SON DAKİKA
Hava Durumu

#Kayıhan Pala

Söz Bursa - Kayıhan Pala haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kayıhan Pala haber sayfasında canlı gelişmelerle ulaşabilirsiniz.

Vekil Pala 'Özel hastanedeki usulsüzlük iddialarını' bakanlık gündemine taşıdı Haber

Vekil Pala 'Özel hastanedeki usulsüzlük iddialarını' bakanlık gündemine taşıdı

Özel hastanede “resmî kayıtlı yoğun bakım kapasitesinin üstünde hasta kabulü”, “yeni doğan yoğun bakım doktoru olmayan hekimlerin isim ve kaşelerinin kullanımı”, “kayıt dışı nöbetlerle komisyon paylaşımı” ve “112 Acil üzerinden ücret karşılığı hasta yönlendirmesi” gibi iddialar, bir hastane personelinin Sosyal Güvenlik Kurumu’na sunduğu şikâyet dilekçesinde açık olarak dile getiriliyor. Bu tablo, bazı özel sağlık kuruluşlarındaki “haksız kazanç” düzeninin yalnızca tek bir örneğini gözler önüne seriyor. Pala, 8 Ocak 2025 tarihli soru önergesiyle, hem söz konusu hastanedeki skandalın hem de özel sağlık sektöründe yaygınlaşan hasta istismarının incelenmesini talep etti. KAMUYA ERİŞİM ZORLUĞU, ÖZEL SEKTÖRE YÖNLENDİRME Pala, açıklamasında, özel hastanelere “zorunlu yönelim”in artmasının temelinde kamu sağlık hizmetlerine erişimin güçleşmesi olduğunu belirtiyor. Artan randevu bekleme süresi, personel yetersizliği, tıbbi malzeme eksikliği ve hastane kapasitelerinin doluluğu gibi sıkıntılar yurttaşları çareyi özel sektörde aramaya itiyor. Bu tabloyu “iktidarın kamucu sağlık anlayışını terk etmesi” sonucu ortaya çıkmış bir durum olarak niteleyen Pala, “Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetleri ağırlıklı olarak piyasaya devredildiğinde, “sağlık hakkı” yok sayıldı. Türkiye’de özel hastane sayısının son 20 yılda üç katına çıktığına işaret eden Pala, bazı özel hastanelerin “yanlış tedavi”, “gereksiz tetkik” ve “aşırı tedavi” gibi uygulamalarla haksız kazanç elde ettiğine dikkat çekerek “Hastalar, istismar ediliyor. Kamu altyapısının zayıflatılması, özel sektöre sınırsız rant kapısı açıyor” ifadesini kullanıyor. Önergedeki noktalar, Özel İstanbul Şafak Hastanesi’nin SGK’yı dolandırdığına dair çarpıcı iddiaları içeriyor. Yoğun bakım yatak sayısı üzerinde hasta kabulü, gerçekte görev yapmayan hekimlerin kaşe ve isimlerinin kullanımı, kayıt dışı nöbetlerle komisyon paylaşımı, 112 Acil Çağrı Merkezi üstünden hasta sevk anlaşmaları bu çerçevede sıralanıyor. Anımsanacağı gibi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı Adnan Ertem de Meclis Araştırma Komisyonu toplantısı sırasında Şafak hastaneler grubu ile ilgili çok sayıda soruşturma ve 189 dava olduğunu açıklamıştı. Kamuoyu 30’dan fazla soruşturma ve 189 dava olmasına karşın, SGK’nın neden halen Özel Şafak Hastaneler grubundan sağlık hizmeti satın alamaya devam ettiğinin açıklanmasını da bekliyor. Pala, “Hastaların hayatını emanet ettiği özel hastanelerde hasta güvenliğinden ziyade kazanç peşinde koşuluyorsa, orada kamu denetiminde ciddi bir boşluk var demektir” diye konuştu. Söz konusu dilekçede hastane yönetiminin denetimleri önceden haber aldığı ve eksikleri kamufle ettiği iddiası da yer alıyor; bu durum Bakanlığın özel hastaneleri denetim işlevini yerine getirmediği tartışmasını gündeme taşıyor. SORU ÖNERGESİNİN TEMEL BAŞLIKLARI Pala, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması istemiyle sunduğu önergesinde şu sorulara ağırlık veriyor: Bu hastanede resmî kapasite üstünde hasta kabul edilerek usulsüz kazanç sağlandığı iddiaları incelemeye alındı mı? Kayıt dışı nöbet ve komisyon iddiaları, bakanlığın gündeminde hangi kapsamla araştırılıyor? Fiilen bulunmayan hekim kaşeleriyle hasta işlemi, hasta güvenliğini tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda SGK fonlarını da suistimal etmiyor mu? 112 Acil sevklerinin “yatak kapasitesi” veya “tıbbi yeterlilik” kriterine bakılmaksızın, ücret karşılığı yönlendirildiği söyleniyor; bu konu bakanlıkça denetlendi mi? Şafak sağlık grubu gibi bazı özel hastanelerin bugüne kadarki soruşturma sayısı, uygulanan yaptırımlar ve elde edilen bulgular nelerdir? SAĞLIKTAN KAZANÇ YERİNE KAMU YARARI Pala, iktidarın uzun yıllardır yürüttüğü özel sağlık sektörünü destekleyen politikalar yüzünden kamunun sağlık sistemindeki rolünün giderek küçültüldüğünü ve hastalara yeterli kaynak ayrılmadığını belirtiyor. Bu sistemde vatandaş, çeşitli manipülasyonlarla yüksek ek ücretler ödemek zorunda kalarak ancak hizmet alabiliyor; SGK ise örneğin yoğun bakım gibi yüksek maliyetli alanlarda usulsüz faturalarla dolandırılabiliyor. Pala, temel yaklaşımın hastaneleri ticarethane olarak değil, toplumsal ihtiyaca hizmet eden kurumlar olarak görmek olduğunu savunuyor. Sermaye birikimi ve kâr maksimizasyonuna hizmet eden yaklaşımın, özellikle “yoğun bakım ünitesi yatak sayısı üzerinde hasta kabulü” gibi uygulamalarla daha fazla SGK geliri elde etmeyi hedeflediğini, bu sırada hasta güvenliğinin arka plana itildiğini belirtiyor. Bu durum etik ve hukuki normlarla bağdaşmıyor. İNSAN YAŞAMINI SERBEST PİYASA EGEMENLİĞİNE TERK EDEN ANLAYIŞ Sağlıkta özelleştirme politikaları ile “Sağlık hizmetlerinin metalaştırılması”nın kanıksatılmaya çalışıldığını belirten Pala, “insan yaşamının pazardaki herhangi bir ürün gibi değerlendirilmesi kabul edilemez” ifadesini kullandı.  Ülke çapında ekonomik kriz ve gelir eşitsizliğinin arttığı bir ortamda, hastaların sağlık masraflarını karşılamakta zorlandığı, yüksek meblağlı tedavi faturalarının hastaları borç yükü altına soktuğu, buna bağlı olarak “tıbbi yoksulluk” kavramının giderek artış gösterdiği, hatta bazı hastaların gerekli tedavilerden vazgeçmek zorunda kaldığı biliniyor. Bu gidişat, “kar-odaklı sağlık” yaklaşımının sürdürülmemesi gerektiğini gözler önüne seriyor. YENİ VE GÜÇLÜ BİR DENETİM POLİTİKASINA İHTİYAÇ VAR Pala, Sağlık Bakanlığından beklenenin “hastanede yapılan denetimlerin sonuçlarını şeffaflıkla açıklamak, usulsüzlüklerde ağır yaptırımlar uygulamak ve kamucu sağlık anlayışını yeniden inşa etmek” olduğunu vurguluyor. Böyle bir sistemde, rant düzenine kayıtsız kalınmaz, hasta güvenliği ve kamu kaynaklarının korunması önce gelir. “Eğer biz bu şikâyetlere sadece bireysel olgular olarak bakarsak, gerçekte devasa bir sistem sorununu gözden kaçırmış oluruz. Böylece aynı sorun farklı illerdeki özel hastanelerde tekrarlanır” diyor. Nitekim dün yapılan TBMM Araştırma Komisyonu toplantısında, geçen yıl yapılan denetimlerde Urfa’da da çok sayıda bebeğin ölümüne yol açan bazı sorunların saptandığı, Komisyona çağrılan bilim insanları tarafından açıklanmıştı. Pala, soru önergesinin Sağlık Bakanlığı tarafından tatmin edici şekilde yanıtlanmasının yalnızca Özel İstanbul Şafak Hastanesi’ndeki şikâyetleri değil, özel sağlık sektörünün bütünü için önemli olduğunu, kamuoyunun bu yönde aydınlatılması gerektiğini belirtiyor.

