SON DAKİKA
Hava Durumu

Kur’an’da ihanet ve hainler

Yazının Giriş Tarihi: 17.09.2022 12:54
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.09.2022 12:54

I-/1. Hıyânet, İhânet, Hâin Ne Demektir?

“H-v-n” kökünden gelen hıyanet sözcüğü, “bir şeyi saklayıp gizlemek, gadretmek” demektir.[1]

Ragıb El-Isfahânî, “hıyânet” ve “nifak sözcüklerini birlikte ele alarak şöyle bir açıklama yapmaktadır:

Hıyânet ve nifak anlam olarak birdir. Yalnız,

* Hıyânet/hainlik sözleşme ve emanet baz alınarak söylenirken,

* Nifak ise, din esas alınarak söylenir.

Bu iki sözcük anlam olarak birbirinin içine giren bir mana taşımaktadır. Hıyânet, “sözleşmeyi gizlice bozmak” suretiyle hakka muhalefet etmektir.”[2]

Hıyânet” sözcüğünün karşıt/zıt anlamlısı “emânet” sözcüğüdür.

Hıyânet” sözcüğünün bir tanımı da şöyledir:

Kendisine duyulan güveni kötüye kullanma veya verdiği sözleri yalanlayarak hilekârlıkta bulunma, hainlik, kendi devleti ve memleketi aleyhine düşmana hizmet etme, ihanet..”[3] Bu durumda Yüce Allah’ın tavrı şöyle olmaktadır:

Allah, inananları savunur, Allah hiçbir hain ve nankörü sevmez.” (Hac/38)

Sözlükte “sözünde durmamak, eksiltmek, emaneti yerine getirmemek” gibi anlamlara gelir. Hıyanet eden kimseye hâin denir. Hz. Peygamber de hıyaneti, nifak (iki yüzlülük) alâmeti saymıştır (bkz. Buhârî, Îmân, 24).[4]

2. Hıyânetin Zıddı Olarak Emânet Nedir?

Emânet”, “emenet”, hıyânet’in karşıtıdır. Hıyânet’in aslı, “noksanlaştırmak, tefrit”tir, yani (kusurlaştırma, zayi etmedir). Kendine bırakılan bir şeyi noksanlaştıran kişiye, “hâin” denir.[5]

Bu tanıma göre emânet sözcüğünün esas anlamı, “bütünlük, kusursuzluk, mükemmellik”tir. “Korunmak üzere bir yere bırakılan nesne” anlamında kullanılmasının nedeni de, “tevdi edilen/bırakılan şeyin mükemmelliği”dir.

Ahzab/72. ayetinde yer alan “emânet” sözcüğü, kavram değil, sözlük anlamıyla ele alınmalıdır. Bu durumda Allah; göklere, yeryüzüne ve dağlara mükemmelliği, kusursuzluğu, düzen ve intizamı yaymış-yaygınlaştırmıştır. Doğadaki hiç bir varlık bu mükemmelliğe ihânet etmemiş ve bunu bozmamıştır. Ama çok cahil ve çok zalim insan bunu bozmuş, kusurlu hâle getirmiştir.[6]

Şüphesiz Biz, emaneti (bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği) göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı (onu aldı götürdü, ona ihanet etti). Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.” (Ahzâb/72)

İkra’ oku /öğren-öğret” buyruğu Yüce Allah’ın kıyamete kadar insanlığa Kur’an’da verdiği hem ilk emri hem de ilk ve temel ibadetidir. Temel ibadetin ‘namaz’ olduğu yolundaki iddia ve düzenleme Kur’an’a ve İslam’a iftiradır. İlk buyruk olarak “İkra’ oku /öğren-öğret” emri mutlaktır; hem Kur’an kitabını hem de evren ve insan kitaplarını okumayı gerektirir.[7]

 Aslı noksanlaştırmak olan Hıyânet’i, üç kitap (evren, Kur’an, insan) hakkında değerlendirirsek, onların genetik /yaratılış ve oluş özelliklerini değiştirmek, bozmak anlamı çıkar. Özgün durumunu değiştirmeden bozmak, eksiltmek mümkün olabilir mi? Bu açıdan bakıldığında evrene, doğaya, doğadaki varlıklara bitkilere, hayvanlara, tohuma genetiğini, özgün yapısını değiştirmeye yönelik yapılan küresel çaptaki çalışmaların her biri Yaratan’a ve insanlığa ihanettir. Hıyânetin /hainliğin, tarihsel gelişimde önce Allah’a, Elçilerine, gönderilen vahiylerden oluşan Tevrat, Zebur, İncil  ve üç kitaba (evren, Kur’an, insan) olduğu gibi, insanlar arasında yapılan sözleşmelere, vatana, eşe, dostluğa, insanlığa, barışa, adalete vb. birçok şeye yapıldığı bilinmekte ve görülmektedir.

