Hangi örtüyle saklanmaya çalışılırsa çalışılsın, siyasal, ekonomik, kültürel açıdan lime lime edilmeye çalışıldığımız bu vatanda, millet olarak biz ne yaşıyoruz? Sorusuna verilecek en tatmin edici cevap, bence, ‘’haşlanan kurbağa sendromu’’ yaşadığımızdır.
Toplum bilimi açısından tartışmaya mahal vermeyecek kadar gerçek olan bu sendromun herkesçe bilinen hikâyesi şöyledir:
Kurbağayı kaynayan suya bırakırsanız, canı yanacağı için kendini dışarı atar. Ama soğuk suya koyar, sonra da suyu yavaş yavaş ısıtırsanız, kurbağa buna duyarsız kalacak ve sonuçta değişimi algılayamadığı için haşlanarak can verecektir.
Bu durum, insan ve toplumların bugün ve yarınını kökten etkileyecek değişikliklere tepkisiz kalması halinde yok olmaya gideceğini göstermek için mecazi anlamda kullanılır.
Türkiye’de de benzer durum söz konusudur.
Kısa zaman dilimlerinde anlaması zor olabilir ama bırakın 25 yılı, bir yıl öncesiyle bugün karşılaştırıldığınızda etekteki tüm taşların dökülerek, başta ilke, ideoloji ve söylemlerin nasıl alt üst olduğunu, millet üzerine yapılan operasyonel uygulamaların bizi nereye götüreceğini görmemek için ya kör ya ahmak ya da dalalet içinde olmak gerekir.
İçine ilave edilen ve emperyalist imalatı olan yerli, milli, din gibi her kesin her türlü tadı alabileceği sos ilaveli suyun geldiği derecenin anlaşılmaması halinde iş işten geçmiş olacak.
Haşlanıp yok olmamak için, ilk yapılacak şey, Kur’an’da akletme metodolojisinin üçüncü aşaması olan unutmamak, ibret almak ve hatırlamakanlamında tezekkür gerek.
Her şeyin unutma, unutturma üzerine kurgulandığı ve bu sayede İblis emperyalizmin kurduğu oyunları fark etmek ancak hatırlamakla mümkün.
Hatırlayalım o halde emperyalizmin 1921 Anayasası aşkını!
Vesayetten kurtulma örtüsüyle ambalajlanan ama ironik şekilde tam da vesayetin en yamanını getirecek olan 1921 Anayasası’nın 7. Maddesi neymiş?
Şöyle imiş:
‘’Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilanı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh (İslam hukuku) hükümleriyle, örf ve adetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir. (Orijinalinden bugüne çevirisiyle)
İşte hatırlanması ve asla unutulmaması gereken madde bu.
1938’den sonra karar verilen, 1945’ten sonra projelendirilen, 1950’den sonra müesses nizam tarafından, ABD patentli ‘Anti- Komünizm’ aparatı olarak kullanılmasına destek olunup, büyütülen siyasal dinciliğe ve bağlılarına verilen görev bu.
Çünkü bu madde ile Türk yok sayılıp, gayrimüslim, azınlık ve ilavesi etnisitelere-hem de bizim egemenlerin dillerinden düşürmediği 36 etnisiteye- adli özerklik, yargısal bağımsızlık temelinde ayrıcalık/imtiyaz sağlanıyor.
Yani yine kapitülasyonların devamı.
İkbal avcılarının, tavize dayanmış ve hemen imzalanmış kurgusu ve bu kurgunun üzerine birçok yalan (halife, saltanat, İslam’dan vazgeçiş, gizli maddeler v.b.) inşa ettikleri Lozan Antlaşması görüşmelerinin çok uzaması bu madde dolayısıyladır.
Emperyalistler bu maddede yani ayrıcalıklarda direttikleri ama Türkiye’nin de kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi nedeniyle 11 Kasım 1922 tarihinde başlayan ve bu madde temelindeki anlaşmazlıklar nedeniyle kesintilere uğrayan Lozan görüşmeleri çok çetin geçmiş ve ancak 23 Temmuz 1923’te sona ermiştir.
Türkiye antlaşmayı Ağustos 1923’te, taraf olan emperyalist ülkeler ise Temmuz 1924’te imzalamış ve antlaşma Ağustos 1924’te yürürlüğe girmiştir.
Yani yaklaşık 2 sene süren çok zorlu mücadelenin asla silinmeyecek onur madalyasıdır Lozan.
Bazılarının tarihe yalan söyletmeye çalıştığı ve “hezimet” diyerek algılara oynadığı antlaşma zaferiyle, “Türkiye ben tek, siz hepiniz” diyerek gerçek hezimeti emperyalistlere tattırmıştır.
Dolayısıyla emperyalist ve işbirlikçilerinin "Yeni Osmanlıcılık" hayali ve aldatmacasına yönelik ‘Osmanlı millet sistemi’ özlemi, saltanat, Hilafet ve Laikliğin bu madde ile doğrudan ve sıkı bir ilişkisi var.
Hatırlamaya devam…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Kazandaki Kurbağa ve 1921 Anayasası Aşkı!
