Gerçeklerden ve köklerimizden koparan duygusallık!
Yazının Giriş Tarihi: 28.03.2022 11:23
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.03.2022 11:23
Duygusal bir milletiz vesselam…
Hâlbuki duygulu veya duygusal olmak arasında fark var.
Tanımlaması zor ve kültürlere göre değişebilen ‘’duygu’’; en genel yaklaşımla, duyularla algılama, duyumsama, his, ahlaki ve estetik v.b. şeyleri değerlendirme, onlara bağlanma yeteneği iken, ‘’duygusallık’; duyumların ve duyguların ağır basıp öne çıkması ve aşırı şekilde insanı etkilemesi durumunu ifade eder. Merhamet aşırılığının belirlediği empati duygusu ile alakalıdır ve hisleri, düşünmenin/düşüncenin önüne koyma halidir.
Yani duyuları ile alıp, aklı ile mukayese/muhakeme yerine hissettikleri ile görmek demek.
Derin ve muğlak olmaları itibarıyla haklarında çok fazla şey söylenebilecek bu iki kavramla, millet olarak başımız sıkıntıda hem de sadece şimdi değil, tarih boyunca.
İç ve dış dinamikler tarafından bütün büyük yalanlar, aldatmalar, algılar, operasyonlar milletimizin duygusal zemininde yapılıyor, başarılı olunuyor ve tekrar tekrar yapılmasına rağmen ibret alınmıyor bir türlü. Bu duygusallık bizi köklerimizden koparıyor ama far etmiyoruz.
Çok verimli ve sonuç alınan bu zeminde, din başta olmak üzere her türlü duygusal sömürü yapılabiliyor.
Çünkü kaynağı Kur’an’a dayalı akletme/selim akla ulaşma aşamaları olan; anlama(taakkul), kavrama(tefakkuh), hatırlama(tezekkür), düşünme(tefekkür) ve tedbir alma(tedebbür) metodu, elimizde bir hazine olarak dururken sırtımızı dönmüşüz. (Bkz. Sedat Şenermen, İslam’da Beyin, Bireysel/Küresel Şeytan ve Kalp/Akıl eserleri)
Çünkü Batı’nın Doğu’yu-bizi- anlamaya yönelik 1600’lerde başlayıp bilim haline getirdiği Şarkiyatçılığa karşılık olarak, biz onları anlamaya, bilmeye yönelik hiçbir çabada bulunmamışız halen de bulunmuyoruz…
Onlar bununla da yetinmemiş, bizim ve bizim coğrafyadaki ülkelerin seçilen ve sonradan etkinlik kazandırılan siyasetçi, gazeteci ve elitlerine, içinde Arap, İslam ve Kürt araştırma enstitülerinin bulunduğu meşhur Exeter Üniversitesinde eğitim vererek, zihinlerinin şekillenmesine katkı(!) sunmuşlardır.
Exeter Üniversitesinde eğitim alanların ve mezunlarının kimler olduğu yönündeki kısa bir araştırma, bu coğrafyada nelerin döndüğünü, gelişmelerin hangi hedefe yönelik olduğunu kolaylıkla anlatır.
Exeter Üniversitesinin İslam(!) adına, zihinlerine Kur’an dışı raylar döşediği Müslüman kimlikli güç sahiplerinin politikalarına bakıldığında, hemen fark edilmesi gereken şey ekonomide, kültürde, demografik yapıda İslami, ahlaki, insani nitelikleri yok sayan yeni kabilecilikler, tarikatlar, cemaatler ve bunların seçici uygulama ile seçici adalet pratikleri değil mi?
Evet, seçici, sloganik, hamasi ve gerektiğinde çifte standartlı.
Eski ABD büyükelçisi Pearson’un 2003 yılında; ’Türkiye’nin güneydoğusuyla, Irak’ın kuzeyi tek bir ekonomik bölgedir’’ açıklamasının devamında, ABD’nin bu süreci destekleyeceğini belirtmesi ve arkasından Suriye’nin bölünmesine aktif desteğimizle Ülkemize sel gibi akan milyonlarca sığınmacının ağırlıklı olarak tam da bu ekonomik bölgeye yığılması tesadüf mü?
Bugünden görülemeyen, gösterilmeyen bir oyun yok mu burada? (Bu emperyal oyuna teslim olanların, şimdi yeniden kurtarıcılığa soyunması ironi değil de ne?)
