Hasım müttefik(!) ABD/CIA’nın Türkiye ve benzeri ülkelerde hep yapıp, başardıkları gibi yine sahneye koyup denediği 15 Temmuz hain darbesinin üzerinden 8 yıl yakın bir süre geçti.
Bir emirle ölümü göze alıp, darbeyi önleyen ve ülkenin kaderini değiştirerek bu aziz milletin karanlığa/kaosa düşmesini engelleyen Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir bile görünürlüklerini, varlıklarını göz önüne taşıyamadı.
Oysa vatan söz konusu olduğunda, Şehit Halisdemir gibi niceleri hep göz önünde, hep en öndeler.
Hem de her an, her zaman gözümüzün içine girecek yakınlıkta.
Hal bu iken özlük, statü ve hukuksal haklarının hiçbir dönem düzeltilmediği, adaletin, onlar söz konusu olduğunda körleştirildiği adeta bir yok sayılma halini yaşıyorlar.
Hâlbuki onlar, içlerinden pilot, pilot eğitmeni Vecihi Hürkuş ve nicelerini, MİT müsteşarı, bakan ve akademisyenleri çıkaran, delice vatan aşığı bir cevher deposudur.
Çok zorlu görev şartları ve üstlerince engellenmelerine rağmen hemen hemen hepsi kendi imkânlarıyla, gece ve gündüzünden feragat ederek lisans eğitimi alma azmini göstermiş, çoğu yüksek lisans ve doktora derecelerine sahip kararlı, bilinçli ve irade sahipleriydi.
Bu bilinç ve vatanseverlik olmasa 63 milyon dolarlık F-16, ortalama 1 milyar euroluk savaş gemileri teknik uzmanlığı yapılabilir mi?
Ki bu savaş aygıtlarında bir vidanın gevşek sıkılmasının neticeleri için çok yüksek bilgi, liyakat, beceri ama daha da önemlisi sorumluluk ve vatanseverlik gerekir. Onları farklı kılmaya, el üstünde tutmaya bunlar yetmez mi?
Görünen o ki yetmiyor?
***
Onlar, zamanın kuvvet komutanının;
‘’Onlar olmazsa uçaklar, gemiler, tanklar görev icra edemez, savaşamayız’’ dediğidir.
Mesai mevhumu gözetmeksizin, sabahın ayazında, elinin uçağın gövdesine yapışmasına aldırmaksızın uçaklar, gemiler, tanklar, füzeler, toplar, radarlar, tüm silah ve sistemlerin bakımını, tamirini yaparak faaliyetini sağlayan, sonrasında da bilgi ve destek sunan onlardır.
Fazla mesaileri yoktur, gerektiğinde görevler 2. emre kadar süresiz devam eder.
F-16 uçakları güç ünitesine yakıt sağlayan ve insan sağlığı için tehlikeli sonuçlar doğuran hidrazin gazı riski ile karşı karşıya kalan onlardır.
Milletimizin göğsünü kabartan SAT, SAS komandolarının, Bordo berelilerinin çoğu onlardır.Amfibi birliklerde komandolara cesareti aşılayan, deniz piyadelerine yürekli olmayı öğreten, askerlere eğitim veren onlardır.
Bölücü terörle cansiperane mücadele edenlerdir, bu uğurda kadın-erkek sürekli can verenlerdir, özel timlerin ağırlığı onlardan oluşur. Mayınlara, patlayıcılara, tuzaklara koşarak gidenlerdir.
Onlar, savaşta, iç ve dış güvenlikte, depremde, asayişte, trafikte, sel felaketlerinde, kargaşada, anarşide hep ön planda ve milletinin yanı başındadırlar.
Çünkü onlar, bu vatanı ölümüne sevmeyi düstur edinen, Bayrağımızı en yücelerde dalgalandırmayı görev ve onur bilen tertemiz Anadolu çocuklarıdır.
