SON DAKİKA
Hava Durumu

Karşı devrim “İnönü” ile başlıyor!

Yazının Giriş Tarihi: 16.10.2022 14:49
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.10.2022 14:49

Türkiye Cumhuriyeti bir devrimdir.

Cumhuriyeti ve kurucu değerlerini temellendiren devrimlere karşı yapılanlar da “karşı devrimi” oluşturmaktadır.

Karşı devrim bağlamında öncelikle okunması gereken birkaç kitabı anımsatmak isterim:

* Çetin YETKİN, Karşı Devrim 1945-1950, Ankara, 2011, 9.Basım, Kilit Yayınları.

* Metin AYDOĞAN, “İNÖNÜ”, İzmir, 2020, 2.Baskı, Gözgü Yayıncılık.

* Ümit ZİLELİ, karşı Devrimin Kısa Tarihi, İstanbul, 2021, 6.Basım.

* Emre KONGAR-Zülâl KALKANDELEN, Devrimin ve Karşı Devrimin Yüz Yılı, İstanbul, 2022, 3.Baskı.

* Fikret BİLÂ, Karşı Devrim 1923’ten 2023’e, İstanbul, 2022, Kırmızı Kedi Yayınları.

Öncelikle devrimleri yapan Atatürk’ün devrim hakkındaki tespitlerinden bir bölümünü kısaca anımsayalım.

1. Atatürk’e Göre Devrim Nedir, Devrimlere Karşı Çıkış Nasıl Nitelenir?

Devrim, mevcut kurumları zorla değiştirmek demektir. Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.[1]

Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu korumaya muktedir olacaklardır.[2]

Atatürk Devrimlerine sahip çıkanlar olduğu gibi, onlara karşı çıkanlar, yani karşı devrim çalışmaları yapanlar da olmuş ve olmaktadır. Atatürk, devrime karşı çıkışı, ‘gericilik’ olarak tanımlamaktadır: 

Yaşamın felsefesi, tarihin garip talihi şudur ki, her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında, onu ortadan kaldıracak bir kuvvet belirir. Bizim dilimizde buna gericilik derler. İyi bir şey yaptınız mı, biliniz ki bunu ortadan kaldırmak için karşınıza muhalif, gerici bir kuvvet çıkacaktır. Bundan dolayı, yapmadan önce, çıkacak kara kuvvetin ortadan kaldırılması önlemini de almamız gerekir. Bütün millet inansın ve gönlü rahat olsun ki, bugünkü devrimi yapanlar ve onu tamamlamaya karar verenler, karşılarına çıkacak olumsuz kuvvetleri çıktığı noktada ezebilecek kudrete, yeteneğe önleme sahiptirler. Bundan dolayı tekrar kesinlikle ifade ederim ki, milletin egemenliği sonrasızdır. Onu bozacak ve zarar verebilecek kuvvet, yoktur ve olamaz![3]

Yine Atatürk, kan ile yapılan devrimlerin daha sağlam olduğunu ifade ettikten sonra, devrimlerin aleyhinde fikir ve eylem taşıyanları aydınlatıp onlara doğru yolu göstermenin aydınlara düşen millî görevlerin en önemlisi ve en birincisi olduğunu ise şöyle ifade etmiştir:

Milletimiz, çok büyük bir devrimin etkeni olmuştur. Gerçekten, yüzyıllardan beri uymaya alıştığımız bir yönetim şeklinin dışına çıkarak dünyada benzeri bulunmayan bir devlet kurduk. Fakat, bu yeniliğin kesinlikle tersine bir hareketi gerektireceğini hatırımızdan çıkarmamak gerekir. Bu harekete özel ifadesiylegericilikderler. Yaptığımız işler ve aldığımız sonuçlara göre bu gibi gerici hareketler, her zaman beklenebilir. Kan ile yapılan devrimler daha sağlam olur; kansız devrim ölümsüzleştirilemez. Fakat biz, bu devrime erişmek için gereği kadar kan döktük. Bu kanlarımız, yalnız savaş meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin içinde de döküldü. Temenniye değer ki, bu dökülen kanlar kâfi gelsin ve bundan sonra kan dökülmesin. Mutlu devrimimizin aleyhinde fikir ve duygu taşıyanları aydınlatıp doğru yolu göstermek aydınlara düşen millî görevlerin en önemlisi ve en birincisidir.[4]

Bu durumda aydınlara düşen bu önemli milli görevi yerine getirirken, Atatürk’ün, Türk aydınlarına önerisi şudur:

