SON DAKİKA
Hava Durumu

Emperyalizme karşı durduğumuz tarih: 19 Mayıs 1919

Yazının Giriş Tarihi: 16.05.2022 11:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.05.2022 11:39

19 MAYIS 1919, ATATÜRK’ÜN TÜRK MİLLETİ ADINA EMPERYALİZME KARŞI SAMSUN’A ÇIKIŞ TARİHİDİR

Ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak zorunda idim.[1] Mustafa Kemal

1. Türk’ün Vicdanındaki Milli Sır, Emperyalizme Karşı Çıkmaktır ve Kur’ani’dir

Allah’ın sözü olan Kur’an, emperyalizmiküresel şer ve şeytanlık, düşmanlık” anlamında tâğût olarak tanımlamaktadır. Kur’an, düşmanı şeytan olarak niteliyor. Bireysel ve küresel düşmanlık kadın-erkek her kişinin şirkten, şerden, şeytanlıktan kurtulması, uzaklaşması için reddedilmesi, karşı çıkılması dinin ilk buyruğu olarak birçok ayette vurgulanmaktadır (Örneğin, bkz. Yâ-Sîn/60-62). Sıratı müstakim üzere olmak isteyen için, doğru yolu “şeytana, şeytanlığa karşı çıkmak, ona boyun eğmemek” olarak belirleyen Kur’an, Allah’a imanın önündeki en büyük engel ve mutlaka aşılması farz ibadetin aklı selimleştirerek yapılması gereken ilkesi, aynı zamanda da İslam’a girişin kelimeyi şehadet şartı olarak açıklamaktadır. Bunu yapamayanlara ise şu soru sorulmaktadır:

Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Yâ-Sîn/62) 

Nutuk’ta milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiği büyük gelişme kabiliyetini “milli sır” olarak belirleyen Atatürk, onun “milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurabilmek” olduğunu da şöyle ifade etmiştir:

Efendiler bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!

İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”[2]

Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantığı da Atatürk açıklamaktadır:

Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun,  istiklâlden yoksun bir milleti, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.

Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

Hâlbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yol olsun daha iyidir!...

O halde ya istiklâl ya ölüm!

İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır.[3]

2. Emperyalizm, Ulusal Bağımsızlığın, Ulus Devletin, Hayrın, İnsanlaşmanın, Uygarlaşmanın Düşmanıdır, İç ve Dış Düşmanlığın Odağıdır

 

Yurdun güvenliği, vatanın bölünmez bütünlüğü, ülkenin tam bağımsızlığına, kişinin beden ve zihin sağlığına musallat olan düşmandır. Düşmandan korunmak, onu tüm yetenek ve özellikleriyle tanımaktan geçer. Kur’an’da kişinin birey olarak içindeki ve dışındaki düşman, şeytan olarak nitelenmekte ve tüm şeytanlıklarıyla açıklanmaktadır. İnsanın içinde ve dışında düşman/şeytanlar olduğu gibi milletimizin, vatanımızın, devletimizin, ordumuzun, bayrağımızın da iç ve dış düşmanları vardır. Atatürk İstanbul’dan Samsun’a yola çıkarken Türk milletinin iç ve dış düşmanlarını ve onların her tür düşmanlıklarını biliyor ve bu konuda şunları söylüyordu:

EN BÜYÜK DÜŞMAN, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan milletler. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hâkim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan EMPERYALİZMDİR.” (Hâkimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1920)

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşıyoruz.”

Biz Milli Mücadeleye başlarken karşımızda iki düşman vardı. Biri İÇ DÜŞMANLAR ki, bunu İstanbul Hükümeti temsil ediyordu. Öbürü DIŞ DÜŞMANLAR ki, bunu da yabancı işgal kuvvetleri oluşturuyordu: Ulusal Bağımsızlığımızı ortadan kaldırmak isteyen Emperyalist güçler…”

Atatürk’ün tanımladığı iç ve dış düşmanlar, Kur’an’da Sıratı Müstakim’in tanımında şeytan olarak verilmektedir:

Fatiha: /6’da Kendisini “sıratı müstakim üzere hidayete erdirmesini” isteyen her kişiye, Allah, (Ya-Sin /60-62’de) şöyle söylemiyor mu?

