki uzman insanlar, Atatürk’ün gerçekleştirdikleri hakkında çok yönlü takdir ifade eden açıklamalarda bulunmuş olmalarına rağmen, O’nun hakkında hiç hak etmediği halde aşırı bir düşmanlığın olduğu da bir gerçek...
Esasen yirminci yüzyılı “Türk Yüzyılı” yapan Atatürk’ün yaptıklarını, Batı’nın iki yüzyılda o düzeyde gerçekleştiremediği de bilinmektedir. O, sadece Türk Milleti için değil, bölge ülkeleri ve tüm insanlık için “Yurtta Barış Dünyada Barışı”, kalkınmada ekonomik, sosyal, uygarlık modeli oluşturmayı, her şeyden önce çağa uygun “ulus devletler” oluşmasında çığır açmada önder olduğu gibi birçok konu dikkate alındığında; ayrıca bunları on beş yıl gibi çok kısa bir zamanda yaparak kendisinden sonraki çağlarda uygulanabilir örnekler gerçekleştirmiştir. O’nun hakkındaki ciddi düşmanlık yirminci yüzyılda İngiltere tarafından yürütülmeye başladığı biliniyor.
On yüzyıl önce Batı’nın, Türklük ve İslamlık’a karşı Haçlı seferleri ile fiilen yürüttüğü ezeli düşmanlığı, Atatürk’ün şu konularda yürüttüğü dik duruşlar hayli arttırmıştır:
- Her tür sömürgeciliğe karşı güçlü stratejik askeri dehâ savunuculuğu ile milletin tam bağımsızlığı ve egemenliğini İngiliz egemen emperyalizmi yenilgiye uğratarak sağlaması;
- “Allah’la Aldatma”ya karşı gerçek İslam’ı, ana dilde aracısız isteyen herkesin kendisinin anlayacağı şekilde Kur’an’dan Kur’anca anlaması /öğrenmesi çığırını açması;
- Anadolu’da Misakı Milli sınırları içinde kurduğu “ulus devlet” ile mazlum milletlere örnek olarak elliden fazla ulus devletin kuruluşunda da “Kurucu Baba” olması;
- Irkçı, aşırmacı, gayrı bilimsel, tarihsel gerçekliğe dayanmayan “Sömürgeci Batımerkezci Tarih” anlayışına karşı, bilimsel tarihsel gerçeklere dayalı, özgün, Batı’nın gerçek bilim insanlarından referanslar da vererek “Türk Tarih Tezi”ni oluşturup dünya literatürüne seçenek olarak sunması;
- 1945’ten günümüze doğru BOP olarak adlandırılan ve Ortadoğu’da 22 devletin sınırlarının değiştirilmesi /bölünmesi kapsamındaki 1492’de başlatılan ana proje “Mesih Planı”nın oluşmasını en az elli yıl geciktirmesi /engellemesi, Batı dünyasının var olan Türklük, İslamlık düşmanlığına Atatürk düşmanlığını da eklemiştir.
1. EMPERYALİST İNGİLTERE’NİN TÜRK VE ATATÜRK DÜŞMANLIĞI
Son dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu varlığını ve toprak bütünlüğünü korumakta biricik güvencesi olan İngiltere, 1878 Berlin Antlaşması’nda Osmanlı’nın paylaşımına katıldıktan hemen sonra, Gladstone’nun 1880’de Başbakan olmasıyla, İngiltere açıktan açığa Türk Düşmanı bir çizgiye oturmuştu. Parlamento’da yaptığı konuşmalarda Türklüğü şöyle aşağılıyordu İngiltere Başbakanı Gladstone:
“Osmanlı-Türk hükümeti hiçbir hükümetin işlemediği ölçüde suç işlemiş, hiçbir hükümet onun kadar suça saplanmamış, hiçbiri onun kadar değişime kapalı olmamıştır.
