Gündelik hayatımızda, yazılan eserlerde en çok dillendirilen kalıplardan biridir; ‘’Tarih tekerrürden ibarettir’’ cümlesi.
Ve bu cümle en çok biz Türkleri ifade ediyor ve de nedense hep te aleyhimize tekerrür ediyor.
Çünkü akıl, nakil dini tarafından aşağılandıktan ve şeytan ilan edildikten sonra hep benzer olumsuzlukları, sıkıntıları yaşıyoruz.
Bu nedenle aslında tekerrür edenin tarih değil, ders almaktan uzak hata ve yanlışlar olduğunu, Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ’"tarih tekerrürden ibarettir derler, oysaki tarihten ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi?"
Biz bu döngüyü, 30 Ağustos 1922’de hem de en güçlü olduğu dönemde emperyalizme attığımız şamarla kırıp, diğer milletlerin de prangalarından kurtulmalarına örnek olmuştuk.
Demek ki yaşananlardan ders alınması ve akıl, bilim ve sahih inanç temelli düşüncenin pratiğe dökülmesi ile sarmalandığımız zincirleri kırıp atıyoruz.
Ama maalesef çok sürmedi bu durum.
1938’den sonra emperyalizm iltisaklı oluşturulan müesses nizamın ince politikalarıyla tekrar aynı döngüye girildi ve ağırlaşarak devam ediyor.
Tarihin yine 100 yıl önceki gibi tekrarlandığı bir hali yaşıyorsak ki yaşıyoruz, eksik olanı şimdiye kadar düşünmemiz gerekmez miydi?
Sömürgenlerin bizi kuşatıp çökertmesine neden olan bu aklı kullanmama, tezekkür (hatırlama) zaafı, dini, milli, yerli masallarıyla daha ne kadar saklanıp örtülecek.
İnsan unutabilir ancak toplumsal ortak akıl (TBMM), toplumsal hafıza yani tarih unutmaz, unutmamalı. Unutursa düşeceğimiz hal, 1919 öncesinden beteridir.
Hatırlarsak ibret alır, tedbir alır kurtuluruz, emperyalizm zilletinden. Çünkü kim ne derse desin ABD ve İngiltere’ye bağımlı haldeyiz, hem de bilerek, isteyerek, teslim olduk.
O halde hatırlatayım.
***
Yıl 1916. Ortadoğu ve Anadolu’nun adeta dilimlendiği çok gizli Sykes-Picot antlaşması.
İngiltere ve Fransa arasında yapılan, daha sonra Rusya'nın da katıldığı Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu'daki topraklarının paylaşılmasını öngören bu antlaşma, 1917'de Rusya'da iktidarı ele geçiren yeni Sovyet Hükümeti tarafından ifşa edildi.
Beylerbeyi ünvanlı, devlet hazinesinden bordrolu, Şura-yı devlet üyesi Mekke emiri Şerif Hüseyin Paşa’nın, Sykes-Picot Antlaşması doğrultusunda, Kuzeyde Mersin ve Adana’yı içine alarak İran sınırına, Doğuda Basra Körfezi’ne, Güneyde Hint Okyanusu kıyılarına, Batıda Kızıldeniz ve Akdeniz’e uzanan bölgeye talip olduğunu hatırlamamız lazım.
Yıl 1917. Ünlü Balfour deklarasyonunun yayınlandığı tarih.
Siyonist hareketin lideri Rothcshild’e yazdığı mektupta ne diyordu İngiltere dışişleri bakanı Lord Arthur Balfour:
“Majestelerinin Hükûmeti, Filistin’de Yahudiler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır.”
Mektup, 1948’de İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülüyor. Filistin halkının varlığını ve en temel haklarını hiçe sayan bu deklarasyonun ardından yapılan girişimlerle Filistin, Yahudi göçmenlerin yerleşimine resmen açıldı.
İsrail’le çelişkili ve saklı ilişkilere sahip bugünün iktidarının taşlarını yıllar içinde itinayla döşeyen o günün müesses nizamının Türkiye’si, -ki aynı zihniyet devam ediyor.- 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke.
