“Halkını cehalet ve sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete teslim eden yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkumdur.”
“Memleketimizde bilgisizlik varsa geneldir, yalnız kadınlarımıza değil, erkeklerimize de aittir.”(1923)[1]
“Ve Rahmân’ın (yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın)kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçak gönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler.” (Rahmân/63)
Bu ayette “cahiller” olarak nitelenenler, okuma yazma bilmeyen ve öğretim görmemişler değil, kaba ve küstah kişilerdir. Rahman’ın kulları, yani akla ve bilimi yaşam biçimi edinenler, kendilerine kaba ve küstahça davranan cahillerle karşılaştıklarında onlara esenlik dileyip yollarına devam ederler ve bu kişilere karşı ne kin beslerler ne de hınç duyarlar.
ATATÜRK bu konuyu o kadar güzel ve çok açık olarak şöyle açıklamıştı:
“Biz, bilgisiz dediğimiz zaman kesinlikle okulda okumamış olanları amaçlamıyoruz. Amaçladığımız bilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük bilgisizler çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de gerçeği gören gerçek bilginler çıkar.”(1923)[2]
1. Cehalet Nedir?
Türkçede “bilgisizlik” anlamında kullanılan bu sözcüğün Arapçası “cehl, cehalet”tir.[3] Kur’an’da türevleriyle birlikte 24 kez geçer.
Kur’an’daki kavramlar konusunda büyük bir otorite kabul edilen Râgıb el-İsfehânî, “cehl” sözcüğüne, Kur’an’a dayanarak üç anlam vermiştir:
(a) Nefsin bilgiden boş olmasıdır.
(b) Gerçeğin dışında bir şeye inanmaktır.
(c) Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın/gerçeğin tersini yapmaktır.[4]
Bu anlamlara göre, İslâm’ın kastettiği cahillik (bilmezlik),
* Kişinin okuryazar olmaması veya fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi konularda bilgili olmaması değil;
* Kişinin, gerçeğin dışında bir şeye inanması, hakkın /gerçeğin, doğrunun aksini yapmasıdır.
Nitekim Kur’an, kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına (atalar dinine) saplanıp kalmaya “cehalet” demiş, Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Sevgili Muhammed de cehaletten kurtarmak için insanlara fizik, kimya ve benzeri şeyleri değil, gerçeği, gerçeğe, doğruya inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğretmiştir.[5]
Kur’an’ın kendisinden önceki dönemin ilahi vahiyle sağlaması yapılmayan inanç ve davranışlarını “cehalet” olarak nitelemesinin istisnası, o dönemdeki toplumlarda yaşamış olup da gerçeği görmüş ve sadece Allah’a kul olmuş kimselerdir. Bu kimseler Kur’an’da hep övgüyle anılmışlardır.
(a) Kur’an’da Cehaleti Tanıtan Ayetlerden Bazıları
“Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan mesafeli dururlar ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.”(Kasas/55)
“Yusuf dedi ki: “Siz cahiller iken Yusuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?” (Yûsuf/ 89)
“Ve eğer Biz, şüphesiz onlara birtakım güçler indirseydik, onlara ölüler söz söyleseydi ve her şeyi karşılarına toplasaydık, –Allah’ın dilemesi dışında– yine inanmayacaklardı. Fakat onların çoğu cahillik ediyorlar.”(En’âm/111)
“Evlerinizde vakarlı olun, ilk cahiliyet gösterişi hâlindegösteriş yapmayın, salâtı ikame edin, zekat’ı veriniz; Allah’a ve Elçisi’ne itaat ediniz. –Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve sizi temizlemek ister.–”(Ahzab/33)
Görüldüğü üzere “cehâlet” kavramı Kur’an’da bilgisizlikten ziyade Allah’a ve insanlara karşı olumsuz tutum ve davranışları ifade etmektedir.
(b) Kur’an’a göre cehaletin, bir yönden özeti. İnsanın;
* Görünen eşya ve olayların arkasındaki ilâhi irâdeyi anlayamaması,
* Allah’ın ayetleri olan kâinatı, Allah’ın ayetleri olarak görememesi,
* Dinî gerçekleri anlayamaması,
* İradesini ve hâkimiyetini yitirmesi,
* Şirk, küfür, nifak, isyân ve zulme dalması,
* Allah’a ve yaratıklarına karşı kötü, kaba ve çirkin davranmasıdır.[6]
2. Cahil Kimdir?
(a) Cahil, İblis Egemen Kişidir
“Sen afvı /malın fazlasını al, “urf” (örf, Kur’an ayetleri öbeği) ile emret ve cahillerden de mesafeli dur.” (A’raf/199)
Bu ayette yer alan “cahilîn” sözcüğü, “cehalette ısrar edenler” anlamındadır. Burada ve her yerde (cahillerden) kasıt, düz anlamıyla “bilmeyenler” olamaz. Zaten Elçi Muhammed, bilmeyenlerden oluşan “cahiliye toplumuna” önce aklı işletmeyi, selimleştirmeyi, üç kitap olan evren, insan, Kur’an’ı (müspet bilimi) gerçekliğiyle okuyup, öğrenip/öğretmeyi bilmeyenlere bildirmek için bir bildiri (Kur’an) ile gönderilmiş, görevlendirilmiş bir Bidirici (Nebi)’dir. Allah Elçisi Muhammed’in, her şeye rağmen ısrarla “tebliğ etmesi”, “işine bakması”, cahilce yapılanlara “aldırmaması”nı buyuran ayetlerle birlikte düşündüğümüzde, A’raf/199. ayette ilişik kesilmesi emredilen kişilerin tipik özelliği ortaya çıkar: “Cahilîn /kendini bilmezler”.. Cehalet, bu anlamı izleyerek A’raf/172, 175 ve 179’da atıf yapılan “fıtratına yabancılaşanları” da kapsar. Mekke toplumunun en bilgili ve kültürlü simalarından biri olan Amr b. Hişam’a (ö.624) “Ebu Cehil /cehaletin babası” adının verilmesi de bu yaklaşımın bir sonucudur.[7]
Aklını selimleştirmeyen, aklıselim sahibi olmayan kişi cahildir. Cahil, iblis egemen kişi, kişiliktir. Ki bunlar tarihin her döneminde dindar olamamış, dincilerdir.
Hangi zaman ve mekânda olursa olsun “dincilik”, kanserden beterdir. Çünkü mayası ve dayanağı “Cehalet”tir.
Cehalet yaygınlaştıkça “dincilik” artar ve yaygınlaşır. Kur’an, “Cahil’i aklını selimleştirmeyen kişi” olarak tanımlar. Akıl işletilmeyince selimleşmez, kişi aklıselim sahibi olamaz. Aklıselim sahibi olmayan kişi, İblis egemen varlıktır. Bunlar örgütlenip, gücü de ellerine geçirirlerse, “cehalet” yaşam biçimi haline gelir ve böylece “örgütlü cehalet” toplumun karakteri olur. Bu zihinsel deprem, fiziki doğal depremden daha tehlikelidir. Çünkü sürekli artarak devam eder. Kişi ya da toplumu aklıselim ile doğru davranıştan, bilimden, insanlıktan ve uygarlıktan uzaklaştırır. Bu konumdakileri Kur’an ilgili ayetlerinde (A’raf/179; Furkân/44; Mülk/22) çok açık bir şekilde “hayvandan aşağı, sürüngenler” olarak tanımlamaktadır.