Bu yalnızca bir Müslümanlık sorunu değil, fakat Müslümanlığın bir ırkın yaratılış yapısıyla birleşmesidir. Türkler, Avrupa’ya girdikleri o ilk kara günden bugüne, insanlığın insanlık dışı en büyük örneğini oluşturdular. Nereye gittiler ise arkalarında geniş kanlı bir yol bıraktılar ve onların egemenliğinin uzandığı yerlerde uygarlık kayboldu. Türklerin kötülüklerini önlemenin tek yolu onları yeryüzünden kazımaktır.” [1]
Sömürgeci emperyalizmin Atatürk düşmanlığı aslında Cumhuriyetimizden de eskidir. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine “Ya istiklâl ya ölüm” parolasıyla başkaldıran Atatürk’e ilk düşmanlık besleyenler İngilizler ve onların yerli işbirlikçileridir. İngilizler, Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ü ortadan kaldırmak için birçok yol denemiştir. Bu yollar, I. TBMM’DE Atatürk’ün silah arkadaşlarından (Kazım Karabekir gibi) satın almaya çalışıp Atatürk’e karşı Meclis içinde bir darbe yaptırma planından tutun da Müslüman din adamı kılığına sokulmuş İngiliz ajanlarına Atatürk’ü öldürtme planına kadar uzanmıştır.
Çok sayıda İngiliz ajanı ve casusu Anadolu’da Atatürk’ü öldürmek için fırsat kollamıştır. Bunlar arasında Sivas Kongresi’ni basıp Atatürk’ü ortadan kaldırmakla görevlendirilen İngiliz Binbaşısı casus Covbertin Noel ve Hint Müslümanı kılığında Ankara’ya gidip Atatürk’ü öldürmeye kalkan Mustafa Sagir ilk akla gelenlerdir.[2]
Ayrıca İngiliz gizli servisi MI6 Atatürk’ü adım adım izlemiştir.[3] Atatürk, İngiliz emperyalizminin ve taşeronlarının kendisine kurduğu tuzakların farkında olduğundan Cumhuriyet döneminde bunların tümünü boşa çıkarmıştır.
2. ABD’NİN ATATÜRK DÜŞMANLIĞI
1945’ten sonraki soğuk savaş döneminde, bilindiği gibi İngiliz sömürgeciliğinin yerini Amerikan emperyalizmi almıştır. Bu nedenle 1945’ten itibaren Amerikan ajanları, casusları, gizli servis elemanları ve onların yerli işbirlikçileri O’nun ölümünden sonra da “Atatürk düşmanlığına” ara vermemişlerdir.
Yani bir anlamda bayrak el değiştirmiştir.
1950’lerden itibaren ABD emperyalizminin taşeronluğunu yapan karşı devrimciler, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığıyla tarihi gerçekleri eğip bükerek kelimenin tam anlamıyla “yalan tarih” yazmışlar, üstelik bunu yaparken hiç utanıp sıkılmadan yazdıkları kitaplara “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” [4] gibi adlar vermişlerdir.
SSCB’NİN yıkılıp iki kutuplu dünyanın, tek kutuplu dünyaya dönüştüğü 1990’ların başında ABD, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye yönelik BOP’u (yani Büyük İsrail Projesini) hayata geçirmek için Türkiye ile stratejik ortaklığı güçlendirmeye başlamıştır.
1993’teıı itibaren BOP’a uygun yeni bir Türkiye yaratmayı amaçlayan Amerika, önce “Hilafet devleti”, sonra “Yeni Osmanlıcılık” tartışmalarını başlatmıştır. Amerika Türkiye’yi yeniden Osmanlılaşmaya teşvik ederken, öncelikle Osmanlı’nın yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü yaygın ve sürekli eleştirmeye başlamıştır.
3. ABD’Lİ HUNTİNGTON: “ATATÜRK’ÜN MİRASINI REDDEDİN.”
1996 yılında CIA görevlisi ve CFR üyesi Samuel Huntington, “Türkiye İslam’ın lideri olmalı! Bunun için de Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmeli” diye demeçler vermiştir.