Bunları hatırlarsak ‘’Ey İsrail’’in, saklı ticari ilişkilerin, dini yoğunluklu hamasetin, İsrail’in Ankara’da, Tel Aviv’den neden daha güçlü olduğunu anlayabiliriz.
Yıl 1919 Paris Konferansı.
Sultan V. Mehmet’in diplomatlarından Bogos Nubar Paşa ile Aharonyan, delege olarak. Ermeni dileklerini 12 Şubat’ta bir memorandumla konferansa sundular. Sözde nüfusun çoğunluğunu Ermenilerin teşkil ettiğini ileri sürdükleri; Karadeniz’de Trabzon’dan başlayarak Doğu illerini içine alıp İskenderun’da Akdeniz’e inecek olan bir Ermenistan’ın 20 yıllık bir süre ile Avrupa devletlerinden birinin mandası altına bırakılmasını istiyorlar.
Aynı konferansta, Hariciye nazırı ve Şura-yı devlet reisi Kürt Said Paşa’nın oğlu Şerif Paşa, ayrı bir Kürt devletini savunduğu memorandumla, bağımsız bir Kürdistan’ın teşkil edilmesini istiyordu ve bu devletin sınırları Diyarbakır-Elazığ, Bitlis, Musul ve Urfa’yı içine almalıydı.
Konferansa gelen Emir Faysal, galip Devletlere Arap davasına anlattı. Ona göre Diyarbakır-İskenderun çizgisinin güneyindeki arazi bir Arap konfederasyonu halinde kurulmalı idi.
Amerikan temsilcileri boşuna demiyor, “Suriye, Irak ve Türkiye’nin Doğu/Güney Doğu’su, bütünleşik entegre bölge” diye.
Fil hafızaları hareket, operasyon ve uygulama halinde.
Sonraki yazıda değineceğim ama geçmişi, geçmiş paylaşım planlarını unutmazsak, 100 yıl sonra, planların genişletilip 72 millete kadar uzanmış sığınmacı istilasının sebep/nedenleri aydınlığa çıkmış olur.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Ya Acılı Tekerrürü Bekle Ya da Hatırla!
‘’Geçmiş geleceğimizdir, unutma’’ (Alev Alatlı)
Gündelik hayatımızda, yazılan eserlerde en çok dillendirilen kalıplardan biridir; ‘’Tarih tekerrürden ibarettir’’ cümlesi.
Ve bu cümle en çok biz Türkleri ifade ediyor ve de nedense hep te aleyhimize tekerrür ediyor.
Çünkü akıl, nakil dini tarafından aşağılandıktan ve şeytan ilan edildikten sonra hep benzer olumsuzlukları, sıkıntıları yaşıyoruz.
Bu nedenle aslında tekerrür edenin tarih değil, ders almaktan uzak hata ve yanlışlar olduğunu, Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ’"tarih tekerrürden ibarettir derler, oysaki tarihten ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi?"
Biz bu döngüyü, 30 Ağustos 1922’de hem de en güçlü olduğu dönemde emperyalizme attığımız şamarla kırıp, diğer milletlerin de prangalarından kurtulmalarına örnek olmuştuk.
Demek ki yaşananlardan ders alınması ve akıl, bilim ve sahih inanç temelli düşüncenin pratiğe dökülmesi ile sarmalandığımız zincirleri kırıp atıyoruz.
Ama maalesef çok sürmedi bu durum.
1938’den sonra emperyalizm iltisaklı oluşturulan müesses nizamın ince politikalarıyla tekrar aynı döngüye girildi ve ağırlaşarak devam ediyor.
Tarihin yine 100 yıl önceki gibi tekrarlandığı bir hali yaşıyorsak ki yaşıyoruz, eksik olanı şimdiye kadar düşünmemiz gerekmez miydi?
Sömürgenlerin bizi kuşatıp çökertmesine neden olan bu aklı kullanmama, tezekkür (hatırlama) zaafı, dini, milli, yerli masallarıyla daha ne kadar saklanıp örtülecek.
İnsan unutabilir ancak toplumsal ortak akıl (TBMM), toplumsal hafıza yani tarih unutmaz, unutmamalı. Unutursa düşeceğimiz hal, 1919 öncesinden beteridir.