(b) Ahlakın Ve Kurtuluşun Yolu Aklıselimden Geçer
“O gün ne malın mülkün bir yararı olur ne de evladın; ancak selim bir kalp/aklıselim ile Allah’ın huzuruna çıkanlar müstesna.”(Şu’arâ’/88-89)
Ahlak, davranışlar bütünlüğüdür. İki tür davranış vardır.
Biri, Allah, kadın-erkek her kişiye takvaya, yani HAYRA; bir de fücûra, yani ŞERRE yetenek vermiştir (Şems/8).
Bu iki güç /Meleke her kişinin beynindedir. Birinin adı selim akıl, diğerinin adı kötüye yönlendiren (emmare) nefis, yani İblis’tir. Kişi bu güçlerden hangisini yaşamında aktif kılarsa, o gücün yansıması yaşam biçimini, yani ahlâkını oluşturur.
Selimleştirilen aklın, yani aklıselimin yönlendirdiği davranışlardan oluşan ahlâk, beğenilen, istenen, tercih edilen, esasen kişiyi insanlaştıran, uygarlaştıran ahlâk olur. Bilime, barışa, sevgiye, adalete, hakka /hukuka, kalkınmaya açıktır.
Bu, bireysel aklıselim ve onun davranışlarından oluşan ahlakı; toplumsal, ortak, birleşik, kurumsal akla ve ahlâka çevirmek eğitim, öğretim işidir. Okul öncesinden başlayan tüm eğitim-öğretim aşamalarını kapsayan eğitim... Erdemli bir toplum ve yönetim oluşturmak için bu mutlaka gereklidir.
Eğitim, beyin “eğitimi” ve “beden eğitimi” olarak birizihinsel diğeribedensel olarak birlikte paralel yürütülmektedir.
Böyle bir toplum, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, kurucu değerleri üzerinden yeniden kurulabilir, kurulmalıdır.
Bu kurucu, insani, medeni değerler, iblis egemen kişilere aykırı gelir. Bu nedenle onun devamını istemezler. Onu yıkmayı din, ibadet edinirler.
“Sağduyunun, akıl, mantık ve bilginin üstünde önemi olduğunu takdir etmek yalancı bilginlerin işine gelmez.”(1925)[8]
İkinci ahlaki davranış ise, her kişide doğuştan itibaren bulunan fücura yetenek, yani kötüye yönlendiren (emmare) nefis, özel adıyla İblis’in yönlendirdiği davranışlar bütünlüğünden oluşan şeytani ahlaktır. Kişi, İblisini günlük yaşamında aktif kılarsa ve o gücün kılavuzluğunda hayatını biçimlendirirse kendisi bizzat şeytanlaşır, şeytani davranışlar onun ahlâkını oluşturur. Bu bu karakterdeki kişilikten insanca sevgi, barış, hak/hukuk, adalete riayet görülmez. Çünkü sivrisinek örneğindeki kan emici tavrı yaşamında egemen kıldığı için, o asla bal yapamaz; her ortam ve zamanda hep kan emer. Bu karakter, iblis egemen kişiliktir. Gerçek cehalet budur; esas cahil kişi de budur. Eğer bu cehaletten kurtulma kişinin özünde içtenlikli bir niyet ve gayret olmazsa, o kişi eğitilemez, insanlaşamaz.
3. YüceAllah, Bilmeden Kötülük İşleyip Ardından Tövbe Eden Suçluları Bağışlar
“Ve ayetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerekbir kötülük işleyip de sonra arkasından tövbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de!” (En’âm/54)
Bu ayette, Peygamberimize, inanmış kimselere nasıl davranması gerektiği bildirilmektedir. Allah Elçisi Muhammed, onlara esenlik dileyecek, “Allah’ın rahmeti kendi üzerine borç yazdığını” ve “kendisine müracaat edenlere rahmetiyle, hoş görüşüyle davrandığını” söyleyecektir. Böylece günahkârların umutsuzlukları, kötümserlikleri önlenmiş olacaktır.
Rahmet kapılarının sonuna kadar açık tutulduğu bu ayette, Allah’ın bağışlayacağı suçlular“bilmeden kötülük işleyip arkasından tövbe edenler” olarak nitelenmiştir. Ancak buradaki “bilmeden” sözcüğü, taammüden olmayan, yani tasarlanarak değil, düşüncesizce yapılan bir cehaleti ifade etmektedir. Çünkü imanlı olup da günah işleyen birinin, bir takım tutkularla işlediği fiil sonucunda ahret hayatında neleri kaybettiğini, hangi ödülleri kaçırdığını bilmesi mümkün değildir. Bilemediği için de dünyevî lezzetleri ahretin birçok hayrına tercih etmektedir. Bu, azı çoğa tercih etmek demektir. Azı, çoğa tercih etmek ise örfte daima “cehalet” olarak nitelendirilmiştir.[9]
Kısaca, Rabbimiz, kârı ve zararı hesap edilmeden işlenen suçlar için tövbe edildiğinde, bu suçları affedeceğini açıkça bildirmektedir.
“Allah’ın üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerinkidir. İşte bunlar, Allah’ın tövbelerini kabul ettikleridir. Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm koyandır.” (Nisâ/17)
“Sonra şüphesiz senin Rabbin, bir cahillikle günah işleyen, sonra bunun ardından tövbe eden ve düzelten kimseler içindir. Şüphesiz ki senin Rabbin, bundan sonra kesinlikle çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Nahl/119)
Rabbimizin rahmet kapılarını açarak günah işleyen kullarına tövbe ve yanlışları düzeltme imkânı verdiğinin bildirildiği bu ayette, Yüce Allah, kullandığı üslupla sanki kullarını affetmeye hazır olduğu mesajını vermektedir. Rabbimiz rahmeti gereği kullarına her zaman tövbe kapılarını açık tutmakta ve onlara ölmeden önce küfürlerinden, günahlarından dönüş fırsatı tanımaktadır.
