Yönetenlerin söylemlerine bütünüyle hâkim olan ve artık klasik haline gelen bıktırıcı tekrarlarla ‘’her şey güzel, her şey iyi, en kötüsünü geride bıraktık’’ replikleriyle zihinlere boca edilen ülke tablosu ile milletin yaşadığı gerçeklik arasında uçurum var.
Yıllardır ayrımcılık temelinde dağıtılan pastadan nemalanıp, kendi cennetlerini yaratanlar için her şey güllük gülistanlık olabilir ama açlık/yoksulluk sınırının altındayaşayan milletin çoğunluğu için hayat öyle değil.
Bu duruma yol açan yanlış politikaların sorumlusu olmalarına rağmen hala lüks ve şatafatlarından ödün vermeyenlerin ödemesi gereken bedel, haksızca milletin sırtına yüklenince; adalet duygusu hırpalanmaya, vicdanlar da kanatılmaya devam ediyor.
Bu gerçeğe rağmen, uluslararası ve yerli kuruluşların ekonomi ve hukuk başta olmak üzere, ülkemizle ilgili paylaştığı tüm verilerde bahsettiğim uçurum net bir şekilde görüldüğü halde, sunulan kanıtları reddetmek neye işaret ediyor?
Sebepler çok elbette…
Herhalde bunun bir yönü maddi/manevi/ideolojik taraftarlık ve kör bir bağnazlığa, diğer yönü Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın dediği gibi; “Sopayı diksen filiz verecek şu topraklarda hala sürünüyor, aç ve yorgunsak sebebi; cehalet ve ihanet”e, bir başka yönü ise Alev Alatlı’nın çokça üzerinde durduğu ve başka bir yazı da değineceğim akılla ilgili ‘’Afazik’’ bir hale yani ahmaklığa işaret ediyordur.
Tabii tüm bu yönlerin değindiğim sonuçları, uzun yıllardan beri akla yapılan suikastın neticesinde, üst beynin (selim aklı) devre dışı bırakılarak, milletin orta/duygusal beyin ve alt/sürüngen beyine mahkûm edilmesiyle gerçekleşti.
Bu mahkûmiyetin kabulü üzerinden sömürme ve sömürülme zihniyetlerinin oluşturulması ve milletin kendi aleyhine olsa bile itaatkâr bir sürü haline getirilmesinde, Kur’an’dan yüz çeviren (Zuhruf 36) ve Kur’an’ı mehcur (yalnız) (Furkan 30) bırakan, içerikten yoksun görsel kandırmaya dayalı din anlayışı ile devlet aklı diye pazarlanan ve sadece hamasete dayanan tekelci millilik anlayışı önemli rol oynadı.
Böylece duygulara ve ekonomik ihtiyaçlara hapsedilen insanların, sadece algı/duygularıyla oynanarak zihinleri bulanıklaştırıldı ve gerçeği, yalanı, kanmayı ayırt etme yetileri hasara uğratıldı.
Buna rağmen dinsellik/dinselleştirme ile bir zamanlar kısmi düzen bozukluğuna bile ‘’Yıkılsın düzen, yaşasın devlet’’ diyen tekelci milliyetçiliğin, mukaddesatçılıkta sentezlenerek, o günlere rahmet okutan bugünkü sömürü düzeniyle özdeşleştiği fark edilmeye, sorgulanmaya başlandı ama bu bozuk düzen devam ediyor.
Çünkü güç ve kutsal sever tabana sahip siyasi/sivil/dini sömürücü kesimlerin bütünsel işbirliği içinde, siyaset, devlet kurumları ve yargı ile yani kurumsal ve görünürde kuralsal, esasta kuralsız biçimde çalınan minareye kılıf uydurulduğu bir düzenle muhatabız.
Öyle bir kuşatılmışlık var ki kıpırdayacak boşluk bile bırakılmıyor.
Böylesine karmaşık ve birbirine mahkûm iç içe geçmiş bir düzenin çok dirençli olacağı ve her türlü yolu kullanacağı açık.
