SON DAKİKA
Hava Durumu

Rahmani ve Kur’an’i görevler

Yazının Giriş Tarihi: 18.06.2022 23:56
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.06.2022 11:56

Hayra, doğruya, hukuka, adalete çağırmak rahmani ve Kur’an’i bir görevdir

Yüce Allah, her zaman ve mekânda her milletin kendi içinden insanları hayra, doğrulara, hukuka, adalete çağıran önderli bir toplum bulundurmayı buyuruyor /farz kılıyor:

Ve içinizden

* Hayra (el-hayr) çağıran,

* Herkesçe kabul gören iyi şeyleri (el-ma’rûf) emreden,

* Vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri (el-münker) engelleyen bir önderli toplum bulunsun.

Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(Âl-i İmran/104)

Bu ayette yer alan hayr, ma’rûf, münker sözcüklerinin Kur’an’da hangi anlamlarda kullanıldığının öncelikle bilinmesi gerekiyor.

I-) Hayır,

1. Sözlük Anlamı

Sözlükte “iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak” gibi anlamlara gelen hayr kökünden masdar-isim olup “iyi” yahut “iyilik” manasında ve şerr sözcüğünün karşıtı olarak kullanılır.[1]

- Mal ve servet” manasına da gelen hayr ayrıca “en iyisi, daha iyisi”;

- Şerr de “en kötüsü, daha kötüsü” anlamında ism-i tafdîldir.  

Râgıb el-İsfahânî hayrı “akıl, adalet, fazilet ve faydalı nesne gibi herkesin arzuladığı şey” diye tanımlar;[2] Zebîdî de aynı tanımı tekrar eder.[3]

Hayır sözcüğü Kur’an’da 196 yerde geçmekte, bunlardan ism-i tafdîl olmayanlar, yer aldıkları ayetlerin konularına göre az çok farklı anlamlara gelmektedir; bu anlamları “iyi, güzel, değerli, faydalı ve mal, mülk gibi arzulanan şeyler” diye kapsamlı bir tanımda toplamak mümkündür. Bu kapsam genişliği, hayrın birçok ayette çeşitli olumsuzluk içeren kavramların karşıtı olarak kullanılmasından da anlaşılmaktadır.

* Bu zıtların en yaygını şerdir (Bakara/216; Âl-i İmrân/180; Yûnus/11).

* Ayrıca ednâ (en aşağı, en değersiz /Bakara/61); 

* Sû’ (kötü, çirkin /Âl-i İmrân/30; A‘râf/188); 

* Seyyie (kötülük, günah /Kasas/84); 

* İsm (günah /Âl-i İmrân/178); 

* Durr (zarar /En‘âm/17; Yûnus/107); 

* Fitne (belâ, darlık /Hac/11) kelimeleri de hayır ile birlikte ve onun karşıtı olarak geçer.

Hayrın bu kullanımlarını iki ana bölümde ele almak mümkündür.

- İlk bölüme giren ayetlerde hayır kavramı daha çok mal, servet, bolluk gibi maddî değer ve imkânlar veya daha genel olarak her türlü maddî ve mânevî nimet için kullanılmıştır. Bu ayetlerin bazısında hayır,mal” sözcüğünün eş anlamlısı gibi geçer. Nitekim, “İnsan hayır sevgisine çok düşkündür” (Âdiyât/8) meâlindeki ayette hayır, bütün tefsirlerde mal sözcüğüyle karşılanmıştır. Elçi Süleyman’ın (a.s) cins atlara olan düşkünlüğü de “hayır sevgisi” diye ifade edilmiştir (Sâd/32). Taberî bu ayeti açıklarken, “Araplar ata hayır derlerdi; aynı şekilde malı da hayır diye adlandırırlardı” der.[4] Bazı ayetlerde,  

Ölen kişinin geride mal bırakması “hayır bırakma” olarak (Bakara/180);

İnsanlara malî yardımda bulunulması da “hayır infak etme” şeklinde ifade edilmiştir (Bakara/215, 272, 273).

Bir kısım ayetlerde (bkz. Bakara/262, 274; Nisâ/34) doğrudan doğruya “mal infak etme” ifadesinin yer alması, Kur’an’da hayır ve mal sözcüklerinin anlam birliğini açıkça göstermektedir.  