4. Kur’an’da Cahil ve Cehalet
“Cehl ve cehâlet” kelimeleri sözlükte “bilmemek, tanımamak, haberi olmamak; ahmak, akılsız,kaba, katı ve sert davranışlı olmak; bir şey şiddetli olmak saldırmak, tecavüz etmek” anlamlarına gelir. İlim ve hilmin zıddıdır.[10]
Cehalet kavramı Kur’an’da:
a-) “Bilmeme ve tanımama” anlamında şu iki ayette geçer:
“Allah yolunda harcamanız, yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirler için olsun. Utangaçlıklarından, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. –Sen onları işaretlerinden tanırsın. – Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Ve siz, hayırdan neyi harcarsanız, biliniz ki, şüphesiz Allah, onu çok iyi bilendir.” (Bakara/273)
“Ey iman etmiş kimseler! Eğer hak yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse hemen araştırın/tespit edin. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız/zarar getirirsiniz de yaptığınıza pişman olan kimseler olursunuz.” (Hucurât/6)
b-) Bunun dışında “fert ve toplumların İlâhî iradeye uymayan yanlış ve hatalı inanç, söz, fiil ve davranışları”nı ifade etmek için şu ayetlerde yer almaktadır:
Allah: “Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o, sâlih olmayan bir iştir/o, sâlih olmayan bir iş işlemiştir.Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım” dedi.”(Hûd/46)
“De ki: “Buna rağmen siz, bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz, ey cahiller!”(Zümer/64)
“Âd’ın kardeşi; Hûd: “ Şüphesiz o azabın ne zaman geleceğine dair bilgi Allah katındadır. Ben ise size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben, sizi cahillik edip duran bir toplum olarak görüyorum” dedi.” (Ahkâf/23)
“Hani kâfirler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah,Elçisi’nin ve müminlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu /morali indirmiş ve omüminlerin “takvâ/Allah’ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti /sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.”(Fetih/26)
Cehâleti;
(1) a) İnsanı kâfir, müşrik ve münafık yapan cehalet;
b) Âsi, fâsık ve zalim yapan cehalet;
(2) a) Allah’a ve dinine karşı yapılan cehalet,
b) İnsanlara ve diğer varlıklara karşı yapılan cehalet.
(3) a) Basit cehalet (bilgisizlik)
b) Bileşik örgütlü cehalet (yanlış inanç, hatalı söz, fiil ve davranışlarda bulunmak ve bunları idrak edememek) şeklinde bölümlere[11] ayırmak da mümkündür.
5. Kur’an’da İlgili Ayetlere Göre Cehâlet Olarak Belirlenen İnanç Ve Davranışlar
(a) Şirke ve Küfre Dalmak
“Ve İsrail oğullarını bol sudan /nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: “Ey Musa! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!” Musa dedi ki: “Siz gerçekten cahillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.”(A’râf/138-139)
Ayette, İsrail oğullarının çok tanrıcılığa özentileri görülmektedir.[12] Hz. Musa kavminin bu önerisini cehaletle nitelendirmiştir. Bir toplumun, başka bir toplumun yanlış davranışlarına özenip ona yönelmesi, cehalete yeni bir tanım kazandırmaktadır. Tek olan Allah’ı bırakıp, putlara tapmak, cahil sıfatıyla nitelendirilmeye yeterli olmaktadır. Hz.Musa, kendilerine Tek Allah inancını öğretmesine rağmen, onu hafife almaları ve çok tanrılı dine yönelmeleri, cehaletin alâmeti olmaktadır. Bunun bize tutacağı ışık şudur: Başkasına özenti, kültür emperyalizmine, dolayısıyla kişilik kaybına ve kimlik erozyonuna neden olmaktadır. Bu bakımdan bir toplum başka bir toplumu taklit etmemelidir. Ederse genetik özelliğini ve ulusal kimliğini kaybederek cahilleşir.[12]
(b) Allah Hakkında Kötü Zanda Bulunmak
“Sonra Allah, o kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu örtüp bürüyen bir uyku indirdi. Bir grup da nefislerinin sevdasına düştü; Allah’a karşı gerçek dışı cahiliyet zannı olarak, zan üretiyorlardı. Onlar, “Bu işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. –De ki: “Bütün iş Allah’a aittir.– Onlar, sana açıklamayacakları şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz, evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar kesinlikle yan gelip yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gidecekti.” Ve o, Allah’ın beyinlerinizdekini sınaması ve kalplerinizdekini temizlemesi içindir. Ve Allah, beyinlerinizdekini çok iyi bilendir.”(Âl-i İmrân/154)
Uhud yenilgisi üzerine kalbinde /aklında hastalık olanlar ve münafıklar, Allah hakkında cahiliyet zannı ile konuştukları ayette açıklanıyor.
Can sevdasına düşmek, müminilemünafığıayıran önemli bir göstergedir. Canlarının derdine düşen münafıkların fikirleri ile cahiliyet düşünceleri arasında bağlantı kuran Yüce Allah, bilinç altında Allah’a karşı taşıdıkları fikirlere ve gerçekle ilgisi bulunmayan sözler söylediklerine dikkat çekmektedir.
Kur’an’da cahiliyet zannı (Âl-i İmrân/154), iyi olan zandan (Nûr/12), günah olan zandan (Hucurât/12) ve hakikatten bir parçaolmayan zandan (Necm/28) söz edilmektedir. Cahiliyet zannını tanımlamak için de “hakka aykırı” ifadesi kullanılmaktadır. Bu durumda (Necm/28)de tanımlanan zan ile bu ayetteki (Âl-i İmrân/154) zan aynı anlamı taşımakta, yani “hakikatten bir parça olmayan zan” ile “hakikate aykırı olan zan” aynı anlama gelmektedir.[13]
(c) Emanetlere İhanet Etmek Ve Dinî Görevleri Yapmamak
“Şüphesiz Biz,emaneti(bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği) göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı /gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü (ona ihanet etti). Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.” (Ahzâb/72)
(d) Allah’ın Hükümlerinden Başka Hükümlerle Hükmetmek
“Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?Kesinliklebilen bir toplum için, hüküm yönünden Allah’tan daha güzel kim olabilir?”(Mâide/50)
Bu ayet, Mâide/49’un bir devamıdır. Allah’ın indirdiği objektif hukukla verilen hükme sırtını dönenler için, yüce Allah bu soruyu sormaktadır.
“Yoksa onlar, câhiliye kanunu (ile yönetilmek) mi istiyorlar?”
Ayetin bu bölümü, yönetim ve hukuk yönünden geriye gidişi ele almaktadır. Câhiliye kavramına tarihsel açıdan bakarsak, Kur’an gelmeden önceki Araplar’ın aşiret toplumuna dikkat çekildiğini söyleyebiliriz. Sosyolojik açıdan aşiret kavramı, “hukuku olmayan, örf-âdetlerle yönetilen toplum” anlamına gelmektedir.
Hz. Muhammed’in getirdiği vahyin hukuk açısından yaptığı devrim, objektif hukuku getirmesidir; anayasa/ümmü’l-kitâb (kitabın anası) kavramıyla insanlığı tanıştırmasıdır. Toplumda farklı inanç, grup ve kültürlere rağmen hukuku objektif ve evrensel boyuta taşımıştır.
Şimdi, bu gelişmeye rağmen Yüce Allah onlara, aşiret toplumunun hukuk ve yönetimine mi dönmek istediklerini sormaktadır. Bu geri gidiş, yeniye uyum sağlayamayıp gelişmeye karşı çıkmaktır. Hukukta geriye gidiş bir bakıma nehri tersine akıtmak kadar zor; zor olduğu kadar da insanlığın gelişmesi için tehlikelidir.
