SON DAKİKA
Hava Durumu

İnanç ve Düşünce Özgürlüğü

Yazının Giriş Tarihi: 04.05.2024 11:51
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.05.2024 11:51

İNANÇ VE DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKINDA KUR’AN’NDAKİ YAKLAŞIM VE ATATÜRK’ÜN DÜŞÜNCELERİ…

1. “Dinde Zorlama Yoktur

Dinde zorlamak /tiksindirmek yoktur; iman, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.” (Bakara/256)

Bu ayette, dinde zorlamanın/tiksindirmenin olmadığı ve olmaması gerektiği gerekçeleriyle açıklanmaktadır.

Allah, insanlara irade ve seçme hakkı tanımıştır.

İnanç, selimleştirilen akıl işi olduğundan insanların kalplerine nüfuz etmek ve beyinlerini kontrol etmek mümkün değildir. İnanç konusunda insanları zorlamanın, ikiyüzlü kimseler üretmekten başka bir işe yaramadığı deneyle sabittir. Ayrıca cebr/zorlama ve baskı, imtihan esprisine de aykırıdır.[1] O nedenle Yüce Allah insanları bu konuda özgür bırakmıştır.

Ayette geçen “din” sözcüğü,

- İnsanın Allah,

- İnsanın insan ve

- İnsanın kendisi ile ilişkilerini içeren ve hükümler koyan sistemin adıdır.

İslam için düşünürsek, Kur’an’ın oluşturduğu hükümler bütünlüğüne din; o dine de İslam diyoruz.

Dinin ilk basamağı “iman” olduğu için bu ayet, iman etme konusunda özgürlüğü ve onun zıttı olan zorlamayı (ikrâh) ele almaktadır. İkrâh sözcüğü, “zorlama /icbar” sözcüğüyle yorumlanmaktadır. “Zorlama yoktur” demek, “seçme özgürlüğü” var demektir.[2]

Bu durumda ayetteki “Dinde zorlama yoktur” ifadesini, “imanda zorlama yoktur” şeklinde anlayabiliriz. İmansızlıktan imana, imandan imansızlığa geçiş insanın kendi özgür iradesiyle olmalıdır. Yunus/99’a göre, kişinin iman veya inkâr etmesine Yüce Allah bile müdahale etmemekte, Peygamberine de müdahale etmemesini buyurmaktadır.

2. Peygamber Bile Olsa İnanç Konusunda İnsanı Hiç Kimse/Güç Zorlayamaz

Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus/99)

Yunus/99-100. ayetlerinde Peygamberimiz (a.s) teselli edilmektedir. Kavminin, akrabalarının inanmasını isteyen peygamberimiz, onlardan birçoğunun inanmaması nedeniyle büyük bir üzüntü içerisindeydi. Rabbimiz bu ayetleriyle Elçisi’ni teselli ederken konuyla ilgili olarak ortaya üç de ilke koymaktadır. Bunlar:

* Allah’ın herkesi serbest bıraktığı, peygamberin kimseyi zorlamaması gerektiği;

* Allah’ın izni olmadan kimsenin iman edemeyeceği;

* Allah’ın, aklını kullanmayanlar üzerine pislik, azap yağdırması ilkeleridir.[3]

Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı.

Bu ifade bize, birkaç Kur’an ilkesini anımsatmaktadır.

(a) De ki: Hak/gerçek Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek inkâr etsin” (Kehf/29).

Bunun benzeri bir ayet de şudur:

De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi” (En’âm/149). 

(b) Demek ki Yüce Allah, insana seçme özgürlüğünü vermiş ve bunun uzantısı olarak iman edip etmeme özgürlüğünü de kadın-erkek her kişiye tanımıştır. Bu özgürlük olmasaydı, sorumluluk olmayacaktı.

Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Ona yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen (şükreden/mümin) biri olsun, ister nankör.” (İnsan/2-3)

Yüce Allah’ın dileği, insanların iman etmesidir, ama imanın bir değeri olabilmesi için kişinin kendi özgür seçeneği, iradesi ve kararı ile iman etmesini istemektedir.[4]

3. Hiçbir Allah Elçisi Toplumuna İnanç Konusunda Zorlama /Dayatma Yapmamıştır/Yapamaz

Haydi, öğüt ver /hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün /hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin.” (Ğaşiye/21-22)

Bu ayetlerde Allah’ın Elçisi’ne asli görevi olan öğütçülük hatırlatılmaktadır. Kimseyi zorla iman için zorlamaması emredilmektedir. Bunca akla uygun delile rağmen hâlâ inanmamakta direnenler varsa, onları zorlayarak inandırmak elçinin görevi değildir. Elçinin görevi onlara doğru ve yanlış yolları göstermek ve yanlış yola gitmenin sonucu hakkında onları uyarmaktır.[5]

Aslında Ğaşiye/21-26. ayetleri İslâm dininin çok önemli bir ilkesini ortaya koymakta­dır. Peygamberin ve onun ardından gelen din eğitimcilerinin görev sınır­larını çizmektedir.

Haydi, öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin.”

Yüce Allah, insanları Ğaşiye/17-20’de, evrenin belli noktalarını gözlemeye, incele­meye, araştırmaya davet ettikten sonra, Peygamber’e (a.s) ve onun izleyicilerine düşen görevin öğüt vermek olduğunu söylemekte ve bunu yapmaları buyruğunu vermektedir.

Ğaşiye/21’deki, “öğüt ver, hatır­lat /fe-zekkir” emrinin başka bir manası daha vardır ki o da, “düşündür” anlamıdır. Şöyle bir açılım getirebiliriz: Öğüt vermek, düşün­dürmek demektir. Öğüt, insanları düşünmeye davettir. Öğüt düşünmeye varınca, düşünceye dönüşünce eğitici etkisi ortaya çıkacaktır.

Sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin.”

İşte bu ayet, kardeş ayetleriyle beraber, dinde zorlamanın olama­yacağını, çünkü imanın kişinin özgür iradesiyle oluşması gerektiğini vurgulamaktadır. Yüce Allah zoraki imanı istememektedir.[6]

Dinde zorlama yapılmamasını içeren benzer iki ayet:

Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz, seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır” (Şûra/48).

Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden kor­kanlara Kur’an ile öğüt ver” (Kâf/45).

* Öğretmek, öğüt vermek, İlâhî mesajı duyurmak var,  

* Ama asla zor­lamak yoktur.

Bu ilke dinin ve din eğitiminin altın kuralıdır.

- Kişinin beynine bilgi aktarımı var,

- Ama bilincine, aklına, zihnine müdahale yoktur.

İnsanın beynine Al­lah’tan başkası giremez/girmemelidir.  

Allah, insana müdahalesini kişinin özgür iradesiyle seçerek gerçekleştirmek istediğine göre yapmaktadır. Bu konuda öncelik insandadır.

Önce insan seçer, ister; Allah da onu yapar.

Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse.

Allah ona en büyük azabı eder.

Dönüşleri yalnızca bizedir.

Sonra onların hesabını görmek bize düşer.” (Ğaşiye /23-26)

“Öğütten, öğretimden ve tebliğden yüz çevirenler ne olacaktır?” sorusuna yanıt olarak Yüce Allah, yüz çevirenlere ne ya­pacağını Ğaşiye/23-26’da cevaplandırmaktadır.

Burada “yüz çevirme” fiilinin faili insandır.

İnsan, özgür iradesini hakkı kabulden yana değil de, yüz çevirmeden yana kullanmıştır. Yüce Allah, ona yüz çevirmede özgürlük vermeseydi bunu yapamazdı.

Özgür iradesini yüz çevirmeden yana kullanan kişiyi veya kişileri cezalandırma yetkisi sadece Allah’a aittir. Peygamberlerin veya başkala­rının öte dünyayla ilgili azabı olamayacağı için bunu yapamazlar. Yüz çevirme peygamberlerin veya din eğitimcilerinin kendi düşüncelerine değil, İlâhî mesaja olmaktadır. Onun için din adına cezayı ancak Allah verebilir.[7]

Esasen İlâhî mesaja tebliğe, öğüde ve hatırlatmaya sırtını dönenler, dinî bir suç ve günah işlemişlerdir. Hukuki bir suç işlememişlerdir. Hukuki suç işleselerdi cezalarını beşerî mahkemeler verebilirdi. Ama dinî bir günah işleyince cezası Allah’a ait olacaktır. Örneğin; zina işlemek, hırsızlık yapmak hem suç, hem de günahtır. Toplumu ilgilendirdiği için sosyal hukuk onun yakasına yapışır. Allah ise günah boyutu ile onu cezalandı­rır. Ama iman etmemek, oruç tutmamak dünyevî hukuk bakımından suç değil, ama günahtır. Onun cezasını Allah verecek­tir.