Kara bağnazlık seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin![5]

Karşı devrim konusunu kapsamlı bir şekilde ele alan ilk çalışmalardan birini Prof. Dr. Çetin Yetkin Bey yapmıştır. Ona göre karşı devrimin başlangıcı şöyledir: 

[Günler günleri kovaladıkça, yaşım ilerledikçe gördüm ki, Türkiye'de yaşanan Karşıdevrimin başlangıç gün ve saati, 10 Kasım 1938, 09.05'tir. Bu karşıdevrimin ilk yılları II. Dünya Savaşı dönemine denk geldiği için, o günlerin ölüm-kalım kaygısı içinde, pek anlaşılamamıştı, anlayanlar da seslerini duyuramamışlardı. Savaşın bitiminde ise, karşıdevrim, demokrasi, çok partili düzen, demokratikleşme yaygaralarının arkasına ustaca gizlendi. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu, rkiye'nin emperyalizme teslim edilmesi olacaktı.

Kısacası, bugünün Türkiye’sinde yaşanan tüm olumsuz­lukların temeli, Atatürk'ün öldüğü gün atılmaya başlandı ve 1945-1950 arasında da bu temel üzerine ülkemizin kara yazgı­sının taşları teker teker örüldü. Bugün artık çatısı kapanıyor. Eğer hâlâ bu çatının kiremitleri döşenirken Türk bayrağını ça­tıya dikenler varsa ya âdet yerini bulsun diyedir ya da o bayraklar yurtsever Atatürkçülerin inançlı direnişleri yüzünden dalgalanmaktadır.

Sorunlarımızın, içinde bunaldığımız acı gerçeklerin kay­nağını bilmek, bunların çözümü ve üstesinden gelebilmek için önkoşuldur. Bu kaynak, 1945-1950 arasında yaşananlardır. Prof. Dr. Çetin YETKİN (Karşı Devrim (1945-1950), 9.Basım, 2014, Kilit Yayınları, s.17)

... “İnönü’yü eleştirmek Atatürk’ü eleştirmektir” görüşünden kesinlikle kaçınmak gerekir. Çünkü İnönü, Atatürk değildir. Öyle olmadığı gibi, Atatürk’ün birçok eserini tersyüz eden, yıkan da İnönü’nün ta kendisidir. 

... Karşıdevrim Atatürk’ün ölümü ile eşzamanlı olarak gündeme gelmiştir. Fakat meyvelerini vermesi II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle olacaktır.][6]

Bugün sizlere dünü ve bugünüyle “Atatürk Devrimi’nin geri dönüşünü” tarihsel gerçekliğiyle arayan ve geleceğe dönük çözüm arayanlar için ele alan önemli bir kitaptan söz edeceğim:

Sayın Metin Aydoğan Bey’in son eseri “İnönü

Değişik konularda 7 bin 400 sayfa tutan 19 kitap yazan Saygıdeğer (Merhum) Metin Aydoğan Bey, kendisini daha çok çalışmaya yönelten ve odaklandığı iki önemli konuyu (ki kitaplarının tümünde bu iki konu değişik oranlarda işlenmiştir) şöyle açıklıyor:

* Türklerin tarih içindeki yeri, bize öğretilenden çok başkadır ve olağanüstü bir derinliğe sahiptir;

* 20. yüzyıldaki Türk Devrimi dünyanın gördüğü üç büyük devrimden biridir ve dünyaya yaptığı etki bilinenden çok daha güçlüdür.” [7]

2. “İnönü Kitabı Niçin Yazıldı?

Atatürk Türkiye’sinden Bugüne Nasıl Gelindi?

Çalışmasında yanıt aradığı önde gelen soru şuydu Sayın Aydoğan’ın:

Türk Devrimi, bu denli kolay ve hızlı nasıl ortadan kaldırıldı. Bu devrimi yaşayan ve güçlü bir dünya devleti olma şansını yakalayan Türkiye, nasıl oldu da Osmanlı çürümüşlüğüne geri döndü?