Kayıhan Pala'nın ' verilerin çalınması' sorularına bakanlıktan yanıt geldi Haber

Kayıhan Pala'nın ' verilerin çalınması' sorularına bakanlıktan yanıt geldi

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın 4 Ekim 2024 tarihinde Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yazılı olarak yanıtlaması istemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) sunduğu “yurttaşların kişisel verilerinin çalındığı” iddialarıyla ilgili soru önergesine nihayet yanıt geldi. Ancak bu yanıt, önergedeki somut iddiaları cevaplamak yerine genel hukuk referansları ve bakanlık politikalarıyla yetinmesiyle dikkat çekti. Kamuoyunda “Sağlık Bakanlığına ait veri tabanlarından sızıntılar olduğu, verilerin çalındığı ve yasadışı ortamlarda satıldığı” şeklinde geniş yankı uyandıran iddialar, çarpıcı boyutlarıyla gündemdeki yerini koruyor. Sağlık Bakanlığından gelen kısa metin, kurumsal veri güvenliği tedbirlerine işaret etse de, verilerin çalınma teknikleri, hangi kapsamda sızıntıların gerçekleştiği, hangi verilerin internette satışa çıktığı ve iddialarla ilgili bakanlığın iç soruşturma adımları gibi kritik başlıkların çoğunu cevapsız bıraktı. “Bakanlığın Sessizliğini Ulaştırma Bakanı Bozdu” Milletvekili Pala, soru önergesinin genel gerekçesinde, Sağlık Bakanlığının veri ihlalleri konusunda kamuoyuna yeterli açıklama yapmadığına dikkat çekiyor. Oysa Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, 12 Eylül 2024 tarihli açıklamasında, “Pandemi sürecinde Bakanlığın (Sağlık Bakanlığı’nın) veri sızıntısı yaşadığını, bazı bilgilerin yetkisiz ellere geçmesinin engellenemediğini” kabul etmişti. Pala’nın önergesinde tam da bu itirafı vurgulayarak; “Pandemi döneminde hangi veriler sızdı, sızıntılar nasıl tespit edildi, sorumlular kimdi, hangi güvenlik önlemleri devreye alındı?” sorularına cevap istendi. Ancak bakanlığın sunduğu metinde, Ulaştırma Bakanı’nın itirafını teyit edecek veya açıklığa kavuşturacak herhangi bir ayrıntı yer almıyor. Soru Önergesinde 17 Ayrıntılı Soru Pala’nın önergesinde, 17 kapsamlı soru sıralandı. Bunlar arasında bakanlığın veri gizliliği politikası, verilerin hangi yasal dayanakla toplandığı, hangi algoritmalarla şifrelendiği, kimlerin erişim haklarına sahip olduğu, sızıntıların nasıl gerçekleştiği, sızan verilerin hangi kategorilerde olduğu, veri ihlallerinden sonra hangi hukuki süreçlerin başlatıldığı gibi konular bulunuyordu. Ayrıca, “Tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, yaşayan veya ölmüş 101 milyondan fazla kişinin verilerinin satıldığı iddiaları” ile “pandemi döneminde 7 milyon satırlık e-nabız tablosunun yasa dışı internet pazarlarında dolaştığına” dair güçlü bulgular hatırlatılmıştı. Önerge, bu verilerin gerçekte hangi sistemlerden (e-nabız, SağlıkNet, Halk Sağlığı Yönetim Sistemi vb.) sızmış olabileceğini öğrenmek istiyor, sızmalara dair teknik incelemenin sonuçlarını talep ediyordu. Bakanlığın Yanıtı Yine Yetersiz Sağlık Bakanlığının yanıtı ise birkaç paragraftan ibaret. Öncelikle 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun (“KVKK”) 8’inci, 9’uncu ve 28’inci maddelerindeki istisnalar haricinde üçüncü kişilerle veri paylaşılmadığı söyleniyor; bakanlığın Bilgi Güvenliği Politikaları Kılavuzu’na atıfta bulunuluyor. Ayrıca verilerin pandemi sürecinde sızdırıldığı iddiasının gerçeği yansıtmadığı ileri sürülüyor. Son kullanıcı kaynaklı veri ihlalinde KVKK Kuruluna bildirim yapıldığı ve savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu da ekleniyor. Fakat hangi olaylarda, ne zaman bu başvuruların yapıldığı veya hangi bulgularla karşılaşıldığı açıklanmıyor. Önergede Ne Soruldu, Bakanlık Ne Yanıt Verdi? Veri Gizliliği Politikası ve Bilinirliği: Pala, bakanlığın veri gizliliği politikasının ne kadar kapsamlı olduğu ve bu politikanın çalışanlar ile hastalar tarafından bilinip bilinmediğini sormuştu. Bakanlık ise kısa bir cümlede, “6698 sayılı Kanun’a aykırı işlem yapmıyoruz” diyerek geçiştirdi. Bu, politikanın kapsamı, personele verilen eğitimler veya hastalara sunulan bilgilendirmeyle ilgili hiçbir bilgi içermiyor. Sızma Yöntemi, Şifreleme Algoritması, Veri Tabanı Güvenliği: Önergede veri tabanının hangi şifreleme algoritmasıyla korunduğu, sızma tespit sistemlerinin nasıl çalıştığı, ağa dair güvenlik önlemlerinin hangi düzeyde olduğu gibi son derece teknik ve spesifik sorular var. Bakanlık yanıtında ise “her türlü teknik ve idari tedbir alınıyor” gibi genel ifadeler dışında bir detay göze çarpmıyor. Somut Olayların İncelemesi ve Sorumlular: Önerge, “Sızma anında sistemde hangi güvenlik önlemlerinin aktif olduğu, kimlerin sorguya çekildiği, sızıntının hangi tarihte fark edildiği, verilerin ne kadar süre boyunca korumasız kaldığı?” gibi spesifik sorulara dair net bilgi istiyor. Bakanlık, bu sorulara doğrudan yanıt vermeyerek, “gerçeği yansıtmamaktadır” ve “KVKK Kurumuna bildirimde bulunuyoruz” gibi yuvarlak ifadelerle yetiniyor. Halkın Bilgilendirilmesi ve Etkili Soruşturmalar: Önerge, sızıntılardan etkilenen vatandaşların nasıl haberdar edildiğini, veri sahiplerinin nasıl korunacağını açıkça soruyor. Oysa ki bakanlık cevabı bu sorunun etrafından dolanıyor; mağdur vatandaşların destek mekanizmalarına veya itiraz süreçlerine ilişkin bilgilendirme yapılmıyor. Panel: Yasa Dışı Veri Pazarının Varlığı Pala’nın önergesinde özel bir vurgu yapılmasa da, kamuoyunda “panel” denilen yasa dışı internet uygulamalarıyla milyonlarca yurttaşın kimlik, adres, telefon bilgileri, hatta e-nabız gibi sağlık kaydı verilerine kadar çok geniş bir yelpazede verilere erişildiği konuşuluyor. Haber siteleri ve bazı internet güvenliği araştırmacıları, bu “panel” uygulamalarının varlığını ve verilerin elden ele dolaştığını teyit eden görüntüleri paylaşmış durumda. Soru önergesinde “Sızdırılan veriler arasında hastaların tedavileri, kullandıkları ilaçlar yer alıyor mu?” sorusu da yer alıyor; ancak bakanlık bu konuda hiçbir somut bilgi sunmuyor. Kişisel Güvenlik ve Ulusal Güvenlik Boyutları Meclis soru önergesi, verilerin yasadışı şekilde satılmasının sadece bireysel bir sorun olmadığını, aynı zamanda ulusal güvenliği ilgilendiren derin bir mesele olduğunu vurguluyor. Bu konuyla ilgili basında, kadınların özel verilerinin (adres, telefon, sağlık geçmişi vs.) kötü niyetli kişilerin eline geçmesi durumunda taciz, ısrarlı takip, siber zorbalık ve istismara varan vakaların kolaylaşacağına dair uyarılar mevcut. Çocukların veya savunmasız grupların verilerinin sızdırılması ise çok daha büyük riskler içeriyor; insan kaçakçılığı, çocuk istismarı, kimlik sahtekârlığı gibi durumları besliyor. Dolayısıyla veri ihlali, basit bir “teknik sorun” değil; toplumsal ve ulusal güvenlik boyutları olan bir tehdit. Bakanlığın Resmî Sessizliği Sağlık Bakanlığı, 6698 sayılı Kişisel Verileri Koruma Kanunu ve ilgili yönetmeliklere atıf yapmakla yetinip konunun teknik ve pratik tarafına hiç değinmemiş durumda. “Veriler sızdırılmadı” ifadesiyle “Sızdırılma iddiaları gerçeği yansıtmıyor” cümlesi, Ulaştırma Bakanının itirafıyla çelişiyor. Bu tutarsızlık, soru işaretlerini gidermek yerine artırıyor. Pala’ya göre, “Bakanlığın kendi ağızından net bir zaman, olay veya sorumlu ismi duymadıkça, kamuoyuna yansıyan ‘108 milyonluk verinin satıldığı’ gibi iddialar sadece birer komplo teorisi olarak görülemez. Aksine, veri sızıntılarını doğrulayan çok sayıda bulgu var. Bu nedenle bakanlığın sorulara derinlemesine cevap vermemesi, güvenlik ve toplum sağlığı açısından büyük bir problem.” Verilerin Yasadışı Şekilde Kullanılma Riskleri Yine Pala’nın altını çizdiği bir husus, verilerin yasadışı kullanımı: Tıp bilgileri, hastalık geçmişi ve reçete kayıtları gibi hassas sağlık verilerinin kötü niyetli ellere geçmesi, sadece maddi çıkarlar için değil, kişisel şantaj, ayrımcılık, ticari manipülasyon ve sigortacılık alanında haksız avantaj elde etmek gibi birçok sakıncalı duruma yol açabilir. Panel denilen internet platformlarında, “adres, telefon, hastane kaydı, SGK bilgisi” hatta “kısırlık, HIV, kanser, psikiyatrik tedavi öyküsü” gibi derinlemesine verilerin dolaştığı iddiaları toplumsal bir korku yaratmış durumda. Bu endişeler, bakanlığın kısa ve belirsiz yanıtlarıyla yatışmadı. Pala: “Hem Bireysel Hem Ulusal Tehdit Söz Konusu” CHP Bursa Milletvekili Pala, yaptığı açıklamada, “Dijital çağda devletin temel sorumluluğu, vatandaşların verilerini korumaktır. Sağlık verileri, kişisel bilgilerin en mahrem bölümüdür. Bunların sızması, sadece bireysel bir zarar değil, ulusal güvenliği dahi tehdit edebilecek niteliktedir. Sağlık Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığının çelişkili ifadeleri, ortada bir veri ihlali olduğunu net biçimde gösteriyor. Gelgelelim bakanlık, önergeye teknik ayrıntılarla cevap vermek yerine 6698 sayılı Kanun’dan kopyalanmış genel hükümlerle yetiniyor. Biz, sızıntının nasıl engellenmediğini, hangi sistemlerin kullanıldığını, hangi tarihlerde hangi incelemelerin yapıldığını öğrenmek istiyoruz. Vatandaşlarımız, ‘108 milyon kişinin verisi satılık’ denince sarsılıyor ve devletten net bir açıklama bekliyor.” dedi. Soru Önergesinin Takibi Sürdürülüyor Pala, meclis içi ve dışındaki tüm denetim mekanizmalarının seferber edilmesi gerektiğini belirtti ve “Milyonlarca insanın adı, telefon numarası, adresi, hatta tıbbi geçmişi yasa dışı pazarlarda dolaşıyorsa, bu duruma sessiz kalmak, suistimalcileri cesaretlendirir. Kadınların, çocukların, hassas kesimlerin veri sızıntısı nedeniyle siber zorbalık veya ısrarlı takibe maruz kaldığına dair örnekler her geçen gün artıyor. Bu, basitçe bakanlığın ‘idari ve teknik önlemler alıyoruz’ diyerek geçiştiremeyeceği kadar ciddi bir durum” diyerek sözlerini noktaladı.