Ama caâhiliye kavramını, Hz. Muhammed’in yetiştiği ya da Kur’an’dan önceki dönemle sınırlandırmamak gerekir. Ahlâkî değerlerin anlaşılmasındaki eksiklik, hukukun yanıltılması, objektif hukuka karşı çıkmanın bulunduğu zaman dilimi, bu kavramın kapsamına girmektedir.
Hukuku, kendi menfaatlerine kullanan, gücün olduğu yerde hukuk vardır diyen, hukuku kendisi için değil de zayıflar için kullananların bulunduğu her dönem, cahiliye dönemidir.
Bütün İlâhî dinlerin getirdiği tevhîd inancına ve ahlâkî sistemlere ters düşen her anlayış, cahiliye anlayışıdır. Yüce Allah’ın sorduğu soru, gücün hukuk olduğu, nefsin arzularının hukuk yerine geçtiği anlayışa, ya da yönetime dönmek isteyip istemedikleri konusundadır.
“İyi anlayanlar için Allah’tandaha iyi kanun koyucu olabilir mi?”
Ayetin sonundaki yûkınûn “kalben doyuma ulaşan, iyi anlayan ve kesin imana sahip olan” anlamına gelmektedir. Bu manevî ve düşünsel yapıya sahip olan insanlar, tarafsız hukukun öğreticisinin Allah olduğunu bilirler. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki: Hukuka saygı, evrensel ve objektif hukukun ön gördüğü hayatı benimsemek ve bu konudaki yeniliği gerçekleştirmek, derin bir imanın ve derin bir anlayışın doyum noktasını oluşturmaktadır.[14]
(e) Fakirleri Küçük Görmek
28-31Nûh, “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü, ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana Kendi tarafından bir rahmet bahşetmiş de bu size saklı tutulmuşsa?! –Biz, siz ondan hoşlanmadığınız hâlde sizi ona zorlar mıyız?”–
29Ve “Ey toplumum! Ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ve ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rablerine kavuşacaklar. Fakat ben, sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum.” 30Ve “Ey toplumum! Ben onları kovarsam, Allah’a karşı bana kim yardım edecek? Peki, siz hiç düşünmez misiniz?
31Ve ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ve ben görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilmem. Ben size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. O sizin kendinize göre, hor gördükleriniz hakkında, ‘Allah onlara hiçbir hayır vermez’ de demiyorum. Allah, onların içlerindekini, en iyi bilendir. İşte asıl o zaman ben kesinlikle yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan olurum” 28 dedi.” (Hûd/28-29-31)
(f) Sabredilecek Yerde Sızlanmak
“Ve eğer onların mesafeli durmaları sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir alâmet/gösterge getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları doğru yol kılavuzu üzerinde toplardı. O hâlde sakın cahillerden olma!”(En’âm/35)
(g) Alay Etmek
“Ve hani Musa toplumuna, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen, bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. Musa, “Ben, cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.”(Bakara/67)
(h) Homoseksüellik Yapmak
“Lut’u da elçi olarak toplumuna gönderdik. Hani o, toplumuna, “Göz göre göre hâlâ o aşırılığı/hayâsızlığı yapacak mısınız? Şehvet yönünden kadınlardan aşağı olan erkeklere yaklaşacak mısınız? Aslında siz,cahillikte devam edegelen bir toplumsunuz!” demişti.”(Neml/54-55)
(k) Zina Etmek
“Yusuf: “Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bunların tuzaklarını benden döndürmezsen, ben onların tuzağına düşerim ve cahil kimselerden olurum” dedi.” (Yûsuf/33)
6. ATATÜRK’E Göre Cehalet İle Mücadele Etmek Her Vatansever İçin “Borçtur, Zorunluluktur, İlâhî Emirdir”
“Milleti yüzyıllarca başkasının tutku ve faydalanma aracı yapan en büyük düşmanı, bilgisizliktir; milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca kendi hakkında olup bitenden habersiz bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun, bunun milleti tutsak gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel toprakları gibi saymaları, hep milletin bu bilgisizliğinden yararlanılmak sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsakher şeyden önce, bütün kuvvetimiz, bütün hızımızla bu bilgisizliği yok etmek zorunluğundayız. Burada bilgisizliği yalnız okuyup yazmak anlamına almıyoruz. Üç buçuk, dört yıl önce, kendisini tutsaklık ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayınladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı ayaklanmakla bu bilgisizliği yırttığını ve bu bilmezlikten sıyrıldığını kanıtladı. Gerekir ki, millet bir daha o bilmezliğe düşmesin! Hepimize düşen görev, beyinleri bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır; bunu yapmak için akıl, mantık ve din açısından hiçbir güçlük düşünülmüş değildir.Bu yolda önümüze herhangi bir engel çıkarsa, doğru bildiğimiz yolda herhangi bir kara kaya meydana gelirse derhal o engeli yıkmak,o kayayı parçalamak, MEMLEKETİN ŞEREFİNİ, NAMUSUNU, YAŞAMINI DÜŞÜNENLER İÇİN BORÇTUR, ZORUNLULUKTUR, İLÂHÎ EMİRDİR.” (1923)[15]
***
Kaynakça
[1] Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, (Toplayan: Nimet UNAN), 1959, 2.Basım, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, cilt: II, s.87.
[2] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.132.
[3] İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab; cilt: 2, s.246 “c-h-l” mad.
[4] Râgıb el-ISFAHÂNÎ, el-Müfredat (Kur’an Kavramları Sözlüğü), (Çev. A. GÜNEŞ-M. YOLCU ), İstanbul, 2010, Çıra Yayınları, “c-h-l” mad., s.249-250.
[5] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.2, s.657-658.
[6]Doç.Dr. İsmail KARAGÖZ, “Cehâlet”, Dinî Kavramlar Sözlüğü (Kitabı içinde), Ankara, 2006, DİB Yayını, s.86.
[7] Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı KUR’AN, İstanbul, 2013, Düşün Yayıncılık, s.270.
[8] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.213.
[9] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, c.4, s.315.
[12] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, c.7, s.299, 301.
[13] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.4, s.430.
[14] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.6, s.53-54.
[15]Cumhurbaşkanları, Başbakanlar Ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitim İle İlgili Söylev Ve Demeçleri I, 1946, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları: 6, s.15; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, ATATÜRK’ÜN Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, 3.Basım, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.250-251.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Sedat ŞENERMEN
Kişi, kişilik, cahil ve cehalet
İBLİS EGEMEN KİŞİ CAHİL; İBLİS EGEMEN KİŞİLİK İSE CEHALET’TİR
“Halkını cehalet ve sefalete teslim eden yöneticiler yok olmaya, cehalet ve sefalete teslim eden yöneticileri seçen halk ise köle olmaya mahkumdur.”