“Bu soruya doğru yanıt bulmak için çok uğraştım; bu konuya yönelik araştırmamı genişlettim. Nereye baksam karşıma İsmet İnönü ve uygulamaları çıktı. Sonuç şaşırtıcıydı ama gerçekti. İnönü, devrim uygulamalarında Atatürk’le çelişkiler yaşamış, kimi zaman O’nunla çatışmış, daha sonra yüksek yetkilerle Cumhurbaşkanlığı yapmıştı. 1938 sonrasında uyguladığı politikayla devrimin geri dönüşüne neden olmuştu. Atatürk’ün en yakın arkadaşı’ devrimin yitirilmesine yol açan süreci başlatmıştı. Gördüğüm buydu.” (İnönü, s.10)

Bu kitabı, lütfen önyargılardan uzak tutarak okuyunuz” diyen Saygın Yazarımız, amacının, okuyucuyu Atatürk-İnönü ilişkisinde tarihi gerçeği bulmaya dikkat çekmek olduğunu belirttikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor:

Öğretilmeyen, bu nedenle sizi şaşırtacak bilgilerle karşılaşacaksınız. Çabuk karar vermeyiniz ve düşününüz. Burada yazılanları başka araştırma ve yorumlarla kıyaslayınız. Benim yazdıklarımı yetersiz görürseniz, Atatürk Türkiyesi’nden bugüne neden ve nasıl gelindiğinin yanıtını siz bulmaya çalışınız. Bu yapılmazsa, yani İnönü dönemi Atatürk’ün devamı gibi görülürse, Kemalizm’in gerçek boyutuyla kavranamayacağını biliniz. Burada yazılanları, çoğunluğun yaptığı gibi, İnönü’ye saygısızlık, en azından vefasızlık olarak görmeyiniz ya da ‘Atatürk’e saldıramayanların İnönü’ye saldırmasıolarak değerlendirmeyiniz. Gelecek için geçmişten ders çıkarmayı deneyiniz, gerçeği bunun için öğreniniz.” Çünkü;

Türkiye, bana göre böyle gitmeyecektir.

- Ya kurtuluşa yönelecek

- Ya da dağılacaktır.” (s.11)

3. Dünya Atatürk Devrimini Nasıl Görüyor?

( a ) Atatürk’e Göre Türk Devrimi:

Devrimci tutumda gevşeme” ya da “düzeni durağanlaştırma” eğilimi, Kemalist Devrim’de görülmez. Koşulları oluşan hiçbir atılım, hiçbir nedenle ertelenmez, kesintiye uğratılmaz.  Hiçbir güçlük; bağımsızlığı örselemeye, tutuculukla uzlaşmaya, bilimi savsaklamaya ya da devrimden ödün vermeye gerekçe yapılmaz.

Atatürk, Türk Devrimi için;

* “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke,

* Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, yıllarca süren savaş...

* Bun­lardan sonra içerde ve dışarıda saygı duyulan yeni bir vatan, yeni bir toplum, yeni devlet ve

* Bunları başarmak için sürekli devrimler...

İşte Türk Devrimi’nin kısa ifadesi” der. (İnönü, s.124)[8]

( b ) Üç Değerlendirme:

Türk Devrimi, Türkiye’de gerçek niteliği ve tarihsel boyutuyla yeterince incelenmemiştir. Tam tersi Atatürk’ten sonra karalama ve karşı çıkışlarla birlikte bilinçli bir unutkanlığa bı­rakılmıştır. Türkiye’de bu yapılırken, Batı’da kimi araştırmacı, Türk Devrimini nesnel ve bilimsel bir tutumla incelemiş, ger­çeği ortaya koymaya çalışmıştır.

Fransız araştırmacı Paul Gentizon, Türk Devrimi’ni, Fran­sız ve Rus Devrimlerinden daha ileri bulur ve şu değerlendir­meyi yapar:  

Sürekli devrim sözü, gerçekte Türkiye’den başka hiçbir ülkede yer tutmamıştır. Fransız Devrimi siyasi kurumlar alanıyla sı­nırlı kalmıştır. Rus devrimi, sosyal alanları sarsmıştır. Yalnızca ve yalnızca Türk Devrimi’dir ki; siyasi kurumları, sosyal ilişkileri, din kurallarını, aile ilişkilerini, ekonomik yaşam geleneklerini, hatta top­lumun içgücünün (moral) temellerini değiştirmiştir. Her değişim ye­ni bir değişimin nedeni olmuş, her yenilik bir başka yeniliğin koşulu­nu oluşturmuştur. Değişimin tümü, halkın yaşamında yer tutmuş­tur.[9]

Yapıtlarında, toplumların gelişim ve değişim kurallarını inceleyen ünlü İngiliz tarihçi Prof. Arnold Toynbee’nin, Atatürk ve Türk Devrimi konusundaki değerlendirmesi, kısadır ancak devrimin derinliğini yansıtan çarpıcı bir yorumdur. Gerçeği yansıtan böyle bir değerlendirme Türkiye’de yapılamadığı gi­bi, bu yorumun anlamını ve boyutunu kavrayan da azdır. Toynbee’nin değerlendirmesi şöyledir:

