Her sıkışma ve zorlukta suçu üstlerinden atmak için kurtarıcı olarak kullandıkları ya da gerektiğinde şeytan ilan ettikleri ‘dış güçler’ söylemi esasta bir masaldı.
Çünkü lafta ‘Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in, Washington’un şefaatine sığınmak’ diyerek selam çakılmış ve onların sundukları ipe sıkı sıkıya sarılacaklarının sözünü vermişlerdi.
Yapılan görüşmelerde belirlenen küresel projeye harfiyen uyulacağı garantisi verilmiş, tek çıkış yolunun bu olacağına inanmış, inandırılmışlardı.
***
Refahyol iktidarı dinci geleneğin bir tezi, 28 Şubat ise anti-tezi idi ama plana uygundu. 1940’larda, mandacı zihniyet temelli oluşturulan müesses nizam, teslim oldukları Amerikan projesi gereği, sanki ‘siyasal dinciliğe’ karşıtmış gibi görünerek, adım adım egemen kılmaya çalışmışlardı.
1980 darbesi ile siyasal dinciler kollanmış ve nihayetinde 28 Şubat’ın bilinçli ters sosyolojik siyasi/askeri uygulamaları ile milletin dini/kültürel en hassas noktalarına kasıtlı ve kanatırcasına dokunarak, yeni bir oluşumu var etmişlerdi.
Artık müesses nizam destekli komünizmle mücadele dernekleri ile ilim yayma cemiyetlerinin kurucu ve üyeleri, etkin belirleyici olacaktı.
Sonuç alınmış; dış güçler ve müesses nizam birlikteliği, küresel projeye uygun olarak Sentezi oluşturmuştu.
Ama yıllar süren bu sentezi başarılı ve egemen kılmak için bir şey daha gerekiyordu. Şiir okuduğu için hapis yatan bir siyasetçi ekseninde oluşturulan atmosferin oluşturduğu rüzgâr bu işi hallederdi, çünkü millet şair ruhluydu ve mağdura hiç dayanamaz, ölümüne yanında olurdu ve oldu da.
Aklı ve hafızası, uzun süredir suikasta maruz bırakılarak, akıl tutulması ve hafızasızlık yaşayan millet, aklını kullanamamasının doğal sonucu olarak, yaşadığı derin sorunlara, akli/bilimsel/ gerçekçi çözüm üretebilecek, kendisiyle birlikte devlet ve siyaset kurumunun itibarını yükseltecek aktörler yerine sorunları bir çırpıda çözecek kurtarıcılar ve şövalyeler aramıştı.
Millet, günümüz sorunlarının karmaşıklığında sihirli formüllerin anlamı ve kurtarıcıların yerinin olmadığını bir türlü anlayamadı ve sadece kurtarıcılar aramakla yetinmesinin yeni hayal kırıklıklarına yol açacağını hala fark edemedi.
Meselenin, dava değil, küresel efendilere teslimiyet ve onların çizdiği yol haritası gereği, kaynakları kontrol eden ve dağıtan devlete sahip olmak, kaynaklara hükmetmek, siyaseti ticarileştirmek, kendi yoksulluğu pahasına zenginleşmek olduğunu göremedi.
***
Mandacı müesses nizam desteğinde oluşturulan sentez ve mağdurlaştırılan lideri, uzun zaman boyunca sonradan yollarını ayırdıkları ile birlikte yumuşak bir şekilde ama her fırsatta mağdur rolünü oynayarak, uygun anda tek hükmedici konumuna geldiler ama artık gömlek değiştirme zamanı da gelmişti.
Değişen gömlekle birlikte siyaset yapma tarzının da değişmesi gerekiyordu.
Millette her daim karşılığı olan şekilci din anlayışına ilave olarak, yine millette karşılığı olan ‘’milli ve yerli’’ sloganik zırhı ve kılıcı kuşanıldı…
Sonradan kuşanılan sloganik zırhların her hamle ve müdahaleyi kolaylıkla savuşturduğunu, kılıcında, hoşa gitmeyenleri sindirdiği, kestiği, biçtiği görülünce, bu güçle birlikte zihin yapılarında mevcut ezilmişlik sendromunun yerini müstağnilik (kendini her şeyde yeterli görme hali) aldı.
Öyle ki gerçek içeriklerinden boşaltılan bu kavramlar, ben ne dersem o olur kibriyle her türlü gayri İslamilik, gayri millilik ve gayri yerlilik uygulamalarının örtüsü haline geldi.
Büyük yalanları, takiye ile meşrulaştıran(!) bu sentez, yeni siyaset tarzını iftira, pişkinlik, sorumsuzluk, sözüne güvenmeme, hesap vermeme, gizlilik, ötekileştirme, tehdit, şantajla bezerken,
Ses çıkaranları susturmaya yönelik şov ve istismarcılık suçlamasıyla,
Hasım gördüklerini ise hain, terörist, fetöcü, ajan yaftasıyla güncelliyor.
Bu sentezin, Post-Truth (gerçeklik ötesi-yalanların gerçekmiş gibi sunulması)’u, çelişki ve nesnel gerçeklikten kopuk sayısız saçmalıkları temsil ettiğinin anlaşılamaması, milleti, çok sevdiği “harese dikeni”ni yerken kan kaybına uğrayan devenin durumuna düşürüyor.
Bırakın çürüyen ve çürümüşlük kokusundan kusan insanları, artık toprak kusuyor.
Bu hikâye burada bitmez…
Çünkü bu hikâyenin yol haritasını yazanlar;
Muhalefeti de ihmal etmemişlerdi.
O zaman!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Bir hikâye!
