SON DAKİKA
Hava Durumu

TBMM, Türk Milleti’nin egemenlik abidesidir

Yazının Giriş Tarihi: 22.04.2022 16:55
Yazının Güncellenme Tarihi: 22.04.2022 04:56

Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nden sonra 22 gün Erzurum’da kalmıştı. Sivas Kongresi hazırlıklarını bu süre içinde tamamladığı bu günlerde Sivas’a hareket etmeden birkaç gün önce, İstanbul’a bir kurye ile Annesine gönderdiği mektupta ilk kez “milletin başına geçme kararı” ve “yakında millet meclisi toplanacak ve meşru bir hükümet iktidara gelecektir” diyordu.

Gerçekte vatan ve milleti kurtarabilmek için,

* Askerliği bırakıp serbest olarak milletin başına geçmek ve * Milleti tek vücut bir hale getirmekle doğacak kudret ve ulusal gücü kullanmaktan başka çare yoktu.

* Ben de öyle yaptım. Elhamdülillah başarılı da oluyorum. Pek yakında elle tutulur sonucu bütün dünya görecektir.” “...”

Daha bir zaman bu şekilde çalışmakla her şey hallolacaktır.

* Yakında MİLLET MECLİSİ TOPLANACAK VE

* MEŞRU BİR HÜKÜMET İKTİDARA GELECEKTİR.”[1]

ATATÜRK’E GÖRE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

1. ATATÜRK’ÜN, TBMM Ve Meclis Hükümet Sistemi Hakkında  Değerlendirmesi

Yirminci yüzyılda Türklüğü ve İslamlığı tarihin arşivine kaldırmak ve bir topluluğun “dünya egemenliği” iddiasının gerçekleşmesine aracılık etmek isteyen İngiliz egemen kapitalist emperyalizm Fransa ve Rusya ile anlaşarak I. Dünya Savaşı’nı çıkardı. Bu savaş sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile ateşkes yapılmış iken, Türklerin atayurdu, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerlerince işgal edilmiştir. O günkü İstanbul’da bulunan yönetim, işgal kuvvetlerinin direktiflerini ve Sevr Antlaşması’nı imzalayarak, onların bu amaçlarının önünü açmışlardı. İşte bu durum ve ortamda 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, Türk Milletini, Misak-ı Milli Sınırları içinde milletin egemenliğini hâkim kılan bir yönetim biçimine geçinceye kadar Müdafaayı Hukuk için Kuvayı Milliye ile özgürlük ve tam bağımsızlık mücadelesini başlattı. Önce yurt sathında Türk Milletini bu amaç uğrunda milli birlik ve beraberliği sağlayacak, halkla bütünleştirecek güç birliği çalışmalarıyla ulusal örgütlenmeyi başlattı. Türk Milleti’nin emperyalist devletlere karşı İstiklâl Savaşı’nı yürütmek üzere “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” söylemiyle Amasya Tamimi, Erzurum, Sivas Kongreleri ardından Ankara’da Türk Milletinin toplumsal ortak aklını kurumsallaştırmak anlamında 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Kur’an’dan dört ayete[2] dayandırarak açtı. 

Atatürk, Kur’an’daki istişare ilkesine vurgu yaparken, Ăl-i İmran suresindeki konuyla ilgili 159. ayeti okumuştur:

“Devlet idaresinde danışma çok önemlidir. Bizzat Peygamber bile danışarak iş yapmak gereğini söylemiştir. Ve kendisi bizzat öyle yapmıştır. Bundan başka ‘ve şâvirhum fi’l-emri’ diye Cenâb-ı Hakkın kendisine seslenişi vardır. Peygamberin zatına yönelen bu emrin ondan sonra gelenleri kapsayacağında şüphe yoktur. Danışmamak meşru değildir.”[3]

Bilirsiniz ki, şer’î esaslarda, ilahi emirde hükümet şekli yoktur. Şu veya bu şekil ifade edilmiş değildir. Yoktur. Yalnız hükümetin nasıl olması lazım geldiğine dair esaslar ifade olunmuştur. Bu esasların biri de şuradır, meclistir. Hükümetin behemehal meclis olması lazımdır. O kadar ki bizzat Cenab-ı Peygamber şûrasız muamele yapmazdı, Allah tarafından men edilmişti.”[4]

* MİLLETLER her noktadan kendi yararlarını muhafaza edecek olan ve yararları korumak için lazım olan vasıfları, meziyetleri toplamış bulunduğunu kabul ederek SEÇTİĞİ İNSANLARDAN, vekillerden KURULU BİR ŞURAYA MALİK OLURSA ve

* BU ŞURA, ADALET ÜZERİNE  HAREKET EDERSE,

* İşte ALLAH’IN VE KUR’AN’IN İSTEDİĞİ HÜKÜMET BÖYLE OLUR.