Hayır, yine maddî anlamlarda refah, bolluk, zenginlik gibi daha geniş kavramları belirtecek şekilde de geçmektedir (bkz. En‘âm/17; Yûnus/107; Enbiyâ/35; Meâric/21)[5] Taberî, Hûd/84. ayeti açıklarken burada geçen hayır sözcüğünün “fiyat düşüklüğü, ucuzluk; zenginlik, servet, dünya ziyneti” gibi manalara geldiğine dair değişik görüşleri aktardıktan sonra buradaki hayrın, bütün dünyevî faydaları kapsadığını söyler.[6] Âl-i İmrân suresinin Allah’a yakarış mahiyetindeki bir ayetinde (3/26) “mülkün sahibinin Allah olduğu ve O’nun mülkü dilediğine vereceği, dilediğinden de geri alacağı, dilediğini yüceltip dilediğini alçaltacağı” belirtilir. Daha sonra gelen, “Hayır sadece senin elindedir” cümlesinden, hayrın, her türlü maddî ve manevî nimetleri kapsadığı anlaşılmaktadır.

Kur’an’da manevî nimet kabilinden olan şeyler de hayır sözcüğüyle ifade edilmiştir.

Nitekim hayır, Allah’ın kullarına özel nimeti olan vahiy veya Kur’an yerine de kullanılmıştır (Bakara/105; krş. Taberî, cilt: I, s.474). “Takva sahiplerine, ‘rabbiniz size ne indirdi?’ denildiğinde ‘hayır indirdiderler” mealindeki ayette (Nahl/30) hayrın vahiy manasına geldiği açıkça görülmektedir. Bazı müfessirler, Âl-i İmrân/104. ayetinde ve Kalem/12. ayetinde geçen hayrıİslâm” diye açıklamışlardır.[7] Diğer bir ayette (Bakara/269) hikmet Allah’ın bir lutfu ve nimeti olarak “büyük bir hayır” diye nitelendirilmiş olup Kur’an’ın hikmetle ilgili bu yaklaşımı zamanla, İslâm ümmetinin dinî bir kaygıya kapılmadan her türlü ilmî ve fikrî gelişmeye açılması ve çeşitli kültürlerden faydalanmasında cesaret verici bir rol oynamıştır.

- İkinci bölüme giren ayetlerde hayır sözcüğü “sâlih amel”, “hasene”, “mârûf” gibi kavramlara yakın anlamlarda olmak üzere her türlü iyi tutum ve davranışın ahlâkî değerini belirtmek için kullanılır. Bakara/215. ayetinde iki kez tekrarlanan hayır kelimelerinden ilki “mal varlığı”, ikincisi “mutlak olarak Allah rızası için yapılan iyilik” anlamını taşır. Bu anlamıyla hayır, büyük ölçüde yine bir Kur’an terimi olan “sâlih amel” ile aynı şeyi ifade eder. Kur’an genellikle, insanın ahrette kendisi için faydalı olacak her türlü iyiliğini hayır diye adlandırır. “Hayır olarak ne yaparsanız Allah onu bilir. -Ahret için- azık edinin; bilin ki en hayırlı azık takvadır” (Bakara/197) mealindeki ayette geçen hayır sözcüklerinden ilki fiilin niteliği, ikincisi amacın niteliği olarak kullanılmıştır. Bakara/109-110. ayetlerinde, Kitap Ehli’nin sırf kıskançlıklarından dolayı Müslümanları imanlarından döndürme çabalarına karşı Müslümanlar uyarılmak suretiyle imanın değeri vurgulandıktan ve bağışlama, hoşgörü, salât ve zekât konusundaki ilâhî buyruklar sıralandıktan sonra yer alan, “Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız Allah’ın katında onu bulacaksınız” ifadesinden, yukarıdaki ahlâkî ve dinî ödevlerin de hayır kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Taberî son ayeti oldukça geniş bir yorumla “Allah’ın razı olduğu amel” diye açıklamıştır.[8]

Hayır sözcüğünün çoğulu olan ahyâr iki ayette (Sâd/47-48) bazı Allah Elçileri hakkında övgü sıfatı olarak yer almaktadır. Aynı kökten hayre (aslı hayyire) sözcüğünün çoğulu olan hayrât bir ayette (Rahmân/70) hisân ile birlikte “iyi ve güzel kadınlar” anlamında kullanılırken, dokuz ayette din ve dünya için faydalı bütün işleri kapsayan bir konumda geçmektedir.[9]

