Ülkemizdeki siyasi yapıları, teşkilatları ve kurumları kontrol eden, yönlendiren ve yöneten ABD/İngiltere eksenli ‘emevi/anezi’ zihniyetli baskın bir grup, yani ‘müesses nizam’ bugün olduğu gibi yarın da siyasal dinciliğin devamını istiyor.
Yani iki ittifaktan hangisi iktidar olursa olsun milleti, kurumları ve bireyleri yozlaştıran,iyilik veadalettemelli ‘Türk’ kimliğini imhaya çalışan, çürütücü ‘siyasaldincilik’, değişik ton, renk ve soslanmış uygulamalarla devam edecek gözüküyor.
Niye bu iddiayı dillendiriyor ve niye böyle bir öngörüde bulunuyorum?
Ama önce kökü oldukça eskiye gitse de ‘siyasal dincilik’ konusunda yeterince ipucu barındırdığını düşündüğüm 1939 sonrasına özet olarak bakmak gerekiyor.
Çünkü ‘siyasal dincilik’, görüp yaşadığımız uygulamaların biçimleyici projesi olarak, zannedildiği gibi son 20 yılın iktidarı ile başlamadı.
Veya 1950 ve 1980 darbesi ile de başlamadı.
Günümüzdeki ‘Siyasal dinciliğin’ kaynağı olan dinsel inançların siyasi çıkar olarak kullanılması Atatürk’ün ölümünden hemen sonra yani 1939-40’larda başladı.
ABD’nin, Sovyetlere karşı soğuk savaşın gereği olarak kullanmak istediği dinin, ‘’İslamizasyon’’ başlığı ile ideolojikleştirilerek kurguladığı bir projedir ‘’Siyasal dincilik’’ ve adım adım merkeze/iktidara ABD, Ordu, bürokrasi ve sermayedarlartarafından resmen çekilmiştir. Bunun altyapısı olarak. Kur’an kursları, İmam-Hatip okulları ve sonrasında öğrenci azlığından kapatılanı saymazsak, İlahiyat Fakültesi bu dönemlerde açıldı.
DP’nin din politikası ise, kendinden önce başlatılan bir sürecin yoğunlaştırılmış uygulamalarıdır.
Siyasetçiler ise o günden bugüne ancak bu projeye biat ve teslimiyetleri ile siyasi alanda yer bulmuşlardır ve bugün de böyledir. Bu oyunu fark edenlerin bu alanda bulunması imkansıza yakındır çünkü hemen kulvar dışına atılırlar. Gerçek bu.
***
Atatürk’ün, büyük devletlerle asla anlaşma yapılmaması ilkesinden farklı olarak, değişimin nedenini bir güç arayışı olarak, ABD ile ilişkilerde görmek mümkün. Çünkü ABD/İngiltere tercihinin anahtar cümlesini İnönü şöyle ifade etmiştir:
‘’Eğer Rusya gelip de aradaki anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi taraftarıydım’’ (Y.K.Karaosmanoğlu, Politikada 45 yıl)
Bu bağlamda Türkiye, 1939’da yabancı bir ülke (ABD)’ye, ithalat, ihracat ve gerekse tüm konularda (eğitim-askeri) imtiyaz tanıyan ilk anlaşmayı, İngiltere ve Fransa ile de ‘Üçlü ittifak’ oluşturarak ikinci anlaşmayı yaptı.
1945‘te BM, 1947’de Dünya bankası, IMF, Truman doktrini, 1948’de Marshall planına katıldı. 1950 seçimlerinden önce de NATO’ya üye olmak için başvurdu. Aynı dönemde ABD ile karşılıklı yardım, kredi, borçların tasfiyesi, Askeri yardım ile nesilleri durağanlaştıracak ve zihinsel devşirilmesini sağlayacak eğitim gibi birçok ikili anlaşma yapıldı.
Böylece emperyalist Batı’ya her şeyimizle teslimiyeti ve bekayı tehdit eden projelerinde gönüllü figüran olmayı kabul etmekle sonuçlanan süreç, daha sonra da değişik aşama ve milletten saklanan birçok gizli anlaşmalarla bugüne kadar devam etti, ediyor.
***
Bu anlaşmalarla prangalanan Türkiye’nin, Suriye ve Irak’taki Kürtlere, müttefiklik aldatmacası uzantısında aleni destek ve silah sağlayan, içerdeki bölücü akımlara katkı koyan, konsoloslukların kapatılmasında aktör olana ‘ey Amerika’ deyip fail ilan edilmesinin bir anlamı var mı? (Batı’ya teslimiyet anlamında Finlandiya yeterli örnek. Bu ülkenin Nato’ya üyeliğinin TBMM oylamasında sağı, solu, sosyalisti ile bir tane ret diyen çıktı mı? Herhalde niye pranga dediğim anlaşılmıştır.)
