Dünya egemenliği iddiası taşıyan ve birinci aşaması 1492’de başlatılan “Mesih Planı”nın ikinci aşaması, 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde “Birinci Siyasal Siyonizm Kongresi” ile dünya gündemine gelmişti.
(29 Ağustos 1897 yılında Basel'de Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongre....Kongreye tüm dünyadan yaklaşık 200 delege katılmıştır.)
Bu ikinci aşamada iki önemli konu vardı:
- Biri, Osmanlı İmparatorluğu’yla birlikte Türklüğü ve İslamlığı tarihin arşivine kaldırmak.
- Diğeri İsrail Devleti’ni kurmak.
1897 tarihi ile 14 Mayıs 1948 yılları arasında uluslararası yürütülen savaş dâhil her tür politikalarla bu iki amaç gerçekleştirilmiş ve birçok ülkenin haritası değişmişti.
Bu arada Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Mondros Mütarekesi imzalanmış, Anadolu, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmişti.
O günleri ve Mesih Planı’na tarihte ilk eylemli karşı çıkışı Mustafa Kemal, “Nutuk”ta şöyle özetlemektedir:
I. Atatürk’e Göre Genel Durumun Dar Bir Çerçeve İçinden Görünüşü
“Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler, Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan MİLLET, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte, felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... ORDU, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, 1. Dünya Savaşı’nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun ve vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık ve felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...”
“Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve Ordu, Padişah ve Halife’nin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve bağlı.Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde de değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...”
“Diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.”
“Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.”
“O halde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olacaktı. Önce, İtilâf Devletleri’ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halife’ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.”
(a)Düşünülen Kurtuluş Çareleri
“Şimdi Efendiler, uygun görürseniz size bir soru sorayım:
Bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi?
Açıkladığım konulara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar icraya atılmıştır.
Birincisi, İngiliz Mandasını istemek,
İkincisi, Amerikan Mandasını istemek,
Bu iki türlü karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında bölüşülmesi yerine, İmparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı tercih edenlerdir.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmaktır. Söz gelişi bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmama tedbirlerine başvuruyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı ülkesinin bölüşüleceğini oldu bitti kabul ederek, kendi başlarını kurtarmaya çalışıyordu.” [1]
(b) MUSTAFA KEMAL: “Benim Kararım”
“Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde uygunluk görmedim. Çünkü, bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortadabir avuç Türk’ün barındığıbir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da bölüşümünü sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış bir takım boş sözlerden ibaretti.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ne gibi bir yardım sağlanmak isteniyordu?
O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu durum karşısında BİR TEK KARAR VARDI. O da MİLLÎ EGEMENLİĞE DAYANAN, KAYITSIZ ŞARTSIZ, BAĞIMSIZ YENİ BİR TÜRK DEVLETİ KURMAK!
İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.
YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM!
Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şuydu:
“Temel ilke, Türk milletininhaysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa lâyık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarındanyoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Hâlbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!” [2]
II. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi
(a) İhtilal Bildirisi Gibi Olan Amasya Genelgesi’nin En Önemli Özelliği Nedir?
Bu genelge ile ilk kez Yüce Türk Milletine “Milli Egemenlik” ve “Milli Devlet” gibi kavramlarla hitap edilmiştir.
Amasya Genelgesi’nin en önemli özelliği ise hiç kuşku yok ki Milli Mücadele’nin gerekçesinin, planının, programının ve metodunun burada dile getirilmiş olmasıdır.
Amasya Genelgesinin Özellikleri (En Önemli Özelliği) Nedir?