* İhanet, iblis egemen kişilerin, yani şeytanı tanrı, şerri /şeytanlığı yaşam biçimi edinenlerin;

* Emanete sadakat aklıselim sahibi kişilerin, yani Allah’ı Rab, aklı, vahyi, bilimi yaşam biçimi edinenlerin davranışı olarak ortaya çıkmaktadır.

Kur’an’da “h-v-n” kökünden gelen hıyanet, ihanet ve hainliklere on sekiz yerde dikkat çekilmektedir.[8]

II-) Kur’an’da Ele Alınan İhanetler  

1. Allah’a ve Elçilerine İhanet

Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve Elçi’ye ihânet etmeyin (lâ-tehûnû). Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin (tehûnû). Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin.”(Enfâl/27-28)

Bu ayetlerde müminler, “Allah’a ve Elçi’ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin” buyrularak uyarılmakta ve kendilerine, “Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin” vaadi yapılmaktadır.

Müslümanlar mal-mülk ve emanetler konusunda bir hâinlik yapmış olmalılar ki bu uyarıya muhatap olmuşlardır.

Ayette geçen “emanetler, çok kapsamlı bir kavram olup birey ve toplumu, hatta tüm dünyayı ilgilendiren boyutları vardır. Çünkü emanet,kişiye koruması için bırakılan tüm şeyler”dir.

Buna göre, antlaşma ve sözleşmeler, toplumda üstlenilen büyük-küçük görevler, kamu malları; kişinin aklı-fikri, organları, sağlığı, gençliği, ömrü, Allah’ın dünyada insana vermiş olduğu sistemler; ormanından, havasından suyuna, böceğinden çiçeğine evrendeki tüm varlıklar birer emanettir.[9]

(a) Yüce Allah’a Ve Elçisi Muhammed’e İhanet Ne Anlama Gelmektedir?

Allah’a ve Elçi’ye ihânet etmeyin (lâ-tehûnû). Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin.

Buradaki emanetin ne olduğu anlaşılırsa, ihanetin ne olduğu da anlaşılmış olur. Ayetin iniş nedenini tespit etmekle, emanetin ne olduğu anlaşılacaktır. Bedir Savaşı’nda, mücahitler, topladıkları ganimetlere sahip olmak istediler. Saygıdeğer Elçi Muhammed herkesin sahip olduğu ganimetle­rin bir yerde toplanmasını emretti. Bazı mümin savaşçılar bu emri yeri­ne getirme konusunda ağırdan aldılar, o ganimetlerin kendilerine ait ol­duğu iddiasında bulundular. Yüce Allah, ganimetlerin emanet olduğunu ve emanete ihanet etmemeleri gerektiğini bu ayetle bildirmektedir.

Yüce Allah’a Ve Peygamberi’ne İhanet Ne Anlama Gelmektedir?

Enfâl/1. ayete bakarsak, ganimetlerin Allah’a ve Elçisi’ne ait olduğu orada hükme bağlanmış olduğunu görürüz. Ganimetlere ihanet etmek, Allah’a ve Peygamberi’ne ihanet etmek olacağından bu hüküm verilmiş­tir. Ganimet, kamunun malı olduğu için bir emanettir. Kamunun malına ihanet, emanete ihanet olacaktır.

Enfâl/27. ayetteki hıyânet sözcüğü, “bir şeyi saklayıp gizlemek, gadret­mek” anlamında Mümin/19’da geçmektedir:  

Allah, göz­lerin art niyetli bakışlarını ve kalplerin gizlediği şeyleri bilir.”

Bunun anlamı, gözlerin hain bakışı demektir. Elçi Muhammed (saygı, sevgi ona), hainliği şöyle anlatmaktadır: “Allah’ım! Açlıktan sana sığınırım, çünkü açlık, kişi ile oturup kalkanların en kötüsüdür. Hainlikten de sana sığınırım, çünkü o, en kötü bir sırdaştır” (Ebû Dâvûd, “Vitr”, 32; Nesâî, “İsti’âze”, 19).

