'Güven', insana iyi hissettiren, varlığımızın ve yeteneklerimizin tasdiki olan temel bir duygudur. Yeni doğmuş bir bebeğin anne kucağında hissettiği huzur, bir yolcunun cebindeki parayla gelen emniyet duygusu; hepsi bu temel insani ihtiyacın, güvende hissetme arayışının sonucudur. Hayat boyu, bireysel mücadelemizi bu güveni inşa etmek adına veririz.
Birey olarak milletimize, siyasetçimize, yargımıza, adalete itimat etmek isteriz. Ancak son dönemde "kimseye güven kalmadı" cümlesini çok sık duymamız, bu insani ihtiyacın karşılanmasında ciddi sorunlar yaşandığını gösteriyor. Ne yazık ki, bu güvensizlik ortamını yaratan, çoğu zaman yine insanın kendisidir.
Bugün, güven bunalımının en somut örneklerini medya ve siyasette görüyoruz. Gazetecilerin tarafsızlığından eser kalmadığı, yanlı yazılar yazıldığı veya bazı haberlerin kasıtlı olarak görmezden gelindiği konuşulurken, habercilik mesleğine duyulan itimat sarsılıyor. Diğer yandan, siyasetçilere yönelik güvensizlik de derinleşmiş durumda. "Kültür yoksunu insandan politikacı olur, ancak siyasetçi olamaz" tespiti, siyasetin ciddiyetten uzak, rastgele bir uğraş haline geldiği algısını güçlendiriyor. Siyasetçilerin gençlik yıllarındaki politik ortamlardan etkilenerek yola çıkması, aslında yakın çevrenin ve verilen iyi örneklerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak, birey bazen gerçekten güvendiği, bazen de "kötünün iyisi" diye tanımladığı isme destek vermek zorunda kalıyor.
Peki, Türk Gençliğine Güvenilir mi?
Güven sorununun pek çok alana yayıldığı bu dönemde, tüm oklar dönüp dolaşıp Z ve Y diye adlandırılan genç kuşaklara yöneliyor. Bu durumda kaçınılmaz olarak şu soru soruluyor: "Biz olduğumuz kadar olduk da, peki, Türk gençliğine güvenilir mi?"
Bana göre bu soru şaşırtıcı değil, çünkü temel referansımız çok açık:
Mustafa Kemal Atatürk gençlere güveniyordu. Onun sözleri bu güvenin en büyük kanıtıdır:
"Türkiye Cumhuriyeti'nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat de senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Bu belli. Fakat zekanı unut! Daima çalışkan ol..."
Atatürk'ün bu güveni boşa değildir. Türk gençliğine elbette güvenmek zorundayız.
Önemli olan, bizim onların yolunu tıkayacak "affedilmez ihmallere" düşmememiz. Unutmayalım ki, bu dünyada seyirci kalıp tepkisiz olanlar yüzünden yaşanan sorunlar, güveni erozyona uğratır.
Einstein'ın dediği gibi: "Dünya seyirci olup tepkisiz kalanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."
Güven dolu, tepkili ve bilinçli günler dileğiyle...
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sibel BARUTCU
Kimseye Güven kalmadı mı?
'Güven', insana iyi hissettiren, varlığımızın ve yeteneklerimizin tasdiki olan temel bir duygudur. Yeni doğmuş bir bebeğin anne kucağında hissettiği huzur, bir yolcunun cebindeki parayla gelen emniyet duygusu; hepsi bu temel insani ihtiyacın, güvende hissetme arayışının sonucudur. Hayat boyu, bireysel mücadelemizi bu güveni inşa etmek adına veririz.
Birey olarak milletimize, siyasetçimize, yargımıza, adalete itimat etmek isteriz. Ancak son dönemde "kimseye güven kalmadı" cümlesini çok sık duymamız, bu insani ihtiyacın karşılanmasında ciddi sorunlar yaşandığını gösteriyor. Ne yazık ki, bu güvensizlik ortamını yaratan, çoğu zaman yine insanın kendisidir.
Bugün, güven bunalımının en somut örneklerini medya ve siyasette görüyoruz. Gazetecilerin tarafsızlığından eser kalmadığı, yanlı yazılar yazıldığı veya bazı haberlerin kasıtlı olarak görmezden gelindiği konuşulurken, habercilik mesleğine duyulan itimat sarsılıyor. Diğer yandan, siyasetçilere yönelik güvensizlik de derinleşmiş durumda. "Kültür yoksunu insandan politikacı olur, ancak siyasetçi olamaz" tespiti, siyasetin ciddiyetten uzak, rastgele bir uğraş haline geldiği algısını güçlendiriyor. Siyasetçilerin gençlik yıllarındaki politik ortamlardan etkilenerek yola çıkması, aslında yakın çevrenin ve verilen iyi örneklerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Sonuç olarak, birey bazen gerçekten güvendiği, bazen de "kötünün iyisi" diye tanımladığı isme destek vermek zorunda kalıyor.
Peki, Türk Gençliğine Güvenilir mi?
Güven sorununun pek çok alana yayıldığı bu dönemde, tüm oklar dönüp dolaşıp Z ve Y diye adlandırılan genç kuşaklara yöneliyor. Bu durumda kaçınılmaz olarak şu soru soruluyor: "Biz olduğumuz kadar olduk da, peki, Türk gençliğine güvenilir mi?"
Bana göre bu soru şaşırtıcı değil, çünkü temel referansımız çok açık:
Mustafa Kemal Atatürk gençlere güveniyordu. Onun sözleri bu güvenin en büyük kanıtıdır:
"Türkiye Cumhuriyeti'nin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat de senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Bu belli. Fakat zekanı unut! Daima çalışkan ol..."
Atatürk'ün bu güveni boşa değildir. Türk gençliğine elbette güvenmek zorundayız.
Önemli olan, bizim onların yolunu tıkayacak "affedilmez ihmallere" düşmememiz. Unutmayalım ki, bu dünyada seyirci kalıp tepkisiz olanlar yüzünden yaşanan sorunlar, güveni erozyona uğratır.
Einstein'ın dediği gibi: "Dünya seyirci olup tepkisiz kalanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir."
Güven dolu, tepkili ve bilinçli günler dileğiyle...