Amasya Genelgesi, iç ve dış düşmanlar için bir isyan, bir ihtilâl manifestosu özelliğini taşımakta olup, Amasya Genelgesi ile “milli irade bilinci” toplumda yerleştirilmek istenmiştir. İstanbul Hükümeti’nin, Türk Ulusuna karşı görevini yerine getirmediği için İstanbul Hükümeti ile İtilaf Devletlerine karşı, Türk Ulusu top yekûn mücadele etmeye çağrılmıştır. Ayrıca Amasya Genelgesi, Türk İnkılâp tarihinde, yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasında katkısı bulunan oldukça mühim bir hukuki ve siyasi belge niteliği taşımaktadır.[3]
Amasya Genelgesi’nde ifadesini bulan kararlar, aslında bir “İhtilâl Bildirisi”ydi. “Anadolu İhtilâli” adlı önemli kitabın değerli yazarı Sabahattin Selek, Amasya Kararlarını anlattığı bölüme, kitabında bu nedenle “İhtilâlin Açıklanması” başlığını koymuştur.[4]
Bu kararlar, İstanbul Hükümetine karşı bir “isyan”dı. Kararların gizli 6. maddesi bu yargıyı somut olarak kanıtlar. Önce bildiriyi görelim, sonra gizli 6. maddeyi inceleyelim.
(2) İstanbul’daki hükümet sorumluluklarını yerine getirememektedir.
(3) Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
(4) Milletin haklarını bütün dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden kurtulmuş milli bir kurulun varlığına ihtiyaç vardır.
(5) Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongre acil olarak toplanmalıdır.
(6) Her sancaktan üç kişi seçilerek Sivas’a gönderilecek ve kongre toplanacaktır.
Bildiri [5] o günkü durumu, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığıtehlikededir” diyerek açıkça ortaya koyuyordu. Milletin haklarını dünyaya duyurmak için, bağımsız bir kuruluşun varlığına gereksinme olduğu ve bunun için Sivas’ta milli bir kongre toplanacağı belirtiliyordu.
(c) Gizli 6. Madde: Amasya Kararları beş maddeden oluşuyordu ve 6. maddesi gizliydi. Bildirgede bu madde açıklanmamıştı, sadece bildiriyi imzalayanlar ve Anadolu’daki komutanlar bu maddeyi biliyorlardı. Bu gizli madde şöyledir:
“Askeri ve milli teşkilat hiçbir şekilde yürürlükten kaldırılmayacaktır. Kumanda hiçbir surette terk edilmeyecek ve başkasına bırakılmayacaktır. Vatanın herhangi bir tarafında yeniden ortaya çıkacak bir düşman işgali karşısında birlikte ve ortak hareket edilecektir.Silahve cephane elden çıkarılmayacaktır.” [6]
O sırada, Ankara’da kolordu komutanı olarak çok önemli bir konumda olan ve Amasya Kararlarını imzalamayan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, anılarında, “Amasya Kararlarına “Mukaddes İttifak (Kutsal Birleşme)” adını veriyor. Bu kararların “toplayıcıbir ruh” taşıdığını, “bu ruhu gerçekleştiren başlıca etkenin de Mustafa Kemal” olduğunu belirtiyor.[7]
(d) Direniş Çağrısı
Kararların ilk beş maddesinin bir bildiri ile kamuoyuna duyurulmasıyla bütün dünya, ilk kez, Anadolu Hareketinin hedeflerini de öğreniyordu.
Artık yol haritası belliydi.
- Milletin bağımsızlığını,
- Vatanın düşman işgalinden kurtuluşunu sağlamak için
- Milli iradeyi egemen kılmak temel hedef olarak belirtiliyor,
- Hareket, Erzurum ve Sivas Kongrelerine yöneliyordu.
Amasya’dan yükselen ses, aslında “silahla direnmeye” çağrıdır. Bildiri, kurtuluşu “ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek formüle ediyordu.[8]
Amasya Genelgesi’ni sonuçları yönünden kısaca şöyle özetleyebiliriz:
* Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi, amacı ve yöntemi bu genelge ile çok açık belirlenmiştir.
* İlk kez millî egemenliğe dayalı bir yönetimden söz edilmiştir.
* İstanbul Hükûmeti ilk kez yok sayılmıştır.
* Türk milleti hem İstanbul’a hem de işgalci güçlere karşı mücadeleye çağrılmıştır.