“Öyle bir dönem düşü­nün ki, Batı dünyamızdaki Rönesans, Reform ve sanayi devriminin tümü bir insanın yaşamına sığmış olsun.”[10]

Bu yorumun değerini anlamak için Rönesans, Reform ve Sa­nayi Devrimi'nin tarihsel boyutunu bilmek gerekir. Bu üç ge­lişme, Batı’yı, Batı yapan çatışmalarla dolu beş yüz yıllık uzun bir süreçtir. Feodalizmin ortadan kaldırılması, kapitalizmin gelişimi ve liberalizmden emperyalizme geçişi içeren büyük bir gelişmeyi ifade eder. Toynbee, 5 yüzyıllık bu gelişmenin Atatürk’ün yaşamına, yani 15 yıllık Türk Devrimi’ne sığdırıldığını söylüyor.

Yapıtları onlarca dile çevrilen ve alanında otorite kabul edilen Fransız Toplumbilimci Maurice Duverger, “Le Kemalizm” adlı yapıtında (1963) şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Ke­malizm, Moskova ve Pekin’in etkisinde kalmamış azgelişmiş ülkelerde, doğrudan ya da dolaylı çok yönlü sonuçlar uyandırmıştır. Kemalizm, Kuzey Amerika (ABD) ve Batı Avrupa rejimlerinde bulunmayan nitelikleriyle, Marksizm’in gerçekten alternatifidir. Marksizm uy­gulamasına girmek istemeyen ülkeler, Batı demokrasisi karşısında saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist modeli tercih edebilirler.”[11]

Bu üç değerlendirme, Kemalizm’in niteliğini ortaya koymaktadır. Açıklamaları yapanlar, alanlarında ün yapmış dün­yaca tanınan bilim adamlarıdır. Nesneldirler ve abartma yap­mazlar. Türk dostu falan da değildirler. (İnönü, s.124-125)

( c ) İnönü, Atatürk’ten Nasıl Bir Devrim ve Dış Siyaset Devraldığını İse Şöyle Açıklamıştır:

Atatürk, gerçekleştirdiği sürekli devrimler ve uyguladığı dış politika ile Türkiye’yi dost ülkelerle çevrili bir ülke durumu­na getirdiği kadar, içinde bulunduğu bölgeyi de bir barış böl­gesi durumuna getirdi. Uyguladığı siyaset çok yararlı olmuş­tu. Bu siyasetin sürdürülmesi durumunda, olacaklar konu­sunda, Tevfik Rüştü Aras 1964 yılında şu değerlendirmeyi yapmıştır:

Türkiye, Atatürk’ün dış politikasını İkinci Dünya Savaşı döneminde de titizlikle izleseydi, Balkan Antantı’na ve Sadabat Ant­laşması’na dayanarak müttefikleriyle birlikte, dünyada 1945 yılının üçüncü büyük gücü olur, ekonomik ve siyasi açıdan gelişmiş bir top­lum haline gelirdi.”[12]

Bu büyük dış politika başarısı, dost düşman bütün dün­yanın hayranlığını kazanmışken, yapılanlar tarihe geçmişken, İnönü çok farklı şeyler söyledi. Cumhurbaşkanı seçildiğinde, nasıl bir dış siyaset devraldığını ve neler yapmak zorunda kaldığını şöyle anlattı:

1938 Kasımında Cumhurreisliğine seçildikten sonra, kendimi karşısında bulduğum önemli meseleler şunlardı:

- Dış ilişkilerimiz kararsız ve temelsizdi.

- Sovyetlerle ilişkilerimiz gölgeli,

- Nazilerle ilişkilerimiz kuşkulu ve

- Batı âlemi ile ilişkilerimiz temelsizdi.

- İç politikada bir huzur düzenine ihtiyacımız vardı. Ve bu sorun benim gözümde acele idi.

- Devletin iç ve dış işlerini inanılır bir zemine oturtmak ilk görevdi.[13]

İnanılması güç, ama İnönü bunları söylüyordu. (İnönü, s.102)

Bu açıdan bakınca “Geri Dönüş” başlıyor.

İşte bu kitabında Saygıdeğer Metin Aydoğan Bey, konuya aşağıda sunulan sorular açısından bakıyor ve belgelere dayanarak tarihsel gerçekliği akıl, bilim, nesnellik, yurtseverlik ve hakseverlik ölçeğinde referanslarıyla ortaya koyuyor. Sorular:

* Türk Devrimi bu denli büyükse, neden korunamamış ve bu denli kolay etkisizleştirilmiştir?