Kayıhan Pala: “Yenidoğan çetesi skandalında bakanlıkların cevapları çelişkili” Haber

Kayıhan Pala: “Yenidoğan çetesi skandalında bakanlıkların cevapları çelişkili”

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın, kamuoyuna “Yenidoğan Çetesi” başlığıyla yansıyan ve iddianameye göre en az 10 bebeğin ölümüne neden olduğu ileri sürülen suç örgütüne ilişkin hazırladığı iki ayrı soru önergesi, Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına 18 Ekim 2024’te gönderildi. Sağlık Bakanlığı kısmen bir açıklama yaptı, ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı henüz yanıt vermedi. Pala’ya göre her iki bakanlığın da olaya yeterince açıklık getirmemesi, ölümlere yol açan tıbbi ve hukuki ihmaller ile kasıtları daha da karanlıkta bırakıyor. Basında “Yenidoğan Çetesi” adıyla tanımlanan vakada, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından hazırlanan iddianamede, 2022 ile 2024 yılları arasında İstanbul’da bebeklerin anlaşmalı özel hastanelere sevk edilerek haksız kazanç sağlandığı, ihmaller ve olası kast nedeniyle bebek ölümlerinin gerçekleştiği yer alıyor. İddianame, 10 bebek ölümü gibi dehşet verici bir sonucu vurgularken, suç örgütünün çok sayıda özel hastanenin yeni doğan birimlerini yasa dışı olarak fiilen yönettiği, hastanelerin mevzuata aykırı biçimde örgütün kullanımına verildiği iddialarını da içeriyor. Özellikle, “Özel Hastaneler Yönetmeliği”nin 10. maddesinin altını çizen belgeler, hastane birimlerinin üçüncü kişilere kiralanamayacağı hükmüne vurgu yapıyor. Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın ilk soru önergesi, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’nun yanıtlaması talebiyle Meclis Başkanlığına sunulmuştu. Bu önerge, iddianamede adı geçen 19 özel hastaneye hangi tarihlerde ruhsat verildiğinden, bu hastanelerin denetim mekanizmalarının nasıl işlediğine; bebek ölümlerine ilişkin daha önce soruşturmaların olup olmadığından, işlenen suçlara 112 Acil Çağrı Merkezi çalışanlarının karıştığı iddialarına kadar uzanan kapsamlı bir dizi konuyu içeriyordu. Ayrıca soru önergesinde, bebek ölümlerine yol açan sebeplerin yanı sıra kayıt dışı ilaç satışı, sahte belgelerle SGK’nın dolandırılması ve hasta güvenliğini tehlikeye atan uygulamaların nasıl görmezden gelindiği sorgulandı. Pala, “Bu iddialar, sadece bir hastanede yaşanan münferit bir olay değil. 19 özel hastanenin isimleri geçiyor. Öyleyse bu skandalın boyutu çok daha geniş olabilir. Bakanlık, söz konusu hastaneleri ne ölçüde denetlemiştir?” diye konuştu. SAĞLIK BAKANLIĞININ YANITI: RUHSAT İPTALLERİ VE YETERSİZ BİLGİLER Sağlık Bakanlığı, 28 Ekim 2024 tarihli yazıyla iletilen soru önergesine 17 Aralık 2024’te yanıt verdi. Ancak cevapta, iddianamede zikredilen 19 hastaneden bazılarına ruhsat iptali uygulandığı, Bakanlık Teftiş Kurulu aracılığıyla bir inceleme/soruşturma yapıldığı, söz konusu hastanelerden Tekirdağ’daki Özel Çorlu Reyap Hastanesi ile İstanbul’daki Özel Reyap Hastanesi, Özel Avcılar Hospital Hastanesi, Özel TRG Hospitalist Hastanesi, Özel Birinci Hastanesi, Özel Esenler Güney Hastanesi, Özel Bağcılar Medilife Hastanesi, Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi, Özel Bağcılar Şafak Hastanesi ve Özel Silivri Kolan Hastanesinin ruhsatlarının iptal edildiği bildirildi. Fakat iptal tarihleri, iptale gerekçe teşkil eden somut bulgular, kaç bebeğin hangi koşullarda öldüğü gibi sorular yanıtsız bırakıldı. Pala bu durumu şu sözlerle eleştirdi: “Ruhsat iptali, ortada çok ciddi bir suç olduğunu gösteriyor. Ancak hangi kritere dayandılar, hangi aşamada devreye girildi, bebek ölümleriyle doğrudan bağlantı tespit edildi mi, hepsi belirsiz. Olayda en az 10 bebeğin öldüğü iddia ediliyor; devreye girme zamanı, nasıl bir inceleme yürütüldüğü, hangi hastane yönetimlerinin sorumlu olduğu gibi noktalarda hiçbir tatmin edici bilgi yok. Oysa kamuoyuna yansıyan bazı bilgiler söz konusu olayların İstanbul İl Sağlık. Müdürlüğü tarafından Cimer’e şikâyet edilmesinden daha önce bilindiğini açık olarak ortaya koyuyor.” ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞINA YÖNELTİLEN SORULAR Pala’nın aynı gün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına sunduğu ikinci önerge, işin SGK boyutuna odaklandı. Suç örgütünün bebekleri “ağır hasta” olarak gösterip SGK’ya yüksek tutarlı faturalar gönderdiği, hatta sahte belge düzenleyerek dolandırıcılık yaptığı, kayıt dışı ilaçların satışıyla kamu fonlarının istismar edildiği iddiaları soru önergesinin temelini oluşturdu. Pala, ilgili bakanlığa, 19 özel hastaneyle hangi tarihte sözleşme yapıldığını, denetim süreçlerinin nasıl işlediğini, SGK’nın bu usulsüzlüklere karşı neden “göz yumduğu” iddiasını, tespitlerin hangi yaptırımlar doğurduğunu, bebek ölümlerine dair soruşturmaların olup olmadığını sordu. Bugüne dek, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından herhangi bir yanıt alınamadı. KAMUOYUNDA GÜVENSİZLİĞİ TEŞVİK EDEN KAYITSIZLIK Sağlık Bakanlığının açıklaması, bazı hastanelerin ruhsatlarının iptal edildiğini ve yargılama sürecinin başladığını doğruluyor. Ancak önergenin spesifik soruları —örneğin bebek ölümlerinin hangi zaman aralığında ve hangi koşullarda gerçekleştiği, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğünün bu olayları neden denetlemediği, ruhsat verirken hangi ölçütlere dikkat edildiği, 112 Acil Çağrı Merkezinin suça nasıl karıştığı— yanıt bulmuş değil. Bunun yanı sıra, “kayıt dışı ilaç satışı, hastane içi anlaşmaların mevzuat ihlali boyutu, ölen bebeklerin ailelerine hangi bilgilendirmelerin yapıldığı” gibi kritik başlıklarda da eksik bir bilgilendirme söz konusu. Pala, “Yapılan açıklamada tek somut eylem olarak ruhsat iptalleri var, o da hangi tarihte ve hangi bulgulara dayanılarak alındı belli değil. 10 bebeğin ölümünden söz ediyorsak, ki bugüne kadar ortaya çıkan bulgu ve iddialar bu sayının çok daha fazla olabileceğine ve yalnızca bebek ölümleriyle sınırlı olmadığına işaret ediyor, bu kamu adına dehşet verici bir tablo. Sahte belgeler, nitelikli dolandırıcılık, hasta yakınlarından ek para alma gibi suçlamalar var. Bu kadar ağır iddialar olmasına karşın, soru önergelerimize yanıt verilmiyor maalesef, her iki bakanlık da bu skandalın arkasında yatan gerçeklerin ortaya çıkmasından endişe duyuyor anlaşılan” şeklinde yorum yaptı. “SKANDAL, DENETİM ZAAFINI AÇIKÇA GÖSTERİYOR” Yaşananlar, Türkiye’de özel hastaneler üzerindeki denetim mekanizmalarının yetersizliğini gün yüzüne çıkarmış görünüyor. Hem Sağlık Bakanlığı hem de SGK, özel hastanelerin faaliyetlerini hangi aralık ve hangi derinlikte denetlediklerini yanıtlamaktan kaçınmış durumda. Soru önergelerinde “Son 10 yılda bu hastanelerde benzer şikâyet veya olaylar olmuş mudur? Bu konularda hazırlanmış raporlar var mıdır?” soruları da yanıtsız kaldı. Pala, bu duruma işaret ederek, “Özel hastanelerin mevzuata aykırı olarak birimlerini başka şirketlere kiraya vermesi, 112 Acil çalışanlarının suç örgütüyle el ele çalışması gibi iddialar ortadaysa, buradaki denetim boşluklarını görmek zor değil. Üstelik bu hastanelerden birinin ortağı da AKP’nin eski Sağlık Bakanlarından Dr. Mehmet Müezzinoğlu. Çalışma Bakanlığı ise hiç sesini çıkarmayarak suça konu SGK ödemelerindeki zaafı aydınlatmıyor” ifadelerini kullandı.  “AİLELERİN VE HALKIN BEKLENTİLERİ CEVAPLANMALI” “Hayatını kaybeden bebeklerin aileleri acı içinde, yurttaşlar özel sağlık kuruluşlarına karşı derin bir güvensizliğe itiliyor. Vaka dosyaları iddianamede var ama bakanlıklardan gelen bilgi yok denecek kadar az. Gelinen noktada iki bakanlık da sorumluluktan kaçınan, eksik bilgilerle konuyu örtbas etmeye çalışan bir tutum sergiliyor.” diyen CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, bakanlıkların net ve kapsamlı bir açıklama yapması gerektiğini belirtti. SGK CEPHESİNDEKİ SESSİZLİK RAHATSIZ EDİYOR Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının henüz cevap göndermemesi, skandalın SGK boyutuna dair tüm soru işaretlerini gölgede bırakıyor. Oysa hastanelerin usulsüz veya sahte tedavi faturalarıyla SGK’den yüksek tutarlar tahsil ettiği, kamu kaynaklarına zarar verdiği yönünde çok ciddi iddialar var. Pala, “Bebek yoğun bakım birimlerini fiilen kiralayıp SGK kaynaklarını istismar eden bir suç örgütü var olduğuna göre, bu tip dolandırıcılık eylemlerinin boyutları nedir? Türkiye genelinde benzer olaylar yaşanmakta mıdır? Bu dolandırıcılık karşılığında ne kadar yersiz ödeme yapılmıştır? Denetimler nasıl atlanmıştır? İhmali olan yetkililer kimlerdir? Bunlar hayati sorular. Fakat Bakanlığın sessizliği, SGK’deki denetim eksikliğini ve sistem zafiyetini örtme, sorumluluktan kaçma izlenimi veriyor” eleştirisinde bulundu. “GERÇEĞİN ORTAYA ÇIKARILMASI VE SORUMLULARIN HESAP VERMESİ HALKIN HAKKI” Pala, yaptığı açıklamada, Yenidoğan Çetesi skandalının, sistemin çürümüşlüğünü bir kez daha gözler önüne serildiğini hatırlattı. “Bir yanda bebeğini kaybetmiş aileler, diğer yanda haksız kazançla dolandırılan SGK, ortada yüzlerce belgede sahtecilik iddiası, 112 Acil çalışanlarının dahli gibi vahim durumlar var. Böyle bir olayda bakanlıklar sorumluluklarından kaçamaz. İhmal ve kayıtsızlık da kamu kurumlarının hesap vermesini gerektiren olaylardır. Tüm boyutlarıyla kamu yararına geniş bir araştırma gereklidir. Hayatını kaybeden bebeklerin ailelerine ve tüm yurttaşlarımıza bunu borçluyuz.” sözleriyle, her iki Bakanlıktan da hızlı ve şeffaf bir soruşturma talebinde bulundu. SAĞLIK SİSTEMİNDE ÇÜRÜME, ÇÖKÜŞ VE ÇETELEŞME TBMM Bebek Ölümlerini ve Özel Sağlık Kuruluşlarını Araştırma Komisyonu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Yenidoğan Çetesi skandalı, sağlık sistemindeki çürüme ve çöküşün yol açtığı çeteleşmeyi açık olarak ortaya koymuştur. Komisyon toplantılarında elde edilen bilgiler çeteleşmenin yalnızca yenidoğan çetesi olarak adlandırılan suç örgütüyle sınırlı olmadığını da göstermektedir. Bu skandalın arkasında AKP tarafından 2003 yılında uygulamaya konulan Sağlıkta Dönüşüm Programının sağlık sistemini ticarileştirmesinin büyük payı bulunmaktadır. Sağlık sisteminin çeteleşmeye yol veren özellikleri titizlikle incelenmeli, sorumlular kesinkes cezalandırılmalıdır. Ülkemizin kamucu, eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli bir sağlık sistemine ihtiyacı vardır.”