Kara ve özellikle Jandarma’da görev süresi içerisinde sayısız tayin yaşayan, çocukları 2 yılı aynı okulda okuyamayan, görev, intikal ve tatbikatlarda eşlerinin günlerce, haftalarca haber alamayıp hüzünle bekledikleridir.
Yani onlar, onlarsız savaşın kazanılamayacağı, pilot gibi doktor gibi ikamesi mümkünsüz, beden olarak tasvir edilecek ordunun, hareketini sağlayan omurgasıdır.
Bedenin en stratejik ve yaşamsal organı olan bu omurga, genelde 1951 yılından bugüne kadar ki 73 yıllık sürede, özelde de son 15 yıldır, siyasi/askeri devlet yetkililerinin, devlet adamlarının sözler verip sözlerini yerine getirmemesiyle, adaletsiz tutumlarıyla, oyalamalarıyla, yok sayılmalarıyla, ‘biz bir aileyiz’ söyleminin aksine gerçekte resmen üvey evlat muamelesine tabi tutulmalarıyla, göz göre göre emeklilerinin yoksulluk değil, açlık sınırında bırakılmalarıyla incitilmiş ve sanki kasıtlı olarak incitilmeye devam edilmektedir.
Vatan savunmasına canı pahasına yıllarını veren ve emekliliklerinde, sürekli düşürülerek yüzde 45 civarı bağlanan maaşlarıyla, geçinme zorluğuna düşen, geçimlerini sağlamak için ise en iyi ihtimalle sitelerde, otellerde güvenlik personeli olmaya itilerek onurlarıyla oynanan onların durumunun, muvazzaf meslektaşlarını da etkilemesi, bu coğrafyada hayati olan ordu için potansiyel risk taşıdığını aklı olan görür.
Devlet hele de Türk devletinin, canını karşılıksız vatanına sunan ve gerektiğinde sunmaya hazır olanlara reva gördüğü muamele bu mu olmalıdır?
Ahde vefa bu mu?
***
Evet, yukarıda anlatılanların, gerçeğin ancak çok çok küçük kısmını yansıttığı, askerlik yapan herkesin ve milletin tanıdığını sanarak hakkında ahkam kestiği ama esasta haklarında gerçek bilgiye sahip olmadığı bir kapalı kutudan, yüz bini aşkın muvazzafı, yüz otuz bin emeklisi ve aileleriyle birlikte bir milyonluk büyük bir kitle olan Astsubaylardan bahsediyorum.
Türk ordusunun komuta ve idari kademelerinde sayısal olarak yaklaşık yüzde 70-75’ini oluşturuyorlar ve teknik/ idari görevleri yürütüyorlar.
Kimdir Astsubaylar?
1950’li yıllarda Menderes’in, generallerle ilgili sözlerinden dolayı önce ‘’Menderes’in askerleri’’, sonra da hak ettiklerinin kısıtlanması sebebiyle 1970 yılında sokağa taşan mücadeleleri, dönemin darbecileri tarafından ‘’Mao’nun askerleri’’ ithamına maruz kaldı.
Darbe liderlerinden M.Batur’a göre, hak arayan “Astsubayların yeri” Türk Silahlı Kuvvetleri değil, ancak Mao’nun ordusu olmalıymış. Ona göre hak arayan Mao’nun ordusuna gitmeliymiş. Menderes’in dediği gibi tam bir şövalye burnuna sahiplermiş.
Ama yılmadılar, 1975 yılında tekrar mücadele vermeleriyle, haklarının bir kısmı verildi ve nispi bir iyileşme sağlandı. Ama çoğunun bağlı olduğu kuvvetin değiştirilmesi, sürülmesi, hapsedilmesi, sicillerinin bozulması, tenzili rütbeye uğraması pahasına.
Kendileri, çoluk çocukları mağdur oldular ama Astsubaylar için onlar, bir ışık, bir sevgi/saygı adası, bir ümit olmayı sağladılar.