Demek ki emanet, “kamu malı” anlamına alınabileceği gibi, iha­netin bağdaşmayacağı akıl anlamına da alınabilir. Allah’a ve Elçi‘ye hainlik etmek, akla hainlik etmektir. O zaman emanetin ekonomik bir değer olarak alınması değil, manevî bir değer olarak alınması gün­deme gelmektedir. Böyle bir açılımı yapmak mümkün müdür? Bu du­rumda delilimiz ne olabilir?

Biz buna delil olarak Ahzâb/72. ayetini gösterebiliriz:

Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi.” Buradaki emanetin ne olduğu konusunda müfessirler çok farklı görüşler beyan etmişlerdir. Emanetin üç kitap (evren, Kur’an, insanlık) olabileceği gibi, ayrıca “akıl, irâde ve muhakeme” de olabileceği bir gerçektir. Bu son üç unsuru teke indirirsek “akıl” demek zorundayız.

Şimdi emanete verdiğimiz bu mana ile beraber yorumunu yaptığı­mız Enfâl/27. ayetine dönebiliriz.

Allah’a ve Peygamberi’ne hainlik etmek, onların teklifine ve emirlerine muhalefet etmek, akıl de­nen emanete ihanet etmektir. Ayetin sonunda gelen: “ve entüm ta’lemûn /bile bile” ifadesinden, bu ihanetin bilerek yapılacağına dikkat çekilmektedir. Bu­nun anlamı şudur: Kişi, hainliğin ne olduğunu bildiğine göre, hainli­ğin çirkinliğini, ondaki isyanı ve ayıbı bilerek onu işlemektedir.

Bütün manaları bir araya getirirsek, şöyle bir açıklama yapabiliriz: İblis egemen kişilerin ihaneti olduğu gibi, inanan insanların da Allah’a ve Elçisi’ne ihanet etme ihtimalleri vardır. Onların bu ihaneti, kendi emanetlerine, kamu mallarına ve akılla­rına ihanet etmek olacaktır. Kamu mallarına veya akla ihanet etmeyi önleyecek en önemli güç, bunun Allah’a ve Elçisi’ne ihanet olaca­ğı bilincini taşımaktır. “Saklayıp gizlemek” anlamı ile ihanet, kamunun malını ve aklın faaliyetini saklayıp gizlemek manasına gelmektedir. Bi­lerek bu ihaneti yapmak, iman ile bağdaşacak bir durum değildir.[10]

2. Son Allah Elçisi Muhammed’e (saygı-sevgi ona) İhanet

Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse (hıyâneteke) iyi bilsinler ki bundan önce onlar, Allah’a hâinlik ettiler (hânû) de Allah, müminlere onlardan fazla imkân verdi. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen /sağlam yapandır.” (Enfâl/71)

Bedir Savaşı’nda müşriklerin İslam’a, Müslümanlara karşı savaşmaları Allah’a ihanet olarak görülmektedir. Onların bu ihanetine karşı Yüce Allah, müminlere yardım ederek, onların üstünlüklerini sağladı.

Yine savaş hukukunun ele alındığı bu ayetlerde, Elçi’nin, Bedir Savaşı’nda alınan esirler hakkında ne yapması gerektiği bildirilmektedir. Hitap; elçi, komutan ve devlet başkanı olması hasebiyle açıktan Elçi Muhammed’e yönelik olsa da, esasında müminlere yöneliktir.

Enfal/71. ayetteki, “Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki, bundan önce onlar, Allah’a hâinlik ettiler de O (Allah), müminlere onlardan fazla imkân verdi” ifadesindeki “emkene” fiilinin mahzuf olan tümleci, pasajdaki söz akışına göre “müminlere” sözcüğü olarak takdir edilebilir. Bu durumda ayetin anlamı, “onlar, Bedir’de Allah’ın Elçisi’ne karşı savaşmak suretiyle Allah’a karşı hâinlik edince, Allah da o müminlere, onları öldürme ve esir alma fırsat ve imkânı tanıdı” demek olur.

Bu ayet, Allah’a hâinlik edenlere karşı müminlere her zaman yardım edileceği müjdesini vermektedir.[11]

(a) İhanet, Hainlik Bir Toplumdan Gelirse Antlaşma Bozulur

Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri (el-hâinîne) sevmez.” (Enfâl/58)

Enfâl/57-58-59. ayetlerde Allah Elçisi Muhammed’e, ihânet edenlere ibret-i âlem için yapılması gereken işlemler öğretilmektedir:

Hâinler savaşta yakalanırsa, ibret için onlarla birlikte arkalarındaki kişiler de dağıtılacaktır.