Ey Âdemoğulları! Sizin için apaçık DÜŞMAN olan (iç ve dış; bireysel ya da küresel) ŞEYTANA sakın BOYUN EĞMEYİN;”

Sadece ALLAH’A boyun eğindiye sizinle sözleşme yapmadık mı?

İşte bu SIRATI MÜSTAKİM’dir. Hâlâ selim aklınızı kullanmayacak mısınız?”[4]

Samsun’a çıkış kararından önce, önemli bir nokta olarak Atatürk’ün 15 Mart 1923’de Adana Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmayı hatırlayalım:

Genç arkadaşlarım; ben ve benim gibi sevdiğinize kuşku olmayan arkadaşlarımla birlikte, milletin en feci günlerinde vicdanımıza düşen görevi yaptık. Bu konuda bize cür’et ve cesaret veren, siz ve sizi vücuda getiren yüce kalpli analar ve babalarınız ve bu millettir. Acı günlere ait olmakla beraber, bu memlekete ait değerli bir hatırayı burada tekrarlamak isterim. Efendiler, bende bu olayların ilk teşebbüs hissi bu memlekette, bu güzel Adana’da vücut bulmuştur. Suriye felâketinin ardından Yıldırım Orduları’nın kumandanlığını almak üzere buraya gelmiştim. O zaman burada bütün ülkenin, bütün milletin nasıl bir geleceğe sürüklenmekte olduğunu görmüş ve buna engel olmak için derhal girişimlerde bulunmuştum. Fakat o zaman için bu girişimimi verimli kılmak mümkün olamadı. Çünkü durumum buna elverişli değildi. Bana milletin kurtuluşu yolunda ilk teşebbüs hissinin bu kutsal topraklardan gelmiş olması dolayısıyla, hemşerisi olmakla övündüğüm bu toprakları yüceltirim.[5]

Bu durum tespitinden sonra Mustafa Kemal’in İstanbul’a gelişi ve Samsun’a hareket tarihine kadarki altı aylık sürede, yani Kasım 1918’den Mayıs 1919’a dek bulunduğu İstanbul’da, işgalci emperyalistlere karşı bir siyasal irade oluşturmak için kurtuluş, kuruluş için çözüm projesi için yılmadan çalıştığını görüyoruz.

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçiş kararına ulaşmada en önemli dönüm noktası 21 Aralık 1918’de Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın padişah tarafından kapatılmasıdır.  Osmanlı meclisi kapatılınca, Mustafa Kemal için çıkış yolu artık Anadolu olarak gönüyordu. Bu nedenle, Mustafa Kemal Anadolu’ya geçiş kararını Aralık 1918 sonları ile Ocak 1919’un ilk yarısında almıştır.[6]

Mustafa Kemal’in Ocak 1919’dan  sonraki çalışmalarını bu temel hedef doğrultusunda yoğunlaştırdığı bilinmektedir. 

3. Yunan Ordusunun İzmir’i İşgali

O günleri İlhan Selçuk’un tespitleriyle görelim:

15 Mayıs 1919’da Amiral Calthorpe’un Osmanlı’ya bir ültimatomuyla İzmir’i işgale başlayan Yunan ordusu bölgeye egemen olmuştur. Rumlar ve Ermeniler halk kesiminde gerekli propagandayı yapmaktadırlar.

Türkler çaresizlik içinde sinmişlerdir. Harbi Umumi’den yenik ve yorgun çıkan askeri birlikler ne yapacaklarını bilememektedirler. Gü­nün siyasal iradesini temsil eden Padişah Vahdettin tam bir teslimiyet içindedir.

Ancak Albay Bekir Sami “vatanı kurtarmak için” Yunan işgalinin başladığı Ege’ye doğru yola çıkarken, Mustafa Kemal Paşa da Doğu’ya hareket etmiş ve 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmıştı.

Mustafa Ke­mal Paşa’nın dehâsı daha baştan zorunlu bir gerçeği algılamıştı: Siyasi bir iradeden yoksun asker, başarı kazanamazdı; ülkeyi işgal eden emperyalistlerin karşısında önce halkın, toplumun, milletin siyasal iradesini örgütleyecek bir harekete ihtiyaç vardı.