Bu mücadele neticesinde, Astsubayların en üst rütbesi olan Kıdemli Başçavuşların bilgi, beceri ve liyakatine uygun olarak maaşları yarbay seviyelerine getirildi. Çünkü bu; sistemini aldıkları ABD’de de böyleydi. Maaş rütbeye göre değil, eğitime, bilgiye, beceriye, tecrübeye, uzmanlığa ve iş riskine göre olmalıydı.
Ama Küresel haydutlara zihinsel olarak teslim olmuşların ya da ABD yetkililerinin deyimiyle ‘’bizim çocukların’’ yaptığı 1980 darbesi ile ülkenin kaderi değişir ve büyük darbe alırken, en büyük darbeyi alanların başında yine Astsubaylar geliyordu.
Darbe liderinin, liyakat ve adaletten uzak, tamamen kast sistemi oluşturucu ve nifak sokucu ‘’Bir Başçavuş, benim Teğmenimden fazla maaş alamaz’’ açıklaması, Astsubaylar için olumsuz yılların, haklarının gasp edilmesinin ve bunun sürekli hale getirilmesinin miladı oldu.
Her geçen yıl aleyhlerine işledi. Emekli olduklarında maaşlarının düşük bağlanma oranları sürekli azaltıldı, yıllarca amirlik, karakol komutanlığı yapmış olmalarına rağmen temsil ve makam tazminatları, yıllardır verilecek yalanlarıyla avutularak verilmedi.
Ve bugün 30 yıl bu ülkeye hizmet etmiş bir emekli Astsubayın maaşı, göreve yeni başlayan Astsubayın maaşının yarısından daha aza indirildi.
En son sesleri 1975’te çıktı. 1980 yılı dikkate alındığında uğradıkları haksızlıklara, itibarsızlaştırmalara tam 44 yıl sustular, sessiz kaldılar, sessizliği fedakârlık olarak gördüler. Önemli olan ülkeydi.
Ta ki…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Ordunun Omurgası İncinmemeli!
Hasım müttefik(!) ABD/CIA’nın Türkiye ve benzeri ülkelerde hep yapıp, başardıkları gibi yine sahneye koyup denediği 15 Temmuz hain darbesinin üzerinden 8 yıl yakın bir süre geçti.
Bir emirle ölümü göze alıp, darbeyi önleyen ve ülkenin kaderini değiştirerek bu aziz milletin karanlığa/kaosa düşmesini engelleyen Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir bile görünürlüklerini, varlıklarını göz önüne taşıyamadı.
Oysa vatan söz konusu olduğunda, Şehit Halisdemir gibi niceleri hep göz önünde, hep en öndeler.
Hem de her an, her zaman gözümüzün içine girecek yakınlıkta.
Hal bu iken özlük, statü ve hukuksal haklarının hiçbir dönem düzeltilmediği, adaletin, onlar söz konusu olduğunda körleştirildiği adeta bir yok sayılma halini yaşıyorlar.
Hâlbuki onlar, içlerinden pilot, pilot eğitmeni Vecihi Hürkuş ve nicelerini, MİT müsteşarı, bakan ve akademisyenleri çıkaran, delice vatan aşığı bir cevher deposudur.
Çok zorlu görev şartları ve üstlerince engellenmelerine rağmen hemen hemen hepsi kendi imkânlarıyla, gece ve gündüzünden feragat ederek lisans eğitimi alma azmini göstermiş, çoğu yüksek lisans ve doktora derecelerine sahip kararlı, bilinçli ve irade sahipleriydi.
Bu bilinç ve vatanseverlik olmasa 63 milyon dolarlık F-16, ortalama 1 milyar euroluk savaş gemileri teknik uzmanlığı yapılabilir mi?
Ki bu savaş aygıtlarında bir vidanın gevşek sıkılmasının neticeleri için çok yüksek bilgi, liyakat, beceri ama daha da önemlisi sorumluluk ve vatanseverlik gerekir. Onları farklı kılmaya, el üstünde tutmaya bunlar yetmez mi?