Eğer bir toplumun hâinlik yapacağından korkulursa, antlaşmanın bozulduğu kendilerine bildirilecek; devlet başkanı, onlara ahdi/antlaşmayı bozduğunu haber verip kendileriyle savaşacağını duyuracaktır.[12]

Ama ahi/antlaşma kesin ve açık bir biçimde bozulmuş ise, ahdin bozulduğunu bildirmeye gerek yoktur. Bunun örneği Allah Elçisi’nin Mekke’nin fethi  uygulamasında görülmektedir.

Mekke’nin fethi de Mekke müşriklerinin ahdi bozmaları sonucu gerçekleşmiştir. Elçi Muhammed (a.s), antlaşmayı bozduğunu onlara bildirmeksizin üzerlerine yürümüştür.

Enfal/59. ayette, “O küfretmiş kimseler, kendilerinin öne geçtiklerini de sanmasınlar. Şüphesiz onlar âciz bırakamazlar” buyurularak kâfirler tehdit edilmektedir. Bu tehdit onlara birçok yerde yapılmıştır:

“Sakın, kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş şu kimselerin, yeryüzünde âciz bırakacaklarını sanma /sakın sanmasınlar! Onların da varacağı yer Ateş’tir. Kesinlikle de o, ne kötü bir varış yeridir!” (Nûr/57)

(b) Birey, Toplum Veya Devlet Olarak Antlaşmaya Uymamak, Atılan İmzaya Sadakatsizlik İhanettir

Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir.

Yüce Allah birtakım işaretlerden dolayı, antlaşma yapılan bir topluluk veya milletin ihanet etmesinden endişe duyulduğunda, onlarla yapılan anlaşmanın bozulacağının bildirilmesini istemektedir.

Milletlerarası hukukta antlaşmanın önemi büyüktür. Antlaşma­ya rağmen bir toplumun diğerine ihanet etmesi, diğer tarafın antlaşmayı bozmasının şartlarını hazırlaması anlamına gelmektedir. Ayetteki ihanet ile korku bir araya gelmektedir. Bir tarafın ihanet etme teşebbüsleri öteki tarafta korku uyandırmaktadır. Bu korkuyu duyan tarafa da antlaşmayı feshetme fırsatı verilmektedir.

Yüce Allah, ayetin sonuna “Allah hıyanet edenleri sevmez” ibaresini koymakla, antlaşmayı bozup ihanet etmenin sadece hukukî bakımdan bir değerlendirmesini yapmakla kalmamakta, aynı zamanda bu hareketin Allah tarafından değerlendirilip, eylemi yapanlara karşı bir tavır takındığını da göstermektedir. Yüce Allah ihanet eden insanlardan sevgisini esirgemektedir.

Bu ayetin Elçi Muhammed’in (a.s) antlaşma yaptığı Kurayzâoğulları ve Nadîroğulları hakkında indiği ifade edilmektedir. Aslında Kaynuka Yahudileri hakkında indiği görüşü daha doğrudur. Ayetin getirdiği hük­mün hareket noktası onlar olabilir ama, adlarının geçmemiş olması hükmün evrenselliğini gündeme getirmektedir.

Bu ayette geçen fenbiz “at” emri, “reddetmek” anlamına gelmekte ve burada “seninle kendileri arasında antlaşma yaptığın toplulu­ğun ihanet edeceğinden korkuyorsan antlaşmalarını onlara at” manasını ifade etmektedir. Ayette geçen sevâ’ sözcüğü de “adâlet” anlamına gelmektedir.

Bu sözcük “eşitlik, adalet ve denge” manalarını ifade etmekte ol­duğu gibi “orta ve düzlük” anlamlarına da gelmektedir. Bu manalardan hareket ederek Kurtubî’nin nakline göre Ferrâ ayete şu manayı vermiştir: “Adalet üzere kendilerine antlaşmalarını bozduğunu bildir.”[13]

3. Tarih Boyunca Allah’la İnsanları Aldatmak İsteyenler Allah’ın Kitaplarını Tahrifle Allah’a, Elçilerine ve Kitaplara Hainlik Etmişlerdir

Ve ant olsun ki Allah, İsrâîloğulları’nın sağlam sözünü almıştı. Ve Biz, kendilerinden on iki müfettiş/başkan göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, kesinlikle sizinle beraberim. Salâtı ikame eder (malî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutar), zekât’ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah’a güzelce ödünç verirseniz, ant olsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur.”(Mâide/12)

Yüce Allah, İsrailoğulları’ndan aldığı sözü, onlarla yaptığı antlaşmayı Müslümanlara niçin anlatmakta ve Kur’an’da ona neden yer vermektedir?