* Devrim, önderini yitirir yitirmez neden geri dönüş sürecine gitmiştir?

Bu soruların doğru yanıtlarını bulmak bugünden yarına ülke geleceğinde doğru işler yapmak yönünden zorunludur.

Bir devrim ne denli büyük ve köklü ise, korunmasına özellikle yerleşme döneminde o denli özen gösterilmesi gerekir. Bu özen, devrimin varlık koşuludur. Atatürk, devrimin önderi olarak onu geliştirip korumayı başarmıştır. Ancak, bu dönem çok kısa, yalnızca 15 yıl sürmüştür. Ardından gelen, devrimin boyutunu kavramamış, bilinci yetersiz İnönü, korumak bir yana devrim karşıtı uygulamalar yapmıştır. Gereken dikkat ve özeni göstermemiş, karşı devrime gidecek geri dönüşü başlatmıştır. Bu nedenle Türk Devrimi, yüz yıla yakın bir süredir karşı devrime gidecek geri dönüşü başlatmıştır. (İnönü, s.125-126)

4. Atatürk’ün Kapitalist Emperyalizm Karşıtlığının Nedenleri Ve Devrimin Temel İlkeleri Nelerdi?

a-) Türkiye Cumhuriyeti’nin İki Temel Dayanağı:

Milli Egemenlik Ve Tam Bağımsızlık İlkesi

Milli Egemenlik İlkesi Ataöğreti’nin varoluş ilkelerinden birincisidir. Milletin yurt içinde bütün kararlarını serbestçe kendisinin alması demektir. Milletin varlığı ve korunması, Tam Bağımsızlık İlkesi ile birlikte Milli Egemenlik İlkesine bağlıdır. Bu iki ilkenin gerekleri ne derecede yerine getirilirse, devlet ve millet varlığının dokunulmazlığı, devamlılığı ve gelişip sağlamlaşması da o derecede güvence altına alınmış olur. Millet tam bağımsız devletle ayakta durur.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Türk ulusunun kendi adına ve cumhuriyet olarak kurmuş olduğu ilk devlet… Daha önceki Türk devletleri birer hanedan devletiydi. Bu yönüyledir ki, Türkiye Cumhuriyeti büyük milli egemenlik teorisinin, Türkiye’deki gerçekleşmesidir. Atatürk, bunu Türk halkı ile birlikte başarmıştır. Ve bu devlet iki ana temel üzerinde yükseltilmiştir: Milli Egemenlik ve Tam BağımsızlıkAtatürk’ün içte ve dışta uyguladığı devlet politikası, milli egemenliğe dayanarak bağımsız yaşamayı esas ve hedef alır. [14]

Bir fikir, bir inanç benim bütün hayatımın ekseni oldu: Milli Egemenlik ve meşruluk… Ömrüm boyunca Milli Egemenlik ve meşruluğun en sadık bir hizmetkârı oldum. Türkiye’de Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet egemenliğini pekiştirmek ve milletin ebedi olarak kendi kendini yönetmesi baş hedefimdi. Milli Egemenlik uğrunda canımı bile vermeyi bir vicdan ve namus borcu bildim.[15]

Bizim milletçe bir milli ülkümüz vardır. Nedir o ülkü?..

Milli ülkü milletimizi yaşatmaktır, ancak tam bağımsız olarak yaşatmaktır! Tam Bağımsızlık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, üzerinde yükseldiği temellerden biridir.” (…)

Ben, başkalarının yaptığı ilkelere değil, ancak kendi ilkelerime uyarım.” (…)

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” (…)

Tam Bağımsızlık demek Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik ve kültür alanlarında, bunlara benzer bütün diğer alanlarda tam serbest olması, özgür olması demektir.” (Ataname, s.187,189)

Gerçek milliyetçiler, benim gözümde milletinin bağımsızlığını, milletinin egemenliğini, hak ve çıkarlarını, her şeyin üstünde tutan, canı pahasına savunan kimselerdir.” (Ataname, s.13)

b-) Atatürk, Emperyalizme, Kapitalizme Karşı Mazlum Milletlere De Örnek Olacak Bir Milli Duruş Göstermiştir

