“Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm/ Neler oluyor sana bana neler oluyor/ Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm/ Neler oluyor sana bana neler oluyor?”
***
Güfte ve bestesi İlhan Şeşen'e ait bu eser, şu aralar sürekli dilimde! Mırıldanırken gözlerim doluyor.
Birçok insanın sevdiği insanı düşünerek dinlediği ya da söylediği eseri; ben, güzel ülkemi ve güzel ülkemin güzel insanlarını düşünerek söylüyorum.
Melodisi çok etkiliyor beni. Gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışıp çözüm bulma düşüncesine yönelik sorular sorduruyor. Belki buradan bağlantı yaptım ülkeme ve ülkemin güzel insanlarına.
Tam da yaşadığımız dönemdeki sıkıntılarımıza uygun bir melodi gibi... Sözlerdeki soruları genele uyguladığımız zaman da hemen hemen hepimizin sorduğu sorular değil mi?
Sürekli soruyorum kendime “neler oluyor bize” diye.
Cevabını biliyorum ama söylemeye korkuyorum ya da toplumun bir bireyi olarak bana düşen paydan dolay utanıyorum ya da kabullenmek istemiyorum! Emin olduğum şey ise çok üzülmem ve daha fala içimde tutamayacak olmam!
Özümüzden o kadar uzaklaştık ki!
O güzel olan değerlerimizi bir bir değersizleştirmeye başladık. Yerine de aslında değersiz olan ne varsa onu aldık, kabul ettik ya da asimile olduk!
80 ve üstü olan insanlarımızın; “Bizim zamanımızda...” şeklinde başlayan cümlelerini biz daha 40'lı yaşlarda kurar olduk. Bir insanın benliğini yitirmesi ile bir milletin özünü yitirmesi aynı yıkım etkisine sahip aslında.
İkisi de “yok oluş” demektir!
Konuda derinleşmeye başlıyorum o zaman.
Yitirilen değerler ile düşük ahlak ve vicdan sorgulaması yapmayan bireylerden oluşan milletler özlerini kaybederler!
Günümüz toplumunun çarpık yapısında ne iktidar ne de muhalefet, bir zamanlar var olan temel değerlere sadık kalabilmek adına gereken özveriyi tam olarak gösteriyor. Ne yazık ki liyakatsizlik, ihmal ve karşılıklı suçlamaların egemen olduğu idari sistem, milletin özünü yavaş yavaş tüketiyor.
Artık, siyasetin her iki cephesi de gerçek sorunları çözmek yerine, birbirini suçlayarak kendi hatalarını örtbas etme eğilimine girmiş durumda.
***
Bu durumun temelinde yatan etkenlerden biri, geçmişte benimsediğimiz değerlerin zamanla silinmesi. Bir zamanlar ahlak, adalet ve toplumsal sorumluluk gibi kavramların merkezde yer aldığı toplum, bugünkü çıkar ilişkileri, bencillik ve vicdan muhasebesinin eksikliğiyle yüzleşiyor.
Her ne kadar eleştiri kolay ve gösterişli olsa da bu durum toplumun kolektif hafızasını, vicdanını ve aslında varlık sebebini yitirmesine neden oluyor.
İdari yapının her kademesinde görülen bu yozlaşma, sadece yönetici sınıfın değil, aynı zamanda vatandaşın da sorumluluğundaki bir durumdur.
İnsanlar, gerçek sorunlar karşısında çözüm üretmek yerine, sorumluluğu devlet yetkililerine yükleyip, kendilerinin de katkısını göz ardı ediyor.
Böylece, birbirini suçlama kültürü yerleşiyor; kimse hatasını kabul etmiyor, kimse yüzleşmiyor.
Liyakatsizlik ve ihmalin yaygınlaşması toplumsal sorunları arttırıyor ve çözüm sürecini baltalıyor. Sürekli suçlama ve savunma mekanizmaları arasında sıkışıp kalınan bu ortam, milletin birliğini, dayanışmasını ve en önemlisi özünü yok ediyor.
İşte bu yüzden, sadece iktidarın uygulamalarını ve muhalefetin yetersiz önlemlerini değil; toplumsal bilincin, ahlaki duruşun ve bireylerin vicdanını da sorgulamak gerekiyor.
Bir milletin geleceği, yalnızca ekonomik ya da askeri gücüyle değil aynı zamanda sahip olduğu değerlerle de ölçülür. Değerler, toplumun ortak hafızasında yer edinmiş, nesiller boyu süregelen kültürel mirasın bir parçasıdır.
Ancak bugün, bu değerlerin yerini çıkar ilişkileri, kişisel menfaatler ve yüzeysel çıkar hesapları aldı. Bu durum hem yöneticilerin hem de seçmenlerin ortak bir zaafı olarak karşımıza çıkıyor.