Çok iftihara şayandır ki, MİLLETİMİZ ancak 1300 yıl sonra BU KUR’AN HAKİKATLERİNİ FİİLİ HALDE GÖSTERMİŞ OLDU.”[5]

İşte Mustafa Kemal Paşa tarafından 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan ve Özgürlük ve Tam Bağımsızlık Savaşı’nı yürütecek olan Türkiye Büyük Millet Meclis’inin özü, esası, ilkeleri, karakteri, dayanağı buydu.

2. Atatürk’ün Söylemlerine Göre Türkiye Büyük Millet Meclisi

* Meşveretsiz Hükümet Gayri Meşrudur

Dünyada hükümet için meşru yalnız ve tek bir esas vardır. O da MEŞVERETtir, görüşüp danışmaktır (Bkz. Âl-i İmran/159). Hükümet için esas koşul, ilk koşul yalnız ve yalnız meşverettir

diyen Atatürk, Eskişehir’de Ocak 1923’te yaptığı konuşmada vurguladığı gibi bu konudaki sözlerini şöyle tamamlamıştır:

Danışma, devlet yönetiminde çok önemlidir. Bizzat Cenabı Peygamber dahi danışarak iş görme lüzumunu söylemiştir. Bundan başka danışınız diye Cenabı Hakk’ın da kendisine hitabı vardır. Meşveretsiz hükümet gayri meşrudur (Bkz. Şûrâ/38).

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde Büyük Millet Meclisi bunun için hep var olmuştur. O’na göre TBMM, Milletin Meclisi’dir:

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Milletin Meclisi’dir. Milletin vekillerinden, milletin verdiği yetki ve görevleri yerine getiren kişilerden oluşur. Millet Meclisi üyelerinin değerli ve uzman kişilerden seçilmesini sağlamak; Meclis’in iç teşkilatında, komisyonların kurulmasında, Bakanlar Kurulu’nun seçilmesinde bilim ve uzmanlığa son derece önem vermek gerekir. Bir milletvekili ülkenin yüksek çıkarlarını her türlü düşüncenin, kişisel çıkarlarının üstünde tutar.

Mustafa Kemal’e göre “Milletvekili” yüksek karakterli olmalıdır; bilgili, dürüst, güvenilir ve yurtsever olmalıdır.

* Meclis Milletindir Yalnızca Milletin Emrine İtaat Eder

MECLİS MİLLETİNDİR. Ve ancak milletin vekillerinden meydana gelmiştir. Milletin verdiği yetkiyi kullanan, görevleri yapan kişilerden oluşur. Dolayısıyla yalnız ve yalnız milletindir, yalnızca MİLLETİN EMRİNE İTAAT EDER. Yoksa ADI, MAKAMI NE OLURSA OLSUN EMİR KİMSEDEN ALMAZ. İTAAT KABUL ETMEZ BİR MECLİSTİR. ÜLKENİN YAZGISINDA BİRİCİK YETKİ VE KUDRET SAHİBİ, ODUR. Ülkenin düzeni, iç ve dış emniyet ve dokunulmazlığı için en büyük güvencedir. Büyük ulusal sorunlar ancak Büyük Millet Meclisi’nde çözüm bulur. Meclis, hükümete güvenoyu verir, gerekli görünce onu düşürür. Meclis yurtseverliğin, çalışkanlığın, önlem almakta isabetin ideal örneğidir. Yurdun korunması ve bayındırlığı için en yüksek ulusal esin ve kudret kaynağıdır. Türk milletinin sevgi ve bağlılığı daima Büyük Millet Meclisi‘ne yönelik oldu ve daima ona yönelik olacaktır.