Emperyalistler gururlu kafalarında, Doğu dünyasının kayıtsız koşulsuz sahibi ve yöneticisi olma emelini taşırlar. Kendi yaşam ve varlıklarının devam ve kalıcılığının, bu sahiplikte ve kullanımda olduğunu pek güzel takdir etmişlerdir. Dolayısıyla, söz konusu durumu sağlamak için başta İngilizler olmak üzere, bütün İtilaf devletleri, kullanabildikleri bütün araç ve kuvvetlerle bizi mahvetmek, bizi ezmek için çalışmışlardır. Fakat aynı zamanda mazlum insanlığı kurtarmak için çalışanların, mazlum milletimize el uzatmaması için de yine servetlerini, kuvvet ve kudretlerini harcayarak uğraşmışlardır.” (Ataname, s.258)

Biz bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için ulusumuzu, hepimizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe mücadeleyi uygun gören bir görüşü izleyen insanlarız.” (Ataname, s.263)

Biz Misakı Milli sınırları içindeki topraklarda tam olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığa sahip olmak istiyorduk. Bu hedefe ulaştığımız takdirde bunun diğer mazlum milletler tarafından da bağımsızlığın elde edilmesi için gayet kuvvetli bir örnek olmasından korktukları içindir ki, düşmanlarımız bir türlü buna razı olmuyordu. Türkiye büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa, bunun nedeni; her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesiydi.” (Ataname, s.260)

Bu bağlamda öncelikle Atatürk önderliğinde İngiliz egemen emperyalizme ve tek dil, tek hukuk, tek din, tek devlet hedefli Yeni Dünya Düzeni’ne karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı verilmiş, kapitülasyonlar kaldırılmış, ekonomik bağımsızlık uğrunda 15 yıl içinde bir Cumhuriyet Uygarlığı ile kalkınma sağlanmış, kültür emperyalizminin sembolü ırkçı, bilimsel olmayan, tekelci, kurgu Avrupa-Merkezci tarih ve uygarlık anlayışına karşı da bilimsel, gerçekçi, tutarlı, belgelere dayalı Türk Tarih Tezi ve öğretimi gerçekleştirilmiştir. Bu konular Merhum Metin Aydoğan’ın ”İnönü” adlı kitabında çok akıcı, kısa özetler halinde fakat gerçekçi referanslara dayalı olarak yalın, veciz ve anlaşılır bir dille anlatılmaktadır.

c-) İnönü Dönemi’nde Dönüşüme İç Değil Dış Etken Yön Vermişti

Türkiye’deki Batıcılar; Boğazlar, Kars ve Ardahan’a yönelik çarpıtılmış bilgileri, ABD’ye bağlanmanın nedeni olarak gösterir. İnönü’nün öncülüğünü yaptığı bu konu çarpıtılarak siyasi amaç için ustaca kullanmıştır. Batıcılık, İnönü için zorunlulukların yarattığı bir sonuç değil, bilinçli bir seçimdi. Toprak istemi ve boğazlar sözde nedendi (bahane). Bu gerçek, daha sonraki uygulama ve açıklamalarla kolay anlaşılır biçimde or­taya çıkmıştır. İnönü, Savaş’tan sonra, Türkiye-Sovyetler Birli­ği ve Türkiye-ABD ilişkileri ile ilgili olarak şunları söylemişti:

Eğer Rusya gelip de aradaki anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile ben, Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi taraftarıydım?”[16]

İnönü, Türkiye’nin yalnızca siyasette değil ekonomide de Amerika ile el ele gitmesi yanlısıydı. Bunu, Cumhurbaşkanı seçildikten 4,5 ay sonra göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yabancı bir ülkeye ayrıcalık (imtiyaz) tanıyan ilk anlaşmayı, 1. Nisan 1939 günü ABD ile yaptı. 5 Mayıs 1939’da yürürlüğe gi­ren bu anlaşmaya göre, Türkiye ABD’ne gerek ithalat ve ihra­catta ve gerekse diğer tüm konularda, en ziyade müsaadeye mazhar ülke statüsü verdi. ABD sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağladı.[17]

Birinci Dünya Savaşı sonrası ABD’ne, ticaret başta olmak üzere tüm konularda imtiyaz tanıyan 1 Nisan 1939 anlaşması imzalandığında, Atatürk’ün ölümünden yalnızca 140 gün geçmişti. Atatürk, 1920 yılında, yani Kurtuluş Savaşı sürerken, bu tür anlaşmalara Londra’da imza atan Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’i derhal görevden almıştı.