Hangi örtüyle saklanmaya çalışılırsa çalışılsın, siyasal, ekonomik, kültürel açıdan lime lime edilmeye çalışıldığımız bu vatanda, millet olarak biz ne yaşıyoruz? Sorusuna verilecek en tatmin edici cevap, bence, ‘’haşlanan kurbağa sendromu’’ yaşadığımızdır.
Toplum bilimi açısından tartışmaya mahal vermeyecek kadar gerçek olan bu sendromun herkesçe bilinen hikâyesi şöyledir:
Kurbağayı kaynayan suya bırakırsanız, canı yanacağı için kendini dışarı atar. Ama soğuk suya koyar, sonra da suyu yavaş yavaş ısıtırsanız, kurbağa buna duyarsız kalacak ve sonuçta değişimi algılayamadığı için haşlanarak can verecektir.
Bu durum, insan ve toplumların bugün ve yarınını kökten etkileyecek değişikliklere tepkisiz kalması halinde yok olmaya gideceğini göstermek için mecazi anlamda kullanılır.
Türkiye’de de benzer durum söz konusudur.
Kısa zaman dilimlerinde anlaması zor olabilir ama bırakın 25 yılı, bir yıl öncesiyle bugün karşılaştırıldığınızda etekteki tüm taşların dökülerek, başta ilke, ideoloji ve söylemlerin nasıl alt üst olduğunu, millet üzerine yapılan operasyonel uygulamaların bizi nereye götüreceğini görmemek için ya kör ya ahmak ya da dalalet içinde olmak gerekir.
İçine ilave edilen ve emperyalist imalatı olan yerli, milli, din gibi her kesin her türlü tadı alabileceği sos ilaveli suyun geldiği derecenin anlaşılmaması halinde iş işten geçmiş olacak.
Haşlanıp yok olmamak için, ilk yapılacak şey, Kur’an’da akletme metodolojisinin üçüncü aşaması olan unutmamak, ibret almak ve hatırlamak anlamında tezekkür gerek.
Her şeyin unutma, unutturma üzerine kurgulandığı ve bu sayede İblis emperyalizmin kurduğu oyunları fark etmek ancak hatırlamakla mümkün.
Hatırlayalım o halde emperyalizmin 1921 Anayasası aşkını!
Vesayetten kurtulma örtüsüyle ambalajlanan ama ironik şekilde tam da vesayetin en yamanını getirecek olan 1921 Anayasası’nın 7. Maddesi neymiş?
Şöyle imiş:
‘’Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilanı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh (İslam hukuku) hükümleriyle, örf ve adetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir. (Orijinalinden bugüne çevirisiyle)
İşte hatırlanması ve asla unutulmaması gereken madde bu.
1938’den sonra karar verilen, 1945’ten sonra projelendirilen, 1950’den sonra müesses nizam tarafından, ABD patentli ‘Anti- Komünizm’ aparatı olarak kullanılmasına destek olunup, büyütülen siyasal dinciliğe ve bağlılarına verilen görev bu.
Çünkü bu madde ile Türk yok sayılıp, gayrimüslim, azınlık ve ilavesi etnisitelere -hem de bizim egemenlerin dillerinden düşürmediği 36 etnisiteye- adli özerklik, yargısal bağımsızlık temelinde ayrıcalık/imtiyaz sağlanıyor.
Yani yine kapitülasyonların devamı.
İkbal avcılarının, tavize dayanmış ve hemen imzalanmış kurgusu ve bu kurgunun üzerine birçok yalan (halife, saltanat, İslam’dan vazgeçiş, gizli maddeler v.b.) inşa ettikleri Lozan Antlaşması görüşmelerinin çok uzaması bu madde dolayısıyladır.
Emperyalistler bu maddede yani ayrıcalıklarda direttikleri ama Türkiye’nin de kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi nedeniyle 11 Kasım 1922 tarihinde başlayan ve bu madde temelindeki anlaşmazlıklar nedeniyle kesintilere uğrayan Lozan görüşmeleri çok çetin geçmiş ve ancak 23 Temmuz 1923’te sona ermiştir.
Türkiye antlaşmayı Ağustos 1923’te, taraf olan emperyalist ülkeler ise Temmuz 1924’te imzalamış ve antlaşma Ağustos 1924’te yürürlüğe girmiştir.
Yani yaklaşık 2 sene süren çok zorlu mücadelenin asla silinmeyecek onur madalyasıdır Lozan.
Bazılarının tarihe yalan söyletmeye çalıştığı ve “hezimet” diyerek algılara oynadığı antlaşma zaferiyle, “Türkiye ben tek, siz hepiniz” diyerek gerçek hezimeti emperyalistlere tattırmıştır.
Dolayısıyla emperyalist ve işbirlikçilerinin "Yeni Osmanlıcılık" hayali ve aldatmacasına yönelik ‘Osmanlı millet sistemi’ özlemi, saltanat, Hilafet ve Laikliğin bu madde ile doğrudan ve sıkı bir ilişkisi var.
Hatırlamaya devam…