ASIL OLAN MİLLETTİR, TOPLUMDUR. ONUN DA GENEL İRADESİ MECLİS’TE KENDİNİ GÖSTERİR. Bu her yerde böyledir. Fakat bireyler de vardır. Meclis ülke ve devlet işlerini bireylerle, şahıslarla yapmaktadır. Her devletin işlerini yürüten şahıs ve şahıslar meydandadır.”[6]

3. Millî Mücadele Ve Sonrasında TBMM

Atatürk’e göre Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel bir görevi vardır. Bunun ne olduğunu ise O, İzmir İktisat Kongresi Açış Nutku”nda şöyle açıklamıştır:

Türkiye Büyük Meclisi ve bunun hükümetinin milletten aldığı yön, TAM BAĞIMSIZLIK ve KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLÎ EGEMENLİK ilkelerine dayanarak ÜLKEYİ BAYINDIR YAPMAK ve MİLLETİ ZENGİN, GÖNENÇLİ VE MUTLU ETMEKTEN İBARETTİR. Böyle olmakla beraber Teşkilatı Esasiye Kanunu özel bir madde ile Meclis’in görevini de açıklar. O görevler ki, doğrudan doğruya milletin hukuku ve yetkisi iken, yüzyıllarca şunun bunun elinde kalmıştır. Artık bu hukuk ve yetkinin hiçbir sebep ve şekilde hiçbir makama ve kişiye terk olunamayacağını ve verilemeyeceğini kesinlikle ifade etmek için özel bir madde koymuştur.”[7]

Meclisimizin, Millî Mücadele’de ve Cumhuriyetin ilk yıllarında başlıca üç görevi öne çıkmıştı:

- Meşru savunma ve tam bağımsızlığı sağlamak,

- Hilafet ve saltanatı kurtarmak,

- Halkın sorunlarını çözecek ve ülkeyi kalkındıracak adımlar atmak...

Bu görevler yerine getirildi. Ancak yeni devletimizle bağdaşmayacağı görüldüğünden, zamanı gelince saltanat ve hilafet kaldırıldı. Bu hususlarda Atatürk şunları söylemiştir:

Bugün TÜRKİYE DEVLETİ doğrudan doğruya bir meclisle, bir şura hükümeti ile idare edilir ve sonsuza kadar böyle idare edilecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi; ulusal sınırlar içinde hayat ve bağımsızlığını sağlamak, hilafet ve saltanat makamını kurtarmak andıyla oluşmuştur. Dolayısıyla, HAYAT VE BAĞIMSIZLIĞINI, BİRİCİK VE KUTSAL EMEL BİLDİĞİ TÜRKİYE HALKINI, EMPERYALİZM VE KAPİTALİZM TA­HAKKÜM VE ZULMÜNDEN KURTARARAK, İRADE VE EGEMENLİĞİNİN SAHİBİ KILMAKLA AMACINA ULAŞACAĞI kanaatindedir. Millet Meclisi milletle ilgili olan sorunlarda, milletin hayatıyla, milletin bağımsızlığıyla ilgili olan işlerle yakından ve etkili bir şekilde ilgilenir. Bütün dış ilişkilerde muhatap, yalnız ve yalnız odur.”[8]

4. Milli İradeye Dayanan Meclis, Türkiye’nin Yazgısına El Koymuştur

MECLİS, MİLLÎ İRADEYE DAYANARAK TÜRKİYE’NİN YAZGISINA EL KOYMUŞ OLAN BİRİCİK MEŞRU, BAĞIMSIZ VE EGEMEN KUVVETTİR. Her şey onun elindedir. EMPERYALİST KUVVETLERCE MİLLETİN VARLIĞINA KARŞI YAPILAN SALDIRININ ARDINDAN, MEŞRU SAVUNMA AMACIYLA KURULDU. Meclis millî sınırlar içinde tam bağımsızlığı güvence altına almak için toplandı. MECLİS; MİLLETİ KAPİTALİST VE EMPERYALİST BOYUNDURUĞUNDAN KURTARMAKTA BAŞARILI OLACAĞINA, MİLLÎ İKTİDAR VE EGEMENLİĞİ YENİDEN KURACAĞINA KUVVETLE İNANMAKTADIR.

Yüce Meclis kanun yapma ve icra kuvvetini kendinde toplamıştır. Bütün devlete işlerine fiilen el koymuştur, yani hükümet kendisidir. MİLLET VE ÜLKE NAM VE HESABINA BİRİCİK BAŞVURU YERİ ODUR. BU MEŞRU HAKKI, BU ULUSAL HAKKI, BU DOĞAL HAKKI HİÇBİR SEBEP VE BAHANE İLE HİÇBİR GÖRÜŞ İLE HİÇBİR ŞAHSA VE HİÇBİR KURULA TERK EDEMEZ.