Yunus Nadi, anlaşma için 2 Nisan 1939 günlü Cumhuri­yet Gazetesi’nde şunları yazacaktır: “Bu tür anlaşmalar, emper­yalist devletlerin dünya ekonomisi üzerinde oluşturmaya çalıştıkları birer kontrol mekanizmasıdır. Endüstride çok ileri gitmiş memleketler, dünyanın bu hususta geri kalmış milletlerinden iptidai madde alırlar ne onlara mamul maddeler satarlar. Aradaki fark onların kazancı ve zenginlik kaynağıdır.”[18]

d-) Emperyalizmin Etkisine Giriliyor ve Türkiye’yi Bağımsızlıktan Uzaklaştıran İkili Anlaşmalar İmzalanıyor

- ABD ile imzalanan 1 Nisan 1939 Ticari İmtiyaz Anlaşması, hemen ardından,

- İngiltere ve Fransa ile imzalanan 12 Mayıs – 23 Haziran 1939 siyasi deklarasyonları ve

- Bu deklarasyonların 19 Ekim 1939’da ‘Üçlü İttifak Anlaşması’na dönüştürülmesi, batıya bağlanmanın ilk adımları oldu.

Bu anlaşmalar, yaşamı boyunca bu tür bağımlılık anlaşmalarından uzak duran Atatürk’ün ölümünden sonraki bir yıl içinde yapılmıştı.

1945-1950 arasındaki 5 yıl, durdurulmuş olan Kemalist uygulamaların, ortadan kalkmasını sağlayacak uluslararası anlaşmaların yapıldığı dönem oldu. Batıyla uzlaşma, yani giderek emperyalizmin etkisine girmekle sonuçlanan bu süreç;

* ABD imtiyaz anlaşmasıyla başladı,

* İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü Bağlaşma Antlaşması’yla sürdü.

Değişik aşama ve yo­ğunluklardan geçerek bugüne dek geldi.

1945 sonrasında artan ABD etkisi ve girişilen çok particilik, Atatürkçülükten verilen ödünlerin artmasına yol açtı. CHP ve DP,   ödün verme yarışına girdiler. Bağımlılığı pekiştiren büyük ödünleri İnönü’nün CHP’si verdi, Menderes’in DP’si sürdürdü.

- Türkiye, toplumsal düzeyi, siyasi alt yapısı yeterli olmamasına karşın, ABD’nin etkisiyle çok particiliğe yöneldi.

- Bunu yapınca, 24 Ekim 1945’te kurulan Birleşmiş Milletlere girdi.

- BM’den sonra kurulan hemen tüm uluslararası örgütlere;  

- İnceleme yapmadan,

- Araştırmadan ve

- Bilgi sahibi olmadan üye oldu.

- 14 Şubat 1947’de Dünya Bankası,

- 11 Mart 1947de IMF,

- 22 Nisan 1947’de Truman Doktrini,

- 4 Temmuz 1947’de Marshall Planı’na katıldı.

- CHP Hükümeti, 4 Mayıs 1950’de NATO’ya üyelik için resmen başvurdu. İki hafta sonra yapılan seçimleri CHP yitirince, NA­TO’ya girmek DP’ye kaldı...

* CHP, aynı dönemde ABD’yle birçok ikili anlaşmaya da imza attı.

- 23 Şubat 1945 ‘Karşılıklı Yardım Anlaşması'’,

- 27 Şubat 1946 ‘Kredi Anlaşması',

- 7 Mayıs 1946 ‘Borç­ların Tasfiyesi İle İlgili Anlaşma’,

- 6 Aralık 1946 ‘Kahire Anlaşmasına Ek Anlaşma’,

- 12 Temmuz 1947 ‘Askeri Yardım Anlaşması’,

- 27 Aralık 1949 ‘Eğitimle İlgili Anlaşma’ (Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma) imzalandı. (İnönü, s.71-72)

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni‘ne, koşulsuz destek verdi. Uluslararası anlaşmaların tümüne, yeterli bir inceleme yapmadan imza attı. Siyasi ödünler, kısa süre içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal güvenlikten hukuka dek genişledi. Çok partili siyasi düzen, bu çabaların parçası olarak ve ABD’nin isteklerini karşılamak üzere Türk siyasetine yerleşti.

