Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Ulu Önder Atatürk, "Milli Ekonomimizin Temeli Ziraattır" diyerek o tarihlerde tarımın önemini vurgulamıştır.
Bugün de nüfusumuzun yüzde 46'sının geçimini tarımdan sağladığı, tarımın toplam istihdam içerisindeki payının yüzde 43 ve gayrisafi milli hasıla içerisindeki payının yüzde 20 dolaylarında olduğu dikkate alınacak olursa, tarımın ülkemizde halen önemini koruduğu görülecektir. Hele ki salgın hastalıkların artacağı ve gıda sıkıntısının yaşanacağı gerçeği ile tarım eskisinden daha önemli bir konuma gelmiştir.
Tarımsal gelişmenin temeli ise kuşkusuz tarımsal öğretimdir. Geçen hafta Tarımsal Eğitimin 176. Yılını, her sene olduğu gibi gayet sönük, görsel ve basılı yayın organlarında tek bir satır haberi yapılmadan (Tarım ile ilgili yayın yapan televizyon kanalları hariç) kutladık. Bilmem haberiniz oldu mu? Sanmıyorum. Aslında ben de bu köşede bu konuyu yazıp sizleri meşgul etmek istemezdim ama mesleğime olan saygımdan azcık değineyim istedim. Sonuçta ülkede tarımsal öğretim yapılsa ne olur yapılmasa ne olur?(!)
Webster’s Ninth Collegiate Dictionary tarımı şu şekilde tanımlamıştır. “Tarım: Bitkisel üretim amacıyla toprağı işleme, hayvan yetiştirme ve ıslahı ile elde edilen bitkisel ve hayvansal ürünleri, belirli ölçülerde işleyerek insanların hizmetine sunulması bilim veya sanatıdır”. Bu tanımdan şunu anlamamız gerek diye düşünüyorum. Tarım, birçok bilim dalının bir araya gelip harmanlanarak bitkisel ve hayvansal üretimin yapıldığı, elde edilen ürünlerinde ise mamul haline getirilerek insanlığın hizmetine sunulduğu bir BİLİMDİR. Bir bilim alanı olarak biyoloji, fizik, kimya, matematik gibi temel bilimlerin; jeoloji ve meteorolojiden başlayıp botanik, fizyoloji, biyokimya, fizikokimya, genetik, biyoteknoloji, mikrobiyoloji, ekoloji, istatistik gibi bilim dallarını içine alan; hidroloji, akışkanlar mekaniği, malzeme bilimine kadar uzanan, çok değişik bilim dallarının tümünün uygulama alanı olarak kabul görmektedir.
Tarım eğer bir BİLİM ise, o zaman bunun altyapısını sağlayacak olan kişilerde bu konunun eğitimini almış olan eğitimcilerdir. Eğitimciler (Akademisyenler ve meslek lisesi öğretmenleri) bu alanda gerek lise gerekse üniversite öğreniminde bilgili, çağı takip eden, sorunlara çözüm odaklı yaklaşan, ufku geniş ziraatçılar yetiştirmek durumundadırlar. Peki bu konuda ne kadar başarılı oluna biliniyor? 1987 yılında başlayan ziraati eğitimimin 35. senesine gelmiş biri olarak kendimce edindiğim bazı gözlemleri burada sizlerle paylaşmak isterim.
İlk tespitim şu: Ülkemin bir Tarım Eğitimi Politikası yok. Bu politika olmadığı için aşağıda sayacağım sorunlar yaşanmaya devam edecek maalesef.
Tarımsal Eğitimde olmazsa olmazlar nelerdir? Müfredatta neler okutulmalı ve bu müfradat çağın gereklerine göre kaç yılda bir gözden geçirilmelidir?
Dersler ve anlatılanlar Edirne’de de Erzurum’da da aynı mı olmalıdır?
Bu şartları sağlamak için devlet olarak neler yapmalı, kişi olarak neler yapmalıdır?
Gelecek 10 senede kaç teknisyene, teknikere ya da ziraat mühendisine ihtiyaç vardır?
Tarım eğitimi ilkokul çağından itibaren basit bir şekilde anlatılmaya başlanamaz mı?
gibi daha birçok soru sorulmalı ve cevabı verilmelidir.