Bu sömürücü yapılar, adeta ‘’simbiyotik’’ olarak nitelendirilebilecek bir ilişki içindeler.
Bilindiği gibi, iki farklı organizmanın birbirine bağımlı olarak birlikte yaşadığı ortak yaşam biçimi ‘’Simbiyotik ilişki’’ olarak tanımlanıyor.
Bu ilişki, mutualizm (karşılıklı yarar), kommensalizm (bir taraf yararlanır, diğer taraf etkilenmez), amensalizm (bir taraf zarar görür, diğer taraf etkilenmez) ve parazitizm (bir taraf yararlanır, diğer taraf zarar görür) gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.(Bkz. Npistanbul.com)
Doğadaki canlılar, organizmalar için kullanılan bu tanımlamaların yansımasını siyasi ve toplumsal hayatta görmek şaşırtıcı gelebilir.
Ama…
Yıllarca ideolojileri, varlık nedenleri ve gelecek ideallerinin farklı olduğu iddiasını dillendirip, kitleleri sürükleyen ‘benzemezlerin’(!) bir arada hem de sıkı sıkıya bağlı olup yapışık kardeşlere dönüşmesi tam bir simbiyotik ilişki örneği değil mi?
Temel insani özelliklere, fıtrata ve Müslüman ahlakına kökten aykırı olmasına rağmen her türlü yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, yağma, yalan, talan, sahtecilik, kadın cinayetleri, tecavüz, çeteleşme, mülksüzleştirme, nepotizm, pahalılık, yoksulluk ve kayırmacılığa dayanan zenginleştirme biliniyor ama çözüm samimiyeti yerine kapatma, geçiştirme yapıldığı için bozuk düzen devam ediyor.
Adalete ve insan onuruna aykırılıklar, dini/siyasi/hukuki olarak kılıfına uydurulsa da önünde beşeri sonunda ilahi adalet, her şeyi yerli yerine oturtacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Bozuk Düzen ve Sömürü Döngüsü!
Önce bir tespitle başlayalım…
Yönetenlerin söylemlerine bütünüyle hâkim olan ve artık klasik haline gelen bıktırıcı tekrarlarla ‘’her şey güzel, her şey iyi, en kötüsünü geride bıraktık’’ replikleriyle zihinlere boca edilen ülke tablosu ile milletin yaşadığı gerçeklik arasında uçurum var.
Yıllardır ayrımcılık temelinde dağıtılan pastadan nemalanıp, kendi cennetlerini yaratanlar için her şey güllük gülistanlık olabilir ama açlık/yoksulluk sınırının altında yaşayan milletin çoğunluğu için hayat öyle değil.
Bu duruma yol açan yanlış politikaların sorumlusu olmalarına rağmen hala lüks ve şatafatlarından ödün vermeyenlerin ödemesi gereken bedel, haksızca milletin sırtına yüklenince; adalet duygusu hırpalanmaya, vicdanlar da kanatılmaya devam ediyor.
Bu gerçeğe rağmen, uluslararası ve yerli kuruluşların ekonomi ve hukuk başta olmak üzere, ülkemizle ilgili paylaştığı tüm verilerde bahsettiğim uçurum net bir şekilde görüldüğü halde, sunulan kanıtları reddetmek neye işaret ediyor?
Sebepler çok elbette…
Herhalde bunun bir yönü maddi/manevi/ideolojik taraftarlık ve kör bir bağnazlığa, diğer yönü Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın dediği gibi; “Sopayı diksen filiz verecek şu topraklarda hala sürünüyor, aç ve yorgunsak sebebi; cehalet ve ihanet”e, bir başka yönü ise Alev Alatlı’nın çokça üzerinde durduğu ve başka bir yazı da değineceğim akılla ilgili ‘’Afazik’’ bir hale yani ahmaklığa işaret ediyordur.