2. Kur’an’da Hayır Sözcüğünün Kullanımları

H-y-r”  kökünden sözcükler Kur’an’da 196 kez geçmekte ve şu anlamlara gelmektedir:

(1) İyi Hal:

Ve eğer Allah, onlarda hayır (iyi hal) olduğunu bilseydi kesinlikle onlara işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak mesafelenirlerdi.” (Enfâl/ 23)

(2) Hayır, iyi:

(a) Daha iyi, daha hayırlı, en iyi: “Hafif donanımla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda gayret gösterin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır (hayrun).” (Tevbe/ 41. Bkz. Bakara/106, 221; A’raf/155)

(b) Vahiy ve Allah elçiliği: “Kitap Ehlinden, küfreden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler ve ortak koşanlar, Rabbinizden size bir hayır /vahiy indirilmesini istemezler. Allah ise, rahmetini dilediği kimseye mahsus kılar. Ve Allah, çok büyük armağan sahibidir.” (Bakara/105)

(c) Ecir, sevap: “Büyükbaş hayvanları da; Biz, onları sizin için Allah’ın varlığının işaretlerinden yaptık. Sizin için onlarda hayır /ecir, sevap vardır.” (Hacc/36)

(d) Amaç, zafer, ganimet: “Ve Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişileri herhangi bir hayra (amaçlarına, zafere, genimete) ulaşmadan kinleriyle geri çevirdi. Ve Allah, müminlere savaşta kâfi geldi. Ve Allah çok güçlüdür, mutlak üstün olandır.” (Ahzâb/25)

(e) İyi, doğru: “Ve içinizden hayra (iyiye) çağıran, bir önderli toplum bulunsun.” (Âl-i İmran/104)

Bu ayette geçen ‘el-hayr’ sözcüğü “iyi” anlamına gelmekte ve ahlâki değerleri, doğruları ifade etmektedir ki bunlar, evrensel değerlerdir. ‘El-hayr’ sözcüğünün verilen önceki örnekler dışında büyük çoğunlukla kastedilen asıl ve yaygın anlamı da budur.

(3) Seçmek: “Ve Musa, belirlediğimiz vakit için toplumuna yetmiş adam seçti (ihtâra).H-y-r”  kökünden gelen “el-ahyâr” (Sâd/ 47,48) “seçkinler” ve “el-hıyerah” sözcüğü ise “tercih anlamındadır.

(4) Servet, Mal: “Sizden birinize ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir hayır /mal bıraktıysa, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler üzerine bir hak olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, örfe uygun; herkesçe kabul gören bir şekilde vasiyet etmek zorunlu görev kılındı.” (Bakara/180)[10]

II-) Maruf ve Münker

1. Maruf

Sözlükte maruf; bilinen, tanınan, iyi muamele, tatlı dil, ihsan ve İslam’ın hoş gördüğü her şeydir.

Dinî kavram olarak maruf; İslam’ın hükümleri, genel ilkeleri ve buyrukları uyarınca yapılması ve söylenmesi gereken her söz ve eylemdir. Maruf’u,

* Râgıb Isfehânî, “akıl ve dinin hoş ve uygun gördüğü her eylemin/işin adı”;

* Râzî, “Allah’a iman”;

* Hamdi Yazır ise, “dinin gereği olan Allah’a itaat /tâatullah” olarak tanımlamışlardır.[11]

İyiliği emretmek, bütün Allah Elçileri’nin görevidir. Çünkü her elçinin risaletini /Allah elçiliğini toplumuna tebliğ zorunluluğu vardır. Böylece iyiliği emretme görevi, Allah elçiliğinin odak noktasını oluşturmuştur. Nitekim münkerin karşıtı olan ma’rufun, yani iyiliği emretmenin değeri, yaygınlaştırmanın önemi şu ayetlerde de vurgulanmaktadır:

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah’a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.” (Âl-i İmran/110)

Ve “iyi adam”lık ve Allah’ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, zaman kaybına neden olan şeyler /hayırda ağırda alma /zarar verme /kusur oluşturma ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah’ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır.” (Mâide/2)

Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah’ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah’ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve müminlere müjde ver!” (Tevbe/111-112)

* Allah’ın birliğini emretmek, Elçi’ye tabi olmak ma’ruf;

- Küfür, şirk ve Elçi’ye muhalefet  etmek münkerdir.

