SON DAKİKA
Hava Durumu

Kent kültürü

Yazının Giriş Tarihi: 11.03.2025 12:48
Yazının Güncellenme Tarihi: 11.03.2025 12:49

Öncelikle, bir zamanlar çok okunan, tartışılan ancak günümüzde pek ilgi görmeyen iki kitaptan bahsetmek istiyorum. Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı? (1863) ve Lenin’in Ne Yapmalı? (1902). İki kitap da yazıldıkları dönemin varoluş problemlerini anlatarak halkın yeni bir düzen için yol almasını ister.

Yerel yönetimlerin problemleri hakkında çok şey yazıldı. Gazeteleri, dergileri açın, yetmez ise televizyon ve internet var. Belediyelerin, merkezi iktidar ile olan yetki çatışmasından, ekonomik baskılardan söz etmeyen kaldı mı? Her şeye rağmen belediyelerin yereldeki gücü tartışılamaz. Belediye çalışanları her gün çöp toplamak, ulaşım hizmeti, yeni yol açmak, köprü yapmak veya konserler, tiyatro oyunları, sergiler ile doğrudan halka ulaşmaktadır. Etkinliklerde belediye başkanı, müdürler ile halk arasında hiçbir mesafe olmuyor. Ara verildiğinde fuayede, etkinliğin bitiminde kapıda bir şekilde halk sıkıntısını dile getirebiliyor. Bu durum demokrasinin sadece sandıkla sınırlanamayacağını göstermektedir.

Şu soruya cevap bulmalıyız. Kent kültürünün oluşması için, ne yapmalı, nasıl yapmalıyız?

İnsanların ortak kültür paydasında buluşması, gelecek kuşaklara yaşam biçimlerini, atasından ve annesinden öğrendiklerini aktarması için uzun zaman bir arada yaşaması gerekiyor. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, Bursa’nın nüfusunda büyük değişim olmamıştı. Nüfusun 3 binden 50 bine çıkması için bin yıl geçmişti. 1850 sonrası filatür fabrikaları, 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı), Balkan Savaşları, Milli Mücadele’de yaşanan göçler ile birlikte yeni bir Bursa ortaya çıkmıştı. 2025 yılında ise, göçlerle gelenlerin çocuklarının oluşturduğu ‘yeni bir Bursa’ var. Kentleşmemizi engelleyen temel unsur ise nüfus değişimidir. Bunun sonucunda belediyelerden talepler değişmektedir.

Şehri tanımak, bilmek ile yazmak aynı değildir. Üç kuşaktan fazla süredir Bursa’da yaşamayan kişiler, şehrin tarihini araştırıyor, kitaplar yazıyor, dergiler çıkarıyor. Böylece yeni Bursa ile eski Bursa’yı kültürel olarak birleştirmeye çalışıyor. Bu çabalar, şehrin ekonomik olarak ikiye bölünmesi ile bir başka safhaya geçmiştir. Eskiden, Heykel’i merkez kabul ederek şehri tarif ederken, günümüzde Odunluk-Nilüfer’i üzerinden şehri ayırıyoruz. Yeni merkezin yerleşik olmayışını, kültürel olarak zayıflığını göz ardı ediyoruz.

***

Merkez-Çevre ayrımı, sadece şehrin içinde oluşmamıştır. En yakıcı olanı, tartışılanı, ulusalda yaşanandır. İstanbul, merkez kabul edilerek, her yer taşra olarak düşünülür. Haklılık payı vardır. Örneğin Bursa’da yayımlanan bir dergiye, gazeteye ulusal konularda ne yazarsan yaz, ilgi çekmez. İstanbul’da yaşayanlar eğer dergiye abone değilse, kitabı özellikle talep etmez ise ulaşamaz. Çünkü dergi, kitap dağıtımı da İstanbul’dan Anadolu’ya doğru oluyor. Şunu dediğinizi duyar gibiyim. Artık internetten kitaba ulaşabiliyoruz. BKM (Bursa Kültür Merkezi), yıllar önce kitap satışı için deposunu Bursa’ya kurmuştu. Sipariş geldiği zaman otomatik paketleme için yüz binlerce lira para ödeyerek makine almıştı. Türkiye’deki yayınevlerinin yüzde 90’ı İstanbul’da olduğu için kitap tedariğinde sorun yaşamış, mecburen iki yıl önce kitap satış deposunu İstanbul’a taşımıştı. Her gün, kitap, kırtasiye, oyuncak ürünlerini tedarik etmek, binlerce kargonun Bursa dışına gitmesi zor bir işti.