1949’dan bu yana ilkokulundan üniversitesine kadar, eğitim/öğretimin düzenlenmesi, nelerin öğretileceğine karar verme yetkisini (FULBRİGHT anlaşması) tümüyle ABD’ye devredeceksiniz, sonra ABD tarafından hazırlanan müfredatla, zihinleri sömürgeleştirilen sağcı, solcu, liberal, dinci, milliyetçi kanaat önderlerini farklı zannedip, peşinden gidecek ve seçim sonuçlarına bakıp ‘’milletimizin yüzde 60-65‘i aptal diyeceksiniz’’.
Zulmün, haksızlığın, iftiranın daniskası bu. Bu ülkeyi yönetenlerin hepsinin aynı mutfaktan beslendikleri, yapılan anlaşmaların gizlenip milletin kandırıldığı bu kadar açıkken üstelik.
Evet, ‘’Siyasal dincilik’’ projesinin, Cumhuriyetin kuruluş ayar ve iç/dış politika uygulama hedeflerine aykırı olarak, devlette baskın hale gelen/getirilen bir ‘’müesses nizam’’ eliyle bugün ve bundan sonrasında da etkin kılınmaya çalışılmasının başlangıcına ait o dönemde istihbarat kurumları dâhil birçok ipucu var.
Yapmaya çalıştığım doğru teşhisi koyabilme çabası ama her yazının sonuna, iyilik ve adalet timsali ‘’Türk’’ ün, gerçek Türk medeniyetinin, Türk milletine yeniden tanıtılması gerekiyor gerçekliği de eklenmeli.
Batı merkezli kısa kurgu tarihe, başkaları tarafından belirlenen müfredatla bakan nesillerimiz, Türk’ün ‘devlet’, ‘millet’, ‘ulus’, ‘hukuk’, ‘halk’, ‘töre’ kavramlarına katkı ve bakışını görmek zorunda. Eminim şaşıracaktır, bildiklerinin yalan/yanlış olduğunu gördüğünde.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Müesses nizam ne istiyor?
Ülkemizdeki siyasi yapıları, teşkilatları ve kurumları kontrol eden, yönlendiren ve yöneten ABD/İngiltere eksenli ‘emevi/anezi’ zihniyetli baskın bir grup, yani ‘müesses nizam’ bugün olduğu gibi yarın da siyasal dinciliğin devamını istiyor.
Yani iki ittifaktan hangisi iktidar olursa olsun milleti, kurumları ve bireyleri yozlaştıran, iyilik ve adalet temelli ‘Türk’ kimliğini imhaya çalışan, çürütücü ‘siyasal dincilik’, değişik ton, renk ve soslanmış uygulamalarla devam edecek gözüküyor.
Niye bu iddiayı dillendiriyor ve niye böyle bir öngörüde bulunuyorum?
Ama önce kökü oldukça eskiye gitse de ‘siyasal dincilik’ konusunda yeterince ipucu barındırdığını düşündüğüm 1939 sonrasına özet olarak bakmak gerekiyor.
Çünkü ‘siyasal dincilik’, görüp yaşadığımız uygulamaların biçimleyici projesi olarak, zannedildiği gibi son 20 yılın iktidarı ile başlamadı.
Veya 1950 ve 1980 darbesi ile de başlamadı.
Günümüzdeki ‘Siyasal dinciliğin’ kaynağı olan dinsel inançların siyasi çıkar olarak kullanılması Atatürk’ün ölümünden hemen sonra yani 1939-40’larda başladı.
ABD’nin, Sovyetlere karşı soğuk savaşın gereği olarak kullanmak istediği dinin, ‘’İslamizasyon’’ başlığı ile ideolojikleştirilerek kurguladığı bir projedir ‘’Siyasal dincilik’’ ve adım adım merkeze/iktidara ABD, Ordu, bürokrasi ve sermayedarlar tarafından resmen çekilmiştir. Bunun altyapısı olarak. Kur’an kursları, İmam-Hatip okulları ve sonrasında öğrenci azlığından kapatılanı saymazsak, İlahiyat Fakültesi bu dönemlerde açıldı.
DP’nin din politikası ise, kendinden önce başlatılan bir sürecin yoğunlaştırılmış uygulamalarıdır.