Atatürk (o dönemde yalnız Mustafa Kemal Paşa olarak anılıyor) Kasım 1918’den Mayıs 1919’a dek bulunduğu başkentte, İs­tanbul’da, işgalci emperyalistlere karşı bir siyasal irade yaratmak için çalışmıştır.

Hükümette Savaş Bakanı olmak isteğinden tutun, Padişah Vahdettin’le konuşmalarına, karargâhını kurduğu Şiş­li’deki bütün çalışmalarına, asker-sivil ve yerli-yabancı tüm temaslarına dek her eylemindeki temel pusulası bu anafikrin omurgası­nı oluşturmaktadır.

Ancak İstanbul’da özellikle Padişah Vahdettin ve çevresinde­ki teslimiyet çemberini kırmakta yenilgiye uğrayınca Anadolu’ya geçmek ve işgalci emperyalistlere karşı siyasal iradeyi Anadolu’da yaratmak kararını vermiştir.

Padişah Vahdettin işgalci emperyalistlere karşı direnişin zerresini sarayında oluşturmaktan yoksundu.

Bu körükörüne teslimiyet Mustafa Kemal’in bütün çabalarına karşın süregeldi; ne yazık ki hilafet ordusu girişimine dönüştü ve mil­let zafere ulaşırken Vahdettin’in bir İngiliz zırhlısıyla Türkiye’den kaçmasıyla sonuçlandı.[7]

Askeri dehası yerli ve yabancı tüm uzmanlarca kabul edilen Mus­tafa Kemal Paşa’nın aynı zamanda siyasal alandaki olağanüstü ye­tileri Milli Kurtuluş eyleminin her aşamasında çarpıcı göstergeler­le ortaya çıkmaktadır.

Nitekim tüm asker ve sivil kesimlerde bu gerçeğin benimsenmesi, onun liderlik konuşlanmasını tartışmasız sağlamıştır.

Atatürk’ün Anadolu’da örgütlediği siyasal irade savaşı kazanmakla yetinmemiş, laik Türkiye Cumhuriyetini de devrimle ger­çekleştirmiştir.[8]

4. Mustafa Kemal, Kasım 1918’den Mayıs 1919’a Dek İstanbul’da, İşgalci İngiliz Egemen Emperyalistlere Karşı Bir Siyasal İrade Hazırlamak Üzere Tek Başına Bir Ordu Gibi 6 Ay Çalıştı

Mustafa Kemal, Mondros Ateş­kesinden sonraki bunalımlı günlerde İstanbul’da sanki tek başına Devlet Planlama Teşkilatı gibi ve Türk Milleti’nin ortak/birleşik aklının da ana trafosu  sadece kendisiymiş gibi, başta ulusun egemen olacağı tam bağımsız bir Türk Devleti için kurtuluş ve kalkınma projesi hazırlaması gerekiyordu ve onu hazırladı.

Atatürk Nutuk’a “1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım,” cümlesiyle başlar ve 1927 yılına kadarki dönemi belgeleriyle ortaya koyar. Oysa Atatürk’ün Samsun’a gitmeden önce 6 ay kaldığı mütareke İstanbul’undaki yaşamı çok önemlidir.

Türkler, 1919-1922 arasında, tüm mazlum milletlere örnek olan, emperyalist işgalcilere karşı ilk direniş ve bağımsızlık savaşını gerçekleştirdiler.

Bu büyük destansı savaş okullarda temel olarak şöyle öğretili­yor:

Atatürk 19 Mayıs 1919’a Samsun’a çıktı, Erzurum ve Sivas Kongrelerini topladı, TBMM’yi Ankara’da açmayı başardı. Düzenli ordu kuruldu, üç yıla yakın süren savaşlar sonunda ordumuz zafer kazanarak vatanı kurtardı.

Peki hepsi bu kadar mı?

* Osmanlı İmparatorluğu dağılıp yer yer işgal edilirken, Mustafa Kemal nasıl oldu da Samsun’a gitti?