III. 103 yıl sonra bugün yine 22 Haziran.
(Şubat 1945 Yalta Konferansı: II. Dünya Savaşı sırasında 4 Şubat 1945 - 11 Şubat 1945 tarihleri arasında SSCB'nin önde gelen tatil yeri Yalta'nın 3 kilometre güneyinde bulunan Livadia Sarayı'nda düzenlenen ve Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı), Roosevelt (Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı) ve Stalin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve SSCB Halk Komiserleri Kurulu Başkanı) olmak üzere "Üç Büyük" (Big Three)'ün katıldığı konferans.)
Yine Amasya Genelgesi’nin genel soruna dikkat çeken ve çözüm öneren gerçekliğin bire bir benzerlik taşıdığı günlerdeyiz.
Bugün ise, Mesih Planı üçüncü aşaması olarak, Şubat 1945 Yalta Konferansı’ndan bu yana Yeni Dünya Düzeni söyleminde BOP olarak sürdürülmekte... [9]
O gün Sevr Planı dayatması, günümüzde madde madde uygulanarak oluşturulmakta, yapılandırılmakta...
Ülkemiz bugün içerden dışardan maddi-manevi, siyasal, ekonomik ve askeri olarak çepeçevre kuşatılmış durumda…
Ortadoğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalama, bölme, 22 ülkenin sınırlarını/haritasını değiştirme amaçlı olarak 530 yıldır sürdürülen Yahova Kral Devleti’ni kurma hedefli dünya egemenliği iddiası, planı/projesi adım adım ilerlemekte...
Sadece Atatürk’ün Türk İstiklâl Savaşı ile sömürgeci devletlere karşı kazandığı zaferle tattırdığı büyük yenilgiyle elli yıllık bir gecikme dönemi hariç...
Bugün her anlamda tam bağımsızlık kapsamında vatanın bölünmez bütünlüğü ve milletin kayıtsız şartsız egemenliğinin yeniden, Cumhuriyetin Kurucu Değerleri üzerinden yapılandırılması konusunda örnek alınacak durum/program; Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkışından 29 Ekim 1923’e Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar Misak-ı Milli uygulamaları her şeyi ile tam ve mükemmel son derece başarılı bir örnektir.
IV. Birleşmek ve bütünleşmek
Bugün yine Yüce Türk Milleti yeniden birleşmek, bütünleşmek durumunda/zorunda.
Peki, ne üzere birleşecek?
Kur’an ve Atatürk’te, Anayasamızın ilk altı maddesinde en geniş katılımı sağlayarak birleşmeli, bütünleşmelidir.
Bu bütünleşmenin bir örneğini 9 Mayıs 1920’de TBMM Reisi Mustafa Kemal imzasıyla yayınlanan “Millete Dâhili Beyanname”de buluyoruz.
Bu beyanname tüm dünyaya İstiklâl Savaşı’nın manifestosu olarak, Anadolu Ajansı tarafından duyurulmuştu.
Bu beyanname Kur’an’dan beş ayet [11] üzerine kuruludur. Burada, bu beş ayetten sadece biri ile yazımızı tamamlayalım.
“Gerçek İslâmiyet’ten uzaklaşanlar, kendilerini düşmanlarının esareti altında bulurlar” [10] diyen
Atatürk, İstiklâl Savaşı mücadelesine başlarken Rabbinin desteğini şu duasıyla dilemişti:
“Ya Rabbi, Sen Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında çiğnenmesine müsaade etme.” [12]
9 Mayıs 1920 tarihli “Millete Dâhili Beyanname”den:
“İnsanların yaratılıştan çıkarcı olmaları dolayısıyla kişisel kazanç sürekli yeğlenmekte ve bu da olağan bir durum sayılmaktadır. İnsanların bu durumlarından dolayı Allah Kur’an-ı Kerim’inde “Teâvün’ü” –yardımlaşmayı- gönderiyor. Allah buyuruyor:
“Ey iman etmiş kimseler! ...Ve iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın (ve te’âvenû ale’l-Birri ve’t-Takvâ), günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın (velâ te’âvenû ale’l-İsmi ve’l-‘Udvân). Ve Allah’a takvalı davranın (ve’ttekûllâhe). Hiç şüphesiz Allah azabı /kovuşturması çok çetin olandır (Mâide/2).”