***
Suçlamalarla dolu bir ortamda, asıl sorunlar göz ardı ediliyor; tartışmalar, somut çözüm önerilerinin önüne geçiyor. Siyasi arenada yankılanan her bir suçlamada, gerçek meseleden uzaklaşılıyor, milletin yaratıcılığı ve sorumluluk bilinci köreliyor. Bu, aslında toplumun kendi kendini sabote etme sürecidir.
Çünkü, ancak hatalar kabul edilip, dersler çıkarıldığında gerçek dönüşüm mümkün olabilir. Bu noktada, eleştirinin amacı yalnızca kınamak olmamalı. Toplumsal bilincin yeniden inşası için, her bireyin, her siyasetçinin ve her kurumun sorumluluğu bulunmaktadır. Vicdan muhasebesi yapmak, eleştiriye açık olmak ve hatalardan ders çıkarmak; bunlar, yeniden inşa edilecek bir toplumun yapı taşlarıdır.
Özümüzü yeniden canlandırmak, sadece geçmişi yüceltmek değil; aynı zamanda geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlemenin anahtarıdır. İdari sistemin ne iktidar ne de muhalefetin, suçlayıcı söylemler yerine, yapıcı ve çözüm odaklı bir tartışma zemini oluşturması gerekmektedir. Siyasi arenada liyakatsizlik ve ihmali sona erdirmek, ancak ve ancak toplumsal değerlerin ve ortak vicdanın yeniden hatırlanmasıyla mümkün olabilir.
Toplum olarak, sorumluluğumuzu anlamalı ve üzerinde düşünmeliyiz. Unutulmamalıdır ki; ancak, değerlerine sahip çıkan, vicdanını dinleyen ve hatalarını kabul eden bireyler, gerçek anlamda güçlü bir millet inşa edebilir. Bu bilinçle hareket eden her bir birey, yalnızca kendi vicdanına değil; aynı zamanda ülkesinin geleceğine de sahip çıkar.
Sonuç olarak;
Değer kaybının yol açtığı bu çöküş, bir milletin hem kendisini hem de geleceğini tehlikeye atıyor. Ne savunma mekanizmaları ne de suçlayıcı söylemleri bu sorunun çözümü olabilir.
Yapıcı eleştiri, samimi bir vicdan muhasebesi ve ortak değerler etrafında yeniden birleşme, ancak bu karanlık dönemin aşılmasına yardımcı olabilir. Milletin özünü yeniden kazanması, ancak bu bilinçle mümkün olacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sosyolog Özge ALACAN
Neler Oluyor Bize?
“Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm/ Neler oluyor sana bana neler oluyor/ Neler oluyor bize yine neler oluyor gülüm/ Neler oluyor sana bana neler oluyor?”
***
Güfte ve bestesi İlhan Şeşen'e ait bu eser, şu aralar sürekli dilimde! Mırıldanırken gözlerim doluyor.
Birçok insanın sevdiği insanı düşünerek dinlediği ya da söylediği eseri; ben, güzel ülkemi ve güzel ülkemin güzel insanlarını düşünerek söylüyorum.
Melodisi çok etkiliyor beni. Gerçekten ne olduğunu anlamaya çalışıp çözüm bulma düşüncesine yönelik sorular sorduruyor. Belki buradan bağlantı yaptım ülkeme ve ülkemin güzel insanlarına.
Tam da yaşadığımız dönemdeki sıkıntılarımıza uygun bir melodi gibi... Sözlerdeki soruları genele uyguladığımız zaman da hemen hemen hepimizin sorduğu sorular değil mi?
Sürekli soruyorum kendime “neler oluyor bize” diye.
Cevabını biliyorum ama söylemeye korkuyorum ya da toplumun bir bireyi olarak bana düşen paydan dolay utanıyorum ya da kabullenmek istemiyorum! Emin olduğum şey ise çok üzülmem ve daha fala içimde tutamayacak olmam!
Özümüzden o kadar uzaklaştık ki!
O güzel olan değerlerimizi bir bir değersizleştirmeye başladık. Yerine de aslında değersiz olan ne varsa onu aldık, kabul ettik ya da asimile olduk!
80 ve üstü olan insanlarımızın; “Bizim zamanımızda...” şeklinde başlayan cümlelerini biz daha 40'lı yaşlarda kurar olduk. Bir insanın benliğini yitirmesi ile bir milletin özünü yitirmesi aynı yıkım etkisine sahip aslında.
İkisi de “yok oluş” demektir!
Konuda derinleşmeye başlıyorum o zaman.
Yitirilen değerler ile düşük ahlak ve vicdan sorgulaması yapmayan bireylerden oluşan milletler özlerini kaybederler!
Günümüz toplumunun çarpık yapısında ne iktidar ne de muhalefet, bir zamanlar var olan temel değerlere sadık kalabilmek adına gereken özveriyi tam olarak gösteriyor. Ne yazık ki liyakatsizlik, ihmal ve karşılıklı suçlamaların egemen olduğu idari sistem, milletin özünü yavaş yavaş tüketiyor.