“Memleketimizde bilgisizlik varsa geneldir, yalnız kadınlarımıza değil, erkeklerimize de aittir.”(1923)[1]
“Ve Rahmân’ın (yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın) kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçak gönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler.” (Rahmân/63)
Bu ayette “cahiller” olarak nitelenenler, okuma yazma bilmeyen ve öğretim görmemişler değil, kaba ve küstah kişilerdir. Rahman’ın kulları, yani akla ve bilimi yaşam biçimi edinenler, kendilerine kaba ve küstahça davranan cahillerle karşılaştıklarında onlara esenlik dileyip yollarına devam ederler ve bu kişilere karşı ne kin beslerler ne de hınç duyarlar.
ATATÜRK bu konuyu o kadar güzel ve çok açık olarak şöyle açıklamıştı:
“Biz, bilgisiz dediğimiz zaman kesinlikle okulda okumamış olanları amaçlamıyoruz. Amaçladığımız bilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük bilgisizler çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de gerçeği gören gerçek bilginler çıkar.”(1923)[2]
1. Cehalet Nedir?
Türkçede “bilgisizlik” anlamında kullanılan bu sözcüğün Arapçası “cehl, cehalet”tir.[3] Kur’an’da türevleriyle birlikte 24 kez geçer.
Kur’an’daki kavramlar konusunda büyük bir otorite kabul edilen Râgıb el-İsfehânî, “cehl” sözcüğüne, Kur’an’a dayanarak üç anlam vermiştir:
(a) Nefsin bilgiden boş olmasıdır.
(b) Gerçeğin dışında bir şeye inanmaktır.
(c) Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın/gerçeğin tersini yapmaktır.[4]
Bu anlamlara göre, İslâm’ın kastettiği cahillik (bilmezlik),
* Kişinin okuryazar olmaması veya fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi konularda bilgili olmaması değil;
* Kişinin, gerçeğin dışında bir şeye inanması, hakkın /gerçeğin, doğrunun aksini yapmasıdır.
Nitekim Kur’an, kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına (atalar dinine) saplanıp kalmaya “cehalet” demiş, Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Sevgili Muhammed de cehaletten kurtarmak için insanlara fizik, kimya ve benzeri şeyleri değil, gerçeği, gerçeğe, doğruya inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğretmiştir.[5]
Kur’an’ın kendisinden önceki dönemin ilahi vahiyle sağlaması yapılmayan inanç ve davranışlarını “cehalet” olarak nitelemesinin istisnası, o dönemdeki toplumlarda yaşamış olup da gerçeği görmüş ve sadece Allah’a kul olmuş kimselerdir. Bu kimseler Kur’an’da hep övgüyle anılmışlardır.
(a) Kur’an’da Cehaleti Tanıtan Ayetlerden Bazıları
“Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan mesafeli dururlar ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.”(Kasas/55)
“Yusuf dedi ki: “Siz cahiller iken Yusuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?” (Yûsuf/ 89)
“Ve eğer Biz, şüphesiz onlara birtakım güçler indirseydik, onlara ölüler söz söyleseydi ve her şeyi karşılarına toplasaydık, –Allah’ın dilemesi dışında– yine inanmayacaklardı. Fakat onların çoğu cahillik ediyorlar.”(En’âm/111)
“Evlerinizde vakarlı olun, ilk cahiliyet gösterişi hâlinde gösteriş yapmayın, salâtı ikame edin, zekat’ı veriniz; Allah’a ve Elçisi’ne itaat ediniz. –Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve sizi temizlemek ister.–”(Ahzab/33)
Görüldüğü üzere “cehâlet” kavramı Kur’an’da bilgisizlikten ziyade Allah’a ve insanlara karşı olumsuz tutum ve davranışları ifade etmektedir.
(b) Kur’an’a göre cehaletin, bir yönden özeti. İnsanın;
* Görünen eşya ve olayların arkasındaki ilâhi irâdeyi anlayamaması,
* Allah’ın ayetleri olan kâinatı, Allah’ın ayetleri olarak görememesi,
* Dinî gerçekleri anlayamaması,
* İradesini ve hâkimiyetini yitirmesi,
* Şirk, küfür, nifak, isyân ve zulme dalması,
* Allah’a ve yaratıklarına karşı kötü, kaba ve çirkin davranmasıdır.[6]
2. Cahil Kimdir?
(a) Cahil, İblis Egemen Kişidir
“Sen afvı /malın fazlasını al, “urf” (örf, Kur’an ayetleri öbeği) ile emret ve cahillerden de mesafeli dur.” (A’raf/199)
Bu ayette yer alan “cahilîn” sözcüğü, “cehalette ısrar edenler” anlamındadır. Burada ve her yerde (cahillerden) kasıt, düz anlamıyla “bilmeyenler” olamaz. Zaten Elçi Muhammed, bilmeyenlerden oluşan “cahiliye toplumuna” önce aklı işletmeyi, selimleştirmeyi, üç kitap olan evren, insan, Kur’an’ı (müspet bilimi) gerçekliğiyle okuyup, öğrenip/öğretmeyi bilmeyenlere bildirmek için bir bildiri (Kur’an) ile gönderilmiş, görevlendirilmiş bir Bidirici (Nebi)’dir. Allah Elçisi Muhammed’in, her şeye rağmen ısrarla “tebliğ etmesi”, “işine bakması”, cahilce yapılanlara “aldırmaması”nı buyuran ayetlerle birlikte düşündüğümüzde, A’raf/199. ayette ilişik kesilmesi emredilen kişilerin tipik özelliği ortaya çıkar: “Cahilîn /kendini bilmezler”.. Cehalet, bu anlamı izleyerek A’raf/172, 175 ve 179’da atıf yapılan “fıtratına yabancılaşanları” da kapsar. Mekke toplumunun en bilgili ve kültürlü simalarından biri olan Amr b. Hişam’a (ö.624) “Ebu Cehil /cehaletin babası” adının verilmesi de bu yaklaşımın bir sonucudur.[7]
Aklını selimleştirmeyen, aklıselim sahibi olmayan kişi cahildir. Cahil, iblis egemen kişi, kişiliktir. Ki bunlar tarihin her döneminde dindar olamamış, dincilerdir.
Hangi zaman ve mekânda olursa olsun “dincilik”, kanserden beterdir. Çünkü mayası ve dayanağı “Cehalet”tir.
Cehalet yaygınlaştıkça “dincilik” artar ve yaygınlaşır. Kur’an, “Cahil’i aklını selimleştirmeyen kişi” olarak tanımlar. Akıl işletilmeyince selimleşmez, kişi aklıselim sahibi olamaz. Aklıselim sahibi olmayan kişi, İblis egemen varlıktır. Bunlar örgütlenip, gücü de ellerine geçirirlerse, “cehalet” yaşam biçimi haline gelir ve böylece “örgütlü cehalet” toplumun karakteri olur. Bu zihinsel deprem, fiziki doğal depremden daha tehlikelidir. Çünkü sürekli artarak devam eder. Kişi ya da toplumu aklıselim ile doğru davranıştan, bilimden, insanlıktan ve uygarlıktan uzaklaştırır. Bu konumdakileri Kur’an ilgili ayetlerinde (A’raf/179; Furkân/44; Mülk/22) çok açık bir şekilde “hayvandan aşağı, sürüngenler” olarak tanımlamaktadır.