* Toplumda hayırlı, âdil, doğru, iyi, yararlı, temiz ve değerli olarak bilinen her şey maruf;

 - Kur’an’da yasaklanan, toplumda şer, zulüm, bâtıl, fâsit ve kötü olarak bilinen her şey de münkerdir.[12]

Kur’an, insanların birçok durum, tutum ve davranışlarını maruf kapsamına alırken, marufu, insanların genel düşünce çerçevesi içinde aklın kabul edip reddetmediği şey olarak belirliyor. Kuşkusuz burada münkeri ve bunun karşıtı olan marufu belirleyen tüm insanlar arası ortak bir ölçü vardır. Maruf ve münker karşıt iki durumdurlar, biri istenen, diğeri istenmeyendir.[13]  

Maruf, hayrın, faziletin, hakkın ve adaletin kendisidir.

Münker, şerrin, rezaletin, bâtılın ve zulmün ta kendisidir.   

2. Münker (Kötülük)

Münker”, insanlık tarafından kötü olarak kabul edildiği gibi, Yüce Allah tarafından da çirkin görülen şeylerdir.

Rabbimiz Kur’an’da “ma’rûfu emir” ve “münkerden nehiy” emriyle insanlığın iyi ve kötü, yararlı ve zararlı, güzel ve çirkin, olumlu ve olumsuz şeyler, davranışlar ve olgular arasında doğru ayrım yapabilecek bir vicdanî yetiyle donatıldığına işaret etmektedir. Neyin iyi neyin kötü olduğunu doğasına yerleştirilen bu vicdanî yetiyle değerlendirebilen insan, kendisini sınırlayan müteal (aşkın, transandantal, ilahî) kaynaklı değer ölçüleri olmadan bu içsel mekanizmayı özenli kullanamamakta, tam aksine, türlü psikolojik mekanizmalar kullanarak kötüyü, çirkini, yanlışı meşrulaştırma çabasına girişmektedir. “Şeytanın kişiye kendi yaptıklarını güzel, süslü göstermesi”, bu meşrulaştırıcı psikolojik mekanizmaları fark etmeyen insanın içine düştüğü içsel bir tuzak olarak da değerlendirilebilir. Rabbimiz, insanın sağduyusu ile doğru bir şekilde tanıdığı “münker”i kendisi de yasaklayarak, insanlığın vicdanî tanısını desteklemekte ve ona kötüyü ve kötülüğü önlemeyi sağlayacak güçlü bir dinî yaptırım kazandırmaktadır. Çünkü insan mutlak zararlı olduğunu bildiği şeylerden kaçınma konusunda bile kendini yeterince denetleyememektedir.[14]

Dinen ve aklen iyi ve güzel olan, yerine getirildiğinde bireyin ve toplumun huzurunu sağlayan, ayrıca tüm insanların hayrına olacak konuları, onların yararları doğrultusunda uygulayarak, dünya ve ahret mutluluğunu kazandıracak tüm şeyler maruf, bunların aksi olan davranışların tamamı da münkerdir.

Kur’an’da “A-r-f” ve “N-k-r” sözcükleri çeşitli kalıplarda toplam 108 kez geçmektedir. Maruf’un geldiği kök “A-r-f” 71 ayette; münkerin oluştuğu “N-k-r” ise 37 ayette yer alıyor.[15]

N-k-r” fiili Kur’an’da daha çok şirk, Allah’ın Elçileri’ni yalanlama gibi anlamlara gelir. Bu ayetlerin sadece dördünde fiil şekli ile geçmekte ve bunlardan da üçünde “inkâr etmek” anlamına gelmektedir (Ra’d/36; Nahl/83; Mümin/81).