Huntington Medeniyetler Çatışması adlı kitabında da bir taraftan
- Türkiye’yi İslam’ın lideri olmaya teşvik ederken,
- Diğer taraftan Çağdaş ve Laik Cumhuriyet Projesi’ni ve bu projenin mimarı Atatürk’ü olabildiğince eleştirmiştir.
Huntington, medeniyetler içinde İslam medeniyetinin başsız olduğunu belirtip, Türkiye’nin “İslam’ın başı” olamamasının nedenini Atatürk’e bağlamıştır.
Huntington şöyle demiştir:
“Mustafa Kemal Atatürk, 1920’li ve 1930’lu yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi dikkatlice hesaplanmış devrim yoluyla halkını Osmanlı ve Müslüman geçmişinden uzaklaştırma girişiminde bulundu. Kemalizmin temel ilkeleri ya da ‘altı ok’ halkçılık, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilikti. Çokuluslu bir imparatorluk fikrini reddeden Kemal, homojen bir ulus devlet meydana getirmeyi amaçlamış, bu süreçte Ermeniler ve Yunanlılar ülkeden zorla kovulmuş ve öldürülmüştü. Daha sonra sultanı tahttan indirdi ve Batılı tipte cumhuriyetçi bir siyasal rejim kurdu. Dinsel otoritenin asli kaynağı olan halifeliği kaldırdı. Geleneksel eğitime ve din işleri bakanlıklarına son verdi. Bağımsız din okullarını kapattı. İslam hukukunu uygulayan dinsel mahkemeleri lağvetti. Onun yerine İsviçre Medeni Yasası’na dayanan yeni bir hukuk sistemi kurdu. Ayrıca geleneksel takvimin yerine Gregoryen takvimi geçirdi ve İslam’ın devlet dini olmasına resmen son verdi. Büyük Petro’ya öykünerek dinsel gelenekçiliğin bir simgesi olduğu gerekçesiyle fesi yasakladı, halkı şapka giymesi için teşvik etti ve Türkçenin Arap harfleriyle değil Latin harfleriyle yazılmasını kararlaştırdı. Bu son reformun büyük bir önemi vardı:
Bu reform, Latin harfleriyle okuma yazma öğrenen yeni kuşakların engin bir geleneksel literatüre erişmesini imkânsızlaştırdı. Avrupa dillerinin öğrenilmesini teşvik etti ve okuryazarlık oranını artırma sorununu büyük ölçüde kolaylaştırdı. Türk halkının ulusal, siyasal, dinsel ve kültürel kimliğini yeniden tanımlayan Kemal, 1930’lu yıllarda enerjik bir şekilde Türkiye’nin ekonomik gelişmesini sağlamaya girişti. Batılılaşma hem modernleşmeyle el ele yürüdü hem de modernleşmenin vasıtası oldu...” [5]
Görüldüğü gibi medeniyetleri çatıştırmaya kararlı olan Huntington’un kaleminden dökülen bu cümleler, sanki bizim Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı kadim yobazlarımızın, dönme liberallerimizin kaleminden dökülmüş gibidir!
Huntington’un isteği şudur:
* Türkiye Atatürkçülükten vazgeçsin.
* Batı’nın karşısındaki yeri belli olsun.
Huntington’a göre Kemalizm medeniyet ithaliyle Türkiye’yi Avrupalı yapmaya kalkan bir projedir, ancak başarısız olmuştur!
Çünkü ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın Türkiye Batılı olamamıştır!
Burada şu görüşü savunmuştur:
“Batılı olmayan toplumlar modernleşmek istiyorlarsa bunu Batılılar gibi değil, Japonya gibi kendi yöntemleriyle, kendi gelenek, kurum ve değerlerini kullanarak ve geliştirerek başarmak zorundadırlar.”