Siyasetçiler ise o günden bugüne ancak bu projeye biat ve teslimiyetleri ile siyasi alanda yer bulmuşlardır ve bugün de böyledir. Bu oyunu fark edenlerin bu alanda bulunması imkansıza yakındır çünkü hemen kulvar dışına atılırlar. Gerçek bu.
***
Atatürk’ün, büyük devletlerle asla anlaşma yapılmaması ilkesinden farklı olarak, değişimin nedenini bir güç arayışı olarak, ABD ile ilişkilerde görmek mümkün. Çünkü ABD/İngiltere tercihinin anahtar cümlesini İnönü şöyle ifade etmiştir:
‘’Eğer Rusya gelip de aradaki anlaşmazlıklara olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle el ele gitmesi taraftarıydım’’ (Y.K.Karaosmanoğlu, Politikada 45 yıl)
Bu bağlamda Türkiye, 1939’da yabancı bir ülke (ABD)’ye, ithalat, ihracat ve gerekse tüm konularda (eğitim-askeri) imtiyaz tanıyan ilk anlaşmayı, İngiltere ve Fransa ile de ‘Üçlü ittifak’ oluşturarak ikinci anlaşmayı yaptı.
1945‘te BM, 1947’de Dünya bankası, IMF, Truman doktrini, 1948’de Marshall planına katıldı. 1950 seçimlerinden önce de NATO’ya üye olmak için başvurdu. Aynı dönemde ABD ile karşılıklı yardım, kredi, borçların tasfiyesi, Askeri yardım ile nesilleri durağanlaştıracak ve zihinsel devşirilmesini sağlayacak eğitim gibi birçok ikili anlaşma yapıldı.
Böylece emperyalist Batı’ya her şeyimizle teslimiyeti ve bekayı tehdit eden projelerinde gönüllü figüran olmayı kabul etmekle sonuçlanan süreç, daha sonra da değişik aşama ve milletten saklanan birçok gizli anlaşmalarla bugüne kadar devam etti, ediyor.
***
Bu anlaşmalarla prangalanan Türkiye’nin, Suriye ve Irak’taki Kürtlere, müttefiklik aldatmacası uzantısında aleni destek ve silah sağlayan, içerdeki bölücü akımlara katkı koyan, konsoloslukların kapatılmasında aktör olana ‘ey Amerika’ deyip fail ilan edilmesinin bir anlamı var mı? (Batı’ya teslimiyet anlamında Finlandiya yeterli örnek. Bu ülkenin Nato’ya üyeliğinin TBMM oylamasında sağı, solu, sosyalisti ile bir tane ret diyen çıktı mı? Herhalde niye pranga dediğim anlaşılmıştır.)
1949’dan bu yana ilkokulundan üniversitesine kadar, eğitim/öğretimin düzenlenmesi, nelerin öğretileceğine karar verme yetkisini (FULBRİGHT anlaşması) tümüyle ABD’ye devredeceksiniz, sonra ABD tarafından hazırlanan müfredatla, zihinleri sömürgeleştirilen sağcı, solcu, liberal, dinci, milliyetçi kanaat önderlerini farklı zannedip, peşinden gidecek ve seçim sonuçlarına bakıp ‘’milletimizin yüzde 60-65‘i aptal diyeceksiniz’’.
Zulmün, haksızlığın, iftiranın daniskası bu. Bu ülkeyi yönetenlerin hepsinin aynı mutfaktan beslendikleri, yapılan anlaşmaların gizlenip milletin kandırıldığı bu kadar açıkken üstelik.
Evet, ‘’Siyasal dincilik’’ projesinin, Cumhuriyetin kuruluş ayar ve iç/dış politika uygulama hedeflerine aykırı olarak, devlette baskın hale gelen/getirilen bir ‘’müesses nizam’’ eliyle bugün ve bundan sonrasında da etkin kılınmaya çalışılmasının başlangıcına ait o dönemde istihbarat kurumları dâhil birçok ipucu var.
Yapmaya çalıştığım doğru teşhisi koyabilme çabası ama her yazının sonuna, iyilik ve adalet timsali ‘’Türk’’ ün, gerçek Türk medeniyetinin, Türk milletine yeniden tanıtılması gerekiyor gerçekliği de eklenmeli.
Batı merkezli kısa kurgu tarihe, başkaları tarafından belirlenen müfredatla bakan nesillerimiz, Türk’ün ‘devlet’, ‘millet’, ‘ulus’, ‘hukuk’, ‘halk’, ‘töre’ kavramlarına katkı ve bakışını görmek zorunda. Eminim şaşıracaktır, bildiklerinin yalan/yanlış olduğunu gördüğünde.