 “N-k-r” sözcüğü diğer ayetlerde çeşitli kalıplarda isim olarak yer almaktadır. Bu isimler içersinde münker kavramı çok geçmekte olup, nehy sözcüğü ile birlikte bir ifade oluşturmakta ve “emri bi’l-maruf /marufu yaygınlaştırın”ın karşıtı olarak nehyi ani’l-münker /münkeri engelleyin” biçiminde geçmektedir.[16]

Maruf, aklıselimin kabul ettiği, yaratılış amacına ters düşmeyen, çoğu Kur’an çevirisinde “iyilik” olarak dilimize çevrilen, Kur’an’daki tüm salih ve ahlaki davranışlardır ki, tümünün yapılması emredilmiştir.

Münker ise, aklıselimin kabul etmediği ve yaratılış amacına ters düşen bütün kötülükler, şer, şeytanlık ve kötü olan şeylerdir ki, Kur’an’da tümünün yapılmaması emredilmiştir.[17]

Dünya ve ahret mutluluğuna kavuşan toplumlarda, bireyleri birbirlerini yalnız hayra, doğrulara, iyiliklere, hak ve hukukun savunulmasıyla adalete davet edip, kamusal alanda onu gerçekleştiren; kötülük, şer, şeytanlıktan alıkoyan toplumlar olmuşlardır. Tıpkı, “Müdafaayı Hukuk”, “Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü”, “Milletin kayıtsız şartsız egemenliği” için İngiliz egemen emperyalizme karşı, Kuvayı Milliye Hareketi ile ulusca karşı çıkarak elde edilen zaferle Türkiye Cumhuriyeti’ni “emri bi’l-maruf, nehyi ani’l-münker” kurucu değerleri bağlamında kuran Büyük Atatürk ve kadını erkeğiyle Yüce Türk Milleti gibi..

III-) Kurtuluşa Giden Yol

1. “İşte bunlar nihâî kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Âl-i İmran/104. ayetin bu son bölümündeki zamirlerin çoğul olmasından hareketle, kur­tuluşun toplumsal olduğunu söyleyebiliriz. Ayetin son sözcüğü olan el-müflihûn “kurtuluşa erenler” kelimesinin kendisinden türediği  feleha sözcüğü, “ziraat için yeri sürmek, arzusuna ulaşmak, istedi­ğini elde etmek, korktuğu şeyden, gam ve zorluktan kurtulmak, nimet ve rahata kavuşup onda daim olmak, cennete girmek ve çiftçilik yapmak” anlamlarına gelmektedir.

Marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, bir eğitim faaliyeti olması hasebiyle, insanların selim akıl ve belleklerini tarla sürer gibi sürmeyi ifade etmektedir. Buna göre ayetin son bölümüne, “İşte onlar toplumu eği­tenlerin ta kendileridir” şeklinde mana verebiliriz. Onlar, insanların selim akıllarını ve zihinlerini tarla sürer gibi sürer, oralara iyinin ve doğ­runun tohumlarını eker, toplumun umduğuna nail olmasını, kötülüklerle savaşmasını ve zafere ulaşmasını beyin eğitimi ile sağlarlar. Bu eğitim faaliyetini yerine getiren grup, insanların kalplerine sevgi aşılayarak onları kaynaştırır, kardeşliği oluşturarak tefrika ve düşmanlıkla mücadelede hedefe ulaşmasına yardımcı olur.[18]

* Bu zafer, iyinin kötüye, doğrunun yanlışa olan zaferidir.

* Bu kurtuluş, akıl ile zihnin, kötülüğü emreden (emmare) nefsin baskısından/yönlendirmesinden kurtulmasıdır.

* Bu zafer, hayrın/iyinin şerri/kötüyü kontrol altına almasıdır.

* Bu zafer, insanların Allah’ın ipine sımsıkı sarılma hususunda he­define ulaşmaları ve böylece tefrikadan kurtulmalarıdır.

* Bu zafer, bilginin cehalete galip gelmesi ve onu ortadan kaldırmasıdır.

2. Günümüzde Hayra /Doğruya, Ulusal ve Evrensel Değerlere Çağırmak; Marufu Yaygınlaştırmak, Münkeri Engellemek Toplumsal Bir Görevdir

En’âm/151, aklı kullanmak; En’âm/152, düşünmek; En’âm/153. ayeti ise, Allah’ın koruması altına girmek /sakınmak /takva gibi önemli zihinsel /psikolojik oluşumlarla bitmektedir. Akıl, düşünmek ve takva gibi değerlerin yanında bu ayetlerde yer alan haklar ve sırât-ı müstakîm (dosdoğru yol) yer almaktadır. Yüce Allah’ın saydığı bu hakların üzerinde selim aklı işleterek yormak, düşünmek ve onları çiğnemekten sakınmak, sırât-ı müstakîmi, yani doğru yolu oluşturmaktadır.