Görünen o ki yetmiyor?
***
Onlar, zamanın kuvvet komutanının;
‘’Onlar olmazsa uçaklar, gemiler, tanklar görev icra edemez, savaşamayız’’ dediğidir.
Mesai mevhumu gözetmeksizin, sabahın ayazında, elinin uçağın gövdesine yapışmasına aldırmaksızın uçaklar, gemiler, tanklar, füzeler, toplar, radarlar, tüm silah ve sistemlerin bakımını, tamirini yaparak faaliyetini sağlayan, sonrasında da bilgi ve destek sunan onlardır.
Fazla mesaileri yoktur, gerektiğinde görevler 2. emre kadar süresiz devam eder.
F-16 uçakları güç ünitesine yakıt sağlayan ve insan sağlığı için tehlikeli sonuçlar doğuran hidrazin gazı riski ile karşı karşıya kalan onlardır.
Milletimizin göğsünü kabartan SAT, SAS komandolarının, Bordo berelilerinin çoğu onlardır. Amfibi birliklerde komandolara cesareti aşılayan, deniz piyadelerine yürekli olmayı öğreten, askerlere eğitim veren onlardır.
Bölücü terörle cansiperane mücadele edenlerdir, bu uğurda kadın-erkek sürekli can verenlerdir, özel timlerin ağırlığı onlardan oluşur. Mayınlara, patlayıcılara, tuzaklara koşarak gidenlerdir.
Onlar, savaşta, iç ve dış güvenlikte, depremde, asayişte, trafikte, sel felaketlerinde, kargaşada, anarşide hep ön planda ve milletinin yanı başındadırlar.
Çünkü onlar, bu vatanı ölümüne sevmeyi düstur edinen, Bayrağımızı en yücelerde dalgalandırmayı görev ve onur bilen tertemiz Anadolu çocuklarıdır.
Kara ve özellikle Jandarma’da görev süresi içerisinde sayısız tayin yaşayan, çocukları 2 yılı aynı okulda okuyamayan, görev, intikal ve tatbikatlarda eşlerinin günlerce, haftalarca haber alamayıp hüzünle bekledikleridir.
Yani onlar, onlarsız savaşın kazanılamayacağı, pilot gibi doktor gibi ikamesi mümkünsüz, beden olarak tasvir edilecek ordunun, hareketini sağlayan omurgasıdır.
Bedenin en stratejik ve yaşamsal organı olan bu omurga, genelde 1951 yılından bugüne kadar ki 73 yıllık sürede, özelde de son 15 yıldır, siyasi/askeri devlet yetkililerinin, devlet adamlarının sözler verip sözlerini yerine getirmemesiyle, adaletsiz tutumlarıyla, oyalamalarıyla, yok sayılmalarıyla, ‘biz bir aileyiz’ söyleminin aksine gerçekte resmen üvey evlat muamelesine tabi tutulmalarıyla, göz göre göre emeklilerinin yoksulluk değil, açlık sınırında bırakılmalarıyla incitilmiş ve sanki kasıtlı olarak incitilmeye devam edilmektedir.
Vatan savunmasına canı pahasına yıllarını veren ve emekliliklerinde, sürekli düşürülerek yüzde 45 civarı bağlanan maaşlarıyla, geçinme zorluğuna düşen, geçimlerini sağlamak için ise en iyi ihtimalle sitelerde, otellerde güvenlik personeli olmaya itilerek onurlarıyla oynanan onların durumunun, muvazzaf meslektaşlarını da etkilemesi, bu coğrafyada hayati olan ordu için potansiyel risk taşıdığını aklı olan görür.
Devlet hele de Türk devletinin, canını karşılıksız vatanına sunan ve gerektiğinde sunmaya hazır olanlara reva gördüğü muamele bu mu olmalıdır?
Ahde vefa bu mu?