Kayıhan Pala: "Sağlık verilerinin akıbeti belirsizliğini koruyor" Haber

Kayıhan Pala: "Sağlık verilerinin akıbeti belirsizliğini koruyor"

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın, Sağlık Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan e-Nabız sistemine ilişkin 21 Ekim 2024 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunduğu ve Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’ndan yazılı yanıt beklentisiyle yönelttiği soru önergesi yanıtsız kaldı. E-NABIZ VE GÜVENLİK ENDİŞELERİ  Kamuoyuna yansıyan iddialara göre, e-Nabız uygulamasının Katar’a yüksek bir bedelle satıldığı öne sürülmüştü. Ayrıca uygulamanın yazılım ve bakım süreçlerini üstlenen iki teknoloji firması arasında da fikri mülkiyet hakları tartışması nedeniyle açılmış bir dava bulunuyor. Bu durum, verilerin olası ticari kullanımını ve kişisel verilerin güvenliğini tartışmalı hale getiriyor. Oysa e-Nabız, “Türkiye’nin güvenilir kişisel sağlık kaydı sistemi” olarak tanıtılıyor ve uygulamada veri sorumlusu konumundaki Sağlık Bakanlığının kişisel sağlık verilerini korumakla yükümlü olduğu biliniyor. BAKANLIK HALKIN ENDİŞELERİNİ DİKKATE ALMIYOR CHP Bursa Milletvekili Pala, Bakanlığın bu konudaki sessizliğine tepki göstererek, “Milyonlarca yurttaşın kişisel sağlık verileri, iddialara göre ticari anlaşmalar ve bürokratik çıkar çatışmalarıyla gündemde. Bakanlık, şeffaf olmak yerine susarak halkın endişelerini ve kuşkularını artırıyor. Sağlık Bakanlığının böylesi hassas bir konuda yurttaşlara hesap verme zorunluluğu var.” ifadelerini kullandı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu’nun pandemi döneminde sağlık sisteminden veri sızıntısı gerçekleştiğini açıklamasını da hatırlatan Pala, “Sağlık Bakanlığı sisteminden kişisel verilerin çalındığını yakın zamanda bizzat Ulaştırma ve Altyapı Bakanı beyan etmişti. Bu beyan ortadayken e-Nabız uygulamasıyla ilgili endişelerin dikkate alınmaması yetkililerin niyetini maalesef tartışmalı hale getiriyor.” şeklinde konuştu. BAKAN YARDIMCILARI DAVALIK OLDU Sağlık Bakanlığını ilgilendiren önerge, e-Nabız sistemine dair ortaya atılan Katar’a satış iddiasından iki şirket arasındaki fikri mülkiyet kavgasına kadar birçok başlığı içeriyor. CHP’li Pala, e-Nabız sisteminin herhangi bir üçüncü ülkeye satılmasının ne anlama geldiğini, bu satış veya anlaşmazlıklar sonucunda vatandaşların kişisel verilerinin ticari bir meta haline gelip gelmeyeceğini, uygulamanın 2017’de yeniden yazıldığı iddiasının hangi teknik ve hukuki gerekçelere dayandığını sorguluyor. Ayrıca, söz konusu davada Bakan Yardımcılarının ve üst düzey bürokratların isimlerinin geçiyor olması, çıkar çatışması veya menfaat ilişkisinin olup olmadığı endişesini doğuruyor. ÖNERGEDE GÜNDEME GELEN SORULAR  Pala’nın soru önergesinde öncelikle “e-Nabız’ın Katar’a satıldığı iddialarının doğruluğu” sorgulanıyor. Ardından uygulamanın fikri mülkiyet hakları meselesinin, milyonlarca yurttaşın sağlık verilerini kapsayan e-Nabız’da nasıl bir risk oluşturduğu irdeleniyor. Meclis gündemine getirilen diğer sorular, sistemin hangi teknoloji şirketleri tarafından geliştirildiğini, 2017’de baştan yazıldığı iddiasının kapsam ve amaçlarını, bu süreçte ortaya çıkan veri paylaşımına dair endişeleri içeriyor. Önerge, Sağlık Bakanlığında görev yapan iki Bakan Yardımcısı ve davaya taraf olan iki teknoloji şirketi arasında olası bir çıkar çatışması veya ortaklık bulunup bulunmadığı sorusunu da gündeme taşıyor. Kişisel verilerin gizliliğini sağlamakla yükümlü olan Bakanlığın, bu konudaki tutumunu açıklamaması yalnızca TBMM’nin değil, kamuoyunun da cevap beklediği soruların örtbas edildiği anlamına geliyor.  KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI AYNI ZAMANDA BİR ULUSAL GÜVENLİK MESELESİ  e-Nabız sisteminin, kişisel sağlık verilerini merkezileştirip vatandaşa dijital ortamda kolay erişim sağlayan önemli bir platform olduğu biliniyor. Ancak yüksek hassasiyet derecesindeki bu verilere başka kurumlar veya ülkeler tarafından erişilmesi olasılığı, kamuoyunda ciddi endişeler yaratıyor. Önergede dile getirilen soru işaretleri, vatandaşlara ait verilerin hukuka aykırı şekilde paylaşılması ya da fikri mülkiyet anlaşmazlıkları üzerinden zafiyet oluşması olasılığını artırıyor. Pala, konunun önemine vurgu yaparak, “Sağlık sistemiyle ilgili böylesine kritik bir konuda kamuoyuna bilgi vermekten kaçınılması nedeniyle fikri mülkiyet çatışmaları, büyük ölçekli bürokratik menfaat iddiaları ve olası veri satışı gibi konulardaki karanlık derinleşmiştir. Bu yalnızca yurttaş güvenliği değil, aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur.” şeklinde konuştu. Prof. Dr. Kayıhan Pala, soru önergesindeki konularla ilgili Sağlık Bakanlığından resmi bir açıklama beklediklerini belirtiyor. Vatandaşların kişisel sağlık bilgileri üzerindeki hak ve güvenlik kaygılarının, yasama organına yöneltilen bu soruların cevaplanmaması nedeniyle daha da derinleştiğini hatırlatarak, süreci takip etmeyi sürdüreceğini ifade ediyor.