Bursa’daki yayınevleri bastıkları kitabı İstanbul’daki dağıtımcılara ulaştırıyorlar. Sorun bitmiyor. Yazılan eser nasıl basıldı? Çünkü, Bursa’daki yayınevlerinden editör, düzeltmen istihdam edilmiyor. Üniversite hocalarının ders kitabı, öğrenciye satarız diye düşünülerek basılır. Öğrenci olduğum yıllardan biliyorum. Kitabın satış potansiyeli yoksa, akademisyen yükselmek için puana (yayına) ihtiyacı olduğu için basım masrafının tamamını veya yüzde 70’ini karşılar. Genellikle yüksek lisans ve doktora tezlerinde bu yöntem uygulanır. Akademisyen olmayanlar için yol benzer. Maliyetin tamamını veya bir kısmını ödeyecekler, olmaz ise tasarımı, dağıtımı ve satışı için yayınevi ile anlaşarak bir miktar para veya kitap bırakacaklar. Kitabı, dijital baskı ile 30, 50, 100 adet bastıracaklar. Ağaçlar kağıt, kağıtlar kitap, kitaplar ne oldu!

Sanırım Bursa’nın neden taşra olmaktan kurtulamadığını anladınız. Bilgisayarın, internetin ve cep telefonunun yaygınlaşması, matbaada kitabın, derginin kolay basılması, kargo imkânının artması, her şehirde üniversitenin olmasının taşrayı ortadan kaldırdığı düşünülüyor. Tam tersine, İstanbul ve diğer şehirlerin arasındaki fark kapan(a)mıyor. Mesele teknoloji değil, insan kaynağı…

Tanıl Bora’nın derlediği, Taşraya Bakmak kitabını okumanızı öneriyorum.

Bursa’da eğitimin zayıf kalması nedeniyle kitap kültürünün gelişememiş olmasını ilk sebep sayabilirim. Sonrasında matbaa teknolojisinin 1990’lı yıllara kadar eski olmasını, yayınevi sahiplerinin sermaye ve insan gücü (editör, düzeltmen, sayfa tasarımcısı) yetersizliği nedeniyle profesyonel yayıncılığa (hâlâ) geçememiş olması, yazarların ise eserin iyi olması için uğraşmak yerine kendilerini ailelerine, arkadaşlarına beğendirmek için çabalaması ikinci, üçüncü ve dördüncü sebeplerdir.

***

Ramis Dara, 1990’lı yıllardan beri şehrin düşünce hayatını etkilemiş, değiştirmiş, şiir eleştirisi alanında uzman isimdir. 1990’lı yıllardaki edebiyat gündemini, dergileri, neler yaşadığını öğrenmek için Keşişin Gümüşleri adıyla yayımlanan günlüğünü okumalısınız. Günlüğünü, ben değil, sen diye yazması dahi düşünce dünyasının farklı olduğunu göstermektedir. 1995-2011 yılları arasında Yeni Biçem ve Akatalpa dergilerinde kaleme aldığı editör yazıları kıymetlidir. Sadece bu yazıların incelendiği yüksek lisans tezi yapılabilir.

Ramis Dara, “Edebiyatın ve Sanatın Varlık Sorunu”, (Akatalpa, Ekim 2003, Sayı: 46) başlıklı yazısında, yazarın taşrada yaşadığı üç cehennemden bahseder. İlki; popüler olmaktır. Değilseniz yok sayılırsınız. İkincisi; birinci sınıf olmayan ancak taşrada yazar-şair sanılan figürler ile yaşananlar. Üçüncüsü; taşrada yazıyorsanız yazar-şair değilsiniz, merkezdeyseniz, ne yaparsanız yapın, yazar ve şairsiniz. Söyledikleri doğrudur. Bursa’da başarılı olamayan biri, nedenini (evlilik, aile, çocuklar, iş nedeniyle) İstanbul’a gidememesi olarak düşünür. Yazarlık konusunda yetersizliği, bilgi konusunda eksikliği yoktur, problemi Bursa’da kalmak zanneder. Reklamı yapılsa, hakkında söyleşiler olsa, birkaç güzel yazı yazılsa her şey tamam olacaktır.

Osmanlıca el yazma kitaplardan günümüze kalanların sayısı 8 bin küsurdur. Bu sayıya Ermeni, Rum, İbrani harfli el yazma kitaplar dahil değildir. Vilayet Matbaası’nın kurulduğu 1869’dan 2024’e kadar bin 700 civarı kitap basılmıştır. Durum bu derece hazindir. Önce iyi bir eser yazılması gerekiyor. Kütüphane raflarını süsleyecek kitap değil, okunacak, tartışılacak bir eser. Üzerine yıllarca çalışılmış, planlanmış, her sayfası defalarca okunmuş… Bursa’da kent kültürünün gelişememiş olmasını burada aramamız gerekiyor.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.