“Bu ayetin geliş nedeni, dünya çıkarlarında Müslümanlar arasında dayanışmanın temelini, güç birliğini kurmak ve onu sağlamlaştırmaktır. Her zaman Müslümanlar için uyulması gereken bu dinî kuralları böyle anlarda korkusuzca bozmaya çalışan ve Müslümanlar arasına bölücülük sokan ve bozgunculuk tohumları saçarak İslâm’ı birbirine boğazlatmak gibi kötülükleriyle ortaya çıkan bozguncular, milletin ulu amacını başka bir yönde göstermekte ve özlemlerini bu aşağılık yolla düşlemektedirler. Ama güvenmek gerekir ki; bu gibi lânetli telkinlerin milletin arasında yer bulamayacağını tayin ve takdirden aciz olan satılmışlar, çok iyi bilmektedirler ki, gaflet ve cinayetlerinin derecelerini sonucun ortaya çıkmasıyla anlayacaklardır.” [13]
Değerli Dostlar, gün en geniş tabanlı birleşme, ortak/birleşik akılda bütünleşme, toparlanma, kaynaşma, yardımlaşma, inanç, irade, kararlılık ve güç birliği/te’âvün günüdür.
Kaynakça
[1], [2] Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, NUTUK, İstanbul, Nisan 2017, 50.Basım, Alfa Yayınları, s.12,13,14.
[3] www.ataturkinkilaplari.com
[4] Sabahattin SELEK, Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, 8.Baskı, c.1, İstanbul, 1987, s.262.
[5] Bildiri metni için bkz. Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: I-II-III, Ankara, 2006, (Yayına Hazırlayan: Zeynep KORKMAZ), Atatürk Araştırma Merkezi, s.21-22. Ayrıca bkz. Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, 2.Baskı, istanbul, 2010, s.131-133; ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ, İstanbul, Kaynak Yayınları; c.3, s.107-108. (Bildiri, temel esasları bağlı kalınarak yukarıdaki biçimde sadeleştirilen özet haliyle Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, İstanbul, 2021, Cumhuriyet Kitapları, s.72’den alınmıştır.)
[6], [7] Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, s.132-133, 135.
[8] Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, s.73.
[9] Bkz. Sedat ŞENERMEN, Dinler Ve Dünya Egemenliği, İstanbul, 2013, Togan Yayınları.
[10] Mustafa Kemal ATATÜRK, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.139.
[12] Sinan MEYDAN, Bir Ömrün Öteki Hikâyesi Atatürk Modernizm Din ve Allah, İstanbul, 2002, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, s.157.
[13] Bu beyanname BMM Şer’iye ve Evkaf Komisyonunca hazırlanmış, T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal imzası ile “Millete Beyanname” olarak yayınlanmıştır. Atatürk’ün Bütün Eserleri, İstanbul, Kaynak Yayınları, cilt: VIII, s.198-201; Zekâi GÜNER-Orhan KABATAŞ. Millî Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Basını, Atatürk Kültür Merkezi Yayını; Mustafa ONAR, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1995, cilt: II. s.133-136; Sedat ŞENERMEN, Gazi Mustafa Kemal’in İslam /Kur’an Kültürü, İstanbul, 2013, 2.Baskı, Togan Yayınları, s.54-64.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sedat ŞENERMEN
Gün, “Amasya Tamimi” günüdür
Dünya egemenliği iddiası taşıyan ve birinci aşaması 1492’de başlatılan “Mesih Planı”nın ikinci aşaması, 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde “Birinci Siyasal Siyonizm Kongresi” ile dünya gündemine gelmişti.