Hukuk “niye iman etmiyorsun?” diye kişinin yakasına sarılamaz. Bu, kişisel bir tercihtir. Akıl boyutludur, dinin sınırlarındadır. Böylece Allah, dünyevi ceza, yani dünyevi hukukun cezası ile İlâhî cezanın sı­nırlarını da ayırmaktadır.[8]

Din, Vicdan, Düşünce Hak ve Özgürlüğü Konusunda

ATATÜRK Diyor Ki?

 

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, birey ve toplum olarak her şeyden önce “özgür ve bağımsız” olmayı insan olmanın olmazsa olmaz ilkesi  ve insanlaşmanın, uygarlaşmanın ilk şartı olarak her zaman veciz ifadelerle dile getirdiği gibi, toplum yönetiminde hak ve özgürlüklerin uygulanmasına da çok özen gösterdiği yaşamından kesitler alındığında açıkça görülür.

Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin düşüncesine ve vicdanına egemen olunamaz.”

Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden olarak tanınmalıdır[9]

Kur’anda hak ve özgürlükler bağlamında yukarıda ele aldığımız ayetlerdeki açıklamalara Mustafa Kemal’in beyanlarının ne kadar uygun ve örtüşür olduğu inkâr edilemez.

Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz.[10]

Vicdan özgürlüğü, bireyin düşünce yaşamındaki özgürlüklerinden ilkidir. Mutlaktır, dokunulmazdır, bireyin doğal haklarının en önemlilerindendir. Dinsel yaşamı Allah’ın yüce hükmü ve nüfuzu altında idare için, insan ruhunun sahip olduğu haktır.[11]

Her birey istediğini düşünür, kendine göre siyasal bir düşünceye sahip olur. İstediğine inanır, seçtiği bir dinin gereğini yapar veya yapmaz. Bu hak ve özgürlüğe sahiptir. Bir vicdan sorunudur din. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Kimsenin düşüncesine ve vicdanına egemen olamaz.[12]

Laiklik aynı zamanda vicdan özgürlüğüdür, bütün yurttaşların din özgürlüğüdür, ibadet özgürlüğüdür. Her reşit dinini seçmekte serbesttir. Herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dinî düşüncelerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nde belirli bir dinin merasimi de serbesttir, ibadet özgürlüğü koruma altındadır. Ancak ibadetler de güvenliğe ve genel töreye aykırı olamaz, siyasal gösteri şeklinde yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi hallere Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz.[13]

***

Kaynakça

[1] Hakkı YILMAZ, Tebyînü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, Cilt: 7, s.102.

[2] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, Bayraklı Yayınları, Cilt: 3, s.290.

[3] Hakkı YILMAZ, a.g.e., c.3, s.681.

[4] B.BAYRAKLI, a.g.e., c.9, s.87.

[5] H.YILMAZ, a.g.e., c.5, s.295.

[6] B.BAYRAKLI, a.g.e., c.21, s.92.

[7] B.BAYRAKLI, a.g.e., c.21, s.93.

[8] Dinde zorlamanın olmayacağı ve herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu konusunda ilgili diğer ayetler için bakınız: MAİDE/48; EN’ÂM/35; YUNUS/108; HUD/15, 28; RA’D/31; NAHL/9, 36, 93; İSRA/15, 18;  ŞU’ARA/3-4; SECDE/13; ZÜMER/7, 15; FUSSILET/40; ŞÛRA/20, 48; TEĞÂBÜN/2.

[9] Prof. Dr. Afet İNAN, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, TTK Yayını, s.470; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.192.

[10] Ali KILIÇ, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1955, Sel Yayınları, s.57; U.KOCATÜRK, a.g.e., s.192. 

[11],[12],[13] Prof. Dr. Cihan DURA, Ataname, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, s.595. Ayrıca bkz. Cihan DURA, Ataname, İstanbul, 2019, Doğu Kitabevi.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.