Bursa’da Sağlık Çalışanları iş bıraktı Haber

Bursa’da Sağlık Çalışanları iş bıraktı

Bursa Tabip Odası (BTO), Genel Sağlık İş Sendikası Bursa Şubesi, HEKİM SEN Bursa Şubesi, Hekimler Birliği Sendikası Bursa Şubesi, Sağlık ve Sosyal Hizmetler Emekçileri Sendikası Bursa Şubesi (SES), Bursa Aile Hekimleri Derneği (BURSAHED) ile Birlik ve Dayanışma Sendikası’nın çağrısıyla Bursa İl Sağlık Müdürlüğü önünde bir araya gelen sağlık çalışanları basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan ortak açıklamayı Bursa Aile Hekimleri Derneği Bursa Şube Başkanı Dr. Zeynep Özsevimli okuyarak, “Bu yönetmelikle hekimlerin yazdığı reçeteler baskı altın alınmakta; antibiyotik, ağrı kesici ve mide ilaçları yazmamız kısıtlanmaktadır. Hastaların tıbbi durumu, ihtiyacı neyi gerektiriyorsa bizler o ilacı yazmakla yükümlüyüz. Hastasını tedavi etti diye hekimlerin, sağlık çalışanlarının gelirinin azaltmak hangi mantığa sığar? Soruyoruz! Yönetmelikle, Sorumlu olduğumuz nüfus içinden 6 ay ASM’ye başvurmayan kişiler için de gelirimiz kesiliyor. Hastalarımız verdiğimiz tedavi ve önerilerimizle sağlıklı olduysa bize neden başvursun?  Yine soruyoruz: Hastasının sağlığını korudu diye hekimlerin, sağlık çalışanlarının gelirinin azaltmak hangi mantığa sığar? Ey Sağlık Bakanlığı, 2025 bütçesinde de kaynakların %50’den fazlasını hastaneler ayırdığınızı gördük. Her bir kişinin yılda 12 defa doktora başvurmasıyla övündüğünüzü duyuyoruz.  Para getiren tedavi edici hizmetleri sürekli öne çıkarttınız, hastaların gerekmediği durumlarda bile 3. Basamak hastanelere, özel hastanelere gitmelerini teşvik ediyorsunuz. Herkesin her istediği zaman, istediği hastaneye başvurmasının önünde hiçbir engel yokken, yılda 7 defadan fazla hastaneye başvuran hastalarımız için aile hekimliği çalışanlarından para kesmek hangi mantığa sığar? Sevk zincirinin gerektirdiği koşulları sağlamadan, gizli bir sevk sistemine zorluyorsunuz. Aile hekimliğini amacı dışındaki iş yükü ile işlemez hale getirmişken hastaların hastaneye başvurmasını nasıl ve niçin engellememizi bekliyorsunuz?” dedi. Dr. Zeynep Özsevimli sözlerine şu şekilde devam etti, “Bakanlık yetkililerinin öve öve bitiremedikleri Hastalık Yönetim Platformu (HYP) hastaya fayda sağlamadığı gibi bizi veri giriş memuru yapmaktan başka işe yaramıyor. Yönetmelikle; Bir yandan 3500 nüfusa hizmet vermemiz, çok sayıda poliklinik yapmamız istenirken aynı zamanda kronik hastalıkları HYP sistemine girmemiz bekleniyor. HYP ye veri girişi kronik hastalık tarama ve takibi değildir. Aile hekimleri zaten yıllardır bu hastalıkların takip ve tedavisini ulusal ve uluslararası rehberlere uygun olarak yapmaktadır. Sağlık Bakanlığının ülkemiz için gelecekte önemli bir sağlık sorunu ve yükü olacak bu hastalıkların takibini sadece bir yazılım sistemine 2-3 dk lık veri girişi olarak görmesi, toplum sağlığı için endişe vericidir. Soruyoruz; Hastalarımızın bilgilerini Aile Hekimliği Bilgi Sistemi dışında başka bir programa girmemizin mantığı nedir? Hastaya faydası olmayacak bu işlemi Bakanlık bizden neden istemektedir? Bakanlık bu verileri bilimsel makale yapıp birilerini doçent profesör yapmanın peşinde midir? Açıkça söylüyoruz; Hekimler veri toplama memuru değildir. Hastaların tıbbi takibini zaten yapıyoruz, gerekli tedavileri planlıyor, önerilerde bulunuyoruz. Hastalara faydası olmayacak veri girişlerini yapmamız için bizi zorlayamazsınız. Bu yönetmelik hekimleri ve hekimler üzerinden hemşire, ebe ve sağlık emekçilerinin tamamını yukarıda anlattığımız gibi hastaya faydası olmayan hizmetler ve kriterler üzerinden puanlamaktadır. Yetmiş puanın altında puanımız olursa sözleşmemizi feshedilmektedir.  Bu şekilde hekimler puan toplayan bilgisayar oyun figürlerine dönüştürülmekte, işine son verme tehdidiyle meslek bağımsızlığı ve meslek onuru ayaklar altında alınmaktadır.  Eziyete dönüşen Aile Hekimliği Performans ve Ödeme Yönetmeliği derhal geri çekilmelidir.” Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Sağlıkta çürüme, çöküş var. Karşılanmasını istediğiniz talepler çürüme ve çöküşle ilgili. Bebek ölüm hızı gibi sağlık sistemini gösteren en büyük gösterge, azalacağına artmaya başladı. Bizde binde 9du 10’a yükseldi. Bakanlığa sorduk, 6 Şubat depremleri oldu dediler. Fakat bebek ölümlerinde artış gösteren iller 11 ilden fazla. Yeni doğan çetesi öfkemizi artırdı. 2020’den beri İstanbul’da bebek ölümleri artış gösteriyor. Haksızlıklar kabul edilemez. Emekli ve asgari ücretlerinde düşüklükler de göz önünde. Sorun kaynaklar değil, kaynakların dağıtımındaki adaletsiz tercihler. Nitelikli bir sağlık sistemine ihtiyacımız var” şeklinde konuştu. Açıklamada konuşan Bursa Tabip Odası Başkanı Kadir Binbaş, “Vergide, sağlıkta her şeyde adalet istiyoruz. Adalet yoksa ekmek yoktur. Haklıyız, kazanacağız” ifadelerini kullandı. Basın açıklamasının tamamı şu şekilde; Haklıyız Kararlıyız! Yarattığınız Sorunlar Çözülene Kadar Mücadeleye Devam Edeceğiz! Bugün sağlık emek meslek örgütleri ile birlikte sahada canla başla çalışan hekim, ebe, hemşire ve sağlık emekçileri olarak binlercemiz yeniden sağlık müdürlüklerinin önündeyiz. Üçüncü defa iş bırakıyoruz. Sağlık Bakanlığı’na sesleniyoruz. Halkın sağlığını korumak ve geliştirmek istiyor musunuz? Hekimlerin, ebe, hemşire ve sağlık emekçilerinin sorunlarını çözmek istiyor musunuz? Duyuyorsunuz biliyoruz. Ancak anlamıyorsunuz, ne yapacağınızı bilmiyorsunuz.  Kasım ayında anlattık! Aralık ayında anlattık! Ocak ayı geldi. Biz bir kez daha anlatalım. Bu yönetmelikle hekimlerin yazdığı reçeteler baskı altın alınmakta; antibiyotik, ağrı kesici ve mide ilaçları yazmamız kısıtlanmaktadır. Hastaların tıbbi durumu, ihtiyacı neyi gerektiriyorsa bizler o ilacı yazmakla yükümlüyüz. Hastasını tedavi etti diye hekimlerin, sağlık çalışanlarının gelirinin azaltmak hangi mantığa sığar? Soruyoruz! Yönetmelikle, Sorumlu olduğumuz nüfus içinden 6 ay ASM’ye başvurmayan kişiler için de gelirimiz kesiliyor. Hastalarımız verdiğimiz tedavi ve önerilerimizle sağlıklı olduysa bize neden başvursun?  Yine soruyoruz: Hastasının sağlığını korudu diye hekimlerin, sağlık çalışanlarının gelirinin azaltmak hangi mantığa sığar? Ey Sağlık Bakanlığı, 2025 bütçesinde de kaynakların %50’den fazlasını hastaneler ayırdığınızı gördük. Her bir kişinin yılda 12 defa doktora başvurmasıyla övündüğünüzü duyuyoruz.  Para getiren tedavi edici hizmetleri sürekli öne çıkarttınız, hastaların gerekmediği durumlarda bile 3. Basamak hastanelere, özel hastanelere gitmelerini teşvik ediyorsunuz. Herkesin her istediği zaman, istediği hastaneye başvurmasının önünde hiçbir engel yokken, yılda 7 defadan fazla hastaneye başvuran hastalarımız için aile hekimliği çalışanlarından para kesmek hangi mantığa sığar? Sevk zincirinin gerektirdiği koşulları sağlamadan, gizli bir sevk sistemine zorluyorsunuz. Aile hekimliğini amacı dışındaki iş yükü ile işlemez hale getirmişken hastaların hastaneye başvurmasını nasıl ve niçin engellememizi bekliyorsunuz? Bakanlık yetkililerinin öve öve bitiremedikleri Hastalık Yönetim Platformu (HYP) hastaya fayda sağlamadığı gibi bizi veri giriş memuru yapmaktan başka işe yaramıyor. Yönetmelikle; Bir yandan 3500 nüfusa hizmet vermemiz, çok sayıda poliklinik yapmamız istenirken aynı zamanda kronik hastalıkları HYP sistemine girmemiz bekleniyor. HYP ye veri girişi kronik hastalık tarama ve takibi değildir. Aile hekimleri zaten yıllardır bu hastalıkların takip ve tedavisini ulusal ve uluslararası rehberlere uygun olarak yapmaktadır. Sağlık Bakanlığının ülkemiz için gelecekte önemli bir sağlık sorunu ve yükü olacak bu hastalıkların takibini sadece bir yazılım sistemine 2-3 dk lık veri girişi olarak görmesi, toplum sağlığı için endişe vericidir. Soruyoruz; Hastalarımızın bilgilerini Aile Hekimliği Bilgi Sistemi dışında başka bir programa girmemizin mantığı nedir? Hastaya faydası olmayacak bu işlemi Bakanlık bizden neden istemektedir? Bakanlık bu verileri bilimsel makale yapıp birilerini doçent profesör yapmanın peşinde midir? Açıkça söylüyoruz; Hekimler veri toplama memuru değildir. Hastaların tıbbi takibini zaten yapıyoruz, gerekli tedavileri planlıyor, önerilerde bulunuyoruz. Hastalara faydası olmayacak veri girişlerini yapmamız için bizi zorlayamazsınız. Bu yönetmelik hekimleri ve hekimler üzerinden hemşire, ebe ve sağlık emekçilerinin tamamını yukarıda anlattığımız gibi hastaya faydası olmayan hizmetler ve kriterler üzerinden puanlamaktadır. Yetmiş puanın altında puanımız olursa sözleşmemizi feshedilmektedir.  Bu şekilde hekimler puan toplayan bilgisayar oyun figürlerine dönüştürülmekte, işine son verme tehdidiyle meslek bağımsızlığı ve meslek onuru ayaklar altında alınmaktadır.  Eziyete dönüşen Aile Hekimliği Performans ve Ödeme Yönetmeliği derhal geri çekilmelidir. Bakanlık birinci basamağı güçlendirmek istiyorsa daha ciddi sorunlarla uğraşmalıdır. Öncelikle ASM’leri ticarethane mantığından çıkarmalıdır. ASM’lerin giderleri Aile Hekimleri tarafından devletin verdiği cari giderden karşılanmaktadır. Aile sağlığı merkezlerine verilen cari gider içindeki elektrik su tıbbi malzeme asgari ücret giderleri enflasyon oranının kat ve kat üzerinde artarken cari gideri verilen memur enflasyonu kadar artış cari gideri birçok aile sağlığı merkezinde yapılan giderleri karşılayamaz hale getirmiştir. Birçok aile sağlığı merkezinde aile hekimleri cebinden para harcar duruma gelmiştir. Dolayısıyla aile sağlığı merkezinin finansmanı aile hekiminin üzerine yıkılmıştır. Bizler hekimiz, esnaf değiliz ! Hastalarımızın sağlığından başka bir şey düşünmek zorunda bırakılmak istemiyoruz. Bu sistemle ASM’ler de çalışan ebe ve hemşirelerin tavan katasıyı artırılmadığı için ciddi maddi kayıplar yaşanmaktadır. Aile Sağlığı merkezinde çalışan ebe ve hemşirelerin maaşları, ilçe sağlık müdürlüğü ve idari bürolarda çalışanların çok altına inmiş, entegrelerde çalışan aile hekimi, hemşire ve ebelere düşüşün üstüne beşer nöbet eklenince toplu istifalar olmuştur.  Bu sorun çözülemediği takdirde ASM’ler de ve Entegre ilçe hastanelerinde çalışacak hekim, ebe ve hemşire kalmayacaktır. Bizler aile sağlığı merkezlerinde çalışan hekim, hemşire, ebe ve sağlık emekçileri olarak üretimden gelen gücümüzü kullanarak bu hafta iş bırakıyoruz. Sağlık Bakanlığı iş bırakma süresinde ne yapıyor? Bebek ölümlerini engelleyecek denetimleri yapacak eleman zaman bulamayan müdürlükler her gün ASM’leri günde iki defa dolaşarak tutanak tutuyor hukuksuz bir şekilde cezalar vererek eylemimizi engellemeye  çalışıyor. Oysa biz Anayasal hakkımızı kullanıyoruz. Çünkü sağlık sistemini bir sorunlar yumağı haline getirdiniz. Hastanelerde, ASM’ler de çalışan hekimleri sağlık emekçilerini tükettiniz. Sağlık kurumlarımızı ticarethaneye, hastalarımızı sadece hastalıklarından para kazanılan kişilere çevirdiniz. Sizin yarattığınız sistem bebekleri öldürürken seyirci kaldınız. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile yarattığınız sistem ne hastaları ne de bizi mutlu etmiyor. O nedenle sadece biz değil hastalarımız da yanımızda.  Biz burada mesleğimiz, emeğimiz ve yurttaşlarımızın sağlığı için bir araya geldik.  Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği geri çekilmelidir. Hekimlere, ebelere, hemşirelere ve sağlık emekçilerine yeterli puanı alamadı diye sözleşme feshi ile tehdit edilmesine izin vermeyeceğiz Bizler bu eylemlerle meslek onurumuza sahip çıkarken halkımızın sağlık hakkını da savunuyoruz. Sağlıklı bir toplum ve iyi çalışan bir sağlık sistemi için daha önce de dile getirdiğimiz beş talebimizi hatırlatmaya devam edeceğiz: 1. Kamusal bir hizmet olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin fiziki ve tıbbı donanımı ve aile sağlığı merkezleri kamu tarafından sağlanmalıdır. 2. Halkımıza nitelikli bir sağlık hizmeti sunabilmemiz için yeterli zaman ve olanak sağlanmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği ve ekip anlayışını gözeten bir sistem inşa edilinceye kadar Aile Sağlığı Merkezi sayısı hekim başına 2.000 nüfusu aşmayacak şekilde artırılmalıdır. 3. Aile Hekimliği’nde güvencesiz ve kadrosuz istihdamı kabul etmiyoruz. Aile sağlığı merkezlerinde nüfus yapısına göre yeterli hemşire, ebe, teknisyen görevlendirilmeli, aşılama ve diğer koruyucu hekimlik uygulamaları desteklenmeli, geliştirilmelidir. Ebe ve hemşirelerin maaş ve teşvik ödeme kriterleri; Aile Hekiminin çalışma kriterleri ile değil kendi mesleki sorumluluklarına göre düzenlenmelidir. Aile Sağlığı Çalışanlarının Kanun değişikliği gerektiren teşvik ücreti katsayısı en az iki  katı ve tavan ücreti en az üç katı  oranında  artırılmalıdır.  4.Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan hekim, ebe, hemşire ve   sağlık emekçilerine   emekliliğe yansıyacak tek kalemden oluşan, insanca yaşamaya yetecek düzeyde, izin kullandıklarında, hastalandıklarında, çocuğu olduğunda veya ailesinden biri öldüğünde kesilmeyecek maaş ödenmelidir. 5.  Sağlıkta şiddeti artıracak düzenlemeler değil şiddetin önlenmesini sağlayacak etkin ve caydırıcı tedbirler alınmalı, etkili şiddet yasası çıkarılmalı ve sağlık çalışanlarının can güvenliği sağlanmalıdır. Taleplerimiz sadece kendi haklarımız için değil halkımızın eşit, ücretsiz, erişilebilir ve daha nitelikli bir sağlık hizmeti almasını sağlamak için önemlidir. Bu nedenle eylemlerimize halkımızın da desteğini bekliyoruz. Taleplerimiz gerçekleşene kadar çeşitli eylem ve etkinliklerle sağlık otoritesini harekete geçme konusunda zorlamaya devam edeceğimizi, sonuç alıncaya kadar vazgeçmeyeceğimizi tüm kamuoyuna bildiriyoruz. Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Birlik ve Dayanışma Sendikası BURSAHED Bursa Tabip Odası Genel Sağlık-İş Bursa Şubesi Hekim Birliği Sendikası Bursa Şubesi Hekimsen Bursa Şubesi SES Bursa Şubesi