(29 Ağustos 1897 yılında Basel'de Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongre....Kongreye tüm dünyadan yaklaşık 200 delege katılmıştır.)
Bu ikinci aşamada iki önemli konu vardı:
- Biri, Osmanlı İmparatorluğu’yla birlikte Türklüğü ve İslamlığı tarihin arşivine kaldırmak.
- Diğeri İsrail Devleti’ni kurmak.
1897 tarihi ile 14 Mayıs 1948 yılları arasında uluslararası yürütülen savaş dâhil her tür politikalarla bu iki amaç gerçekleştirilmiş ve birçok ülkenin haritası değişmişti.
Bu arada Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, Mondros Mütarekesi imzalanmış, Anadolu, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmişti.
O günleri ve Mesih Planı’na tarihte ilk eylemli karşı çıkışı Mustafa Kemal, “Nutuk”ta şöyle özetlemektedir:
I. Atatürk’e Göre Genel Durumun Dar Bir Çerçeve İçinden Görünüşü
“Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler, Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan MİLLET, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte, felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... ORDU, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, 1. Dünya Savaşı’nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun ve vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık ve felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...”
“Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Millet ve Ordu, Padişah ve Halife’nin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve bağlı. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde de değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...”
“Diğer önemli bir noktayı da belirtmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı kuruntusu hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken, hepsini birden yenip yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.”
“Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.”
“O halde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olacaktı. Önce, İtilâf Devletleri’ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halife’ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.”
(a) Düşünülen Kurtuluş Çareleri
“Şimdi Efendiler, uygun görürseniz size bir soru sorayım:
Bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi?
Açıkladığım konulara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar icraya atılmıştır.
Birincisi, İngiliz Mandasını istemek,
İkincisi, Amerikan Mandasını istemek,
Bu iki türlü karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında bölüşülmesi yerine, İmparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı tercih edenlerdir.
Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmaktır. Söz gelişi bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmama tedbirlerine başvuruyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı ülkesinin bölüşüleceğini oldu bitti kabul ederek, kendi başlarını kurtarmaya çalışıyordu.” [1]
(b) MUSTAFA KEMAL: “Benim Kararım”
“Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde uygunluk görmedim. Çünkü, bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da bölüşümünü sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış bir takım boş sözlerden ibaretti.
Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ne gibi bir yardım sağlanmak isteniyordu?
O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu durum karşısında BİR TEK KARAR VARDI. O da MİLLÎ EGEMENLİĞE DAYANAN, KAYITSIZ ŞARTSIZ, BAĞIMSIZ YENİ BİR TÜRK DEVLETİ KURMAK!
İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.
YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM!
Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şuydu:
“Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan yüksek bir davranışa lâyık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Hâlbuki, Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!” [2]
II. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi
(a) İhtilal Bildirisi Gibi Olan Amasya Genelgesi’nin En Önemli Özelliği Nedir?
Bu genelge ile ilk kez Yüce Türk Milletine “Milli Egemenlik” ve “Milli Devlet” gibi kavramlarla hitap edilmiştir.
Amasya Genelgesi’nin en önemli özelliği ise hiç kuşku yok ki Milli Mücadele’nin gerekçesinin, planının, programının ve metodunun burada dile getirilmiş olmasıdır.
Amasya Genelgesinin Özellikleri (En Önemli Özelliği) Nedir?