Millet ve ülke için yapılması gereken bütün işler, kanun yapmak, kanuna göre şunu ve bunu icra etmek, her ne lazımsa bütün bu görevlerin yapıldığı yer Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Bu, Tam Bağımsızlık ve Milli Egemenliğin korunması için konulmuş kesin bir esastır. Ancak bir meclis ne kadar büyük olursa, millî egemenliği o kadar çok temsil eder. Böyle bir meclisin, yapılması doğal olan ve konulmuş kanunların dâhilinde bulunan işlerle de iştigal etmesi esas itibariyle gereksizdir. Dolayısıyla icra kuvvetleri hakkında bir noktadan sonrası için, yine kendi içinden seçtiği bir kurulu görevlendirir ki, ona biz vekiller heyeti diyoruz.” [9]

5. Meclis Hükümet Sistemi

23 Nisan 1920’de törenle açılan Meclis, ilk hafta içinde, dünyada pek benzeri olmayan yepyeni bir yönetim modeli kabul etti. Anayasa Hukuku’nda “Meclis Hükümeti” adı verilen bu sistemin hukuksal ve siyasal dayanakları akla, bilime, gerçeklere ve tarihsel birikime dayanıyordu.

Yeni Türkiye Devleti’nin esaslarını ortaya koyan, siyasal modelini belirleyen yasanın temelleri Mustafa Kemal’in 24 Nisan’da verdiği önergesiyle oluştu. Bu önerge üzerinde Meclis Komisyonu bir hafta çalıştı ve onu bir yasa tasarısı haline dönüştürerek Meclis’e sundu. Tasarı Meclis’te 2 mayıs 1920’de kabul edildi. Mustafa Kemal’in verdiği önergede bulunan temel ilkelerden bazıları şöyle idi:

- Meclis olağanüstü yetkilere sahiptir. Vatanın, milletin ve halifeliğin kurtuluşunu sağlamak görev ve yetkisi ile kurulmuştur. Bu günden itibaren Meclis’in üstünde hiçbir güç yoktur.”    

- Dünyada tehlike içine giren ulusların yaptığı gibi ve Anayasa Hukuku gereği, ülkeyi parçalamak ve çökmekten kurtarmak için bir hükümet kurulması zorunludur.”

Bu önergeye dayanarak kabul edilen 2 Mayıs 1920 tarih ve 3 Numaralı “TBMM İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına /Seçim Şekline Dair Kanun”un temel ilkeleri kısaca şöyle idi:

* Geçici Padişah Vekili olamaz,

* Meclis’e bağlı bir Hükümet,

* Meclis Başkanı’nın Yetki ve Sorumluluğu.

* Padişahın gelecekteki durumu.[10]

Meclis ve ona bağlı Hükümet, vatanın, milletin ve halifelik makamının kurtarılmasını başardıktan ve her türlü baskı ve esaretten kurtulduktan sonra, Padişah ve Halife Yüce Meclis’in düzenleyeceği yasa esasları içinde saygın yerini alacaktır.[11]  

Ankara’da kurulan model, “Meclis Hükümeti” sistemi idi. Anayasa Hukukçusu Prof.Dr. Erdoğan TEZİÇ, Meclis Hükümeti sisteminin [J.J. Rousseau’nun “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Toplum Sözleşmesi /Contrat Social”nin de içerdiği görüşlerinin bir ürünü] olduğunu belirmiştir.[12]  bu konuda Alev Coşkun’un değerlendirmesi ise daha kapsamlıdır:

Meclis Hükümeti konusunda “Mustafa Kemal’in yaşam birikimleri, 1789 Fransız Büyük Devrimi’ni etkileyen J.J. Rousseau ve Montesquieu (ünlü eseri, Kanunların Ruhu /De l’Esprit des lois) gibi düşünürlerin eserlerini okuması, Erzurum ve Sivas Kongresi deneyimleri ve Meclis’in açılışı öncesi Ankara gecelerinde yapılan görüşmeler; yeni Meclis ve yeni hükümet modelini ortaya koyan önergenin oluşmasında etkili olduğu açıktır”.[13]

Kurulan model, Anayasa Hukuku yönünden “Meclis Hükümeti” sistemi idi ve temel ilke şu idi: “Meclis, milli iradenin temsilcisi olarak vatanın ve milletin yazgısına elkoymuştur. Meclis’in üzerinde  bir kuvvet yoktur. Meclis, yasama ve yürütme  yetkilerini kendinde toplamıştır.