CHP'li Pala 'öğrenci servisi' kazasını Meclis gündemine taşıdı Haber

CHP'li Pala 'öğrenci servisi' kazasını Meclis gündemine taşıdı

CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, Bursa’nın Büyükorhan ilçesinde taşımalı eğitim sistemine dâhil olmadıkları gerekçesiyle okul servisinden indirildikten sonra geçirdikleri kaza sonucu yaralanan lise öğrencilerinin durumunu Meclis gündemine taşıyan bir yazılı soru önergesi verdi. 6 Kasım 2024’te Meclis Başkanlığına sunulan önergeye, aradan geçen zamana karşın Milli Eğitim Bakanlığından herhangi bir yanıt verilmedi. CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, Bursa ili Büyükorhan ilçesinde meydana gelen trafik kazasına ilişkin olarak Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yanıtlaması istemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na bir soru önergesi sundu. Kazada ağır yaralanan lise öğrencisinin, aradan iki aydan fazla zaman geçmesine rağmen bilincini kaybetmiş şekilde hâlen hastanede tedavi görmekte olması; kırsal bölgede yaşayan lise öğrencilerinin taşımalı eğitim sistemine erişememesinin ciddi sonuçlarını bir kez daha gündeme taşıdı. “LİSE ÖĞRENCİLERİ, TRAFİK KONTROLÜ NEDENİYLE SERVİSTEN İNDİRİLDİ” Geçtiğimiz Ekim ayında Bursa ili Büyükorhan ilçesi Aktaş köyünde yaşayan ve Büyükorhan merkezdeki okullarına gitmek için öğrenci servisine binen lise öğrencileri, yol kontrolünde “lise öğrencilerinin taşımalı sistemde yer alamayacağı” gerekçesiyle servisten indirildi. Kendilerini okula götürecek alternatif bir servis ya da ulaşım aracı olmayınca otostop yapmak zorunda kaldılar. Bu sırada bindikleri traktörün devrilmesi sonucu öğrencilerden biri ağır yaralandı. Kaza esnasında başından ciddi şekilde darbe alan gencin iki aydan uzun süredir bilincinin kapalı olduğu ve hastanedeki tedavisinin devam ettiği öğrenildi. “ZORUNLU EĞİTİM 12 YIL AMA LİSE ÖĞRENCİSİ TAŞIMA SİSTEMİNDE YOK” Kaza, kırsal bölgede yaşayan lise öğrencilerinin taşımalı eğitim sisteminden yararlandırılmamasını yeniden tartışmaya açtı. Mevcut yönetmeliğe göre, ilköğretim (ilkokul ve ortaokul) düzeyindeki öğrenciler için “taşıma yoluyla eğitime erişim” hakkı tanınırken, zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılmış olmasına rağmen lise öğrencileri bu sistemin dışında tutuluyor. CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, soru önergesinde bu duruma şöyle dikkat çekti: “Ülkemizde zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarıldığını iddia ediyoruz; ancak kırsal kesimde yaşayan lise öğrencilerini taşıma sisteminden dışlayarak mağdur ediyoruz. Bursa Büyükorhan’daki kaza, bu çarpıklığın üzücü sonuçlarından sadece biri.”  “MAĞDUR LİSE ÖĞRENCİLERİ VE AİLELERİYLE KİM İLGİLENECEK?” Soru önergesinin bir diğer kritik başlığı, kazada ağır yaralanan öğrencinin ve ailesinin yaşadığı zorluklarla ilgili. İki aydan fazla süre geçmesine rağmen bilinci kapalı durumda tedavi gören gencin geleceğinin belirsiz olduğunu vurgulayan Pala, “Bu çocuğun durumu, Türkiye’deki taşımalı eğitim sisteminin ciddi bir eksiğini gözler önüne seriyor. Peki, ailesinin yaşadığı mağduriyetin hesabını kim verecek?” diye konuştu.  “ÖĞRENCİLERİ SERVİSTEN KİM İNDİRDİ, KURALLAR NEYE GÖRE BELİRLENDİ?” Pala, önergede Milli Eğitim Bakanlığı’na şu temel soruları yöneltti: Lise öğrencilerinin taşıma yoluyla eğitim hakkından yararlandırılması için bir eylem planı var mıdır? Neden lise öğrencileri bu sistemin dışında tutularak mağdur edilmektedir? Türkiye genelinde, kırsal bölgede yaşadığı ve yerleşim yerinde lise olmadığı için taşımalı sistemden yararlanması gerektiği halde yararlanamayan öğrenci sayısı illere göre kaçtır? Bu olayı protesto eden öğrencilerin herhangi bir disiplin yaptırımına tabi tutulup tutulmadığı ve kazada ağır yaralanan öğrencinin sorumluluğunun kimde olduğu da sorular arasında yer alıyor.  “BU KAZA GÖZ ARDI EDİLEMEZ” Milletvekili Pala, kaza sonrası konuyla ilgili protesto gösterisi yapan öğrencilerin, okul yönetimleri tarafından disiplin cezalarıyla karşı karşıya kaldığına dair duyumlar aldıklarını belirtti. “Bu trajik olayın ortaya çıkışında, öğrencilerin suçu yoktur. Onlar sadece okullarına gitmeye çalışıyorlardı. Taşıma sistemiyle ilgili yasal boşluk ya da yönetmelik engeli yüzünden yolda kaldılar. Üstelik bu haksızlığı protesto eden öğrencilere disiplin cezası verilmesi kabul edilemez,” ifadelerini kullandı. “KAZANIN SORUMLULUĞU KİMDE?” Kaza sonucunda ağır yaralanan ve iki aydır bilinci kapalı bulunan öğrencinin ailesi için büyük bir mağduriyet söz konusu. Pala, “Zorunlu eğitimin kapsamı tüm öğrenciler için 12 yıl olarak ifade ediliyorsa, bu çocuğun eğitim hakkı nasıl korunmamış oldu? Bu kaza ve sonrasında yaşanan mağduriyetin hesabını kim verecek?” diyerek Bakanlığın sorumluluk üstlenmesini talep etti. “Eğer bu çocuk yaşamını yitirirse ya da kalıcı bir hasarla karşılaşırsa, hem vicdanen hem de hukuken sorumluluğun kimde olduğu sorgulanacaktır,” diye konuştu.  “BAKANLIK, LİSE ÖĞRENCİLERİNİN ULAŞIM SORUNLARINI GÖRMEZDEN GELMEMELİ” Pala, taşımalı eğitime dair yönetmeliklerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Zorunlu eğitim çağındaki öğrencilerin, hangi sınıf düzeyinde olursa olsun, ulaşımla ilgili risklerden korunmasının devletin görevi olduğunu hatırlatan Pala, “Eğer kırsalda okula erişim imkânı yoksa, kamu yönetimi çözümler üretmeli. Aksi takdirde, bu kaza gibi olaylar tekrar yaşanabilir,” uyarısında bulundu. Kayıhan Pala, soru önergesine Milli Eğitim Bakanlığı’nın en kısa sürede yanıt vermesini beklediklerini belirterek, “Bu çocuklarımızın hayatı üzerinde bu denli büyük bir etkiye sahip yanlış uygulamalar, derhal düzeltilmelidir. Ailelerin yaşadığı acı ve endişe daha fazla katlanılacak gibi değil. Konunun Meclis gündeminde kalması ve çözüme kavuşturulması için takipçisi olacağız,” diyerek sözlerini noktaladı.

Kayıhan Pala sordu: "Reklama göz yumanlar kimler?" Haber

Kayıhan Pala sordu: "Reklama göz yumanlar kimler?"

CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala, Bilecik’in Osmaneli ilçesinde faaliyet gösteren Osmaneli Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın resmî internet sitesinde (https://osmanelisydv.gov.tr/iqos-iluma-tutun-isitma-teknolojisinde-yeni-bir-donem/) yer alan tütün ürünü (ısıtılmış tütün ürünü cihazı) reklamı hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı’na bir soru önergesi sundu. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yazılı olarak yanıtlaması talebiyle 26 Aralık 2024 tarihinde TBMM’ye iletilen soru önergesinde, Pala, bir mülki idareye bağlı resmî kurum tarafından doğrudan tütün reklamı yapılmasının hem hukuki açıdan hem de idari açıdan büyük çelişkiler barındırdığını vurguladı. “DEVLET KURUMUNDAN TÜTÜN REKLAMI YAPILMASI KABUL EDİLEMEZ” CHP’li Pala, tütün ürünlerinin reklamı ve tanıtımının 4207 sayılı Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun başta olmak üzere birçok yasal düzenlemeyle açıkça yasaklandığına dikkat çekti. Pala, “Bir mülki idare, yürürlükteki yasalarla açıkça yasaklanmış bir ürünü tanıtıyor. Üstelik bunu resmî bir kurumun internet sitesinde yaparak kamu düzenine de aykırı davranıyor. Bu durum hem hukuki açıdan hem de kamu yönetimi anlayışı bakımından kabul edilemez,” dedi. Vakfın kuruluş amacı toplumsal faydayı ve ihtiyaç sahibi yurttaşları desteklemek olduğu halde, tütün ürünü reklamı yapmakla mevzuata aykırı bir davranış sergilediğini belirten Pala, “Bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfı, hizmet alan yurttaşların sağlığını önceliklendirmesi gerekirken; zararlı bir ürünün reklamını yaparak kuruluş amacına taban tabana zıt bir pratik sergilemiştir. Bu durum, vakıfların mevzuatına göre para cezası dâhil çeşitli yaptırımları da gündeme getirebilecek kadar ciddidir,” ifadesini kullandı. “HALK SAĞLIĞINI TEHDİT EDEN İÇERİK, RESMÎ SİTEDE YER ALAMAZ” Pala, söz konusu içeriğin hem halk sağlığına zarar verdiğini hem de yasal mevzuata aykırı olduğunu belirtti. Mevcut yasa ve yönetmeliklerin tütün ürünleri ve bunların türevlerine yönelik her türlü reklamı yasakladığının altını çizen CHP milletvekili, “Devlet kurumuna ait bir internet sitesinde, vatandaşların sağlığını ciddi ölçüde tehdit eden bir içeriğin yer alması hiçbir şekilde mazur görülemez. Burada sadece bir kurumun kurumsal hatası değil, aynı zamanda kamu yönetiminde şeffaflık, hesap verebilirlik ve sorumluluk ilkelerinin ihlali söz konusudur. Kamu, vatandaşların ihtiyaçlarını gözeterek düzenlemeler yapar, halk sağlığını korumakla mükelleftir. Tütün şirketlerinin, ülkelerin kanunlarını aşarak insanları bu ürünleri kullanmaya teşvik etmeleri bilinen bir ticari stratejidir. Ancak resmî bir sitede bu tip reklamlara yer vermek, ilgili kanunların açıkça çiğnenmesi anlamını taşır,” ifadelerini kullandı. REKLAMA GÖZ YUMANLAR KİMLER? Pala’nın verdiği soru önergesinde, “Osmaneli Kaymakamlığı’na bağlı bu resmî internet sitesi üzerinden tütün ürünü reklamı yayımlanmasının nedeni nedir?” diye soruluyor. Ayrıca “Bu reklamın yayınlanmasına kim izin vermiştir? Bu konuda hangi kurum veya kişiler sorumludur?” şeklindeki ifadelerle, yetkililerin bu durumu nasıl açıklayacakları da merak ediliyor. Pala, kamuoyunun bu sorulara derhal cevap bulması gerektiğini vurgularken, “Bu gibi durumlarda sadece bir ‘sehven’ ibaresi kullanılarak sorumluluktan kaçınılması kabul edilemez. Halk sağlığı gibi bir konuda daha ciddi ve hesap verebilir bir yaklaşım bekliyoruz,” dedi. “TÜTÜN ŞİRKETİYLE SAĞLANAN ÇIKARLAR NELERDİR?” Soru önergesinde, “Söz konusu reklam için tütün şirketinden nasıl bir çıkar sağlanmıştır?” şeklinde net bir soru yer alıyor. “Eğer burada bir ticari anlaşma veya bir sponsorluk varsa, bu mülki idare web sitesinin ve kamu makamlarının tarafsızlığını da gündeme getirir,” diyen Pala, şeffaflık ilkesi gereğince bu ilişkilerin ortaya konması gerektiğini savunuyor. “Mülki idarenin bir tütün şirketiyle kurduğu ekonomik ya da benzer bir çıkar ilişkisi, idarenin kamu sağlığını koruma görevini zedeleyen bir durumdur,” diye ekledi. “SORUŞTURMA VE YAPTIRIM GÜNDEMDE Mİ?” Pala, önergesinde ayrıca şu hususa değindi: “Bu reklamın yayımlanmasına izin verenler ile yayınlayanlar hakkında Bakanlığınızın herhangi bir soruşturması ve/veya yaptırımı söz konusu mudur?” Bu soruyla birlikte, idari ve hukuki süreçlerin işletilip işletilmediği de sorgulanıyor. Pala, “Uygunsuz bir içerik paylaşıldığında kurumların sadece yayından kaldırmakla kalmayıp, sorumluları hakkında gerekli işlemleri yapması gerekiyor. Çünkü ortada yasal bir ihlal söz konusu. Vatandaşlarımıza, özellikle gençlerimize karşı bir sorumluluğumuz var. Tütün ürünlerinin kullanımının özendirilmesine izin vermememiz gerekiyor. Bu konuda kamu kurumlarına daha fazla görev düşüyor. Beklentimiz, bizzat kamu otoritesinin böylesine kritik bir konuda titizlik göstermesidir,” diyerek konuyu açıklığa kavuşturmanın önemini vurguluyor. “BENZER REKLAMLAR BAŞKA KURUM SİTELERİNDE DE VAR MI?” Soru önergesi, “Benzer reklamlar Bakanlığınızın merkez veya taşra örgütlerinin sorumluluğundaki başka web sitelerinde de yayımlanmış mıdır?” sorusunu da gündeme taşıyor. Pala, bu olayı münferit bir hata olarak görmeyip, olası benzer vakaların da araştırılması gerektiğini belirtiyor. “Eğer benzer reklamlar diğer kurum sitelerinde de yer alıyorsa, karşımızda çok daha derin bir yönetim sorunu var. İlgili bakanlık, bu durumu ciddiyetle ele almalı, denetim mekanizmalarını derhal devreye sokmalıdır,” diye konuştu. “HUKUKİ TEDBİRLER VE REKLAM YASAĞI HÜKÜMLERİ UNUTULMAMALI” Bakanlığın alması gereken tedbirlere de dikkat çeken Pala, “Mevcut hukuki düzenlemeler ve tütün ürünlerine dair reklam yasakları göz önüne alındığında, bir mülki idare web sitesinde böylesi bir içeriğin bir daha yayımlanmasının önlenmesi amacıyla hangi idari ve hukuki tedbirlerin alınacağını öğrenmek istiyoruz,” diyerek, kamu kurumlarının bu konuda daha proaktif davranması gerektiğini belirtti. “CEVABI YAKINDAN TAKİP EDECEĞİZ” Soru önergesinin TBMM Başkanlığı’na sunulmasının ardından, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’dan gelecek yanıt kamuoyunda merakla bekleniyor. Pala, sürecin takipçisi olacağını belirterek, “Bize gelecek yanıt, kamu kurumlarımızın bu türden hukuka aykırı, halk sağlığını tehdit eden uygulamalar karşısında ne kadar hassas olduğunu gösterecek. Eğer bu ihlal sadece yayından kaldırmakla örtbas edilmeye çalışılırsa, bu gibi durumlar tekrarlanmaya mahkûm olur. Sorumluların ortaya çıkarılıp gerekli önlemlerin alınması, topluma verilen en net güvence olacaktır,” diyerek sözlerini noktaladı.

Kayıhan Pala’dan İSG Kanunu uygulamasına ilişkin önemli çıkış Haber

Kayıhan Pala’dan İSG Kanunu uygulamasına ilişkin önemli çıkış

CHP Bursa Milletvekili Prof. Dr. Kayıhan Pala, 20 Aralık 2024 tarihinde, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Kanunu’nun uzun süredir ertelenen maddelerinin 2025 yılında yürürlüğe girecek olmasına ilişkin kapsamlı bir yazılı soru önergesi sundu. Kanunun 2012’de çıkmasına karşın, özellikle 50’den az işçi çalıştıran az tehlikeli işyerleri ile kamu kurumlarında İSG hizmeti sunulması zorunluluğuna ilişkin düzenlemelerin birçok kez ertelenmiş olması, Pala’nın önergesinde vurguladığı esas sorun olarak öne çıkıyor.  CHP Milletvekili Pala, önergesinde öncelikle, 2024 yılı sonu itibarıyla ülke genelinde kaç işyeri bulunduğunun ve bu işyerlerinden ne kadarının hâlihazırda İSG hizmeti aldığının açıklanmasını talep etti. Aynı çerçevede, bu işletmelerin işçi sayılarına göre (örneğin 0-9, 10-19, 20-49, 50-249, 250 ve üzeri) nasıl bir dağılım gösterdiğini de sorguladı. Böylelikle, en küçük işyerlerinden en büyüklerine kadar hangi işyerinde çalışan işçilerin İSG hizmetlerinden faydalanabildiğinin, hangilerinin ise bu olanaktan hâlâ uzak kaldığının ortaya çıkması amaçlanıyor. Pala, “Sayısal veriler olmadan, nasıl bir yol haritası çizileceği belirsizliğini koruyor. İSG’nin ülke çapında yaygınlaşmasını gerçekten istiyorsak, mevcut tabloyu net şekilde görmemiz gerek” dedi.  Önergede ayrıca, Türkiye genelinde işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının sayısına da dikkat çekildi. CHP Milletvekili Pala, bu konuda sadece toplam sayıyı değil, aktif çalışanların oranını da sorguladı. Bu sayede, eldeki insan kaynağının ülke genelindeki işyerlerinin İSG ihtiyaçlarını karşılamaya yetip yetmediği somut biçimde değerlendirilebilecek. Aynı şekilde, işyeri hekimlerinin yanı sıra işyeri hemşireleri ve çalışan sağlığı-güvenliği alanında hizmet sunması gereken diğer profesyonellerin mevcut durumunun da netleştirilmesi istendi. Yeterli sayıda işyeri hekimi ve işgüvenliği uzmanı olmaması halinde, 2025’ten itibaren yürürlüğe girecek düzenlemelerin ne ölçüde uygulanabilir olacağı tartışma konusu.  ÇALIŞANLARIN SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ BİR KEZ DAHA ERTELENMEMELİDİR! Kayıhan Pala’nın eleştirdiği önemli bir husus, söz konusu hükümlerin 12 yıl boyunca ertelenmiş olması. Kanun 2012 yılında yürürlüğe girdiğinden bu yana, 50’den az işçi çalıştıran az tehlikeli işyerleri ve kamu çalışanlarına İSG hizmeti sunulması yönündeki maddenin uygulanması sürekli ötelendi. Bu durum, Bakanlığın, çalışanların sağlığı ve güvenliği alanındaki yetersizliğini açık olarak -bir kez daha- ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi, Ocak 2024’te yayınlanan Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre, Türkiye dünyada ölümcül olmayan iş kazası hızında (Yüz binde) 11. sırada, ölümcül iş kazası hızında ise (Yüz binde) 10. sıradadır. Bunun dışında, Türkiye 49. sıra ile çalışan sayısına kıyasla en az sayıda iş müfettişinin görev yaptığı ülkelerden biridir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin kayıtlarına göre ülkemizde, 6331 Sayılı İSG Kanununun kabul edildiği 2012 yılından sonra, 2013-2024 yılları arasında (2024 yılı Kasım ayı dahil) toplam 22 bin 566 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiş bulunmaktadır… Pala, bu 12 yıllık gecikmenin arkasındaki gerekçeleri kamuoyuna açıklamanın artık kaçınılmaz olduğunu belirtti. Pala’ya göre, Türkiye’de tüm çalışanların sağlığı ve güvenliği için büyük önem taşıyan bu maddelerin niçin bunca yıl ertelendiği, Bakanlığın hedefleri ve eylem planlarıyla birlikte açıklanmak durumunda.  Bu bağlamda, eğer yeni bir erteleme olmazsa, 2025 yılının Ocak ayında hayata geçecek düzenlemenin kaç işyerini etkileyeceği de bir başka merak konusu olarak öne çıkıyor. CHP Milletvekili Pala, tam olarak kaç işletmenin İSG hizmeti almasının zorunlu hale geleceğini ve bunun için ne kadar işyeri hekimi ile iş güvenliği uzmanına ihtiyaç duyulacağını sorguladı. Özellikle küçük ölçekli işletmelerin ve kamu kurumlarının büyük bir çoğunluğu oluşturduğu bilindiğinden, yeterli insan kaynağı ve kurumsal altyapı hazırlığı yoksa bu girişimin nasıl uygulanacağı belirsiz kalabilir.  İSG hizmetlerinin daha yaygın ve etkili sunulabilmesi için Bakanlığın planladığı herhangi bir çalışma olup olmadığı konusu, önergede dile getirilen bir başka soruydu. Pala ayrıca sadece kanunun lafzının değil, uygulamadaki altyapı ve denetim mekanizmalarının da önem taşıdığını belirtti ve eğer somut bir eylem planı yoksa, İSG hizmetlerinin başarıya ulaşmasının söz konusu olamayabileceğini dile getirdi. Bu noktada, eğitim programları, izleme ve denetim mekanizmalarının nasıl işleyeceği gibi konular gündeme geliyor.  CHP Milletvekili, İSG profesyonellerinin işverene özlük hakları açısından doğrudan bağlı olmadan, özerk bir kamu kurumu çatısı altında çalışabileceklerine ilişkin bir modeli de tartışmaya açtı. Pala bu tartışmayı hem geçen yıl hem de bu yıl TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Çalışma Bakanlığının bütçe görüşmeleri sırasında da tartışmaya açmıştı. Bakanlığın işyeri hekimleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hemşireleri ve diğer İSG profesyonellerinin, özlük hakları açısından işverene doğrudan bağlı kalmadan görev yapabilecekleri özerk bir kamu kurumu kurulmasına için herhangi bir çalışması olup olmadığı da merak ediliyor. Hekim ve uzmanların istihdamının bağımsız bir yapı aracılığıyla gerçekleşmesi, İSG hizmetlerinin koruyucu niteliğini artıracak, izleme ve bağımsız denetim sağlamaya katkı sunabilecek bir yapılanma olarak önem arz ediyor. Pala, kanunun yürürlük hükümlerinin bir kez daha ertelenmemesi durumunda 2025 başından itibaren yeni bir döneme girileceğini belirtti ve bu dönemin hayata geçirilebilmesi için Bakanlığın hazırlıklı olması gerektiğini ifade etti. Çalışma yaşamındaki tüm paydaşlar açısından iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesinin önemini vurgulayan Pala, “Şeffaflık içinde, sayısal verileri ortaya koyarak ve hesap vererek aksayan yönleri düzeltmek mümkün” görüşünü savundu.  Söz konusu yazılı soru önergesiyle, hem geçmiş 12 yılda hangi gerekçelerle ertelemeye gidildiğinin hem de şimdi atılması gereken adımların net şekilde ortaya konması hedefleniyor. Kanunun kapsamına girecek işyeri sayısı, insan kaynağı gereksinimi, eylem planı ve özerk istihdam modeli gibi konuların yanıt bulması, Türkiye’de İSG kültürünün kalıcı ve yaygın bir şekilde inşa edilebilmesine katkı sağlayabilir. Pala, tüm çalışanların temel haklarından biri olan sağlıklı ve güvenli çalışma ortamını sağlamak adına, Bakanlığın atması gereken adımları dikkatle izleyeceklerini vurguladı.