* Samsun’a ayak basar basmaz hemen bir ay sonra nasıl oldu da ünlü Amasya İhtilal Bildirisi’ni yayımladı, daha sonraki birkaç ay içinde Erzurum ve Sivas kongrelerini gerçekleştirebildi?

* Nasıl oldu da Kuvay-ı Milliye’yi canlandırdı?

* Nasıl oldu da Anadolu’daki çoban ateşlerini bir araya getirebildi?

* Bunların altyapısı nedir?

* Mustafa Kemal Samsun’a gitmeden önce İstanbul’da tam 6 ay kaldı; bu 6 ayda İstanbul’da ne yaptı? Bir yandan düşkünlüğün ve yoksulluğun, öte yandan her türlü eğlencenin yan yana ve kol kola gezdiği mütareke İstanbul’unda vur patlasın çal oynasın vakit mi geçirdi, yoksa Anadolu’da yapacağı çalışmaları mı planladı?

Aşağıdaki sorular hem önemlidir hem de çok ilginçtir.

- Atatürk bu dönemde Harbiye bakanı olmak istiyordu. Neden? Bu dönemde gerçekten Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’la evlenmek istedi mi? Yoksa padişah mı, Mustafa Kemal’i saraya damat almak istiyordu?

- İstanbul’da eski politikacılar, askerler İttihat ve Terakki liderleri İngilizlerin baskısıyla Osmanlı hükümeti tarafından tutuk­lanırken Mustafa Kemal neden tutuklanmadı? Bu işten nasıl kur­tuldu?

- Mustafa Kemal’in işgalci İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlarla ilişkileri nasıldı? İtalyanlar, Ege bölgesinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarına para ve silah verip Yunanlılara karşı milis örgütü kur­ması için öneride bulundular mı? Bu inanılması güç iddia gerçek midir? Eğer gerçekse alt yapısı ve gerekçeleri nelerdir?

Mondros Ateş­kesinden sonraki bunalımlı günleri anımsatır şekilde günümüzde sivil işgal çerçevesinde benzer sorunların yaşandığı düşünülürse, yukardaki sorular ışığında İstiklâl Savaşı başlamadan önceki Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’daki hazırlık çalışmaları yaptığı dönemi belgeleriyle ayrıntılı öğrenmeye ihtiyaç vardır. Bu konuda  belgelere dayalı, ayrıntılı ve güvenilir bir inceleme olarak Dr. Alev COŞKUN Bey’in yazdığı “Samsundan Önce Bilinmeyen 6 AY” kitabını rahatlıkla önerebilirim. İşte bu kitap, bu sorulara ve bunun gibi birçok soruya tarihi belgeleriyle yanıtlar arıyor... Gerçek belgelere dayanarak da yanıt veriyor. Bu “Samsundan Önce Bilinmeyen 6 AY” adlı önemli çalışma, yıllar süren sabırlı bir incelemenin ürünüdür. Her yargının, her iddianın altında da muhakkak dipnot vardır, muhak­kak belge vardır...

Neden 6 Ay?

Bu kitabın adı “6 Ay”dır. Çünkü, Atatürk’ün Anadolu’da yapacağı eylem, İstanbul’da kaldığı bu 6 ayda biçimlendi, nitelik kazandı. Çünkü, Atatürk işgalci güçlerin İstanbul sokaklarında devriye gez­diği bu 6 ayda çok derin üzüntüler yaşadı, hüzünlendi. Bu 6 ayda siyasetle de uğraştı, ama siyasetin acımasız ve hain yüzüyle karşı karşıya geldi, ateşi ve ihaneti gördü.