Artık, siyasetin her iki cephesi de gerçek sorunları çözmek yerine, birbirini suçlayarak kendi hatalarını örtbas etme eğilimine girmiş durumda.
***
Bu durumun temelinde yatan etkenlerden biri, geçmişte benimsediğimiz değerlerin zamanla silinmesi. Bir zamanlar ahlak, adalet ve toplumsal sorumluluk gibi kavramların merkezde yer aldığı toplum, bugünkü çıkar ilişkileri, bencillik ve vicdan muhasebesinin eksikliğiyle yüzleşiyor.
Her ne kadar eleştiri kolay ve gösterişli olsa da bu durum toplumun kolektif hafızasını, vicdanını ve aslında varlık sebebini yitirmesine neden oluyor.
İdari yapının her kademesinde görülen bu yozlaşma, sadece yönetici sınıfın değil, aynı zamanda vatandaşın da sorumluluğundaki bir durumdur.
İnsanlar, gerçek sorunlar karşısında çözüm üretmek yerine, sorumluluğu devlet yetkililerine yükleyip, kendilerinin de katkısını göz ardı ediyor.
Böylece, birbirini suçlama kültürü yerleşiyor; kimse hatasını kabul etmiyor, kimse yüzleşmiyor.
Liyakatsizlik ve ihmalin yaygınlaşması toplumsal sorunları arttırıyor ve çözüm sürecini baltalıyor. Sürekli suçlama ve savunma mekanizmaları arasında sıkışıp kalınan bu ortam, milletin birliğini, dayanışmasını ve en önemlisi özünü yok ediyor.
İşte bu yüzden, sadece iktidarın uygulamalarını ve muhalefetin yetersiz önlemlerini değil; toplumsal bilincin, ahlaki duruşun ve bireylerin vicdanını da sorgulamak gerekiyor.
Bir milletin geleceği, yalnızca ekonomik ya da askeri gücüyle değil aynı zamanda sahip olduğu değerlerle de ölçülür. Değerler, toplumun ortak hafızasında yer edinmiş, nesiller boyu süregelen kültürel mirasın bir parçasıdır.
Ancak bugün, bu değerlerin yerini çıkar ilişkileri, kişisel menfaatler ve yüzeysel çıkar hesapları aldı. Bu durum hem yöneticilerin hem de seçmenlerin ortak bir zaafı olarak karşımıza çıkıyor.
***
Suçlamalarla dolu bir ortamda, asıl sorunlar göz ardı ediliyor; tartışmalar, somut çözüm önerilerinin önüne geçiyor. Siyasi arenada yankılanan her bir suçlamada, gerçek meseleden uzaklaşılıyor, milletin yaratıcılığı ve sorumluluk bilinci köreliyor. Bu, aslında toplumun kendi kendini sabote etme sürecidir.
Çünkü, ancak hatalar kabul edilip, dersler çıkarıldığında gerçek dönüşüm mümkün olabilir. Bu noktada, eleştirinin amacı yalnızca kınamak olmamalı. Toplumsal bilincin yeniden inşası için, her bireyin, her siyasetçinin ve her kurumun sorumluluğu bulunmaktadır. Vicdan muhasebesi yapmak, eleştiriye açık olmak ve hatalardan ders çıkarmak; bunlar, yeniden inşa edilecek bir toplumun yapı taşlarıdır.
Özümüzü yeniden canlandırmak, sadece geçmişi yüceltmek değil; aynı zamanda geleceğe daha sağlam adımlarla ilerlemenin anahtarıdır. İdari sistemin ne iktidar ne de muhalefetin, suçlayıcı söylemler yerine, yapıcı ve çözüm odaklı bir tartışma zemini oluşturması gerekmektedir. Siyasi arenada liyakatsizlik ve ihmali sona erdirmek, ancak ve ancak toplumsal değerlerin ve ortak vicdanın yeniden hatırlanmasıyla mümkün olabilir.
Toplum olarak, sorumluluğumuzu anlamalı ve üzerinde düşünmeliyiz. Unutulmamalıdır ki; ancak, değerlerine sahip çıkan, vicdanını dinleyen ve hatalarını kabul eden bireyler, gerçek anlamda güçlü bir millet inşa edebilir. Bu bilinçle hareket eden her bir birey, yalnızca kendi vicdanına değil; aynı zamanda ülkesinin geleceğine de sahip çıkar.
Sonuç olarak;
Değer kaybının yol açtığı bu çöküş, bir milletin hem kendisini hem de geleceğini tehlikeye atıyor. Ne savunma mekanizmaları ne de suçlayıcı söylemleri bu sorunun çözümü olabilir.
Yapıcı eleştiri, samimi bir vicdan muhasebesi ve ortak değerler etrafında yeniden birleşme, ancak bu karanlık dönemin aşılmasına yardımcı olabilir. Milletin özünü yeniden kazanması, ancak bu bilinçle mümkün olacaktır.