Demek ki doğru yol, hakların aklın, düşüncenin ve takvanın yoludur. Fatiha/6’da yapılan “Bize doğru yolu göster” şeklindeki dua ile sırât-ı müstakîmin, haklara saygının, aklın, düşünce ve takvanın yolu olduğu anlaşılmaktadır.

Yüce Allah’tan doğru yola iletilmeyi istemenin  başka bir anlamı, beynin/selim aklın İslam’a açılmasıdır. Bu ise ilahi bir eğitim, rahmani kişisel gelişim faaliyetidir. Bu faaliyet şu ayetlerde belirtilmektedir:

Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun beynini /selim aklını açar. Kimi de saptırmak isterse onun beynini aşırı sıkıntılı hâle getirir ki, sanki o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, pisliği (zarar, azap veren şeyleri) iman etmeyenlerin üzerine bırakır/atar.” (En’âm/125)

Bunun devamı olan ayette ise bunun “Allah’ın doğru yolu” olduğu açıklanmaktadır:

Ve işte bu, dosdoğru olarak Rabbinin yoludur. Kesinlikle Biz, hatırlayıp öğüt alan bir topluluk için ayetleri geniş bir şekilde açıkladık.” (En’âm/126)

Demek ki Allah’ın doğru yolu, insanın beynindeki selim aklını İslam’a açan eğitim faaliyetinden geçmektedir.[19] selim aklın İslam’a açılması, bir başka deyişle İslam’ın/Kur’an’ın aklıselime açılması ise Allah’ın ışığı ile aydınlanmaktır:

Peki, Allah kimin beynini İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer/22)

Bilindiği üzere tüm Allah Elçileri’nin her birinin aklıselimi İslam’a açılmış ve onların her biri de sırât-ı müstakîm üzere yaşamışlardır. Sırât-ı müstakîm üzere olanlar Fatiha/7’ye göre “nimete ermiş” kişilerdir. Kendilerine nimet verilenler ise ilgili ayette şöyledir:

Kim de Allah’a ve Elçi’ye itaat ederse artık onlar, Allah’ın, elçilerden (en-nebiyyîn), dosdoğru kimselerden (es-sıddîkîn), şehitlerden (eş-şühedâ’) ve sâlihlerden (es-sâlihîn) kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! Bu, Allah'tan bir armağandır. En iyi bilen olarak Allah yeter.” (Nisâ/69-70)

Fatiha/6-7’de geçen sırât-ı müstakîm, yani doğru yol bu insanların yoludur. Fatiha/7’de geçen “Allah’ın nimetlendirdiği kişilerin yolu” ifadesi, Nisâ/69 ile böylece elçilerin (en-nebiyyîn), dosdoğru kimselerin (es-sıddîkîn), şehitlerin (eş-şühedâ’) ve sâlihlerin (es-sâlihîn) yolu olmaktadır.  Allah’a ve Elçisi’ne itaat etmek, kadın erkek her kişinin Allah tarafından sırât-ı müstakîme konulmasına yeterli olmaktadır.

İşte Değerli Dostlar, “Amasya Tamimi”nin yayınlandığı günlerdeyiz. Bu aşamada Âl-i İmran/104’de yer alan; 

Ve içinizden

* Hayra (el-hayr) çağıran,

* Herkesçe kabul gören iyi şeyleri (el-ma’rûf) emreden,

* Vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri (el-münker) engelleyen bir önderli toplum bulunsun

buyruğu, kendisini Müslüman ve Anayasamızda tarifi yapıldığı şekilde Türk sayan kadın erkek herkese hem dini, hem imani, hem vicdani hem ulusal hem de insani bir görev yüklemektedir. Bu, hem iman hem vatan borcudur. Bugün Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in kurucu değerleri ile Anayayasamızın ilk altı maddesi üzerinde birleşmek, toplumu hayra çağırmak ile eşdeğerdedir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yirminci yüzyılda yurdun işgalinden sonra Müdafaayı Hukuk bağlamında başlattığı Kuvayı Milliye Hareketi’ni yukardaki ayetler ışığında değerlendirmek günümüzün en acil, en olumlu gündemini oluşturmaktadır.   