Diğer bir tespitim eğitenlerle ilgili. Eğer öğretmen veya akademisyen mesleğinden soğuyor ve kendini yenileyemiyorsa ya da yenilemek istemiyorsa o kişinin ne dersinden ne de yetiştirdiği öğrenciden hayır gelmiyor. Eğiticinin motivasyonunu yüksek tutması, kendisi haricinde devletinde bu konuda zorlayıcı olması lazım. Eğiticinin de kaliteli olabilmesi için devletin bu konuda (maaş+araştırma imkanları+yurtdışı) destek olması şart. Mesela, Tarım Bakanlığına bağlı Tarımsal Araştırma Enstitüleri’nde çalışan Ziraat Mühendisleri, işe girer girmez, kaldığı yerin ve kursun ücreti karşılanarak 8 ay Ankara’ya dil kurslarına gönderiliyorlar. Bu meslektaşlarımız TOELF veya IELTC sınavına hazırlanıp eğer kazanırlarsa İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ve Amerika’ya yüksek lisans ve/veya doktora eğitimi için gidiyorlar. Hem bir yabancı dili öğreniyorlar, hem de yurtdışı bağlantılarını sağlamış oluyorlar. Ama YÖK’e bağlı Üniversitelerde bu imkan yok. Halbuki mesleki eğitim veren ve gelecekte bu ülkenin tarımına yön verecek Ziraat Mühendisleri yükseköğrenim kurumlarında yetişmiyor mu? Bu gençleri yetiştirecek olan akademisyenlerin yurtdışı deneyimlerinin olması daha önemli değil mi? Bakın şu anda ağırlaşan yaşam şartları ne bir türlü iyleştirilemeyen Araştırma Görevlisi maaşları nedeniyle AKADEMİSYEN OLMAK İSTEYEN GENÇLERİN SAYISI yüzde 70 AZALDI.
Peki alttan bu işi sürdürecek gençler gelmezse ne olacak? Örneğin benim hiç araştırma görevlim yok. Koca bölümde ise iki tane araştırma görevlisi var. Onlarda gidecek kadro yokluğundan…ya sonrası …Kilit mi vuracağız Ziraat Fakültelerinin kapısına…..
Tespitlerimden biri de sayısı gittikçe artan Ziraat Fakültelerinin içinde bulundukları durum ile ilgili. Doğru olanın, ülkemizin ziraat mühendisi ihtiyacı ve bölgesel özellikleri dikkate alınarak, ziraat fakültelerinin sayıları ve dağılımlarının gerçekçi bir biçimde belirlenmesidir diye düşünüyorum. Hatta bırakın fakülte sayısını, fakültelerdeki bölüm sayısı bile bölgenin özellikleri ve tarımsal yapısına uygun olarak tespit edilmelidir. Fakültelerin öğretim üyesi sayısı ve fiziksel kapasiteleri göz önünde tutularak kontenjanları belirlenmeli ve öğrenci kabul sayıları sınırlandırılmalıdır. Uygulama alanını olmayan, sınıf ortamı şartları yetersiz ziraat fakülteleri açıldı yurdumun her yerine. Buralara nitelikli öğretim elemanı bulmakta zor tabi. Çünkü alttan gelen akademisyen sayısı çok çok azaldı. Bunun sonucu olarak bu fakültelere Yüksek lisansını ya da doktorasını bitirmemiş öğretim görevlileri ya da başka kurumlarda çalışarak dışarıdan yüksek lisans, doktora bitiren ya da Doçent olmuş, bir kez bile öğrenci karşısına çıkmamış, sisteme tamamen yabancı kişiler alınarak eğitim-öğretim götürülmeye çalışılıyor. Bu meslektaşlarımız, doğru düzgün yeterlilikleri sorgulanmadan öğrencinin karşısına geçip ders anlatıyorlar. Fakültesinde Doçent veya Profesör olmayan bölümler var.