(b) Ahlakın Ve Kurtuluşun Yolu Aklıselimden Geçer
“O gün ne malın mülkün bir yararı olur ne de evladın; ancak selim bir kalp /aklıselim ile Allah’ın huzuruna çıkanlar müstesna.”(Şu’arâ’/88-89)
Ahlak, davranışlar bütünlüğüdür. İki tür davranış vardır.
Biri, Allah, kadın-erkek her kişiye takvaya, yani HAYRA; bir de fücûra, yani ŞERRE yetenek vermiştir (Şems/8).
Bu iki güç /Meleke her kişinin beynindedir. Birinin adı selim akıl, diğerinin adı kötüye yönlendiren (emmare) nefis, yani İblis’tir. Kişi bu güçlerden hangisini yaşamında aktif kılarsa, o gücün yansıması yaşam biçimini, yani ahlâkını oluşturur.
Selimleştirilen aklın, yani aklıselimin yönlendirdiği davranışlardan oluşan ahlâk, beğenilen, istenen, tercih edilen, esasen kişiyi insanlaştıran, uygarlaştıran ahlâk olur. Bilime, barışa, sevgiye, adalete, hakka /hukuka, kalkınmaya açıktır.
Bu, bireysel aklıselim ve onun davranışlarından oluşan ahlakı; toplumsal, ortak, birleşik, kurumsal akla ve ahlâka çevirmek eğitim, öğretim işidir. Okul öncesinden başlayan tüm eğitim-öğretim aşamalarını kapsayan eğitim... Erdemli bir toplum ve yönetim oluşturmak için bu mutlaka gereklidir.
Eğitim, beyin “eğitimi” ve “beden eğitimi” olarak biri zihinsel diğeri bedensel olarak birlikte paralel yürütülmektedir.
Böyle bir toplum, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, kurucu değerleri üzerinden yeniden kurulabilir, kurulmalıdır.
Bu kurucu, insani, medeni değerler, iblis egemen kişilere aykırı gelir. Bu nedenle onun devamını istemezler. Onu yıkmayı din, ibadet edinirler.
“Sağduyunun, akıl, mantık ve bilginin üstünde önemi olduğunu takdir etmek yalancı bilginlerin işine gelmez.”(1925)[8]
İkinci ahlaki davranış ise, her kişide doğuştan itibaren bulunan fücura yetenek, yani kötüye yönlendiren (emmare) nefis, özel adıyla İblis’in yönlendirdiği davranışlar bütünlüğünden oluşan şeytani ahlaktır. Kişi, İblisini günlük yaşamında aktif kılarsa ve o gücün kılavuzluğunda hayatını biçimlendirirse kendisi bizzat şeytanlaşır, şeytani davranışlar onun ahlâkını oluşturur. Bu bu karakterdeki kişilikten insanca sevgi, barış, hak/hukuk, adalete riayet görülmez. Çünkü sivrisinek örneğindeki kan emici tavrı yaşamında egemen kıldığı için, o asla bal yapamaz; her ortam ve zamanda hep kan emer. Bu karakter, iblis egemen kişiliktir. Gerçek cehalet budur; esas cahil kişi de budur. Eğer bu cehaletten kurtulma kişinin özünde içtenlikli bir niyet ve gayret olmazsa, o kişi eğitilemez, insanlaşamaz.
3. Yüce Allah, Bilmeden Kötülük İşleyip Ardından Tövbe Eden Suçluları Bağışlar
“Ve ayetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tövbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de!” (En’âm/54)
Bu ayette, Peygamberimize, inanmış kimselere nasıl davranması gerektiği bildirilmektedir. Allah Elçisi Muhammed, onlara esenlik dileyecek, “Allah’ın rahmeti kendi üzerine borç yazdığını” ve “kendisine müracaat edenlere rahmetiyle, hoş görüşüyle davrandığını” söyleyecektir. Böylece günahkârların umutsuzlukları, kötümserlikleri önlenmiş olacaktır.
Rahmet kapılarının sonuna kadar açık tutulduğu bu ayette, Allah’ın bağışlayacağı suçlular “bilmeden kötülük işleyip arkasından tövbe edenler” olarak nitelenmiştir. Ancak buradaki “bilmeden” sözcüğü, taammüden olmayan, yani tasarlanarak değil, düşüncesizce yapılan bir cehaleti ifade etmektedir. Çünkü imanlı olup da günah işleyen birinin, bir takım tutkularla işlediği fiil sonucunda ahret hayatında neleri kaybettiğini, hangi ödülleri kaçırdığını bilmesi mümkün değildir. Bilemediği için de dünyevî lezzetleri ahretin birçok hayrına tercih etmektedir. Bu, azı çoğa tercih etmek demektir. Azı, çoğa tercih etmek ise örfte daima “cehalet” olarak nitelendirilmiştir.[9]
Kısaca, Rabbimiz, kârı ve zararı hesap edilmeden işlenen suçlar için tövbe edildiğinde, bu suçları affedeceğini açıkça bildirmektedir.
“Allah’ın üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerinkidir. İşte bunlar, Allah’ın tövbelerini kabul ettikleridir. Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm koyandır.” (Nisâ/17)
“Sonra şüphesiz senin Rabbin, bir cahillikle günah işleyen, sonra bunun ardından tövbe eden ve düzelten kimseler içindir. Şüphesiz ki senin Rabbin, bundan sonra kesinlikle çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Nahl/119)
Rabbimizin rahmet kapılarını açarak günah işleyen kullarına tövbe ve yanlışları düzeltme imkânı verdiğinin bildirildiği bu ayette, Yüce Allah, kullandığı üslupla sanki kullarını affetmeye hazır olduğu mesajını vermektedir. Rabbimiz rahmeti gereği kullarına her zaman tövbe kapılarını açık tutmakta ve onlara ölmeden önce küfürlerinden, günahlarından dönüş fırsatı tanımaktadır.