Amasya Genelgesi, iç ve dış düşmanlar için bir isyan, bir ihtilâl manifestosu özelliğini taşımakta olup, Amasya Genelgesi ile “milli irade bilinci” toplumda yerleştirilmek istenmiştir. İstanbul Hükümeti’nin, Türk Ulusuna karşı görevini yerine getirmediği için İstanbul Hükümeti ile İtilaf Devletlerine karşı, Türk Ulusu top yekûn mücadele etmeye çağrılmıştır. Ayrıca Amasya Genelgesi, Türk İnkılâp tarihinde, yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasında katkısı bulunan oldukça mühim bir hukuki ve siyasi belge niteliği taşımaktadır.[3]
Amasya Genelgesi’nde ifadesini bulan kararlar, aslında bir “İhtilâl Bildirisi”ydi. “Anadolu İhtilâli” adlı önemli kitabın değerli yazarı Sabahattin Selek, Amasya Kararlarını anlattığı bölüme, kitabında bu nedenle “İhtilâlin Açıklanması” başlığını koymuştur.[4]
Bu kararlar, İstanbul Hükümetine karşı bir “isyan”dı. Kararların gizli 6. maddesi bu yargıyı somut olarak kanıtlar. Önce bildiriyi görelim, sonra gizli 6. maddeyi inceleyelim.
Bildiri temel ilkeleriyle şöyledir:
(b) Amasya Bildirisi
(1) Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
(2) İstanbul’daki hükümet sorumluluklarını yerine getirememektedir.
(3) Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
(4) Milletin haklarını bütün dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden kurtulmuş milli bir kurulun varlığına ihtiyaç vardır.
(5) Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongre acil olarak toplanmalıdır.
(6) Her sancaktan üç kişi seçilerek Sivas’a gönderilecek ve kongre toplanacaktır.
Bildiri [5] o günkü durumu, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” diyerek açıkça ortaya koyuyordu. Milletin haklarını dünyaya duyurmak için, bağımsız bir kuruluşun varlığına gereksinme olduğu ve bunun için Sivas’ta milli bir kongre toplanacağı belirtiliyordu.
(c) Gizli 6. Madde: Amasya Kararları beş maddeden oluşuyordu ve 6. maddesi gizliydi. Bildirgede bu madde açıklanmamıştı, sadece bildiriyi imzalayanlar ve Anadolu’daki komutanlar bu maddeyi biliyorlardı. Bu gizli madde şöyledir:
“Askeri ve milli teşkilat hiçbir şekilde yürürlükten kaldırılmayacaktır. Kumanda hiçbir surette terk edilmeyecek ve başkasına bırakılmayacaktır. Vatanın herhangi bir tarafında yeniden ortaya çıkacak bir düşman işgali karşısında birlikte ve ortak hareket edilecektir. Silah ve cephane elden çıkarılmayacaktır.” [6]
O sırada, Ankara’da kolordu komutanı olarak çok önemli bir konumda olan ve Amasya Kararlarını imzalamayan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, anılarında, “Amasya Kararlarına “Mukaddes İttifak (Kutsal Birleşme)” adını veriyor. Bu kararların “toplayıcı bir ruh” taşıdığını, “bu ruhu gerçekleştiren başlıca etkenin de Mustafa Kemal” olduğunu belirtiyor.[7]
(d) Direniş Çağrısı
Kararların ilk beş maddesinin bir bildiri ile kamuoyuna duyurulmasıyla bütün dünya, ilk kez, Anadolu Hareketinin hedeflerini de öğreniyordu.
Artık yol haritası belliydi.
- Milletin bağımsızlığını,
- Vatanın düşman işgalinden kurtuluşunu sağlamak için
- Milli iradeyi egemen kılmak temel hedef olarak belirtiliyor,
- Hareket, Erzurum ve Sivas Kongrelerine yöneliyordu.
Amasya’dan yükselen ses, aslında “silahla direnmeye” çağrıdır. Bildiri, kurtuluşu “ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır” diyerek formüle ediyordu.[8]
Amasya Genelgesi’ni sonuçları yönünden kısaca şöyle özetleyebiliriz:
* Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi, amacı ve yöntemi bu genelge ile çok açık belirlenmiştir.
* İlk kez millî egemenliğe dayalı bir yönetimden söz edilmiştir.
* İstanbul Hükûmeti ilk kez yok sayılmıştır.
* Türk milleti hem İstanbul’a hem de işgalci güçlere karşı mücadeleye çağrılmıştır.