Bu anlatım tamamen eğitim amaçlıdır. Ahde vefa göstermek; yaptığı antlaşmalara sadık kalmak ve gereğini yerine getirme ahlakını Müslümanlara kazandırmak için bunu yapmaktadır. Bireysel anlamda güçlü Müslüman ve toplumsal manada güçlü devlet olmanın yolu, antlaşma yapmasını bilmek ve bu antlaşmanın gereğini yerine getirmekten geçtiğini öğretmek için ona Kur’an’da yer verilmektedir.

Sonra da sözlerini bozmaları nedeniyle onları dışladık ve kalplerine katılık koyduk. Onlar kelimeyi /sözcüğü yerlerinden /öz anlamlarından değiştirirler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün (hâinetin). Yine de sen, onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenleri sever.

“Biz, Nasarayız/Hıristiyanızdiyenlerden de sağlam sözlerini almıştık. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler. Biz de onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık yerleştirdik. Allah, yakında yapıp üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.”

Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap’tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, o Kitap’la kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.”(Mâide/13-16)

Mâide/12-13-16. ayetlerde, İsrâîloğulları örnek verilerek iman edenler uyarılmaktadırlar. Allah, ilâhî ilkelere uyacaklarına dair İsrâîloğulları’ndan söz almış olmasına rağmen onlar sözlerinde durmayıp ihanet etmişlerdir. Ayette olaylar şöyle sıralanmıştır:

• Allah, İsrâîloğulları’nın misakını (bağlaşma/sözleşme) almış ve onlardan on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermişti.

• Ve onlara, “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah’a güzelce ödünç verirseniz, ant olsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur” demişti.

• Ama onlar, imanlarının gereği olan bu yükümlülükleri yerine getireceklerine dair sözlerini bozdular. Bu nedenle de lanetlendiler ve kalplerine katılık konuldu.[14]

• Onlar, kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler.

• Onlar, öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü terk ettiler.

İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görülür.

• Buna rağmen onlar affedilmeli, onlara aldırış edilmemelidir.

• Allah, “Biz Nasarayız (Hristiyanız)” diyenlerden de misaklarını almıştı. Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler.”

• Bu nedenle de Allah, onların arasına, kıyamete kadar sürecek kin ve düşmanlık yerleştirdi. Allah, yakında yapıp üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.[15]

Geçmişe ait bu bilgilerden sonra Ehl-i Kitap hakk yola davet edilmektedir: “Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap’tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah’tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah, onunla [kitapla] kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.”

(a) Allah’la Yapılan Antlaşmayı Bozmanın Cezası

Sözlerini /ahitlerini bozmaları nedeniyle onları lânetledik /dışladık ve kalplerine katılık koyduk.

Mâide/13’de anlatılan antlaşmanın bozulmasıdır.

Allah bunu “sözlerini tutmadılar (febimâ nakdıhim mîsâkahüm) şeklinde ifade etmektedir. Aslında “mîsâklarını, akitlerini bozdular” anlamına gelmektedir. Ayetin bu bölümüyle Mâide/1. ayetini karşılaştırırsak şöyle bir genelleme yapabiliriz: Verdiği sözde durmamak genelde İsrailoğulları’nda görülürdü. Bunun anlamı, ilkel toplumlar ve köle ruhlu kişiler sözlerini bozarlar. Onlar bir antlaşma kültürüne sahip değillerdir. Söz, “Müslümanlar akitlerinizi yerine getiriniz, ilkellikten kurtulunuz” demektedir. Verdiği sözde durmamak Müslümanın ahlakında yer bulamaz. Onun için Mâide/1 ve 2. ayetlerde bunun üzerinde durulmakta ve geçmişten örnekler verilerek bunun eğitimi yapılmaktadır.[16]

Allah’a verdiği sözü bozan kişi/toplum rahmetten kovulma ve kalbin katılaşması cezasına çarptırılmaktadır. Bu, bize şunu öğretiyor: Verdiği sözde durmayan kişi, hem suç işlemiş hem de günah işlemiş olur. Yaptığı antlaşmayı yerine getirmeyen dünyevî olarak cezalandırılacak, ahrette de büyük azaba uğrayacaktır. Nahl/91-95. ayetleri incelendiğinde ahde vefanın veya vefasızlığın, sözünde durmanın veya durmamanın, yaptığı yemini izlememenin dindeki yeri görülecektir.