Diğer bir tespitim ise Tarım eğitiminin en az yüzde 60’ının uygulama eğitimi şeklinde olması yönündedir. Ancak şu anki eğitim sistemimizde neredeyse tamamıyla ezbere dayalı bir eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Ben gerek fakülte gerekse Meslek Yüksekokullarında(MYO) ders verdiğim için her iki tarafı da gözlemleme şansım oldu. Meslek liselerinden MYO’lara veya Fakültelere gelen öğrenciler, daha çok uygulama yaptıkları için dersin teorisini de çabuk kavrayıp diğer öğrencilere göre daha başarılı olabiliyorlar. MYO’lardan fakültelere geçen öğrencilerde de durum aynı. Birçoğu bırakın bölümü fakültede dereceye giriyor. Buradan da şu sonucu çıkartabiliriz: Mühendislik bölümlerinin tamamında bu bölümlerin karşılığı bir MYO var ise, öğrenci önce orayı bitirmeli daha sonra isterse yine sınavla o bölümün fakültesini okumalı. Çünkü MYO’larda derslerin uygulama saatleri fakültedeki derslere göre daha fazla. Uygulama imkanı da geniş(tabiki hepsi için aynı şeyi söylemek maalesef zor ama büyük bir çoğunluğu özellikle ilçelerdekiler daha şanslı). Öğrenci eli toprağa değerek, tohumu, fideyi, fidanı, tarım aletlerini vs tanıyarak eğitim alıyor. Kendi yetiştiriyor, gübreliyor, hasad veya harman ediyor. Fakültelerde bu imkân çok sınırlı. Aslında çözüm basit. Çoğu meslektaşım bana kızacaktır ama gereksiz dersler kaldırılıp öğrenciye uygulama için zaman bırakılmalıdır.
Bir diğer tespitim ise yukarıda madde ile aslında çok ilişkili… Eğer fakülte eğitimini 4 senede bitirme niyetindeysek, yine birçok meslektaşımın aksine, ben son sınıfın tamamen uygulama eğitimine ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü böylelikle öğrenci mezun olduğu bölümün her departmanında çalışacak, bilgi sahibi olacak ve yarın bir gün çiftçinin karşısına çıktığında Elma ile Şeftali ağacını, buğday ile arpayı ayırt edebilecektir. Ayrıca bu son sınıfta haftanın bir günü en az 1 saat bir öğretim üyesi güncel bir konu hakkında öğrencilere seminer vermelidir. Bu seminere bütün bölüm hocaları katılmalı ve seminer sonrası öğrencinin uygulama yaparken karşılaştığı sorunlar ve kafasına takılan sorular bu ekip tarafından cevaplanmalıdır. Usta+Çırak ilişkisi sıkı sıkıya kurulmalıdır. Öğrenci hocası ile belirli günlerde sohbet edebilmeli, fikir alışverişinde bulunabilmelidir (ama ders veya meslek ile ilgili olmayan konularda da konuşulabilmeli). Öğrenci ile arasına mesafe koyarak “ulaşılmaz, aksi, soğuk hoca” devri kapandı. Aslında daha en baştan iletişim sorunu olan kişileri eğitimci yapmamak lazım ama neyse….
Değerli okurlar, Tarımsal Eğitimdeki sorunlar yaz yaz bitmez. Ama sevindirici olan şey şu ki hepsinin bir çözümü var. Yeter ki çözme niyetinde olalım. Türkün gidecek başka vatanı yok. O zaman bu vatana, bu bayrağa ve bu topraklara sahip çıkmak için herkes üzerine düşen görevi yapmalı. Ben bu ülkeyi seviyorum, kökeni ne olursa olsun bayrağıma ve toprak bütünlüğüme göz dikmemiş her insanı seviyorum. Özellikle yarınımızın umudu gençlerimizi daha çok seviyorum. Onları en doğru ve en güzel şekilde yetiştirmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. O nedenle ben bu yazımda sadece sorunları değil kendimce uygun gördüğüm çözüm yollarını kısaca belirtmeye çalıştım. Çünkü sorunları herkes söylüyor ama çözüm önerisi sunan maalesef çok az. Bilime inanın, bilim insanlarının görüşüne değer verin. Size uyar uymaz ama dinleyin. Umarım buradan bir sinerji doğar ve farklı fikirler ile uygun bir yol belirlenir. Ne de olsa “akıl akıldan üstündür”.
TEBRİK
Bursa Ziraat Mühendisleri Odasına Başkan olarak seçilen Dr. Fevzi ÇAKMAK abimizi tebrik ediyorum. Sayın ÇAKMAK üniversitemizin Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin yıllardır müdürlüğünü yapmaktadır. Üretimden, çiftçinin sorunlarından, eğitimden anlayan biridir. Bu özelliklerini yeni görevinde de kullanacağından ve sorunları dile getirirken çözüm yollarını da gösteren, çiftçi ile bütünleşen daha faal bir başkan olacağına inancım tamdır.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Birol TAŞ
176. Yılında Tarımsal Öğretimin Durumu
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Ulu Önder Atatürk, "Milli Ekonomimizin Temeli Ziraattır" diyerek o tarihlerde tarımın önemini vurgulamıştır.