Hatırlarsak ibret alır, tedbir alır kurtuluruz, emperyalizm zilletinden. Çünkü kim ne derse desin ABD ve İngiltere’ye bağımlı haldeyiz, hem de bilerek, isteyerek, teslim olduk.
O halde hatırlatayım.
***
Yıl 1916. Ortadoğu ve Anadolu’nun adeta dilimlendiği çok gizli Sykes-Picot antlaşması.
İngiltere ve Fransa arasında yapılan, daha sonra Rusya'nın da katıldığı Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu'daki topraklarının paylaşılmasını öngören bu antlaşma, 1917'de Rusya'da iktidarı ele geçiren yeni Sovyet Hükümeti tarafından ifşa edildi.
Beylerbeyi ünvanlı, devlet hazinesinden bordrolu, Şura-yı devlet üyesi Mekke emiri Şerif Hüseyin Paşa’nın, Sykes-Picot Antlaşması doğrultusunda, Kuzeyde Mersin ve Adana’yı içine alarak İran sınırına, Doğuda Basra Körfezi’ne, Güneyde Hint Okyanusu kıyılarına, Batıda Kızıldeniz ve Akdeniz’e uzanan bölgeye talip olduğunu hatırlamamız lazım.
Yıl 1917. Ünlü Balfour deklarasyonunun yayınlandığı tarih.
Siyonist hareketin lideri Rothcshild’e yazdığı mektupta ne diyordu İngiltere dışişleri bakanı Lord Arthur Balfour:
“Majestelerinin Hükûmeti, Filistin’de Yahudiler için bir millî yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır.”
Mektup, 1948’de İsrail devletinin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülüyor. Filistin halkının varlığını ve en temel haklarını hiçe sayan bu deklarasyonun ardından yapılan girişimlerle Filistin, Yahudi göçmenlerin yerleşimine resmen açıldı.
İsrail’le çelişkili ve saklı ilişkilere sahip bugünün iktidarının taşlarını yıllar içinde itinayla döşeyen o günün müesses nizamının Türkiye’si, -ki aynı zihniyet devam ediyor.- 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke.
Bunları hatırlarsak ‘’Ey İsrail’’in, saklı ticari ilişkilerin, dini yoğunluklu hamasetin, İsrail’in Ankara’da, Tel Aviv’den neden daha güçlü olduğunu anlayabiliriz.
Yıl 1919 Paris Konferansı.
Sultan V. Mehmet’in diplomatlarından Bogos Nubar Paşa ile Aharonyan, delege olarak. Ermeni dileklerini 12 Şubat’ta bir memorandumla konferansa sundular. Sözde nüfusun çoğunluğunu Ermenilerin teşkil ettiğini ileri sürdükleri; Karadeniz’de Trabzon’dan başlayarak Doğu illerini içine alıp İskenderun’da Akdeniz’e inecek olan bir Ermenistan’ın 20 yıllık bir süre ile Avrupa devletlerinden birinin mandası altına bırakılmasını istiyorlar.
Aynı konferansta, Hariciye nazırı ve Şura-yı devlet reisi Kürt Said Paşa’nın oğlu Şerif Paşa, ayrı bir Kürt devletini savunduğu memorandumla, bağımsız bir Kürdistan’ın teşkil edilmesini istiyordu ve bu devletin sınırları Diyarbakır-Elazığ, Bitlis, Musul ve Urfa’yı içine almalıydı.
Konferansa gelen Emir Faysal, galip Devletlere Arap davasına anlattı. Ona göre Diyarbakır-İskenderun çizgisinin güneyindeki arazi bir Arap konfederasyonu halinde kurulmalı idi.
Amerikan temsilcileri boşuna demiyor, “Suriye, Irak ve Türkiye’nin Doğu/Güney Doğu’su, bütünleşik entegre bölge” diye.
Fil hafızaları hareket, operasyon ve uygulama halinde.
Sonraki yazıda değineceğim ama geçmişi, geçmiş paylaşım planlarını unutmazsak, 100 yıl sonra, planların genişletilip 72 millete kadar uzanmış sığınmacı istilasının sebep/nedenleri aydınlığa çıkmış olur.