Bunu da Ensar-muhacir kavramlarıyla izah edip, din duygusu sömürüsüne zirve yaptırdıkları gibi, bu durumu ekonomik, demografik ve güvenlik bağlamında eleştirenler ise güya hümanist pozlarındaki trol aparatları ile linçe uğratılıyor.
Çifte standardınız yoksa kabileci değilseniz ve Ensar-Muhacir anlayışında samimi iseniz aynı yaklaşımı, gayreti yıllardır önce Rusya, sonra da Çin tarafından soykırıma uğratılan Doğu Türkistan’daki Müslüman Türklere de gösterin.
Pekin radyosu duyurmuştu, 1963’te Rusların patlattığı 50 megatonluk atom bombasının radyoaktif küllerinin Türkistan’ın İli havalisine düştüğünü, bunun sonucunda tedavi edilemez hastalıkların çıktığını ve SSCB’ye nota verildiğini.
Hâlbuki daha sonra, Çinliler, SSCB’den ilham almış gibi nükleer denemelere girişmiş, 11’i yer altında, 22’si atmosferde 33 deneyi Türklerin başında patlatmışlardı. Sonuç; 210 bin ölüm, on binlerce karaciğer, akciğer, rahim, cilt kanseri ve Urumçi civarında hemen aynı zamanda kör ve felç olan 5 bin genç. Ve halen devam eden soykırım ve toplama kampları.
Bizim çifte standart ahlaklı seçici siyasetçilerimiz, elitlerimiz Afrika’ya, Ortadoğu’ya hemen koşarlar, koşsunlar da ama medeniyetin beşiği olan, dünyaya ilk insanlık düsturunu öğreten Türk Yurdu Türkmenistan denilince ne hikmetse susar, lal olurlar.
Arakanlar, Tibetliler kale alınır da -ki alınsın- asil bir milletin neslinden gelen İdil-Ural ve Türkistan davası kale alınmaz, bilinmez bile.
Bizim haritalarda bile görünmeyen ülkelerle ilişkilerimiz, Türkmenistan’la olan ilişkilerimizden daha sıkı.
Oralar bizim için, mutlu, mesut, bahtiyar sırıtıp, kafa konforumuzu ve vicdanımızı rahatlatmak için fotoğraf çekip/çektirdiğimiz yerler.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Gerçeklerden ve köklerimizden koparan duygusallık!
Duygusal bir milletiz vesselam…
Hâlbuki duygulu veya duygusal olmak arasında fark var.
Tanımlaması zor ve kültürlere göre değişebilen ‘’duygu’’; en genel yaklaşımla, duyularla algılama, duyumsama, his, ahlaki ve estetik v.b. şeyleri değerlendirme, onlara bağlanma yeteneği iken, ‘’duygusallık’; duyumların ve duyguların ağır basıp öne çıkması ve aşırı şekilde insanı etkilemesi durumunu ifade eder. Merhamet aşırılığının belirlediği empati duygusu ile alakalıdır ve hisleri, düşünmenin/düşüncenin önüne koyma halidir.
Yani duyuları ile alıp, aklı ile mukayese/muhakeme yerine hissettikleri ile görmek demek.
Derin ve muğlak olmaları itibarıyla haklarında çok fazla şey söylenebilecek bu iki kavramla, millet olarak başımız sıkıntıda hem de sadece şimdi değil, tarih boyunca.
İç ve dış dinamikler tarafından bütün büyük yalanlar, aldatmalar, algılar, operasyonlar milletimizin duygusal zemininde yapılıyor, başarılı olunuyor ve tekrar tekrar yapılmasına rağmen ibret alınmıyor bir türlü. Bu duygusallık bizi köklerimizden koparıyor ama far etmiyoruz.
Çok verimli ve sonuç alınan bu zeminde, din başta olmak üzere her türlü duygusal sömürü yapılabiliyor.
