Türk Milletinin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları önderliğinde emperyalizme diz çöktürdüğü ve bu toprakların yeniden vatan kılındığı 30 Ağustos Zaferi’nin 103. yıl dönümü.
30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü Kutlu olsun.
Yaklaşık 3,5 yıl süren yeniden dirilişin zaferle sonuçlandığı 30 Ağustos başta olmak üzere diğer zaferler ile bu zaferlerin tacı olan Cumhuriyet ilke/değerleri gerektiği gibi algılanıp, farkındalık oluşturuyor mu peki?
Karamsar bir tablo çizmek değil niyetim!
Çünkü biliyorum ki, Türk Milleti, tarihin her döneminde ispatladığı gibi alnına kazınmaya çalışılan kara bahtını/yazıyı silip atma kudretine sahiptir.
Sadece cevaplar bulmaya çalışmak amacım.
***
Son yıllarda, ülke ve millet olarak, kadim geçmişimiz ile aziz Cumhuriyet ‘ten taşıdığımız somut ve soyut değerlerin, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizin kaybedilmesine ve üstüne değerlere her yönden saldırılara yönelik tepkisizliğimizin ya da başka bir ifadeyle inanç ve ideoloji temelli taraflı tepkilerimizin -ki bu da bir nevi tepkisizlik- altında ne var acaba?
Sebep; artık çoğu kişinin dile getirdiği gibi, millet olarak hastalanmış olduğumuz gerçeği mi?
Ekonomik yetersizlik ve gıdalar üzerindeki biyolojik/kimyasal müdahalelerle sağlıksız beslenen toplumun, biyolojik olarak da hasta olduğunu, sağlık verilerinden anlamak mümkün.
Yaşanılan yoksunluk halinin, yetememe durumunun, psikolojik ve zihinsel sağlığa doğrudan etkisini zaten ölümcül şiddet ve intihar artışları net olarak ispatlıyor.
Bu durumda dikkatimizi genelde insana yöneltiriz çünkü “zihin sağlığı” denilince akla insan gelir ama toplum gelmez hatta üzerinde bile durulmaz.
Hâlbuki girişte bahsettiğim tepkisizlik, yabancılaşma, değerlerden boşanma, boş verme yani kısaca ‘nihilist’ (değersizliği savunma) bir tutum, artık millete egemen olmaya başlayan bir patolojiye (hastalık, bozukluk) ve her alanda çözülmeye işaret ediyor.
Yani demem o ki:
Bir insan gibi, milletler de hastalanabilir.
Ama teşhis ve tedavi ile görevli yetkililer ve ilgililer bu durumu görmezden gelip üstüne din ve milli temelli sahte bir cennet portresi çiziyor. Üniversiteler ise milletten kopuk başka bir cennetteler.
Oysa gerçek;
Sunulanın tam tersi ve bu nedenle konuyu kazmaya ve ötesine bakmaya çalışmak lazım.
Millet olarak bizi bu zihinsel patolojiye sürükleyen, zihnimizi dumura uğratan etmenler ne?
Kafa yormak gerekmiyor mu?
Emperyalist memurların sömürge valisi edasıyla yaptığı küstah açıklamalar ile terörist yapıların nankör ve işbirlikçi taleplerinin gittikçe azgınlaşarak, zaferlerimize iftira yoluyla gölge düşürmeye çalışmalarına, bu milletten ve milletin temsilcilerinden tek bir itirazın gelmemesi, emperyalizme diz çöktürmüş bu milletin boynuna yeniden emperyalizm prangaları vurulduğunu göstermiyor mu?
Ne oldu Cumhuriyetin bağımsız ve anti-emperyalist ruhuna?
Demek ki zaman içinde ruhumuzda arazlar baş göstermiş, zihniyetimiz de hasarlar oluşmuş ki, bir boş vermişlik halinin içine yuvarlanılmış. Artık normal işlevleri, beklenen hassasiyetleri gösteremez hale gelinmiş. Çeşit çeşit algı operasyonlarıyla vur ağzına al ekmeği haline getirilmiş.