4. Kur’an’da Cahil ve Cehalet
“Cehl ve cehâlet” kelimeleri sözlükte “bilmemek, tanımamak, haberi olmamak; ahmak, akılsız, kaba, katı ve sert davranışlı olmak; bir şey şiddetli olmak saldırmak, tecavüz etmek” anlamlarına gelir. İlim ve hilmin zıddıdır.[10]
Cehalet kavramı Kur’an’da:
a-) “Bilmeme ve tanımama” anlamında şu iki ayette geçer:
“Allah yolunda harcamanız, yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremeyen kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirler için olsun. Utangaçlıklarından, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. –Sen onları işaretlerinden tanırsın. – Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Ve siz, hayırdan neyi harcarsanız, biliniz ki, şüphesiz Allah, onu çok iyi bilendir.” (Bakara/273)
“Ey iman etmiş kimseler! Eğer hak yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse hemen araştırın/tespit edin. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız/zarar getirirsiniz de yaptığınıza pişman olan kimseler olursunuz.” (Hucurât/6)
b-) Bunun dışında “fert ve toplumların İlâhî iradeye uymayan yanlış ve hatalı inanç, söz, fiil ve davranışları”nı ifade etmek için şu ayetlerde yer almaktadır:
Allah: “Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o, sâlih olmayan bir iştir/o, sâlih olmayan bir iş işlemiştir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım” dedi.”(Hûd/46)
“De ki: “Buna rağmen siz, bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz, ey cahiller!”(Zümer/64)
“Âd’ın kardeşi; Hûd: “ Şüphesiz o azabın ne zaman geleceğine dair bilgi Allah katındadır. Ben ise size benimle gönderileni tebliğ ediyorum. Fakat ben, sizi cahillik edip duran bir toplum olarak görüyorum” dedi.” (Ahkâf/23)
“Hani kâfirler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah, Elçisi’nin ve müminlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu /morali indirmiş ve o müminlerin “takvâ/Allah’ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti /sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.”(Fetih/26)
Cehâleti;
(1) a) İnsanı kâfir, müşrik ve münafık yapan cehalet;
b) Âsi, fâsık ve zalim yapan cehalet;
(2) a) Allah’a ve dinine karşı yapılan cehalet,
b) İnsanlara ve diğer varlıklara karşı yapılan cehalet.
(3) a) Basit cehalet (bilgisizlik)
b) Bileşik örgütlü cehalet (yanlış inanç, hatalı söz, fiil ve davranışlarda bulunmak ve bunları idrak edememek) şeklinde bölümlere[11] ayırmak da mümkündür.
5. Kur’an’da İlgili Ayetlere Göre Cehâlet Olarak Belirlenen İnanç Ve Davranışlar
(a) Şirke ve Küfre Dalmak
“Ve İsrail oğullarını bol sudan /nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: “Ey Musa! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için bir tanrı belirle!” Musa dedi ki: “Siz gerçekten cahillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.”(A’râf/138-139)
Ayette, İsrail oğullarının çok tanrıcılığa özentileri görülmektedir.[12] Hz. Musa kavminin bu önerisini cehaletle nitelendirmiştir. Bir toplumun, başka bir toplumun yanlış davranışlarına özenip ona yönelmesi, cehalete yeni bir tanım kazandırmaktadır. Tek olan Allah’ı bırakıp, putlara tapmak, cahil sıfatıyla nitelendirilmeye yeterli olmaktadır. Hz.Musa, kendilerine Tek Allah inancını öğretmesine rağmen, onu hafife almaları ve çok tanrılı dine yönelmeleri, cehaletin alâmeti olmaktadır. Bunun bize tutacağı ışık şudur: Başkasına özenti, kültür emperyalizmine, dolayısıyla kişilik kaybına ve kimlik erozyonuna neden olmaktadır. Bu bakımdan bir toplum başka bir toplumu taklit etmemelidir. Ederse genetik özelliğini ve ulusal kimliğini kaybederek cahilleşir.[12]
(b) Allah Hakkında Kötü Zanda Bulunmak
“Sonra Allah, o kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu örtüp bürüyen bir uyku indirdi. Bir grup da nefislerinin sevdasına düştü; Allah’a karşı gerçek dışı cahiliyet zannı olarak, zan üretiyorlardı. Onlar, “Bu işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. –De ki: “Bütün iş Allah’a aittir.– Onlar, sana açıklamayacakları şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz, evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar kesinlikle yan gelip yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gidecekti.” Ve o, Allah’ın beyinlerinizdekini sınaması ve kalplerinizdekini temizlemesi içindir. Ve Allah, beyinlerinizdekini çok iyi bilendir.”(Âl-i İmrân/154)
Uhud yenilgisi üzerine kalbinde /aklında hastalık olanlar ve münafıklar, Allah hakkında cahiliyet zannı ile konuştukları ayette açıklanıyor.
Can sevdasına düşmek, müminilemünafığıayıran önemli bir göstergedir. Canlarının derdine düşen münafıkların fikirleri ile cahiliyet düşünceleri arasında bağlantı kuran Yüce Allah, bilinç altında Allah’a karşı taşıdıkları fikirlere ve gerçekle ilgisi bulunmayan sözler söylediklerine dikkat çekmektedir.
Kur’an’da cahiliyet zannı (Âl-i İmrân/154), iyi olan zandan (Nûr/12), günah olan zandan (Hucurât/12) ve hakikatten bir parça olmayan zandan (Necm/28) söz edilmektedir. Cahiliyet zannını tanımlamak için de “hakka aykırı” ifadesi kullanılmaktadır. Bu durumda (Necm/28)de tanımlanan zan ile bu ayetteki (Âl-i İmrân/154) zan aynı anlamı taşımakta, yani “hakikatten bir parça olmayan zan” ile “hakikate aykırı olan zan” aynı anlama gelmektedir.[13]
(c) Emanetlere İhanet Etmek Ve Dinî Görevleri Yapmamak
“Şüphesiz Biz, emaneti (bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği) göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da onlar, onu taşımaya/gizlemeye, tanımaz hale getirme, gözden düşürmeye yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden, tanınmaz hale getirilmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı /gizledi, tanınmaz hale getirdi, gözden düşürdü (ona ihanet etti). Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.” (Ahzâb/72)
(d) Allah’ın Hükümlerinden Başka Hükümlerle Hükmetmek
“Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için, hüküm yönünden Allah’tan daha güzel kim olabilir?”(Mâide/50)
Bu ayet, Mâide/49’un bir devamıdır. Allah’ın indirdiği objektif hukukla verilen hükme sırtını dönenler için, yüce Allah bu soruyu sormaktadır.
“Yoksa onlar, câhiliye kanunu (ile yönetilmek) mi istiyorlar?”
Ayetin bu bölümü, yönetim ve hukuk yönünden geriye gidişi ele almaktadır. Câhiliye kavramına tarihsel açıdan bakarsak, Kur’an gelmeden önceki Araplar’ın aşiret toplumuna dikkat çekildiğini söyleyebiliriz. Sosyolojik açıdan aşiret kavramı, “hukuku olmayan, örf-âdetlerle yönetilen toplum” anlamına gelmektedir.
Hz. Muhammed’in getirdiği vahyin hukuk açısından yaptığı devrim, objektif hukuku getirmesidir; anayasa/ümmü’l-kitâb (kitabın anası) kavramıyla insanlığı tanıştırmasıdır. Toplumda farklı inanç, grup ve kültürlere rağmen hukuku objektif ve evrensel boyuta taşımıştır.