Böylece olağanüstü günler için “Kuvvetler Birliği” ilkesi kabul ediliyordu.    

Mustafa Kemal’in Önergesi Ön Anayasa Niteliğinde İdi

Milli Mücadele’nin Hukukileşme Süreci” adını taşıyan doktora tezinde Anayasa Hukukçusu Prof.Dr. Emin Memiş, kabul edilen Mustafa Kemal’in önergesi için şöyle diyordu:

Meclis Hükümeti sistemini ortaya koyan önergenin kabul edilmesi, devletin önemli organlarının kurulmasını öngördüğü için bir ön anayasa niteliğindedir. Bir Kurucu Meclisin iradesini simgelediği için anayasal içeriği haiz bir belge olarak Kamu Hukuku tarihine geçmiştir.[14]

Böylece 1920’de Ankara’da “Büyük Millet Meclisi” tüm yetkileri kendisinde toplayan bir organ olarak doğuyordu.[15]

Türkiye’de modern İdare Hukuku anabilim dalının kurucusu olarak kabul edilen Prof. Sıddık Sami ONAR, eserinde “Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da toplanıp fiili hükümet kurduğunu, hükümdarın yetki ve sıfatının fiilen elinden alındığını” belirtiyor.

Prof. Onar, aynı zamanda Meclis’in durumunu, “her milletin böyle zamanlarda başvurduğu yöntemi, Anayasa Hukuku açısından Kurucu İktidar işlemiyle bir hükümet oluşumuna gidiş” olarak değerlendiriyor.[16] 

Prof. Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU ise, “Meclis’in olağanüstü yetkilerle milletin kaderine el koyması, kuvvetleri elinde toplaması ve kendi üstünde hiçbir gücün olmadığına karar vermesi, ulusal egemenliği kanıtlar” demiştir.[17]

6. Atatürk’ün Meclis Hükümet Sistemi Modelini Değerlendirmesi ve İlk Bakanlar Kurulu

Mustafa Kemal’in önergesi ile yeni bir devlet modeli oluşmuştu. Atatürk, bu önergenin kabul edilmesiyle ilgili olarak konuyu sonraki yıllarda Nutuk’ta şöyle değerlendirmişti:

 “... Bu ilkelere dayanan bir hükümetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, milli egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir, Cumhuriyettir.[18]

3 Mayıs 1920 günü, milletvekilleri tarafından tek tek seçilen Bakanlar Kurulu, Meclis’te aldıkları oylara göre şu kişilerden oluşuyordu:

Albay İsmet (İnönü)(Edirne): Genel Kurmay Başkanı (129 oy)

Dr. Adnan (Adıvar) (İstanbul): Sağlık Bakanı (127 oy)

Bekir Sami Bey (Kunduh)(Amasya): Dışişleri Bakanı (121 oy)

Fevzi (Çakmak) (Kozan): Milli Savunma Bakanı (118 oy)

Yusuf Kemal (Tengirşenk)(Kastamonu): İktisat Bakanı(99 oy)

Cami (Baykurt) (Aydın): İçişleri Bakanı (96 oy)

Celalettin Arif Bey (Erzurum): Adalet Bakanı (83 oy)

Mustafa Fehmi (Gerçeker) (Bursa): Şeriye ve Evkaf Bakanı (80 oy)

İsmail Fazıl Paşa (Yozgat): Bayındırlık Bakanı (79 oy)

Hakkı Behiç Bey (Bayiç) (Denizli): Maliye Bakanı (74 oy)

Dr. Rıza Nur Bey (Sinop): Milli Eğitim Bakanı (65 oy)

Milli Meclis’in ilk hükümeti on bir bakandan oluşuyordu. Aynı zamanda Bakanlar Kurulu’nun Başkanı durumunda olan Meclis Başkanı Mustafa Kemal de eklenince, bu sayı on iki oluyordu. En çok oyu Genel Kurmay Başkanı İsmet Bey (129), en az oyu da Rıza Nur Bey (65) almıştı.[19] 

Ankara’da artık bir Meclis ve ona bağlı ve sorumluluk taşıyan bir hükümet vardı. Açıkçası yasa yapan, uygulayan, vergi toplayan, cezalar koyan bir devlet düzeni oluşmuştu. Bu düzen temel ilkeleri ile aslında bir Cumhuriyet rejimi idi.