Her sıkışma ve zorlukta suçu üstlerinden atmak için kurtarıcı olarak kullandıkları ya da gerektiğinde şeytan ilan ettikleri ‘dış güçler’ söylemi esasta bir masaldı.
Çünkü lafta ‘Ankara’nın şerrinden, Brüksel’in, Washington’un şefaatine sığınmak’ diyerek selam çakılmış ve onların sundukları ipe sıkı sıkıya sarılacaklarının sözünü vermişlerdi.
Yapılan görüşmelerde belirlenen küresel projeye harfiyen uyulacağı garantisi verilmiş, tek çıkış yolunun bu olacağına inanmış, inandırılmışlardı.
***
Refahyol iktidarı dinci geleneğin bir tezi, 28 Şubat ise anti-tezi idi ama plana uygundu. 1940’larda, mandacı zihniyet temelli oluşturulan müesses nizam, teslim oldukları Amerikan projesi gereği, sanki ‘siyasal dinciliğe’ karşıtmış gibi görünerek, adım adım egemen kılmaya çalışmışlardı.
1980 darbesi ile siyasal dinciler kollanmış ve nihayetinde 28 Şubat’ın bilinçli ters sosyolojik siyasi/askeri uygulamaları ile milletin dini/kültürel en hassas noktalarına kasıtlı ve kanatırcasına dokunarak, yeni bir oluşumu var etmişlerdi.
Artık müesses nizam destekli komünizmle mücadele dernekleri ile ilim yayma cemiyetlerinin kurucu ve üyeleri, etkin belirleyici olacaktı.
Sonuç alınmış; dış güçler ve müesses nizam birlikteliği, küresel projeye uygun olarak Sentezi oluşturmuştu.
Ama yıllar süren bu sentezi başarılı ve egemen kılmak için bir şey daha gerekiyordu. Şiir okuduğu için hapis yatan bir siyasetçi ekseninde oluşturulan atmosferin oluşturduğu rüzgâr bu işi hallederdi, çünkü millet şair ruhluydu ve mağdura hiç dayanamaz, ölümüne yanında olurdu ve oldu da.
Aklı ve hafızası, uzun süredir suikasta maruz bırakılarak, akıl tutulması ve hafızasızlık yaşayan millet, aklını kullanamamasının doğal sonucu olarak, yaşadığı derin sorunlara, akli/bilimsel/ gerçekçi çözüm üretebilecek, kendisiyle birlikte devlet ve siyaset kurumunun itibarını yükseltecek aktörler yerine sorunları bir çırpıda çözecek kurtarıcılar ve şövalyeler aramıştı.
Millet, günümüz sorunlarının karmaşıklığında sihirli formüllerin anlamı ve kurtarıcıların yerinin olmadığını bir türlü anlayamadı ve sadece kurtarıcılar aramakla yetinmesinin yeni hayal kırıklıklarına yol açacağını hala fark edemedi.
Meselenin, dava değil, küresel efendilere teslimiyet ve onların çizdiği yol haritası gereği, kaynakları kontrol eden ve dağıtan devlete sahip olmak, kaynaklara hükmetmek, siyaseti ticarileştirmek, kendi yoksulluğu pahasına zenginleşmek olduğunu göremedi.
***
Mandacı müesses nizam desteğinde oluşturulan sentez ve mağdurlaştırılan lideri, uzun zaman boyunca sonradan yollarını ayırdıkları ile birlikte yumuşak bir şekilde ama her fırsatta mağdur rolünü oynayarak, uygun anda tek hükmedici konumuna geldiler ama artık gömlek değiştirme zamanı da gelmişti.
Değişen gömlekle birlikte siyaset yapma tarzının da değişmesi gerekiyordu.
Millette her daim karşılığı olan şekilci din anlayışına ilave olarak, yine millette karşılığı olan ‘’milli ve yerli’’ sloganik zırhı ve kılıcı kuşanıldı…
Sonradan kuşanılan sloganik zırhların her hamle ve müdahaleyi kolaylıkla savuşturduğunu, kılıcında, hoşa gitmeyenleri sindirdiği, kestiği, biçtiği görülünce, bu güçle birlikte zihin yapılarında mevcut ezilmişlik sendromunun yerini müstağnilik (kendini her şeyde yeterli görme hali) aldı.
Öyle ki gerçek içeriklerinden boşaltılan bu kavramlar, ben ne dersem o olur kibriyle her türlü gayri İslamilik, gayri millilik ve gayri yerlilik uygulamalarının örtüsü haline geldi.
Büyük yalanları, takiye ile meşrulaştıran(!) bu sentez, yeni siyaset tarzını iftira, pişkinlik, sorumsuzluk, sözüne güvenmeme, hesap vermeme, gizlilik, ötekileştirme, tehdit, şantajla bezerken,
Ses çıkaranları susturmaya yönelik şov ve istismarcılık suçlamasıyla,
Hasım gördüklerini ise hain, terörist, fetöcü, ajan yaftasıyla güncelliyor.
Bu sentezin, Post-Truth (gerçeklik ötesi-yalanların gerçekmiş gibi sunulması)’u, çelişki ve nesnel gerçeklikten kopuk sayısız saçmalıkları temsil ettiğinin anlaşılamaması, milleti, çok sevdiği “harese dikeni”ni yerken kan kaybına uğrayan devenin durumuna düşürüyor.
Bırakın çürüyen ve çürümüşlük kokusundan kusan insanları, artık toprak kusuyor.
Bu hikâye burada bitmez…
Çünkü bu hikâyenin yol haritasını yazanlar;
Muhalefeti de ihmal etmemişlerdi.
O zaman!