Çünkü kaynağı Kur’an’a dayalı akletme/selim akla ulaşma aşamaları olan; anlama(taakkul), kavrama(tefakkuh), hatırlama(tezekkür), düşünme(tefekkür) ve tedbir alma(tedebbür) metodu, elimizde bir hazine olarak dururken sırtımızı dönmüşüz. (Bkz. Sedat Şenermen, İslam’da Beyin, Bireysel/Küresel Şeytan ve Kalp/Akıl eserleri)
Çünkü Batı’nın Doğu’yu-bizi- anlamaya yönelik 1600’lerde başlayıp bilim haline getirdiği Şarkiyatçılığa karşılık olarak, biz onları anlamaya, bilmeye yönelik hiçbir çabada bulunmamışız halen de bulunmuyoruz…
Onlar bununla da yetinmemiş, bizim ve bizim coğrafyadaki ülkelerin seçilen ve sonradan etkinlik kazandırılan siyasetçi, gazeteci ve elitlerine, içinde Arap, İslam ve Kürt araştırma enstitülerinin bulunduğu meşhur Exeter Üniversitesinde eğitim vererek, zihinlerinin şekillenmesine katkı(!) sunmuşlardır.
Exeter Üniversitesinde eğitim alanların ve mezunlarının kimler olduğu yönündeki kısa bir araştırma, bu coğrafyada nelerin döndüğünü, gelişmelerin hangi hedefe yönelik olduğunu kolaylıkla anlatır.
Exeter Üniversitesinin İslam(!) adına, zihinlerine Kur’an dışı raylar döşediği Müslüman kimlikli güç sahiplerinin politikalarına bakıldığında, hemen fark edilmesi gereken şey ekonomide, kültürde, demografik yapıda İslami, ahlaki, insani nitelikleri yok sayan yeni kabilecilikler, tarikatlar, cemaatler ve bunların seçici uygulama ile seçici adalet pratikleri değil mi?
Evet, seçici, sloganik, hamasi ve gerektiğinde çifte standartlı.
Eski ABD büyükelçisi Pearson’un 2003 yılında; ’Türkiye’nin güneydoğusuyla, Irak’ın kuzeyi tek bir ekonomik bölgedir’’ açıklamasının devamında, ABD’nin bu süreci destekleyeceğini belirtmesi ve arkasından Suriye’nin bölünmesine aktif desteğimizle Ülkemize sel gibi akan milyonlarca sığınmacının ağırlıklı olarak tam da bu ekonomik bölgeye yığılması tesadüf mü?
Bugünden görülemeyen, gösterilmeyen bir oyun yok mu burada? (Bu emperyal oyuna teslim olanların, şimdi yeniden kurtarıcılığa soyunması ironi değil de ne?)
Bunu da Ensar-muhacir kavramlarıyla izah edip, din duygusu sömürüsüne zirve yaptırdıkları gibi, bu durumu ekonomik, demografik ve güvenlik bağlamında eleştirenler ise güya hümanist pozlarındaki trol aparatları ile linçe uğratılıyor.
Çifte standardınız yoksa kabileci değilseniz ve Ensar-Muhacir anlayışında samimi iseniz aynı yaklaşımı, gayreti yıllardır önce Rusya, sonra da Çin tarafından soykırıma uğratılan Doğu Türkistan’daki Müslüman Türklere de gösterin.
Pekin radyosu duyurmuştu, 1963’te Rusların patlattığı 50 megatonluk atom bombasının radyoaktif küllerinin Türkistan’ın İli havalisine düştüğünü, bunun sonucunda tedavi edilemez hastalıkların çıktığını ve SSCB’ye nota verildiğini.
Hâlbuki daha sonra, Çinliler, SSCB’den ilham almış gibi nükleer denemelere girişmiş, 11’i yer altında, 22’si atmosferde 33 deneyi Türklerin başında patlatmışlardı. Sonuç; 210 bin ölüm, on binlerce karaciğer, akciğer, rahim, cilt kanseri ve Urumçi civarında hemen aynı zamanda kör ve felç olan 5 bin genç. Ve halen devam eden soykırım ve toplama kampları.
Bizim çifte standart ahlaklı seçici siyasetçilerimiz, elitlerimiz Afrika’ya, Ortadoğu’ya hemen koşarlar, koşsunlar da ama medeniyetin beşiği olan, dünyaya ilk insanlık düsturunu öğreten Türk Yurdu Türkmenistan denilince ne hikmetse susar, lal olurlar.
Arakanlar, Tibetliler kale alınır da -ki alınsın- asil bir milletin neslinden gelen İdil-Ural ve Türkistan davası kale alınmaz, bilinmez bile.
Bizim haritalarda bile görünmeyen ülkelerle ilişkilerimiz, Türkmenistan’la olan ilişkilerimizden daha sıkı.
Oralar bizim için, mutlu, mesut, bahtiyar sırıtıp, kafa konforumuzu ve vicdanımızı rahatlatmak için fotoğraf çekip/çektirdiğimiz yerler.