***
Evet, yukarıda anlatılanların, gerçeğin ancak çok çok küçük kısmını yansıttığı, askerlik yapan herkesin ve milletin tanıdığını sanarak hakkında ahkam kestiği ama esasta haklarında gerçek bilgiye sahip olmadığı bir kapalı kutudan, yüz bini aşkın muvazzafı, yüz otuz bin emeklisi ve aileleriyle birlikte bir milyonluk büyük bir kitle olan Astsubaylardan bahsediyorum.
Türk ordusunun komuta ve idari kademelerinde sayısal olarak yaklaşık yüzde 70-75’ini oluşturuyorlar ve teknik/ idari görevleri yürütüyorlar.
Kimdir Astsubaylar?
1950’li yıllarda Menderes’in, generallerle ilgili sözlerinden dolayı önce ‘’Menderes’in askerleri’’, sonra da hak ettiklerinin kısıtlanması sebebiyle 1970 yılında sokağa taşan mücadeleleri, dönemin darbecileri tarafından ‘’Mao’nun askerleri’’ ithamına maruz kaldı.
Darbe liderlerinden M.Batur’a göre, hak arayan “Astsubayların yeri” Türk Silahlı Kuvvetleri değil, ancak Mao’nun ordusu olmalıymış. Ona göre hak arayan Mao’nun ordusuna gitmeliymiş. Menderes’in dediği gibi tam bir şövalye burnuna sahiplermiş.
Ama yılmadılar, 1975 yılında tekrar mücadele vermeleriyle, haklarının bir kısmı verildi ve nispi bir iyileşme sağlandı. Ama çoğunun bağlı olduğu kuvvetin değiştirilmesi, sürülmesi, hapsedilmesi, sicillerinin bozulması, tenzili rütbeye uğraması pahasına.
Kendileri, çoluk çocukları mağdur oldular ama Astsubaylar için onlar, bir ışık, bir sevgi/saygı adası, bir ümit olmayı sağladılar.
Bu mücadele neticesinde, Astsubayların en üst rütbesi olan Kıdemli Başçavuşların bilgi, beceri ve liyakatine uygun olarak maaşları yarbay seviyelerine getirildi. Çünkü bu; sistemini aldıkları ABD’de de böyleydi. Maaş rütbeye göre değil, eğitime, bilgiye, beceriye, tecrübeye, uzmanlığa ve iş riskine göre olmalıydı.
Ama Küresel haydutlara zihinsel olarak teslim olmuşların ya da ABD yetkililerinin deyimiyle ‘’bizim çocukların’’ yaptığı 1980 darbesi ile ülkenin kaderi değişir ve büyük darbe alırken, en büyük darbeyi alanların başında yine Astsubaylar geliyordu.
Darbe liderinin, liyakat ve adaletten uzak, tamamen kast sistemi oluşturucu ve nifak sokucu ‘’Bir Başçavuş, benim Teğmenimden fazla maaş alamaz’’ açıklaması, Astsubaylar için olumsuz yılların, haklarının gasp edilmesinin ve bunun sürekli hale getirilmesinin miladı oldu.
Her geçen yıl aleyhlerine işledi. Emekli olduklarında maaşlarının düşük bağlanma oranları sürekli azaltıldı, yıllarca amirlik, karakol komutanlığı yapmış olmalarına rağmen temsil ve makam tazminatları, yıllardır verilecek yalanlarıyla avutularak verilmedi.
Ve bugün 30 yıl bu ülkeye hizmet etmiş bir emekli Astsubayın maaşı, göreve yeni başlayan Astsubayın maaşının yarısından daha aza indirildi.
En son sesleri 1975’te çıktı. 1980 yılı dikkate alındığında uğradıkları haksızlıklara, itibarsızlaştırmalara tam 44 yıl sustular, sessiz kaldılar, sessizliği fedakârlık olarak gördüler. Önemli olan ülkeydi.
Ta ki…