Tabii tüm bu yönlerin değindiğim sonuçları, uzun yıllardan beri akla yapılan suikastın neticesinde, üst beynin (selim aklı) devre dışı bırakılarak, milletin orta/duygusal beyin ve alt/sürüngen beyine mahkûm edilmesiyle gerçekleşti.
Bu mahkûmiyetin kabulü üzerinden sömürme ve sömürülme zihniyetlerinin oluşturulması ve milletin kendi aleyhine olsa bile itaatkâr bir sürü haline getirilmesinde, Kur’an’dan yüz çeviren (Zuhruf 36) ve Kur’an’ı mehcur (yalnız) (Furkan 30) bırakan, içerikten yoksun görsel kandırmaya dayalı din anlayışı ile devlet aklı diye pazarlanan ve sadece hamasete dayanan tekelci millilik anlayışı önemli rol oynadı.
Böylece duygulara ve ekonomik ihtiyaçlara hapsedilen insanların, sadece algı/duygularıyla oynanarak zihinleri bulanıklaştırıldı ve gerçeği, yalanı, kanmayı ayırt etme yetileri hasara uğratıldı.
Buna rağmen dinsellik/dinselleştirme ile bir zamanlar kısmi düzen bozukluğuna bile ‘’Yıkılsın düzen, yaşasın devlet’’ diyen tekelci milliyetçiliğin, mukaddesatçılıkta sentezlenerek, o günlere rahmet okutan bugünkü sömürü düzeniyle özdeşleştiği fark edilmeye, sorgulanmaya başlandı ama bu bozuk düzen devam ediyor.
Çünkü güç ve kutsal sever tabana sahip siyasi/sivil/dini sömürücü kesimlerin bütünsel işbirliği içinde, siyaset, devlet kurumları ve yargı ile yani kurumsal ve görünürde kuralsal, esasta kuralsız biçimde çalınan minareye kılıf uydurulduğu bir düzenle muhatabız.
Öyle bir kuşatılmışlık var ki kıpırdayacak boşluk bile bırakılmıyor.
Böylesine karmaşık ve birbirine mahkûm iç içe geçmiş bir düzenin çok dirençli olacağı ve her türlü yolu kullanacağı açık.
Bu sömürücü yapılar, adeta ‘’simbiyotik’’ olarak nitelendirilebilecek bir ilişki içindeler.
Bilindiği gibi, iki farklı organizmanın birbirine bağımlı olarak birlikte yaşadığı ortak yaşam biçimi ‘’Simbiyotik ilişki’’ olarak tanımlanıyor.
Bu ilişki, mutualizm (karşılıklı yarar), kommensalizm (bir taraf yararlanır, diğer taraf etkilenmez), amensalizm (bir taraf zarar görür, diğer taraf etkilenmez) ve parazitizm (bir taraf yararlanır, diğer taraf zarar görür) gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.(Bkz. Npistanbul.com)
Doğadaki canlılar, organizmalar için kullanılan bu tanımlamaların yansımasını siyasi ve toplumsal hayatta görmek şaşırtıcı gelebilir.
Ama…
Yıllarca ideolojileri, varlık nedenleri ve gelecek ideallerinin farklı olduğu iddiasını dillendirip, kitleleri sürükleyen ‘benzemezlerin’(!) bir arada hem de sıkı sıkıya bağlı olup yapışık kardeşlere dönüşmesi tam bir simbiyotik ilişki örneği değil mi?
Temel insani özelliklere, fıtrata ve Müslüman ahlakına kökten aykırı olmasına rağmen her türlü yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, yağma, yalan, talan, sahtecilik, kadın cinayetleri, tecavüz, çeteleşme, mülksüzleştirme, nepotizm, pahalılık, yoksulluk ve kayırmacılığa dayanan zenginleştirme biliniyor ama çözüm samimiyeti yerine kapatma, geçiştirme yapıldığı için bozuk düzen devam ediyor.
Adalete ve insan onuruna aykırılıklar, dini/siyasi/hukuki olarak kılıfına uydurulsa da önünde beşeri sonunda ilahi adalet, her şeyi yerli yerine oturtacaktır.