“Hastalık” dedim, basitçe örneklendireyim.
Mesela uzun yıllardır bir millet tüm emeğini, vergisini, sahip olduğu yerüstü/altı zenginliğini kendisini temsil iddiasında bulunanlara aktarıyorsa, temsilciler de bu kaynakları, kendilerine kutsallık atfederek yağmalamasına karşın, ‘siz vermeye devam edin, biraz daha sabredin’ diyorsa ve o millet kendi aleyhine her şey kötüye giderken, üstüne bırakın kendisini, nesilleri borçlandığı halde yalvar-yakar başkalarından borç alıp, hala veriyorsa ve nasılsın dendiğinde, ‘şükür halimize, iyi diyelim iyi olsun’ diyorsa, o millete normal denilebilir mi?
İnsanlara huzur, barış, refah, adalet, adil paylaşım öneren dinlerin hangisi böyle acımasız bir kaderi, sömürü ve kandırma çarkını dayatır bir millete ve o millette bu durumu kabullenir.
Ne karşılığı?
Bir anormallik yok mu bu işte?
Sebep çok, oldukça ötelere gitmek gerek.
Ama önce sonuçtan gidelim.
Bir kere, bir toplumun yasaları ve kuralları (ki bizde kuralsızlık kural), insan fıtratına, aklına, niteliklerine uygun düzenlenmemişse o toplum hastalanır. Çünkü böyle bir toplumda insanın bir reşit olarak tercih serbestisini özgür olarak sürdürmesi, akıl sağlığını koruyarak gelişmesi imkânsızlaşır. Yani reşit olamaz. Reşit olamayan kişi doğal olarak iradesini, dini/siyasi liderinin, mürşidinin, şeyhinin, ağasının, beyinin emrine sunar.
Sonra?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Bugün Zafer Bayramı Ama!
Bugün;
Türk Milletinin, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları önderliğinde emperyalizme diz çöktürdüğü ve bu toprakların yeniden vatan kılındığı 30 Ağustos Zaferi’nin 103. yıl dönümü.
30 Ağustos Zafer Bayramı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü Kutlu olsun.
Yaklaşık 3,5 yıl süren yeniden dirilişin zaferle sonuçlandığı 30 Ağustos başta olmak üzere diğer zaferler ile bu zaferlerin tacı olan Cumhuriyet ilke/değerleri gerektiği gibi algılanıp, farkındalık oluşturuyor mu peki?
Karamsar bir tablo çizmek değil niyetim!
Çünkü biliyorum ki, Türk Milleti, tarihin her döneminde ispatladığı gibi alnına kazınmaya çalışılan kara bahtını/yazıyı silip atma kudretine sahiptir.
Sadece cevaplar bulmaya çalışmak amacım.
***
Son yıllarda, ülke ve millet olarak, kadim geçmişimiz ile aziz Cumhuriyet ‘ten taşıdığımız somut ve soyut değerlerin, yer altı ve yer üstü zenginliklerimizin kaybedilmesine ve üstüne değerlere her yönden saldırılara yönelik tepkisizliğimizin ya da başka bir ifadeyle inanç ve ideoloji temelli taraflı tepkilerimizin -ki bu da bir nevi tepkisizlik- altında ne var acaba?
Sebep; artık çoğu kişinin dile getirdiği gibi, millet olarak hastalanmış olduğumuz gerçeği mi?
Ekonomik yetersizlik ve gıdalar üzerindeki biyolojik/kimyasal müdahalelerle sağlıksız beslenen toplumun, biyolojik olarak da hasta olduğunu, sağlık verilerinden anlamak mümkün.
Yaşanılan yoksunluk halinin, yetememe durumunun, psikolojik ve zihinsel sağlığa doğrudan etkisini zaten ölümcül şiddet ve intihar artışları net olarak ispatlıyor.