(b) Dünya Egemenliği İddiasıyla Hareket Edenler, Allah’ın Vahyini Tahrife Yöneldiler

Onlar kelimeyi /sözcüğü yerlerinden /öz anlamlarından değiştirirler /tahrif ederler. Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler/unuttular.”(Mâide/13)

Bu ifade aynı ayet içinde yer aldığına göre, ayetin bu kısmı, İsrâiloğulları’nın sözlerini nasıl bozduklarını anlattığını söyleyebiliriz. “Kelimelerin yerini” derken, Allah’la yaptıkları “antlaşmadaki maddelerin yerlerini değiş­tirdiler, yani tahrif ettiler” anlamını ifade etmektedir. Kelimelerin tahrif edilmesine başka bir anlam da yükleyebiliriz. Bu anlamı Bakara/79 ve Âl-i İmrân/78. ayetlerine göre verebiliriz: “Elleriyle kitabı yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için, ‘bu Allah katmdandırdiyenlere yazıklar olsun. Elleriyle yazdıklarından ötürü vay hallerine onların!”(Bakara/79). Demek ki kelimeleri tahrif etmelerinin ve yerlerinden kaydırmalarının anlamı Tevrat’ın ayetlerini değiş­tirmeleridir. Değiştirdikleri ayetlerin, Allah katından olduğunu söyleye­rek de yalana daha doğrusu iftiraya baş vurmuşlar ve insanları Allah’la aldatmışlardır.

Kitap ehlinden bir grup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye, ki­tabı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları kitaptan değil­dir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, ‘bu Allah katındandır’ derler. Onlar, bile bile Allah’a iftira ediyorlar”(Âl-i İmrân/78). Al­lah’ın ayetlerini, Allah’ın hükümlerini, yaptıkları antlaşmanın içerdiği maddeleri değiştirmeleri bu tahrifatı meydana getirmiş ve bu nedenle lânete uğratılmış ve kalpleri katılaştırılmıştır.[17]

Bu da bize şunu öğretmektedir: Objektif hukuk kuralları herkese aynen uygulanmalıdır. Bazıları için onlarda tahrifat yapılamaz, herkes kanunu kendine göre yorumlayamaz ve uygulayamaz. Çünkü hukuktaki tahrifat bir topluma lânet getirir, aydınlıktan ve medeniyetten uzaklaştı­rır; itilen ve gerileyen toplum halini aldırır. Objektif hukukun kurallarını değiştirmek veya kendine göre yorumlayıp uygulamak toplumun canıyla oynamaktan başka birşey değildir. Anayasaya sadakat yemini etmek, fakat daha sonra onu uygulamamak, ona aykırı hareket etmek de sonuç bakımından aynı şeydir.

4. Eşine İdeolojik Veya Cinsel Sadakatsizlik Hainliktir

(a) Mısır’da Aziz’in Hanımının Eşine İhanet Teşebbüsü

Hükümdar: “Yûsuf’un nefsinden murat almaya kalktığınız zaman durum ne idi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ, Allah için, biz onun aleyhinde hiçbir fenalık bilmedikdediler. Aziz’in karısı da: “Şimdi hak ve hakikat olduğu gibi ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murat almak istedim. O ise şeksiz şüphesiz doğrulardandır.

–İşte bu, Yûsuf’un, ıssız bir yerde benim ona hainlik etmediğimi (ehunhü) ve kesinlikle Allah’ın hainlerin (el-hâinîne) hilesine kılavuz olmadığını bilmesi içindir.–”(Yûsuf/51-52)

Bu ayetlerde, Elçi Yusuf’un isteği üzerine Aziz’in karısı ile birlikte diğer iftiracı kadınların hükümdar huzurundaki bir mahkemede sorgulanması, temsili bir anlatımla canlandırılmıştır.