III. 103 yıl sonra bugün yine 22 Haziran.
(Şubat 1945 Yalta Konferansı: II. Dünya Savaşı sırasında 4 Şubat 1945 - 11 Şubat 1945 tarihleri arasında SSCB'nin önde gelen tatil yeri Yalta'nın 3 kilometre güneyinde bulunan Livadia Sarayı'nda düzenlenen ve Churchill (Birleşik Krallık Başbakanı), Roosevelt (Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı) ve Stalin (Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri ve SSCB Halk Komiserleri Kurulu Başkanı) olmak üzere "Üç Büyük" (Big Three)'ün katıldığı konferans.)
Yine Amasya Genelgesi’nin genel soruna dikkat çeken ve çözüm öneren gerçekliğin bire bir benzerlik taşıdığı günlerdeyiz.
Bugün ise, Mesih Planı üçüncü aşaması olarak, Şubat 1945 Yalta Konferansı’ndan bu yana Yeni Dünya Düzeni söyleminde BOP olarak sürdürülmekte... [9]
O gün Sevr Planı dayatması, günümüzde madde madde uygulanarak oluşturulmakta, yapılandırılmakta...
Ülkemiz bugün içerden dışardan maddi-manevi, siyasal, ekonomik ve askeri olarak çepeçevre kuşatılmış durumda…
Ortadoğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalama, bölme, 22 ülkenin sınırlarını/haritasını değiştirme amaçlı olarak 530 yıldır sürdürülen Yahova Kral Devleti’ni kurma hedefli dünya egemenliği iddiası, planı/projesi adım adım ilerlemekte...
Sadece Atatürk’ün Türk İstiklâl Savaşı ile sömürgeci devletlere karşı kazandığı zaferle tattırdığı büyük yenilgiyle elli yıllık bir gecikme dönemi hariç...
Bugün her anlamda tam bağımsızlık kapsamında vatanın bölünmez bütünlüğü ve milletin kayıtsız şartsız egemenliğinin yeniden, Cumhuriyetin Kurucu Değerleri üzerinden yapılandırılması konusunda örnek alınacak durum/program; Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkışından 29 Ekim 1923’e Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar Misak-ı Milli uygulamaları her şeyi ile tam ve mükemmel son derece başarılı bir örnektir.
IV. Birleşmek ve bütünleşmek
Bugün yine Yüce Türk Milleti yeniden birleşmek, bütünleşmek durumunda/zorunda.
Peki, ne üzere birleşecek?
Kur’an ve Atatürk’te, Anayasamızın ilk altı maddesinde en geniş katılımı sağlayarak birleşmeli, bütünleşmelidir.
Bu bütünleşmenin bir örneğini 9 Mayıs 1920’de TBMM Reisi Mustafa Kemal imzasıyla yayınlanan “Millete Dâhili Beyanname”de buluyoruz.
Bu beyanname tüm dünyaya İstiklâl Savaşı’nın manifestosu olarak, Anadolu Ajansı tarafından duyurulmuştu.
Bu beyanname Kur’an’dan beş ayet [11] üzerine kuruludur. Burada, bu beş ayetten sadece biri ile yazımızı tamamlayalım.
“Gerçek İslâmiyet’ten uzaklaşanlar, kendilerini düşmanlarının esareti altında bulurlar” [10] diyen
Atatürk, İstiklâl Savaşı mücadelesine başlarken Rabbinin desteğini şu duasıyla dilemişti:
“Ya Rabbi, Sen Türk ordusunu muzaffer et. Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında çiğnenmesine müsaade etme.” [12]
9 Mayıs 1920 tarihli “Millete Dâhili Beyanname”den:
“İnsanların yaratılıştan çıkarcı olmaları dolayısıyla kişisel kazanç sürekli yeğlenmekte ve bu da olağan bir durum sayılmaktadır. İnsanların bu durumlarından dolayı Allah Kur’an-ı Kerim’inde “Teâvün’ü” –yardımlaşmayı- gönderiyor. Allah buyuruyor:
“Ey iman etmiş kimseler! ...Ve iyilik ve takva üzerinde yardımlaşın (ve te’âvenû ale’l-Birri ve’t-Takvâ), günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın (velâ te’âvenû ale’l-İsmi ve’l-‘Udvân). Ve Allah’a takvalı davranın (ve’ttekûllâhe). Hiç şüphesiz Allah azabı /kovuşturması çok çetin olandır (Mâide/2).”