Şimdi, bu gelişmeye rağmen Yüce Allah onlara, aşiret toplumunun hukuk ve yönetimine mi dönmek istediklerini sormaktadır. Bu geri gidiş, yeniye uyum sağlayamayıp gelişmeye karşı çıkmaktır. Hukukta geriye gidiş bir bakıma nehri tersine akıtmak kadar zor; zor olduğu kadar da insanlığın gelişmesi için tehlikelidir.
Ama caâhiliye kavramını, Hz. Muhammed’in yetiştiği ya da Kur’an’dan önceki dönemle sınırlandırmamak gerekir. Ahlâkî değerlerin anlaşılmasındaki eksiklik, hukukun yanıltılması, objektif hukuka karşı çıkmanın bulunduğu zaman dilimi, bu kavramın kapsamına girmektedir.
Hukuku, kendi menfaatlerine kullanan, gücün olduğu yerde hukuk vardır diyen, hukuku kendisi için değil de zayıflar için kullananların bulunduğu her dönem, cahiliye dönemidir.
Bütün İlâhî dinlerin getirdiği tevhîd inancına ve ahlâkî sistemlere ters düşen her anlayış, cahiliye anlayışıdır. Yüce Allah’ın sorduğu soru, gücün hukuk olduğu, nefsin arzularının hukuk yerine geçtiği anlayışa, ya da yönetime dönmek isteyip istemedikleri konusundadır.
“İyi anlayanlar için Allah’tan daha iyi kanun koyucu olabilir mi?”
Ayetin sonundaki yûkınûn “kalben doyuma ulaşan, iyi anlayan ve kesin imana sahip olan” anlamına gelmektedir. Bu manevî ve düşünsel yapıya sahip olan insanlar, tarafsız hukukun öğreticisinin Allah olduğunu bilirler. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki: Hukuka saygı, evrensel ve objektif hukukun ön gördüğü hayatı benimsemek ve bu konudaki yeniliği gerçekleştirmek, derin bir imanın ve derin bir anlayışın doyum noktasını oluşturmaktadır.[14]
(e) Fakirleri Küçük Görmek
28-31Nûh, “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü, ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana Kendi tarafından bir rahmet bahşetmiş de bu size saklı tutulmuşsa?! –Biz, siz ondan hoşlanmadığınız hâlde sizi ona zorlar mıyız?”–
29Ve “Ey toplumum! Ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ve ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rablerine kavuşacaklar. Fakat ben, sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum.” 30Ve “Ey toplumum! Ben onları kovarsam, Allah’a karşı bana kim yardım edecek? Peki, siz hiç düşünmez misiniz?
31Ve ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ve ben görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilmem. Ben size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. O sizin kendinize göre, hor gördükleriniz hakkında, ‘Allah onlara hiçbir hayır vermez’ de demiyorum. Allah, onların içlerindekini, en iyi bilendir. İşte asıl o zaman ben kesinlikle yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan olurum” 28 dedi.” (Hûd/28-29-31)
(f) Sabredilecek Yerde Sızlanmak
“Ve eğer onların mesafeli durmaları sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir alâmet/gösterge getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları doğru yol kılavuzu üzerinde toplardı. O hâlde sakın cahillerden olma!”(En’âm/35)
(g) Alay Etmek
“Ve hani Musa toplumuna, “Şüphesiz ki Allah, size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” demişti. Onlar, “Sen, bizi alaya mı alıyorsun?” dediler. Musa, “Ben, cahillerden biri olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.”(Bakara/67)
(h) Homoseksüellik Yapmak
“Lut’u da elçi olarak toplumuna gönderdik. Hani o, toplumuna, “Göz göre göre hâlâ o aşırılığı/hayâsızlığı yapacak mısınız? Şehvet yönünden kadınlardan aşağı olan erkeklere yaklaşacak mısınız? Aslında siz, cahillikte devam edegelen bir toplumsunuz!” demişti.”(Neml/54-55)
(k) Zina Etmek
“Yusuf: “Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bunların tuzaklarını benden döndürmezsen, ben onların tuzağına düşerim ve cahil kimselerden olurum” dedi.” (Yûsuf/33)
6. ATATÜRK’E Göre Cehalet İle Mücadele Etmek Her Vatansever İçin “Borçtur, Zorunluluktur, İlâhî Emirdir”
“Milleti yüzyıllarca başkasının tutku ve faydalanma aracı yapan en büyük düşmanı, bilgisizliktir; milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca kendi hakkında olup bitenden habersiz bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun, bunun milleti tutsak gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel toprakları gibi saymaları, hep milletin bu bilgisizliğinden yararlanılmak sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak her şeyden önce, bütün kuvvetimiz, bütün hızımızla bu bilgisizliği yok etmek zorunluğundayız. Burada bilgisizliği yalnız okuyup yazmak anlamına almıyoruz. Üç buçuk, dört yıl önce, kendisini tutsaklık ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayınladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı ayaklanmakla bu bilgisizliği yırttığını ve bu bilmezlikten sıyrıldığını kanıtladı. Gerekir ki, millet bir daha o bilmezliğe düşmesin! Hepimize düşen görev, beyinleri bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır; bunu yapmak için akıl, mantık ve din açısından hiçbir güçlük düşünülmüş değildir. Bu yolda önümüze herhangi bir engel çıkarsa, doğru bildiğimiz yolda herhangi bir kara kaya meydana gelirse derhal o engeli yıkmak, o kayayı parçalamak, MEMLEKETİN ŞEREFİNİ, NAMUSUNU, YAŞAMINI DÜŞÜNENLER İÇİN BORÇTUR, ZORUNLULUKTUR, İLÂHÎ EMİRDİR.” (1923)[15]
***
Kaynakça
[1] Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, (Toplayan: Nimet UNAN), 1959, 2.Basım, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, cilt: II, s.87.
[2] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.132.
[3] İbn MANZUR, Lisânü’l-Arab; cilt: 2, s.246 “c-h-l” mad.
[4] Râgıb el-ISFAHÂNÎ, el-Müfredat (Kur’an Kavramları Sözlüğü), (Çev. A. GÜNEŞ-M. YOLCU ), İstanbul, 2010, Çıra Yayınları, “c-h-l” mad., s.249-250.
[5] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.2, s.657-658.
[6] Doç.Dr. İsmail KARAGÖZ, “Cehâlet”, Dinî Kavramlar Sözlüğü (Kitabı içinde), Ankara, 2006, DİB Yayını, s.86.
[7] Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı KUR’AN, İstanbul, 2013, Düşün Yayıncılık, s.270.
[8] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, cilt: II, s.213.
[9] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, c.4, s.315.
[10], [11] İsmail KARAGÖZ, “Cehâlet”, Dinî Kavramlar Sözlüğü), s.86.
[12] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, c.7, s.299, 301.
[13] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.4, s.430.
[14] B.BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.6, s.53-54.
[15] Cumhurbaşkanları, Başbakanlar Ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitim İle İlgili Söylev Ve Demeçleri I, 1946, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları: 6, s.15; Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, ATATÜRK’ÜN Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, 3.Basım, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.250-251.