Görülen o ki Huntington, Japon medeniyetinden de bir şey anlamış değildir!
Huntington’a göre Türkiye ne Ortadoğulu ne de Batılı olan, iki arada bir derede kalıp, tanımsız ve kimliksiz bir ülke haline gelmiştir! Burada Huntington’u üzen Türkiye’nin bu durumu değildir kuşkusuz, burada onu üzen Türkiye’nin nerede durduğunun belli olmamasının Batı’ya sorun yaratmasıdır. Huntington’a göre Atatürk, çok sıkı laiklik tanımıyla Türkiye’nin, Osmanlı Devleti’nin İslamcı rolünü devam ettirmesini engellemiştir.
Ona göre;
- Türkiye kendini laik ülke olarak tanımladığı sürece İslam medeniyetinin önderi olamaz.
- İki nedenle Türkiye’nin bir an önce Atatürk’ten ve
- Atatürk’ün laiklik tanımından kurtulması gerekir.
- Huntington’ın ifadesiyle, “Türkiye Atatürk’ün mirasını bilinçli bir şekilde reddedip kendisini İslam’ın bir lideri olarak yeniden tanımlamaya kalkışmadığı sürece...” [6] sorunlarını çözemeyecektir!
CIA görevlisi ve CFR üyesi Samuel Huntington’un Türkiye’nin İslami çizgiye kaymasını, İslam dünyasının lideri olmasını istemesinin nedeni, Türkiye’yi ya da İslam’ı çok sevmesi değildir kuşkusuz…
Huntigton tek düşündüğü şey ABD’nin yüksek çıkarlarıdır ve bu çıkarlar 1946’dan beri olduğu gibi,
* 1996’dan sonra da Türkiye’nin, Batı medeniyetinin temellerindeki “akıl” artı “bilim” artı “laiklik” eşittir “çağdaşlaşma” formülünden bir an önce uzaklaştırılmasını gerektirmektedir.
- ABD, Ortadoğu’daki çıkarları açısından çağdaş, laik, bilim üreten bir Türkiye yerine,
- “İslamcı” ve “savaşçı” bir Türkiye’den yanadır.
Nitekim bugün (2021) ABD’nin egemenlik kurduğu İslam dünyasının neredeyse tamamı, aklı ve bilimi ikinci plana atmış, radikal İslamcılıkla ve radikal İslamcı gruplarla çepeçevre kuşatılmıştır. ABD, Türkiye’nin de benzer bir “dinci kuşatmayla” kuşatılmasını istemektedir. Ancak radikal İslamcılığın zamanla bölgesel çıkarlarına zarar verdiğini gören ABD, Türkiye’de “ılımlı İslam’ın” gelişmesini amaçlamıştır. Türkiye’de bu “dinci kuşatmanın” önündeki en büyük engel ise Atatürk ve Kur’an’ın içerdiği gerçek İslam’dır.
Bu arada 2003’te Irak’a “demokrasi” götürmeye kalkan ABD, ne hikmetse 1996’da Türkiye’ye sultanlık /halifelik götürmeye kalkmıştır!
1996 yılında Huntington, Medeniyetler Çatışması adlı kitabında “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir,” dedikten bir yıl sonra başka CIA görevlileri de benzer düşünceler ileri sürmüştür. Örneğin,
- 1997 yılında CIA ajanı Paul Henze, “Atatürkçülük öldü; Nakşiler. Nurcular ilericidir!” demiş,
- 1998 yılında CIA’in eski Ortadoğu Masası Şefi Graham E. Fuller ise, “Kemalizme son; Osmanlı’yla övünün, Fethullahçı olun!” diye demeçler vermiştir.[7]
- Yine Hollandalı Arie Oostlander’in hazırladığı AB raporuna göre Türkiye AB’ye gerçekten girmek istiyorsa Kemalizm’den vazgeçmelidir!