Oysa Mustafa Kemal, ipekböceğinin kozasını ördüğü gibi, emperyalist işgalcilere karşı verilecek bağımsızlık savaşının hazırlıklarını bu 6 Ay’da yapmıştı. Bu dönem bilinmeden, Anadolu’da üç yılı aşkın süren Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın altyapısı anlaşılamaz, özümsenemez.[9]

5. Mustafa Kemal Atatürk’e Göre 6 Ay

1926 yılında Falih Rıfkı Atay ile Siirt Mebusu Mahmut Bey, Ankara’da çıkan “Hâkimiyeti Milliye” ile İstanbul’daki “Milliyet” gazetesi için Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kendisinden hatıralarının bir bölümünü almak için girişimde bulundular. Bu çalışmalarını Falih Rıfkı Atay’dan dinleyelim:

1926’da, Siirt Mebusu Mahmut’la ben, Ankara’da çıkan “Hâkimiyeti Milliye” ile İstanbul’daki “Milliyet” gazetesi için hatıralarının bir bölümü­nü almak arzusuna kapıldık. Konuşmayı ve anlaşılmayı sevdiği için, ken­disini bu yorgunluğa razı ettik. Her akşam bir iki saat o konuşur ben not tutardım, ertesi gün bu notlara biraz düzen vererek okur, bir itirazı yok­sa neşrederdik.

Hatıralar üç bölüm olacaktı: Dünya harbine ait olanlar, mütareke sırasında İstanbul’daki faaliyetlerine ait olanlar, nihayet Kuvayı Milliye devrine ait olanlar!

İlk yazı, 13 mart 1926’da çıktı. 32 parçalık bu seride Mustafa Kemal, harp politikası hakkındaki tenkitlerini, gerek Türk gerek Alman kumandanları ile münakaşalarını, Vahdettin’le beraber Kayser’in umu­mi karargâhına gidişini, mütareke şartları üzerine Sadrazam İzzet Paşa ile Adana’dan telgraflaşmalarını hikâye eder.

Mustafa Kemal, Kuvayı Milliye ve Cumhuriyet tarihlerine kaynak­lık etmek üzere meşhur Nutuk’unu yazmıştır. Nutuk kendisinin Samsun’a ayak basması ile başlamaktadır. Bizim elimizde bulunan notlar ise müta­rekede Adana’dan İstanbul’a gelişi ile Samsun’a ayak basışı arasındaki devrin hatıralarıdır. Mustafa Kemal’i İstanbul’dan ayrılarak Anadolu’ya gelmeğe ve Türk tarihinin başlıca büyük hareketlerinden birine başlama­ğa sevkeden sebepler, bu hatıralardan anlaşılmaktadır.

19 Mayıs’ın yirmi beşinci yıldönümünde, kurtuluş kahramanının biyografyasındaki bu boşluğu kapamak için eseri neşrediyorum.[10]

6. Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’ya Çıkış Hazırlıklarını Anlatıyor

Padişah Vahdettin kabinelerinde Mustafa Kemal için iki zıt görüş vardı:

[- Biri beni lehlerinde kazanmağa çalışanlar,

- Diğeri hiçbir suretle itimat edilmemek lâzım olduğunu iddia edenler!

Aylarca münaka­şalardan sonra hangi fikir hak kazanmış, bilir misiniz: Mustafa Kemal’e emniyet edilemez.

Mustafa Kemal İstanbul’da birtakım olumsuz telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lâzımdır. Mustafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli! Nihayet bu karar üzerinde mutabık kalmışlar. Bunu işiten yakın arkadaşlarım beni tebrik ettiler.]

[Beni İstanbul’dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zan­nedenler, makul bir neden aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep, işgal kuvvetleri zabitlerinin raporları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi.]

[Bir gün Harbiye Nazırı rahmetli Şakir Paşa beni makamına davet etti. Bürosunun karşısına oturdum. Bir tek kelime söylemeksizin bana dosyayı uzattı:

“— Bunu okur musunuz?” dedi.

Dosyayı baştan sona kadar gözden geçirdim. Özeti şu idi: “Samsun ve havalisinde birçok Rum köyleri Türkler tarafından her gün tecavüze uğramaktadır. Osman­Hükümeti bu vahşi tecavüzlerin önüne geçememektedir. Bu havalinin emniyet ve huzurunu sağlamak insaniyet namına borcumuzdur.”

Raporlar İstanbul Hükümetine verilirken bir de protesto ilave edilmişti: “Bu tecavüzleri menetmek lâzımdır. Eğer siz âciz iseniz, görevi biz üs­tümüze alacağız!”

Dosyayı okuduktan sonra Harbiye Nazırının yüzüne baktım:  

“— Emriniz Paşam”, dedim.