Bugün de nüfusumuzun yüzde 46'sının geçimini tarımdan sağladığı, tarımın toplam istihdam içerisindeki payının yüzde 43 ve gayrisafi milli hasıla içerisindeki payının yüzde 20 dolaylarında olduğu dikkate alınacak olursa, tarımın ülkemizde halen önemini koruduğu görülecektir. Hele ki salgın hastalıkların artacağı ve gıda sıkıntısının yaşanacağı gerçeği ile tarım eskisinden daha önemli bir konuma gelmiştir.
Tarımsal gelişmenin temeli ise kuşkusuz tarımsal öğretimdir. Geçen hafta Tarımsal Eğitimin 176. Yılını, her sene olduğu gibi gayet sönük, görsel ve basılı yayın organlarında tek bir satır haberi yapılmadan (Tarım ile ilgili yayın yapan televizyon kanalları hariç) kutladık. Bilmem haberiniz oldu mu? Sanmıyorum. Aslında ben de bu köşede bu konuyu yazıp sizleri meşgul etmek istemezdim ama mesleğime olan saygımdan azcık değineyim istedim. Sonuçta ülkede tarımsal öğretim yapılsa ne olur yapılmasa ne olur?(!)
Webster’s Ninth Collegiate Dictionary tarımı şu şekilde tanımlamıştır. “Tarım: Bitkisel üretim amacıyla toprağı işleme, hayvan yetiştirme ve ıslahı ile elde edilen bitkisel ve hayvansal ürünleri, belirli ölçülerde işleyerek insanların hizmetine sunulması bilim veya sanatıdır”. Bu tanımdan şunu anlamamız gerek diye düşünüyorum. Tarım, birçok bilim dalının bir araya gelip harmanlanarak bitkisel ve hayvansal üretimin yapıldığı, elde edilen ürünlerinde ise mamul haline getirilerek insanlığın hizmetine sunulduğu bir BİLİMDİR. Bir bilim alanı olarak biyoloji, fizik, kimya, matematik gibi temel bilimlerin; jeoloji ve meteorolojiden başlayıp botanik, fizyoloji, biyokimya, fizikokimya, genetik, biyoteknoloji, mikrobiyoloji, ekoloji, istatistik gibi bilim dallarını içine alan; hidroloji, akışkanlar mekaniği, malzeme bilimine kadar uzanan, çok değişik bilim dallarının tümünün uygulama alanı olarak kabul görmektedir.
Tarım eğer bir BİLİM ise, o zaman bunun altyapısını sağlayacak olan kişilerde bu konunun eğitimini almış olan eğitimcilerdir. Eğitimciler (Akademisyenler ve meslek lisesi öğretmenleri) bu alanda gerek lise gerekse üniversite öğreniminde bilgili, çağı takip eden, sorunlara çözüm odaklı yaklaşan, ufku geniş ziraatçılar yetiştirmek durumundadırlar. Peki bu konuda ne kadar başarılı oluna biliniyor? 1987 yılında başlayan ziraati eğitimimin 35. senesine gelmiş biri olarak kendimce edindiğim bazı gözlemleri burada sizlerle paylaşmak isterim.
İlk tespitim şu: Ülkemin bir Tarım Eğitimi Politikası yok. Bu politika olmadığı için aşağıda sayacağım sorunlar yaşanmaya devam edecek maalesef.
Tarımsal Eğitimde olmazsa olmazlar nelerdir? Müfredatta neler okutulmalı ve bu müfradat çağın gereklerine göre kaç yılda bir gözden geçirilmelidir?
Dersler ve anlatılanlar Edirne’de de Erzurum’da da aynı mı olmalıdır?
Bu şartları sağlamak için devlet olarak neler yapmalı, kişi olarak neler yapmalıdır?
Gelecek 10 senede kaç teknisyene, teknikere ya da ziraat mühendisine ihtiyaç vardır?
Tarım eğitimi ilkokul çağından itibaren basit bir şekilde anlatılmaya başlanamaz mı?
gibi daha birçok soru sorulmalı ve cevabı verilmelidir.