CIA görevlilerinin ve ajanlarının açıklamaları, AB raportörlerinin beyanları, emperyalist Batı’nın ısrarla Türkiye’den “Atatürk’ün mirasını reddetmesi” istediğini gözler önüne sermektedir. ABD ve AB, Atatürk mirasından; yani laiklikten, cumhuriyetçilikten, milliyetçilikten, halkçılıktan, devletçilikten, devrimcilikten; yani “çağdaşlıktan” ve “tam bağımsızlıktan” rahatsızdır. Atatürk’ün Bağımsızlık ve Aydınlanma Savaşı’ndan rahatsızdır.
- 1946’dan beri neredeyse aralıksız olarak Atatürk mirasını yok etmek için Türkiye’yi Atatürk mirasına karşı güdümlü iktidarların kontrolünde tutan ABD,
- 1993’ten beri Türkiye’de Atatürk mirasının son kalıntılarını da tamamen temizlemenin hesaplarını yapmıştır.
* Bilindiği gibi Atatürk, “Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir,” demiştir.
* ABD Türkiye’ye, “Atatürk'ün mirasını reddedin,” derken aslında “aklı ve bilimi reddedin” demek istemiştir.
- Çünkü ABD, hatta bütün Batı, aklı ve bilimi temel alan; düşünen, sorgulayan, üreten, bağımsızlığından asla ödün vermeyen, ulusal egemenliğin /demokrasinin tam anlamıyla işlediği Atatürkçü çizgideki bir Türkiye değil;
- Aklı ve bilimi ihmal eden, dinle kandırılmış, düşünmeyen, sorgulamayan, üretmeyen, bağımsızlığa önem vermeyen, güdümlü bir başkanın /halifenin egemenliğinde yeniden Osmanlılaşmış, daha doğrusu “Osmanlıcılık” oynayan bir Türkiye arzulamaktadır.[8]
Aslında emperyalist Batı,
- Sadece Atatürk mirasından değil,
- Gerçek İslami /Kur’ani mirastan da çok rahatsızdır.
(Merhum) Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün dediği gibi, “Batı, yani AB ve ABD Türkiye’de iki mirası çökertmek istiyor.
* Biri özgün İslam mirası,
* öteki de özgün Atatürk mirası.
- Hurafe İslâmı, Arap İslamı, Emevi İslamı, Batı’nın alkışladığı şeyler. Onlardan hiçbir rahatsızlığı yok. Zaten o sahte ve sözde İslam’ların temsilcileriyle işbirliği yaparak İslam dünyasını mahvediyor. Örneğin, İslam’ı, ‘zulüm ve emperyalizm düşmanı bir din’ olarak algılayanlara asla yanaşmıyor. Batı o İslam’dan çok rahatsız. Ondan korkuyor...” [9]
Sonuç olarak ABD kendi çıkarlarına uygun bir Türkiye yaratmak için 1949’dan beri ABD’li uzmanların şekillendirdiği, Fullbrayt Komisyon anlaşmalı “Milli Eğitim”in tornasından geçmiş, Atatürk mirasına ve gerçek İslam’a karşı, İslamcı /dinci ve Osmanlıcı siyasetçilerden, devlet adamlarından ve aydınlardan yararlanmıştır, yararlanmaktadır.[10]
4-FATİHALI ÖZET
Özetleyecek olursak, Fatiha/ 6’da kendisini “sıratı müstakim üzere hidayete erdirmesini” isteyen her kişiye, Allah, Ya-Sin/ 60-62’de şöyle buyurmuyor mu?
“Ey Âdemoğulları! ‘Sizin için apaçık düşman olan (içinizdeki, dışınızdaki) şeytana sakın boyun eğmeyin”
“Sadece ALLAH’A boyun eğin’ diye sizinle sözleşme yapmadık mı?”
“İşte bu SIRATI MÜSTAKİM’dir. Hâlâ selim aklınızı kullanmayacak mısınız?”
