SON DAKİKA
Hava Durumu

Çadır-Curt-Yurt-Otağ

Yazının Giriş Tarihi: 14.03.2025 13:58
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.03.2025 13:59

Günümüz sözlüklerinde Çadır kelimesinin karşılığı; “Keçe, deri, kıl dokuma, sık dokunmuş kalın bez veya plastik maddelerden yapılarak direklerle tutturulan, türlü biçimlerde olabilen, sökülüp taşınabilen barınak” şeklinde veriliyor. Anadolu’da böyle kullanıyor.

Yapımında basit birkaç sopa kullanılmakta.

“Curt” sözcüğü ise “Türkistan coğrafyasında Türk ve Moğol göçebelerinin ev olarak kullandığı yer” olarak tanımlanıyor.

Curt evdir. Anadolu’da “C” harfi “Y” olmuştur.

Yani Yurt.

Yurt biraz daha anlam kayması ile barınılan ev anlamından öte, üzerinde egemen olarak yaşanan toprak parçası olarak da kullanılmıştır.

Yurt vatandır.

Ayrıca yaşanılan ya da gelinen köy, kasabaya da “yurt” denmiştir.

Yurt baba ocağıdır.

Bir de farklı yerlerden gelen öğrencilerin barındığı yerlere de yurt denir. Öğrencilerin barındığı bu yurtlar baba ocağı, evdir.

Yıllar önce İzmir’de Kazak Çiftliğinde ilginç bir diyalog yaşanmıştı. Çiftlikte, Türkistan coğrafyasından görsel olarak aşina olduğumuz büyük çadırlar vardı. Biz “ne güzel çadır” dediğimiz zaman, evsahiplerimiz “curt” ve “yurt” demişlerdi.

Çadır kelimesini küçümsemişlerdi.

Hatta “çadır bizde yok” dediler. Aklıma ilkokulda resim dersinde çizdiğimiz Kızılay çadırları geldi. Hakikaten onlara benzemiyordu. Bu olsa olsa Otağ olmalıydı. Öyle de olmadığını öğrendik. Otağ önünde tuğ olan han ve hatunun kaldığı yurttu.

***

Bütün bu kavramları anlatma ihtiyacı duymam aslında İzmir’in göbeğinde kurulan “iftar çadırları” ve iftara yakın önünde biriken kalabalıklardı.

Bunlardan biri de Buca Belediyesi tarafından Buca’da kurulmuş.

İftarda ortalama bin kişiye hizmet veriyor. Üç koldan yemekler dağıtılıyor. Tadımlık şerbetler, doyumluk yemekler, mis gibi kokan ekmekler büyük bir çaba ile dağıtılıyor.

Su sebil. Çay da var.

Karagöz gölge oyunu, ezandan hemen sonra başlatılıyor. Temiz bir ortam. Masalar sandalyeler tertipli. Belediye yetkilileri mutlaka çadırda oluyorlar.

Ben de eşimle birlikte bu iftarlardan birine katıldım. Bu arada bu yıl fitre miktarı yüzseksen lira olarak açıklanmış.

Ben bu miktarı düşük buluyorum. Bir kişi günlük yüz seksen lira ile doyar mı? Neyse bu bahsi “kendin ne kadarla doyarsan o kadar fitreni ver” diyerek kapatalım.

Yetimin, fakirin, fukaranın, yolcunun, gurbettekinin hakkından kaşıklamanın bedeli de onun da fitresini vermek olduğunu ifade edeyim.

Gelelim iftar çadırına. İftardan yarım saat önce vardım. Sırada sigara içen saygısızlık eden yoktu. Mahsun ve masum bir sıra. Önlerine bakan koca karılar, aksaçlılar. Şen şakrak öğrenciler. Ailesi ile iftara gelenler. Ortalarda bir yerde yerimi aldım. Eşimi oturttum ve çadırın içinde dolaşmaya başladım. Sohbet ettim.

İlk sohbet ettiğim Atatürk mahallesinden bir aksaçlı. Üç çocuğu varmış. İzmir’de değillermiş. Eşini yıllar önce kaybetmiş. Kendimi tanıttım. İçine çöken mavi gözleri nemlendi. Dudakları titredi.

“Benimkisi burada ses duymak. İnsan içine çıkmak gayrisi laf-ı güzah” dedi. “Saçlarında ak çoğalınca, yalnız kalınca evde duvarlar üstüne gelir. Eşimi çok severdim. Onsuz yaşayamam derdim. Ölüyüm desen ölünmüyor ki. Allah verdikçe ömür veriyor” diyerek devam etti.

Bu sefer bir tertemiz kıyafeti ile bir hanımefendiye konuk oldum. Denizlili imiş. O da benzer şeyler söyledi. “Yemek yapmak zor hale geldi dedi. Arkadaşlarım ile geldik. Burada eskilere gidiyorum. Torunlarımı özledim. Çocuklu bir aile görünce onların yanına oturdum. Başlarını okşadım. Çok mutluyum. Bizim gibileri çadıra önce alıyorlar, sonra yemeklerimizi kendileri getiriyor görevliler. Bahçemdeki limon ağacı kurur ben gidince diye ayak sürüyoruz işte evlat” dedi.

Gençlerin masasına oturdum. Gülerek, şakalaşarak iftar saatini bekliyorlar. Dokuz Eylül Üniversitesinde talebe imişler. Biraz da bizi utandıracak bir söz söylediler. “Harçlığımız mı var cebimizde. Takılıyoruz çadıra biz de...”

Karşımda oturan aile, çocuklarını getirmişler iftara.

Karagöz ve Hacivat izletmeye.

Bir de alıştığımız hurma yerine zeytin koymuşlar ikişer adet.

Ne güzel olmuş.

Menşei Filistin olsa da nereden geldiğini bildiğimiz “Kudüs” hurması yerine Belediyenin kendi bahçelerinde ürettiği zeytin ile iftarımızı açtık. Hayatta böyle çorba tatmadım. Etli nohut yemeği, pilav, ille de tatlısı Kemal Paşa.

Kalk ayağa selam dur O’na.

Şimdi “iftar çadırı” yazısının ne kadar hafif kaldığını anladınız mı?

Yemek yemek, aç karnını doyurmak değil sadece “vatandaş” olmanın gururuna giden yol olduğunu şimdi anladınız mı?

Göz çukurlarına gömülen renkli gözlerdeki nemin silindiğini şimdi anladınız mı?

“İftar Çadırı” dediğimiz yerler Devlet büyüklerimizin, yöneticilerimizin geldiği gün otağ, olmadığı günler yurttur.

Kulun kula minnet etmediği, herkesin hakkınca kaşık salladığı yerdir.

Zenginler siz de gidin, utanmayın.

Yediğiniz yemeğin parasını bir kenarda ihtiyaç sahiplerine kimse görmeden sıkıştırıverin. Utanmanız yalnız kalarak geçmez, dalın onların arasına.

Sahip çıkın yurda, vatana, baba ocağına, ana kucağına.

Haydi kalın sağlıcakla!

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
Yükleniyor..
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.