“— Bu böyle midir, zannedersiniz?”

“— Zannetmiyorum, fakat bir şeyler olmak ihtimali vardır.” 

Bunun üze­rine asıl konuya geçti:

“— İşte, dedi, böyle midir, değil midir, önce bu­nu ortaya çıkarmak için oralara bir kişinin gidip incelemelerde bulunması lâzımdır. Ben Sadrazam Paşa ile (Damat Ferit Paşa) görüştüm. Sizi uygun gördük. Oraya gidesiniz ve meselenin mahiyetini anlayasınız.”

“— Memnuniyetle giderim. Ancak ben oraya Türkler Rumlara zulmedi­yor mu, etmiyor mu, yalnız bunu anlamak için mi gideceğim, memuriye­tim bu mu olmak lâzımdır?”

“— Evet, dedi, konuştuğumuz budur!”

“— Pekâlâ, yalnız müsaade buyurursanız, memuriyetime bir şekil ver­mek lâzım! Sizi üzmiyeyim, arzu ederseniz Erkânıharbiye Reisinizle gö­rüşerek bunu tespit edelim!”

“— Hay hay!” dedi.]

[Nazırlık makamından çıkarak, Erkânıharbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’yı aradım. Yerinde yoktu. Yirmi gündenberi hasta olduğu için gelmemekte olduğunu söylediler. Merak ettim. Acaba yeni bir rahatsızlı­ğı mı vardı? Çok sonra anladığıma göre mesele şu idi: Suriye Fatihi General Allenbi İstanbul'a geleceği zaman, Harbiye Nazırı, Fevzi Paşa’yı çağırmış ve karşılamağa gitmesini istemiş. Fevzi Paşa: “— Ben bunu yapamam!” demiş. Yapmak lâzımdır!” cevabını alınca da: “— Has­tayım, evime gidiyorum!” demiş; o gündenberi de çıkmamış.]

[Dairede İkinci Reis Diyarbekirli Kâzım Paşa ile karşılaştım. Ken­disine Nazır Paşa’nın bana verdiği görevden söz ettim:

“— Biginiz var mı?”

“— Hayır!” dedi.

“— İşte ben sana haber veriyorum!” dedikten sonra, “— Kapıları kapattırır mısın?” dedim.

Kâzım Paşa gülerek yüzüme baktı: “— Ne oluyoruz?”

Kâzım Paşa ile açık konuşarak bütün düşündüklerimi anlattım:

“— Her ne sebep ve amaçla, beni İstanbul’dan uzaklaştırmak için bir vesile aramışlar ve bu görevi bulmuşlar. Hemen kabul ettim. Ben zaten bu veya şu şekilde Anadolu’ya geçmek fırsatı arıyordum. Madem ki onlar önerdiler, fırsattan mümkün olduğu kadar yararlanmalıyız!”

Kâzım Paşa: “Nasıl?” dedi. Cevabımı beklemeksizin ekledi:

“— Ha... zaten Ordu Müfettişlikleri konusu var. Sen o taraflara Ordu Müfettişi unvanı ile gidebilirsin!”

“— Unvanın önemi yok, dedim, yalnız şimdi Harbiye Nazırı ile konuş, benden ne istiyorlar, tespit et, üst tarafını kendimiz yaparız.”]

[Kâzım Paşa Harbiye Nazırını gördü, kendi­sinden aldığı direktif şu idi:

“— Maksat Samsun havalisinde Rumlara tecavüz eden Türkleri tedibetmek, sonra Anadolu’da birtakım millî teşek­küller beliriyormuş, onları da ortadan kaldırmak! Mustafa Kemal’i bunun için yolluyoruz. Kendisine Sadrazam Paşa ile beraber bir salâhiyetname vereceğiz!”

[Kâzım Paşa bürosuna dönerek bana bunları açıkladı:

“— Çok güzel”, dedim ve kapıların iyice kapalı olup olmadığına baktım:

“— Yalnızız!” dedi.

“— Onlar ne istiyorlarsa azamisini ekleyerek bir talimatname kaleme alınız, yalnız bir iki noktayı ben not ettireyim!”