Diğer bir tespitim eğitenlerle ilgili. Eğer öğretmen veya akademisyen mesleğinden soğuyor ve kendini yenileyemiyorsa ya da yenilemek istemiyorsa o kişinin ne dersinden ne de yetiştirdiği öğrenciden hayır gelmiyor. Eğiticinin motivasyonunu yüksek tutması, kendisi haricinde devletinde bu konuda zorlayıcı olması lazım. Eğiticinin de kaliteli olabilmesi için devletin bu konuda (maaş+araştırma imkanları+yurtdışı) destek olması şart. Mesela, Tarım Bakanlığına bağlı Tarımsal Araştırma Enstitüleri’nde çalışan Ziraat Mühendisleri, işe girer girmez, kaldığı yerin ve kursun ücreti karşılanarak 8 ay Ankara’ya dil kurslarına gönderiliyorlar. Bu meslektaşlarımız TOELF veya IELTC sınavına hazırlanıp eğer kazanırlarsa İngiltere başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ve Amerika’ya yüksek lisans ve/veya doktora eğitimi için gidiyorlar. Hem bir yabancı dili öğreniyorlar, hem de yurtdışı bağlantılarını sağlamış oluyorlar. Ama YÖK’e bağlı Üniversitelerde bu imkan yok. Halbuki mesleki eğitim veren ve gelecekte bu ülkenin tarımına yön verecek Ziraat Mühendisleri yükseköğrenim kurumlarında yetişmiyor mu? Bu gençleri yetiştirecek olan akademisyenlerin yurtdışı deneyimlerinin olması daha önemli değil mi? Bakın şu anda ağırlaşan yaşam şartları ne bir türlü iyleştirilemeyen Araştırma Görevlisi maaşları nedeniyle AKADEMİSYEN OLMAK İSTEYEN GENÇLERİN SAYISI yüzde 70 AZALDI.
Peki alttan bu işi sürdürecek gençler gelmezse ne olacak? Örneğin benim hiç araştırma görevlim yok. Koca bölümde ise iki tane araştırma görevlisi var. Onlarda gidecek kadro yokluğundan…ya sonrası …Kilit mi vuracağız Ziraat Fakültelerinin kapısına…..
Tespitlerimden biri de sayısı gittikçe artan Ziraat Fakültelerinin içinde bulundukları durum ile ilgili. Doğru olanın, ülkemizin ziraat mühendisi ihtiyacı ve bölgesel özellikleri dikkate alınarak, ziraat fakültelerinin sayıları ve dağılımlarının gerçekçi bir biçimde belirlenmesidir diye düşünüyorum. Hatta bırakın fakülte sayısını, fakültelerdeki bölüm sayısı bile bölgenin özellikleri ve tarımsal yapısına uygun olarak tespit edilmelidir. Fakültelerin öğretim üyesi sayısı ve fiziksel kapasiteleri göz önünde tutularak kontenjanları belirlenmeli ve öğrenci kabul sayıları sınırlandırılmalıdır. Uygulama alanını olmayan, sınıf ortamı şartları yetersiz ziraat fakülteleri açıldı yurdumun her yerine. Buralara nitelikli öğretim elemanı bulmakta zor tabi. Çünkü alttan gelen akademisyen sayısı çok çok azaldı. Bunun sonucu olarak bu fakültelere Yüksek lisansını ya da doktorasını bitirmemiş öğretim görevlileri ya da başka kurumlarda çalışarak dışarıdan yüksek lisans, doktora bitiren ya da Doçent olmuş, bir kez bile öğrenci karşısına çıkmamış, sisteme tamamen yabancı kişiler alınarak eğitim-öğretim götürülmeye çalışılıyor. Bu meslektaşlarımız, doğru düzgün yeterlilikleri sorgulanmadan öğrencinin karşısına geçip ders anlatıyorlar. Fakültesinde Doçent veya Profesör olmayan bölümler var.