7. Halkın Sorunlarını Çözmek De Meclisin Görevidir

Yüce Meclisin başlıca görevlerinden biri de halkın sorunlarını çözmektir. MİLLÎ MÜCADELE’DE MİLLETE REHBERLİK ETMİŞ OLAN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ; HALKIN UYGARLIK VE İLERLEMEYE OLAN ŞİDDETLİ ÖZLEM VE İHTİYACI KONUSUNDA DA İSABETLE YOL GÖSTERİCİLİKTE BULUNMAYI GÖREV BİLİR. Halkın öteden beri karşı karşıya bulunduğu sefalet nedenlerini, yeni araçlar ve teşkilat ile başlanan reformlarla ortadan kaldırarak yerine, GÖNENÇ VE MUTLULUK İKAME ETMEYİ EN ÖNEMLİ BİR HEDEF OLARAK DEĞERLENDİRİR. Dolayısıyla TOPRAK, EĞİTİM, ADLİYE, MALİYE, İKTİSAT VE VAKIF İŞLERİNDE, DİĞER SORUNLARDA TOPLUMSAL KARDEŞLİK VE YARDIMLAŞMAYI HÂKİM KILARAK, HALKIN İHTİYAÇLARINA GÖRE YENİLİKLERİ VE KURUMLARI OLUŞTURMAYA ÇALIŞACAKTIR. Bunun için de siyasal ve toplumsal ilkelerini milletin ruhundan almak ve uygulamada milletin eğilimlerini ve geleneklerini gözetecektir. TOPLUMSAL KARDEŞLİK VE İŞBİRLİĞİ TEMELİNE DAYALI, ULUSAL İHTİYAÇLARIN GEREKTİRDİĞİ YENİ BİR TEŞKİLATLANMAYI PLANLAYAN MECLİSİMİZ, ulusal özellik ve gelenekleri hesaba katmak suretiyle reformları uygularken, kendine özgü millî prensiplere dayanacaktır.[20]

O dönemde kim olursa olsun, herhangi birine yetki ve sıfat veren de yine yalnız Büyük Millet Meclisi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, bu konuyu, başkumandanlık sorunu dolayısıyla Meclis’te yaptığı konuşmada ve Cemal Paşa’ya yazdığı bir mektupta ifade ederek şöyle söylemişti:  

Görüyorum ki YÜCE MECLİS BAŞKUMANDANLIK TEKLİFİNİN TARTIŞILMASI SIRASINDA, KANUN YAPMA VE İCRA HAKLARININ TEK BİR KİŞİYE VERİLMESİNDE TEREDDÜDE DÜŞMÜŞTÜR. BEN, BUNA ÇOK MEMNUN OLDUM. ÇÜNKÜ HİÇ BİRİMİZİN ŞAHSI SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. (Yetki ve sıfatı ancak Meclis verir.) Şahıslar söz konusu olunca, Yüce Meclis’i oluşturan zatlardan biri olarak, benim de herhangi bir yetkiye, yasal ve meşru bir sıfata sahip olabilmem mutlaka Yüce Meclis’in varlığına bağlıdır.

Hiç birimiz bu Meclis’in onayını almayacak bir icraatta bulunamayız. HİÇ KİMSE MECLİS’İN İRADESİ DIŞINDA HAREKET EDEMEZ. KUŞKUSUZ BU, TAKDİRE VE ÖĞÜNMEYE DEĞER BİR DURUMDUR. Şunun veya bunun pazu kuvvetiyle ve zorbalıkla duruma hâkim olmasına ihtimal yoktur. ANCAK AKIL VE ANLAYIŞLILIK, BİLİM VE İKTİDAR ETKİLİ OLABİLİR. Bu niteliklerin başında da millet ve Millet Meclisi’nin geniş anlamıyla emniyet ve itimadına, itibarına mazhar olmak koşulu vardır. Eğer Meclis’in varlığı herhangi bir şekilde saldırıya uğrarsa, ona mensup olmakla sahip bulunduğum bütün nitelikler ve yetkiler kendiliğinden ortadan kalkar. Bundan sonra yapılacak işlerin de elbette milletin arzu ve iradesiyle ilgili kalmaz ve elbette bunlara milletçe itaat olunmaz.[21]