Bu durumda dikkatimizi genelde insana yöneltiriz çünkü “zihin sağlığı” denilince akla insan gelir ama toplum gelmez hatta üzerinde bile durulmaz.
Hâlbuki girişte bahsettiğim tepkisizlik, yabancılaşma, değerlerden boşanma, boş verme yani kısaca ‘nihilist’ (değersizliği savunma) bir tutum, artık millete egemen olmaya başlayan bir patolojiye (hastalık, bozukluk) ve her alanda çözülmeye işaret ediyor.
Yani demem o ki:
Bir insan gibi, milletler de hastalanabilir.
Ama teşhis ve tedavi ile görevli yetkililer ve ilgililer bu durumu görmezden gelip üstüne din ve milli temelli sahte bir cennet portresi çiziyor. Üniversiteler ise milletten kopuk başka bir cennetteler.
Oysa gerçek;
Sunulanın tam tersi ve bu nedenle konuyu kazmaya ve ötesine bakmaya çalışmak lazım.
Millet olarak bizi bu zihinsel patolojiye sürükleyen, zihnimizi dumura uğratan etmenler ne?
Kafa yormak gerekmiyor mu?
Emperyalist memurların sömürge valisi edasıyla yaptığı küstah açıklamalar ile terörist yapıların nankör ve işbirlikçi taleplerinin gittikçe azgınlaşarak, zaferlerimize iftira yoluyla gölge düşürmeye çalışmalarına, bu milletten ve milletin temsilcilerinden tek bir itirazın gelmemesi, emperyalizme diz çöktürmüş bu milletin boynuna yeniden emperyalizm prangaları vurulduğunu göstermiyor mu?
Ne oldu Cumhuriyetin bağımsız ve anti-emperyalist ruhuna?
Demek ki zaman içinde ruhumuzda arazlar baş göstermiş, zihniyetimiz de hasarlar oluşmuş ki, bir boş vermişlik halinin içine yuvarlanılmış. Artık normal işlevleri, beklenen hassasiyetleri gösteremez hale gelinmiş. Çeşit çeşit algı operasyonlarıyla vur ağzına al ekmeği haline getirilmiş.
“Hastalık” dedim, basitçe örneklendireyim.
Mesela uzun yıllardır bir millet tüm emeğini, vergisini, sahip olduğu yerüstü/altı zenginliğini kendisini temsil iddiasında bulunanlara aktarıyorsa, temsilciler de bu kaynakları, kendilerine kutsallık atfederek yağmalamasına karşın, ‘siz vermeye devam edin, biraz daha sabredin’ diyorsa ve o millet kendi aleyhine her şey kötüye giderken, üstüne bırakın kendisini, nesilleri borçlandığı halde yalvar-yakar başkalarından borç alıp, hala veriyorsa ve nasılsın dendiğinde, ‘şükür halimize, iyi diyelim iyi olsun’ diyorsa, o millete normal denilebilir mi?
İnsanlara huzur, barış, refah, adalet, adil paylaşım öneren dinlerin hangisi böyle acımasız bir kaderi, sömürü ve kandırma çarkını dayatır bir millete ve o millette bu durumu kabullenir.
Ne karşılığı?
Bir anormallik yok mu bu işte?
Sebep çok, oldukça ötelere gitmek gerek.
Ama önce sonuçtan gidelim.
Bir kere, bir toplumun yasaları ve kuralları (ki bizde kuralsızlık kural), insan fıtratına, aklına, niteliklerine uygun düzenlenmemişse o toplum hastalanır. Çünkü böyle bir toplumda insanın bir reşit olarak tercih serbestisini özgür olarak sürdürmesi, akıl sağlığını koruyarak gelişmesi imkânsızlaşır. Yani reşit olamaz. Reşit olamayan kişi doğal olarak iradesini, dini/siyasi liderinin, mürşidinin, şeyhinin, ağasının, beyinin emrine sunar.
Sonra?