Hükümdarın “Yusuf'un nefsinden murat almaya kalktığınız zaman durum ne idi?” şeklindeki sorusu, o olay esnasında Yusuf’un kışkırtıcı ya da cesaret verici bir davranışta bulunup bulunmadığını anlamaya yöneliktir. Kadınlar doğruyu söyleyip Yusuf’u aklayınca, Elçi Yusuf zindandan çıkartılarak saraya getirilir. Hükümdarın kendisine çok güvendiğini söylemesi üzerine, Yusuf da ondan ülkenin hazine işlerine atanmasını ister. Elçi Yusuf’un kendinden emin olarak söylediği “Beni yeryüzünün hazineleri üzerine kıl (getir). Şüphesiz ben iyi koruyan, çok iyi bilenim” sözleri, onun yedi yıl sonra baş göstereceğini bildiği kıtlık döneminde ne yapacağını iyi düşünüp planladığını göstermektedir.

Aziz’in hanımı Yusuf’un bulunmadığı o ortamda bir kez daha Elçi Yusuf’un nankörlük edip kendisine ihanet etmediğini tekrar vurguladı. Bu vurgusuyla Aziz’in hanımı, yaptığı hatayı itiraf etme erdemini dünya insanlığına göstermiş oldu.

İhanet eden kişi, Aziz’in karısı olduğundan ve yaptığı işi de en iyi kendisi bildiği için şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Allah hainlerin tuzağını/hilesini başarıya ulaştırmaz.” Kadının ihaneti zindan ile başarıya ulaşmış görünse bile, sonunda kendi ağzı ile “gerçek ortaya çıkmıştı”(Yûsuf/51).

İtirafa devam eden kadın, yaptığı hatanın kaynağını da şöyle deşifre ve itiraf ediyor:

Ve ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphesiz ki nefis, şiddetle kötülüğü emredendir. Ancak Rabbimin esirgediği kimse müstesnadır. Şüphesiz ki, Rabbim çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir” dedi.”(Yûsuf/53)

(b) Allah’ın Elçileri Nuh ve Lut’un Eşlerinin İhaneti

Allah, kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun aşağılık karıları idiler. Sonra onlara hainlik ettiler (hânetâ-hümâ). İkisinin kocası da, peygamber olmalarına rağmen Allah’tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Ve, “Girenlerle birlikte siz ikiniz de ateşe girin!” denildi.” (Tahrim/10)

Yüce Allah, yaşayan nesli eğitirken geçmişten örnekler  vermekte ve tarihî olguları anlatarak geleceğe ışık tutmaktadır.

Bu örnekte, aynı aile içerisinde farklı inanca mensup kişilerin, yani eşlerin durumu ele alınmaktadır. Kocaları Allah’ın Elçisi, iyi kişi ve mükemmel insan olmasına rağmen kendileri küfrü ve inkârı tercih eden, tevhit inancına geçişi sağlayan değişimi yapamayan iki kadının kendi eşleriyle bir arada yaşaması, gelecek nesiller için manidardır. Bize öyle geliyor ki, bu Allah Elçileri, peygamber olmadan önce bu kadınlarla evlendiler. Kocalarının Allah Elçiliğine ve onların getirdiği tevhit inancına inanmamalarına rağmen kocaları onları boşamadı. Onlarla beraber yaşama toleransını gösterdiler. Onun için Yüce Allah, kadınların o iki Allah Elçisinin nikahı altında olduğunu söylemekle, nikahlarının devamını kabul ettiğine işaret etmektedir. Bu elçiler, farklı inanca sahip olan eşlerine katlanmak zorundaydılar. Çünkü onları boşayıp başkalarının nikahı altına girmeleri, başkaları ile cinsel ilişkide bulunmaları, peygamberlere yakışmazdı. O elçilerin, onların ikinci kocaları ile karşılaşmaları doğru olmazdı. Onun için, kâfir kadınlarına katlandılar ve Yüce Allah da onlara “onları boşayın” demedi. Farklı inanca, ahlâk anlayışına sahip olmalarına rağmen beraberce yaşamayı bilmelerini ve birbirlerine katlanmalarını sağladı.

Bu kadınlar kocalarına nasıl ihanet ettiler?

Karı koca arasında ihanet deyince akla hemen zina fikri gelmektedir. Ama ayette geçen ihanet, cinsel ahlâk yönünden olan ihanet değildir. Peki nasıl bir ihanettir?