Diğer bir tespitim ise Tarım eğitiminin en az yüzde 60’ının uygulama eğitimi şeklinde olması yönündedir. Ancak şu anki eğitim sistemimizde neredeyse tamamıyla ezbere dayalı bir eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Ben gerek fakülte gerekse Meslek Yüksekokullarında(MYO) ders verdiğim için her iki tarafı da gözlemleme şansım oldu. Meslek liselerinden MYO’lara veya Fakültelere gelen öğrenciler, daha çok uygulama yaptıkları için dersin teorisini de çabuk kavrayıp diğer öğrencilere göre daha başarılı olabiliyorlar. MYO’lardan fakültelere geçen öğrencilerde de durum aynı. Birçoğu bırakın bölümü fakültede dereceye giriyor. Buradan da şu sonucu çıkartabiliriz: Mühendislik bölümlerinin tamamında bu bölümlerin karşılığı bir MYO var ise, öğrenci önce orayı bitirmeli daha sonra isterse yine sınavla o bölümün fakültesini okumalı. Çünkü MYO’larda derslerin uygulama saatleri fakültedeki derslere göre daha fazla. Uygulama imkanı da geniş(tabiki hepsi için aynı şeyi söylemek maalesef zor ama büyük bir çoğunluğu özellikle ilçelerdekiler daha şanslı). Öğrenci eli toprağa değerek, tohumu, fideyi, fidanı, tarım aletlerini vs tanıyarak eğitim alıyor. Kendi yetiştiriyor, gübreliyor, hasad veya harman ediyor. Fakültelerde bu imkân çok sınırlı. Aslında çözüm basit. Çoğu meslektaşım bana kızacaktır ama gereksiz dersler kaldırılıp öğrenciye uygulama için zaman bırakılmalıdır.
Bir diğer tespitim ise yukarıda madde ile aslında çok ilişkili… Eğer fakülte eğitimini 4 senede bitirme niyetindeysek, yine birçok meslektaşımın aksine, ben son sınıfın tamamen uygulama eğitimine ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü böylelikle öğrenci mezun olduğu bölümün her departmanında çalışacak, bilgi sahibi olacak ve yarın bir gün çiftçinin karşısına çıktığında Elma ile Şeftali ağacını, buğday ile arpayı ayırt edebilecektir. Ayrıca bu son sınıfta haftanın bir günü en az 1 saat bir öğretim üyesi güncel bir konu hakkında öğrencilere seminer vermelidir. Bu seminere bütün bölüm hocaları katılmalı ve seminer sonrası öğrencinin uygulama yaparken karşılaştığı sorunlar ve kafasına takılan sorular bu ekip tarafından cevaplanmalıdır. Usta+Çırak ilişkisi sıkı sıkıya kurulmalıdır. Öğrenci hocası ile belirli günlerde sohbet edebilmeli, fikir alışverişinde bulunabilmelidir (ama ders veya meslek ile ilgili olmayan konularda da konuşulabilmeli). Öğrenci ile arasına mesafe koyarak “ulaşılmaz, aksi, soğuk hoca” devri kapandı. Aslında daha en baştan iletişim sorunu olan kişileri eğitimci yapmamak lazım ama neyse….
Değerli okurlar, Tarımsal Eğitimdeki sorunlar yaz yaz bitmez. Ama sevindirici olan şey şu ki hepsinin bir çözümü var. Yeter ki çözme niyetinde olalım. Türkün gidecek başka vatanı yok. O zaman bu vatana, bu bayrağa ve bu topraklara sahip çıkmak için herkes üzerine düşen görevi yapmalı. Ben bu ülkeyi seviyorum, kökeni ne olursa olsun bayrağıma ve toprak bütünlüğüme göz dikmemiş her insanı seviyorum. Özellikle yarınımızın umudu gençlerimizi daha çok seviyorum. Onları en doğru ve en güzel şekilde yetiştirmek için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. O nedenle ben bu yazımda sadece sorunları değil kendimce uygun gördüğüm çözüm yollarını kısaca belirtmeye çalıştım. Çünkü sorunları herkes söylüyor ama çözüm önerisi sunan maalesef çok az. Bilime inanın, bilim insanlarının görüşüne değer verin. Size uyar uymaz ama dinleyin. Umarım buradan bir sinerji doğar ve farklı fikirler ile uygun bir yol belirlenir. Ne de olsa “akıl akıldan üstündür”.
TEBRİK
Bursa Ziraat Mühendisleri Odasına Başkan olarak seçilen Dr. Fevzi ÇAKMAK abimizi tebrik ediyorum. Sayın ÇAKMAK üniversitemizin Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin yıllardır müdürlüğünü yapmaktadır. Üretimden, çiftçinin sorunlarından, eğitimden anlayan biridir. Bu özelliklerini yeni görevinde de kullanacağından ve sorunları dile getirirken çözüm yollarını da gösteren, çiftçi ile bütünleşen daha faal bir başkan olacağına inancım tamdır.