“— Peki!” dedi.

Benim önem verdiğim, yetki konusu idi. Müm­kün olduğu kadar Anadolu’nun her tarafına emirler verebilmeli idim. İstediğim bir madde, Samsun’dan başlıyarak bütün doğu illerinde bu­lunan kuvvetlerin kumandanı olmaklığım ve bu kuvvetlerin bulunduğu illerin valilerine doğrudan doğruya emir verebilmekliğimdi. Bir baş­ka madde, bu mıntaka ile herhangi bir temasta bulunan askerî ve idarî makamlara işarlarda bulunabilmekliğimdi. Kâzım Paşa’ya dedim ki:

“— Onların arzularını bir araya topla, fakat sonuna bu iki maddeyi ilâve et!” Kâzım Paşa yüzüme baktı:

“— Bir şey mi yapacaksın?”

“— Kulağı­nı bana doğru uzat, dedim... Evet. Bir şey yapacağım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım?”

Kâzım Paşa güldü: “— Vazifemizdir, çalışa­cağız!”]

[Dediğim gibi yazdığı talimatnameyi okudu. Sonra beni bırakarak, müsveddeyi Harbiye Nazırına göstermek üzere odadan çıktı. Bilmem ne geçti, bu kadar az zamanda ne geçebilir, fakat Kâzım Paşa’nın söylediği­ne göre Sadrazam Paşa talimatnameyi imzalamıyacakmış. Şakir Paşa da imza koymaktan çekinmiş, ancak, bu rahmetlide vicdanî bir seziş olmak lâzımdı, ki kaydını da ilâve edelim.”

 “— İmza edemem!” sözünden sonra:

“— Mühürümü basarım!” demiş.

“— Mührünü basıyor mu?” dedim.

“— Evet, hattâ bana mührünü verdi ve bas dedi!”

“— O halde talimatnameye Mustafa Kemal Pa­şa lüzum gördükçe doğrudan doğruya Sadrazam Paşa ile haberleşebilir, kaydını ekleyelim.

“— Çok iyi ama, Şakir Paşa’ya okuduğum müs­veddede bu kayıt yoktu.” Bununla beraber Kâzım Paşa böyle bir madde de ekleyerek talimatname[11] beyaza çekildi, Şakir Paşa’nın makam mührü basıldı, iki nüsha idi, birini cebime koydum. Ötekini de Kâzım Pa­şa’ya vererek:

“— Sen de bunu dosyanda saklarsın!” dedim. Lâtifeli bir gülüşle: “— Paşam, beni torbaya mı sokuyorsun?” dedi.

“— Hayır, ha­yır, sana şimdi yalnız teşekkür ediyorum. Bir gün bunu hatırlarız!”][12]

Anadolu’ya çıkış için gerekli hazırlıkları tamamlayan ve Başbakanlık’tan yetki belgesini de alan Mustafa Kemal, İstanbul’daki zorlu geçen bu 6 aylık yaşamında bir “siyaset ustası” olduğunu gösterdi. İstanbul’daki 6 aylık dönem,Mustafa Kemal’in liderliğini, askeri planlama dehasını, öngörüsünü, arkadaşları arasındaki önderliğini bir kez daha kanıtlamıştır.  

Salimen Samsun’a çıkan Mustafa Kemal şu durum değerlendirmesini yapıyor:

Milli vicdanın yüksek iradesine bağlı olarak, milletimizi bağımsız, vatanımızı dokunulmaz görünceye kadar çalışmak andıyla İstanbul’dan 16 Mayıs 1919 günü ayrıldım. Samsun’da görevime 19 Mayıs’ta başladım. Yayınladığım bir genelge ile millete kesin sözümü verdim. Genelgenin son cümleleri şöyle idi:

Yaşadığımız şu ölüm kalım günlerinde bütün milletçe her taraftaki emeller ve gösterilerle elde edilmeye azmedilen milli bağımsızlığımız uğrunda, bütün varlığımla çalıştığıma inanmanızı isterim.’ Ve şunu ekledim:

Bu kutsal emel uğrunda milletle beraber sonuna kadar çalışacağıma mukaddesatım üzerine söz veririm.