“Bu ayetin geliş nedeni, dünya çıkarlarında Müslümanlar arasında dayanışmanın temelini, güç birliğini kurmak ve onu sağlamlaştırmaktır. Her zaman Müslümanlar için uyulması gereken bu dinî kuralları böyle anlarda korkusuzca bozmaya çalışan ve Müslümanlar arasına bölücülük sokan ve bozgunculuk tohumları saçarak İslâm’ı birbirine boğazlatmak gibi kötülükleriyle ortaya çıkan bozguncular, milletin ulu amacını başka bir yönde göstermekte ve özlemlerini bu aşağılık yolla düşlemektedirler. Ama güvenmek gerekir ki; bu gibi lânetli telkinlerin milletin arasında yer bulamayacağını tayin ve takdirden aciz olan satılmışlar, çok iyi bilmektedirler ki, gaflet ve cinayetlerinin derecelerini sonucun ortaya çıkmasıyla anlayacaklardır.” [13]
Değerli Dostlar, gün en geniş tabanlı birleşme, ortak/birleşik akılda bütünleşme, toparlanma, kaynaşma, yardımlaşma, inanç, irade, kararlılık ve güç birliği/te’âvün günüdür.
Kaynakça
[1], [2] Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, NUTUK, İstanbul, Nisan 2017, 50.Basım, Alfa Yayınları, s.12,13,14.
[3] www.ataturkinkilaplari.com
[4] Sabahattin SELEK, Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, 8.Baskı, c.1, İstanbul, 1987, s.262.
[5] Bildiri metni için bkz. Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt: I-II-III, Ankara, 2006, (Yayına Hazırlayan: Zeynep KORKMAZ), Atatürk Araştırma Merkezi, s.21-22. Ayrıca bkz. Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, 2.Baskı, istanbul, 2010, s.131-133; ATATÜRK’ÜN BÜTÜN ESERLERİ, İstanbul, Kaynak Yayınları; c.3, s.107-108. (Bildiri, temel esasları bağlı kalınarak yukarıdaki biçimde sadeleştirilen özet haliyle Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, İstanbul, 2021, Cumhuriyet Kitapları, s.72’den alınmıştır.)
[6], [7] Ali Fuat CEBESOY, Milli Mücadele Hatıraları, s.132-133, 135.
[8] Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, s.73.
[9] Bkz. Sedat ŞENERMEN, Dinler Ve Dünya Egemenliği, İstanbul, 2013, Togan Yayınları.
[10] Mustafa Kemal ATATÜRK, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.139.
[11]a Beş ayet YÜCE KUR’AN: NAHL/125; BAKARA/191; ÂL-İ İMRAN/103; MÂİDE/2; HUCURÂT/6
[12] Sinan MEYDAN, Bir Ömrün Öteki Hikâyesi Atatürk Modernizm Din ve Allah, İstanbul, 2002, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, s.157.
[13] Bu beyanname BMM Şer’iye ve Evkaf Komisyonunca hazırlanmış, T.B.M.M. Reisi Mustafa Kemal imzası ile “Millete Beyanname” olarak yayınlanmıştır. Atatürk’ün Bütün Eserleri, İstanbul, Kaynak Yayınları, cilt: VIII, s.198-201; Zekâi GÜNER-Orhan KABATAŞ. Millî Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Basını, Atatürk Kültür Merkezi Yayını; Mustafa ONAR, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1995, cilt: II. s.133-136; Sedat ŞENERMEN, Gazi Mustafa Kemal’in İslam /Kur’an Kültürü, İstanbul, 2013, 2.Baskı, Togan Yayınları, s.54-64.