Kayıhan Pala: "Bakanlık sessizliğini koruyor!" Haber

Kayıhan Pala: "Bakanlık sessizliğini koruyor!"

CHP Milletvekili Pala, yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye’de 9 milyondan fazla kişinin GSS prim borcu bulunduğunun tahmin edildiğini hatırlattı. Bu durumun, zaten yoksulluk sınırının altında yaşayan birçok ailenin sağlık hizmetlerine erişimini önemli ölçüde kısıtladığına dikkat çeken Pala, “Sağlık, ticari bir metaya indirgenemez. Hele de ekonomik açıdan zor durumda olan yurttaşlarımızın bu hakkı daha da görünmez kılınamaz. Halihazırda derin yoksulluk içinde yaşayan, gelir testi sonucunda aile içinde kişi başına düşen gelirin brüt asgari ücretin üçte birinden daha az olduğunu kanıtlayan yaklaşık 7 milyon kişinin GSS primleri devlet tarafından karşılanmaktadır. Ancak ne yazık ki, bu grubun dışında kalan ve prim borcu nedeniyle sağlık güvencesinden yararlanamayan milyonlarca insan var” dedi. "REÇETEDE YER ALAN İLAÇLARI GSS KARŞILAMIYOR" Pala, sorunun yıllardır çözülmeyen, aksine her geçen gün daha da derinleşen bir yapısal problem haline geldiğini ifade etti. Cumhurbaşkanlığı tarafından her yıl yayınlanan kararlarla GSS prim borcu olanların yıl içinde kamu sağlık kuruluşlarına başvurabildiklerini, ancak reçetelerde yer alan ilaçların GSS tarafından karşılanmadığını kaydeden Pala, şu değerlendirmelerde bulundu: “GSS prim borcu olan bir hasta, kamu hastanesine gidip muayene olabiliyor, kendisine tanı konabiliyor, ancak tedavi için ihtiyaç duyduğu ilaçları alamıyor. Çünkü bu ilaçlar GSS tarafından karşılanmıyor. Bu uygulama, kronik veya bulaşıcı hastalıklarla mücadele eden, acil tedaviye ihtiyaç duyan yurttaşlarımızı ölüme terk etmek anlamına geliyor. Ekonomik güçlük içinde olan insanların ilaç ücretlerini ceplerinden karşılaması fiilen imkânsız hale gelmiş durumda. Bu da hem hastalıkların ilerlemesine hem de halk sağlığının tehdit altına girmesine yol açıyor.” “VEREM HASTALARI DAHA DA MAĞDUR” Pala, önergesinde özellikle çok ilaca dirençli verem (tüberküloz) hastası olup aynı zamanda HIV (İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü) pozitif olan bireylerin yaşadığı büyük mağduriyeti gündeme taşıdığını belirtti. “HIV pozitif hastaların bağışıklık sistemleri zayıfladığı için bu kişiler, tüberküloz gibi fırsatçı enfeksiyonlara karşı çok daha savunmasız hale geliyor. HIV pozitif kişilerin vereme yakalanma olasılığı tam 16 kat daha fazla. Bu durum, HIV pozitif bir bireyin sürekli ilaç kullanmasını, yani antiretroviral tedaviye erişebilmesini zorunlu kılıyor. Fakat GSS prim borcu yüzünden HIV ilaçlarına ulaşamayan birçok insan var. Bu durum sadece bireysel bir dram değil; aynı zamanda toplum sağlığını tehdit eden önemli bir halk sağlığı sorunudur” ifadelerini kullandı. “SAĞLIK TEMEL BİR İNSAN HAKKIDIR VE ERTELENEMEZ” CHP’li milletvekili Pala, sağlığın temel bir insan hakkı olduğunu her fırsatta hatırlattığını belirtti ve ekledi: “Prim borcu olsun ya da olmasın, her hasta tedaviye ve ilaçlara zaman kaybetmeden erişebilmelidir. Bu durum Anayasa’nın öngördüğü sosyal devlet ilkesinin gereğidir. Oysa şu an yaşadığımız tabloda, devlet yurttaşına ‘Muayene olabilirsin ama tedavin için gerekli ilaca kendi imkânlarınla ulaş’ demektedir. Bu yaklaşım, sosyal devlet anlayışına taban tabana zıttır.” “BAKANLIK YANIT VERMEKTEN NEDEN KAÇINIYOR?” Pala, 11 Ekim 2024 tarihinde TBMM Başkanlığına iletilen soru önergesine Bakan Vedat Işıkhan tarafından yasal sürede cevap verilmemesini de eleştirdi. Mevzuata göre Bakanların milletvekilleri tarafından kendilerine yöneltilen soruları belirli bir süre içinde yanıtlamaları gerektiğini hatırlatan Pala, şöyle konuştu: “Yasal süre çoktan doldu. Bir halk sağlığı sorunu olan bu meseleyi görmezden gelmek, yanıtsız bırakmak, görev ihmali anlamına gelir. Bakanlığın sessizliği, ülkemizde milyonlarca insanın yaşadığı mağduriyeti derinleştiriyor. GSS prim borcu olan hastaların ilaca erişimini kolaylaştıracak bir plan yok mu? Yoksa konu görmezden mi geliniyor?” “KONUNUN TAKİPÇİSİYİZ” CHP Bursa Milletvekili Pala, partisiyle birlikte bu konunun takipçisi olacağını, saha ziyaretleri, meslek örgütleriyle yapılan görüşmeler ve TBMM çatısı altındaki denetim mekanizmalarını sonuna kadar kullanarak kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceklerini söyledi. Pala, “Bu durum bir an önce çözülmelidir. Aksi takdirde ülkede toplum sağlığını tehlikeye atan bir yaklaşımla karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz. Her geçen gün, bir başka insanın sağlık hizmetlerinden mahrum kaldığı, bir başka ailenin yaşamsal ilaçlara ulaşamadığı anlamına geliyor” dedi. “ÇÖZÜME ULAŞMAK İÇİN ACİL EYLEM PLANI ŞART” Son olarak, GSS prim borcu bulunan yurttaşların ilaca erişimi konusuna kalıcı ve hak temelli bir çözüm getirilmesi gerektiğini vurgulayan Pala, bir an önce acil bir eylem planı oluşturulması gerektiğini söyledi. Bu planın, devletin ilgili kurumları, sivil toplum kuruluşları, sağlık meslek örgütleri, hasta hakları dernekleri ve siyasi partilerin ortak çabasıyla şekillenmesi gerektiğini belirten Pala, şöyle devam etti: “Sağlık hizmetlerine eşit ve ücretsiz erişim, Anayasa tarafından güvence altına alınmış bir haktır. GSS prim borcu yüzünden insanların ölüme terk edilmesini ya da hastalıklarla boğuşmasını kabul edemeyiz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı başta olmak üzere, tüm ilgili kurumlar bu sorunla yüzleşmeli, çözüm için ortak bir irade sergilemelidir. Şeffaf, hesap verebilir, insan haklarına dayalı bir sağlık ve sosyal güvenlik politikası için derhal harekete geçilmelidir.” Milletvekili Kayıhan Pala, konunun ülke gündeminde hak ettiği yeri alması için çabalarını sürdüreceğini ve Cumhurbaşkanlığı tarafından 2025 yılı için yayınlanacak kararda GSS prim borçlularının ilaçlarının da SGK tarafından karşılanarak kapsam içerisine alınması gerektiğini belirterek, kamuoyuna duyarlılık çağrısında bulundu ve Bakanlıkların sorumluluğunu hatırlatarak sözlerini noktaladı.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.