Vatanı kurtarmaya dayanan kararımı, askerlikten istifa ettikten sonra da milletin sinesinde bir millet bireyi olarak takip etmek, benim için yüce bir görev ve en kesin bir emel oldu.[13]

İstanbul’dan ayrılmadan önce Sadrazam’la yapılan görüşmeden Cevat Paşa ile çıktıktan sonra “Vatanı kurtarmaya dayanan kararını, uygulamak üzere Anadolu’ya, Samsun’a doğru yola çıkarken Mustafa Kemal’i kendisinden dinleyelim:

Sadrazamın konağından çıktıktan sonra, Cevat Paşa ile kolkola, karanlıkta, Nişantaşı caddesinden Teşvikiye’ye doğru sık adımlarla ilerliyorduk. Cevat Paşa samimi bir dille bana sordu:

- ‘Bir şey mi yapacaksın Kemal?

* ‘Evet Paşam, bir şey yapacağım!’

- ‘Allah muvaffak etsin!

* ‘MUTLAKA BAŞARACAĞIZ!’

Birbirimizden ayrıldık.”[14]

Şerri, şeytanlığı yüceltmek isteyenlere karşı, yani mazlum milletin “Haklarını savunmak /Müdafaayı Hukuk” yolunda olanlara Allah’ın söylemi var:

Şeytan, onları istilâ etmişti de onlara Allah’ı anmayı terk ettirmişti. Onlar, şeytanın grubudur. Gözünüzü açın! Şeytanın grubu kesinlikle kaybedenlerin ta kendisidir.

Allah’a ve Elçisi’ne sınırı aşmaya uğraşanlar; onlar, en aşağılık kişiler arasındadırlar.”

Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan /mutlak galip olandır.” (Mücadele/ 19-21)

Bir milletin gençleri, o milletin cevheridir.

TÜRK GENÇLİĞİ, bu vatanın temelidir, taşıdır, harcıdır, her şeyidir. Bu vatanın tek ve gerçek sahibi Türk Gençliğidir.[15]

Atatürk’ün, Cumhuriyeti emanet ettiği tüm Türk Gençleri’nin ve kendini genç hisseden kadın erkek her Türk’ün 19 Mayıs’ı Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.

Kaynakça

[1] Kemal ATATÜRK, NUTUK, (Hazırlayan: Zeynep KORKMAZ), Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, s.11.

[2], [3] Kemal ATATÜRK, NUTUK, s.9, 10.

[4] Bkz. Sedat ŞENERMEN, ŞEYTAN İÇİMİZDEKİ... DIŞIMIZDAKİ bireysel... küresel, İstanbul, 2019, Ulak Yayınları.

[5] Cihan DURA, Ataname, İstanbul, 2017, s.251-252.

[6] Alev COŞKUN, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 AY, İstanbul, 2009, 18.Baskı, Cumhuriyet Kitapları, s.446.

[7], [8] Alev COŞKUN, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 AY, s.13-14.

[9] Bkz. Alev COŞKUN, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 AY, (Sunuş), s.16-17.

[10] Falih Rıfkı ATAY, 19 Mayıs, Ankara, 1944, Ulus Basımevi, s.4.

[11] Bu talimatın, “Tarih Vesikaları” Dergisinde çıkan sureti şudur: “Dokuzuncu Ordu Kıt’aları Müfettişliğine ait görevler yalnız askerî olmayıp, müfettişliğin içer­diği mıntaka dâhilinde aynı zamanda da mülkîdir (idaridir).

Bu Talimatname’nin tam metni için bkz. F.R. ATAY, 19 Mayıs, s.21/dipnot:1; Alev COŞKUN, Samsundan Önce Bilinmeyen 6 AY, s.359.

[12] Falih Rıfkı ATAY, 19 Mayıs, s.18-21.

[13] Cihan DURA, Ataname, s.721.

[14] Falih Rıfkı ATAY, 19 Mayıs, s.25.

[15] Ali KAYA, Siyasi ve Ekonomik Teslimiyetten Türkiye Nasıl Kurtulur? Kalpaklı Mucize, Ankara, 2008, Işık Eğitim Kültür Yayını, s.11.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.