Burada kastedilen düşman, yani ŞEYTAN,
- Biri içimizdeki cin şeytanı İBLİS olduğu Nâs/ 6’da;
- Diğerleri dışımızdaki bireysel ya da örgütlü küresel şer güçlerinin insan şeytanlarından oluştuğu bireysel olanı Felak/ 2‘de; örgütlü kurumsal küresel şeytanlık /tağut ise Bakara/ 257’de açıklanmaktadır.
“Şeytana boyun eğmek”, “onun yasalarına boyun eğerek ona kulluk etmek” demektir.
Dünya egemenliği bağlamında “zihinsel tutsaklar edinmek” amacıyla yapılan her tür “Akıl tutulması” eylemi şeytanlık, bu işi yapanlar da bireysel ya da küresel şeytanlardır.
İçimizdeki dışımızdaki şeytanların zihinsel /kültürel tutsaklığından kurtulmadan insanlaşmak mümkün değildir. Çünkü; “Yeni Dünya Düzeni şeytanidir.” [11]
O halde Atatürkçü Düşünce Sistemi’nde ilk görev olarak yer alan düşmanı tanımak konusu, günümüzde her yurtsever için bilinçli olarak öncelikli, önemli görev ve sorumluluk olduğunu bilmek O’nu tanımanın, anmanın olmazsa olmazıdır.
Kaynakça
[1] George HORTON, The Blight of Asia, 1926’dan aktaran: Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 2017, 30. Basım, Otopsi Yayınları, s. 125-126.
[2] Ayrıntılar için bkz. KANDEMİR, Atatürk’e İzmir Suikastı’ndan Ayrı 11 Suikast, İstanbul, 1955.
[3] Yenal BİLGİCİ, “Mustafa Kemal MI6’ya Karşı-İngiliz Gizli Servisi Arşivinde 1909-1949 Arası Türkiye”, Newsweek Türkiye, S. 106, 7 Kasım 2010, s. 34-40.
[4] Mustafa MÜFTÜOĞLU, Yalan Söyleyen Tarih Utansın, (12 cilt), İstanbul, 2004.
[5] Samuel P. HUNTİNGTON, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, (Çev. Mehmet Turhan, Y. Z. Cem Soydemir), 9. Baskı, İstanbul, 2011, s. 205-206.
[6] Samuel P. HUNTİNGTON, Medeniyetler Çatışması, s.237.
[7] Bkz. Cengiz ÖZAKINCI, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, s. 262-266; Ergün POYRAZ. Musa’nın Çocukları, İstanbul, 2007, s. 111-112.
[8] Sinan MEYDAN, El-Cevap, s. 48, 49.
[9] Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na Bir Bakış, İstanbul, 2012, 4. Baskı, Yeni Boyut Yayınları, s.318.
[10] “İslamcı” ve “dinci” kavramlarını “Müslüman” ve “dindar” kavramlarıyla karıştırmamak gerekir. Çünkü “İslamcı” veya “dinci” kavramları İslam’ı ve dini kullananları anlatmak için; “Müslüman” ve “dindar” kavramları ise İslam’a gerçekten inananları, samimi Müslümanları anlatmak için kullanılmıştır. Örneğin Atatürk, İslamcılıkla /dincilikle mücadele etmiştir, ama Müslümanlara /dindarlara her zaman saygı duymuştur.
Amerika’nın isteği de gerçekten Müslüman /dindar bir Türkiye değil,
Amerikan çıkarlarına hizmet edecek İslamcı/dinci bir Türkiye’dir.
Amerika, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz çıkarları doğrultusunda Atatürk’e ve O’nun liderliğindeki kurtuluş Savaşı’na başkaldıran İslamcı/dinci liderler gibi liderler aramaktadır. (Sinan MEYDAN, El-Cevap, s. 50)
[11] Bkz. Sedat ŞENERMEN, ŞEYTAN İÇİMİZDEKİ... DIŞIMIZDAKİ bireysel... küresel, İstanbul, 2019, Ulak Yayıncılık.