Allah Elçisi Lût’un eşi için ihaneti cevaplandırırken A‘râf/83 ve Hûd/81. ayetlerine bakmamız gerekiyor:

Bunun üzerine Biz de onu (Lut) ve ailesini kurtardık, yalnız karısını kurtarmadık; o, geride kalanlardan; düşünce bakımından günâhkar toplumla beraber olanlardan idi.”(A‘raf/83)

Bunun üzerine Lût’u ve geride kalanlar arasında bulunan karısı dışında yandaşlarını kurtardık” (A‘raf/83).

Ayette geçen el-ğâbirîn sözcüğü Sodom’un günahkâr, kâfir halkı ile birlikte olup Allah Elçisi kocasının davetine sırt çevirmesidir. İşte onun bu tutumu bir ihanettir. Kocasına inanmayıp ona karşı olanlarla işbirliği yapması aynı şekilde Hûd/81. ayetinde de gündeme taşınmaktadır. Buradaki
geri kalma fikren, inanç ve anlayış bakımından geri kalışı ifade etmektedir. Tevhit inancı ve ahlâkî değerler ileriyi ifade ederken, onlar aksini yapmakla gericiliği seçtiler. Azap günü de haliyle geri kaldılar.

Allah Elçisi Nuh’un eşinin, kocasına ihanet etmesine dair, yorum yapmakta olduğumuz Tahrîm/10’dan başka bir ayet elimizde bulunmamaktadır. Ancak  Allah Elçisi Nûh’un oğlunun, babasına karşı çıkıp inanmamasının annesinin etkisinden geleceğini söyleyebiliriz. Elçi Lut’un eşi ile beraber benzer fiili işlemiş olmalarından anlıyoruz ki, Elçi Nûh’un eşi de peygamber olan kocasına inanmamış ve kâfirlerin safında yer almıştır. Bu kadın ihanetleri konusuna müfessirler açıklama getirmişlerdir. İbn Kesîr, Râğıb el-İsfehânî, F. Râzî, Suyûtî ve bunlardan alıntı yapan Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın tefsirlerine bakılabilir. Ama hiçbir âlim bu ihaneti, “zina” olarak anlamlandırmamıştır.[18]

Özetleyecek olursak, emanetlere sadakat hayır, adalet ve barış sağlar; emanetlere ihanet şer oluştururyor. Her tür emanete uymak, yerine getirmek İslam’ın temel ilkelerinden biri olduğu gibi; emanetlere gereği gibi hainlik ise ihanet oluşturmak anlamında İslam’ın temel yasaklarından biridir. Yüce Allah, emanetleri yerine getirenleri sever ve destekler; bunun aksini yaparak ihanet ederek hainleşenleri de asla sevmez. Bundan büyük bir ceza olabilir mi?

Kaynakça

[1] Prof.Dr. Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, c.7, s.549.

[2] Râgıb el-ISFAHÂNÎ, el-Müfredât, Kur’an Kavramları Sözlüğü, (Mütercimler: Abdülbaki GÜNEŞ-Mehmet YOLCU), İstanbul, 2010, Çıra Yayınları, s.371.

[3] Dr. Hasan Akay, İslâmî Terimler Sözlüğü, İstanbul, 1991, İslam Bilgi Merkezi yayınları, s.134.

[4] Dr. Mehmet CANPULAT, “HıyanetDinî Kavramlar Sözlüğü, Ankara, 2006, DİB Yayınları, s.255.

[5] İbn MANZUR, Lisânu’l-Arab; ez-ZEBÎDÎ, Tâcu’l-Arûs;E-m-n” ve “H-v-n” mad.

[6] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.7, s.535.

[7] Prof.Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an’ı Tanıyor Musunuz? (Onu Hiç Okudunuz Mu?), İstanbul, 2013, Yeni Boyut Yayınları, s.95.

[8] M. Fuad ABDÜLBÂKÎ, el-Mu’cemü’l-Müfehres, Beyrut, 1987, s.248.

[9] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.7, s.201.

[10] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.7, s.550.

[11] H. YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.7, s.238, 242.

[12] H. YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.7, s.226.

[13] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.8, s.54.

[14] İsrâîloğulları’ndan alınan misakların bir çoğu, Kur’an’da BAKARA/63, 83, 84, 93; ÂL-İ İMRÂN/187; NİSÂ/154-155; MÂİDE/80. ayetlerinde konu edilir.

[15] H. YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, İstanbul, 2015, c.8, s.526.

[16], [17] Bayraktar BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.5, s.533; 535.

[18] B. BAYRAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.19, s.429-430.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.