Vatanın tehlikede olduğunu yüreğinde hisseden Namık Kemal (1840-1888) tarihin içinden var gücüyle;

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” diye seslenmişti.

Mustafa Kemal 13 Ocak 1921’de, Meclis kürsüsünde Birinci İnönü Zaferi’ni değerlendirdiği konuşması sırasında Namık Kemal’in çağrısını şöyle yanıtlamıştı:

İşte bu kürsüden bu Meclis’in Başkanı sıfatıyla, Meclis’i oluşturan bütün üyelerin her biri adına ve millet adına diyorum ki:”

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.

Evet, bugün yine Namık Kemal gibi vatan sevdalılarının haykırışı göklere yükselirken, Mustafa Kemal’in verdiği tarihi cevabı yeniden Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin kurucu değerleri üzerinden milletçe verilecek cevabımız aynı olmalıdır, olacaktır. Tıpkı Tevfik Fikret’in (1867-1915), “Ferda” şiirinde gençlere seslendiği gibi:

Gençler, bütün ümîdi vatan şimdi sizdedir.

Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin..

Diyerek. Hem de vatanımız, milletimiz, ülkemiz için en geniş katılımlı güç birliği ile...

Kaynakça

[1] İbn MANZUR, Lisânü’l-ʿArab, “ḫ-y-r” md.

[2] Râgıb el-İSFAHÂNÎ, el-Müfredât, “ḫ-y-r” md.

[3] ZEBÎDÎ, Tâcü’l-ʿarûs, “ḫ-y-r” md.

[4] TABERÎ, Câmiʿu’l-Beyân, Beyrut, 1984, cilt: XXIII, s.154-155; Mustafa ÇAĞRICI, “HAYIR”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1998, c.17, s.43.

[5] TABERÎ, Câmiʿu’l-Beyân, cilt: VII, s.160-161; cilt: XI, s.177; cilt: XVII, s.24-25; Mustafa ÇAĞRICI, “HAYIR”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.17, s.43.

[6] TABERÎ, Câmiʿu’l-Beyân, cilt: XII, s.94-95.

[7] TABERÎ, Câmiʿu’l-Beyân, cilt: IV, s. 38; ŞEVKÂNÎ, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, 1991, cilt: V, s.308; Mustafa ÇAĞRICI, “HAYIR”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.17, s.43.

[8] TABERÎ, Câmiʿu’l-Beyân, c.I, s.491.

[9] (ŞEVKÂNÎ, Fethu’l-Kadîr, c.V, s.165; Mustafa ÇAĞRICI, “HAYIR”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.17, s.44.

[10] Mehmet OKUYAN, Çok Anlamlılık Bağlamında Kur’an Sözlüğü, İstanbul, 2017, 7.Baskı, Düşün Yayıncılık, s.311-313.

[11] Fikret KARAMAN, “MA’RUF”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, 2006, DİB Yayınları, s.409; Bkz. Ömer DUMLU, Kur’an’da Ma’ruf ve Münker Kavramları, İstanbul, 1994, Ravza Yayınları, s.24-44.

[12] İzzet DERVEZE, et-Tefsîru’l-Hadîs, Kahire, 1962-1964, cilt: V, s.14; Ömer DUMLU, Kur’an’da Ma’ruf ve Münker Kavramları, s.36.

[13] Muhammed el-BEHİY, İnanç ve Amelde Kur’ani Kavramlar, (Türkçesi: Ali TURGUT), İstanbul, 1988, s.239.

[14] Hakkı YILMAZ, Tebyinü’l-Kur’an /İşte Kur’an, 2015, c.5, s.482-483.

[15] M. Fuad ABDÜLBAKİ, el-Mu’cemü’l-Müfehres, “A-r-f” ve “N-k-r” md’leri.

[16] Ömer DUMLU, Kur’an’da Ma’ruf ve Münker Kavramları, s.49.

[17] Talât KOÇYİĞİT, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Ankara, 1990, DİB Yayınları, c.2, s.168.

[18] Bayraktar BAYAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2008, 3.Basım, c.4, s.292.

[19] Bayraktar BAYAKLI, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, c.1, s.146.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.