CHP’nin başlattığı ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük oranda tamamlanmıştı. (İnönü, s.75)

e-) Kişilik, İnsan Yaşamında Karakterin Aynasıdır

İsmet İnönü, kendisini şöyle tanımlıyor:

Herkes benim zayıflığım gibi görür, ama bu görüntü benim gücümdür. İnanmış bir insan, inancını sonuna kadar götürür; idealizmde, felsefede bu böyledir. Ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben, gücüme göre, gücümün var olduğu yerde gücümü gösteririm. Ben dâhi değilim: Gücümün bittiği yerde, bir politikacı, bir tecrübe sahibi insan olarak bir noktada, onu gelecekte tekrar uygulamak üzere bir noktada durdururum. Bu, aslında benim gücümdür.[18]

Karakterinin görülmesini sağlayacak ipuçlarından biri olan bu açıklama, yaşamını kapsayan bir tutum olduğu için önemlidir. İrdelenmeli ve siyasi uygulamalarını incelerken göz önünde bulundurulmalıdır. İnönü, Türk halkının kaderine yön vermiş önemli bir tarihi kişiliktir. Büyük bir devrime katılmış ve başarılı işler yapmıştır ancak devrimin geri dönüşünün de sorumluluğunu taşımaktadır. Devrimi Atatürk’ten devralan odur, diyor Saygıdeğer Metin Aydoğan Bey “İnönü” adlı eserinde…

Bu kitabın yazılması için daha önce 18 kitap yayımlanması gerekiyordu. Önemli bir tarihi kişiliği tarihi kaynaklara dayanarak gerçeğe uygun, nesnellikle ve cesaretle bizlere kazandıran Sayın Metin Aydoğan Bey’e takdir, teşekkür ve saygılarımızı sunmak yerine getirilmesi gereken önemli bir ödevdir. Ülkenin geleceğinde çözüm ve görev arayanların mutlaka okuması gereken değerli bir eseri içtenlikle öneriyorum. Kendisini bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Mekanı cennet olsun.

Önümüzdeki zamanda Karşı Devrimle ilgili konuya devam edeceğim.

Kaynakça

[1] Prof. Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar, Belgeler, Ankara, 1959, Türkiye İş Bankası Yayını, s.250.

[2] Hasarı Rıza SOYAK, Yakınlarından Hatıralar, İstanbul, 1955, Sel Yayını, s.12.

[3] Mahmut SOYDAN, Gazi ve İnkılâp, Milliyet gazetesi, 2.1.1930.

[4] Mustafa Kemal ATATÜRK, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Toplayan: Nimet UNAN), Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1959, cilt: II, s.68-69; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.203, 214.

[5] Falih Rıfkı ATAY, Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri, İstanbul, 1955, Sel Yayınları, s.85.

[6] Prof.Dr. Çetin YETKİN Karşı Devrim 1945-1950, 9.Basım, 2014, Kilit Yayınları, s.17;22;23.

[7] Metin AYDOĞAN, “İNÖNÜ”, İzmir, Haziran 2020, 2.Baskı, Gözgü Yayıncılık, s.9

[8] Mustafa Kemal ATATÜRK, Atatürk’ün Söylev Ve Demeçleri, 1945, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, c. I, s.365.

[9] Paul GENTİZON, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Ankara, 1994, 2.Basım, Bilgi Yayınevi, s.164.

[10] Prof.Dr. Süleyman BOZDEMİR, Atatürk Döneminde Eğitimde Gelişmeler, Türkoloji.cu.edu.tr

[11] Prof.Dr. Mustafa AYSAN, Atatürk’ün Ekonomi Politikası, İstanbul, 2000, 6.Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayını, s.42-43.

[12] Tevfik Rüştü ARAS, Atatürk’ün Dış Politikası, İstanbul, 2003, Kaynak Yayınları, s.192.

[13] Şevket Süreyya AYDEMİR, İkinci Adam, İstanbul, 4.Baskı, Remzi Kitabevi, c.2, s.33.

[14] Prof.Dr. Cihan DURA, Ataname, İstanbul, 2017, Nergiz Yayını, s.90, 95. (2. Baskısı, Doğu Kitabevi, İstanbul, 2020)

[15] C. DURA, Ataname, s.104.

[16] Yakup K. KARAOSMANOĞLU, Politikada 45 Yıl, İletişim Yayını, s.192-195.

[17] Ulus Gazetesi, 10.05.1939’dan aktaran: Hikmet BİLA, “CHP 1919-1999”, Doğan Kitap, 2.Baskı, s.89.

[18] Doğan KOÇAK, “Tarihsel Süreç İçersinde Türkiye ile ABD Arasında Olan İlişkilerin Gelişimi ve Türkiye-ABD Ticaret Antlaşması”, 1.Nisan.1939, s.110; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/515967  

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.