8. T.B.M. Meclisi’nde Türk Milletinin Gözü Önünde Açıkça Konuşulmayacak Hiçbir Şey Olamaz

Benim hayattaki isteklerimden önde gelen biri şu olmuştur: Ülke işlerinin Büyük Millet Meclisi’nde serbestçe, millete açık olarak tartışılması... İyi niyet sahibi vekillerin ve partilerin, kendi görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek çıkarlarını aramaları... İnanıyordum ki, Büyük Millet Meclisi’nde Türk milletinin gözü önünde açıkça konuşulamayacak hiçbir şey yoktur. Bu benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir uygulamaydı. Bu sayededir ki, yasama görevi daima millet iradesine uygun olarak yerine getirilir. Tartışmaların açık olması bu uygunluğun denetimini kolaylaştırır.[22]

Güçlendirilmiş Parlamenter sistem söylemlerinin hayli yaygınlaştığı günümüzde, konunun, ilk kurulan Gazi Meclisin dayandığı ilkeler göz önünde bulundurularak, kuvvetler ayrılığı çerçevesinde, hatta çift meclisli parlamento sistemine, yani Meclis ve Senato şeklinde yeniden işlerlik kazandırılarak, 21. yüzyılda Türk Milletinin toplumsal ortak aklını temsil eden ve seçmen iradesini hafife almadan ancak millî iradeyi geçerli kılan konuma kavuşturulması arzuya şayandır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, millî birlik ve başarı konusunda milletimize önerisi de şudur:

Birlik ve emelde kararlı ve ısrar eden millet, gururlu ve saldırgan her düşmanı eninde sonunda gurur ve saldırısında pişman edebilir.”(1920)[23]

Toplu bir milleti istila etmek, darmadağınık bir milleti istila etmek gibi kolay değildir.”(1919)[24]

Kaynakça

[1] Atatürk’ün Bütün Eserleri, İstanbul, Kaynak Yayınları, cilt: 3, s.306.

[2] Atatürk’ün TBMM’Nİ oluştururken Kur’an’dan aldığı dört ayet:

1. Danışıp konuşma (Âl-i İmran/ 159; Şûrâ/ 38),

2. Adalet (Nahl/ 90),

3. Devlet Başkanına itaat (Nisa/ 59).

[3] eş-ŞEVKÂNÎ, Fethu’l-Kadîr, c.1, s.496; el-KURTÛBÎ, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. XVI, s. 25’den aktaran: Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman KASAPOĞLU, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İstanbul, 2008, İlgi Kültür Sanat Yayını, s.340.

[4] Bkz. el-KURTÛBÎ, a.g.e., c. XVI, s.25.

[5] Râgıb el-İSFEHÂNÎ, el-Müfredât, s.270.

[6], [7] [8], [9], Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, s.335-336.

[10] Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY İşgal-İç Savaş-Diriliş, İstanbul, 2021, Cumhuriyet Kitapları, cilt: II, s.644.

[11] Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, Ankara, 2006, (Yayına Hazırlayan: Zeynep KORKMAZ), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.300.

[12] Erdoğan TEZİÇ, Anayasa Hukuku, İstanbul, 1998, 5.Baskı, Betaş Yayını, s.396.

[13] Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, s.647.

[14] Emin MEMİŞ, Milli Mücadele’nin Hukukileşme Süreci, (Doktora Tezi), 1999, Filiz Kitabevi, s.157.

[15] Mümtaz SOYSAL ve Fazıl SAĞLAM, “Türkiye’de Anayasalar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt: I, s.22.

[16] Sıddık Sami ONAR, İdare Hukukunun Umumi Esasları, c.1, s.158; c.2, s.724’den aktaran: Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, s.648.

[17] Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU, İlk Meclis, 1993, 2.Baskı, Çağdaş Yayınları, s.19,24.

[18] ATATÜRK, Nutuk, s.300, 301.

[19] Alev COŞKUN, Samsun’dan Sonra En Zor 19 AY, s.652.

[20], [21] ve [22] Bkz. Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, s.337, 338.

[23] ATATÜRK, NUTUK, c. II, s.464.

[24] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c. III, s.12.

 

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.