100 yıl önce cumhuriyetimizin kurucuları, devletimizin temelini “kültür ve ahlak” çimentosuyla atmış, “sınıfsız ve imtiyazsız” bir toplum inşasını hedeflemişti.
Tam bağımsızlık ilkesi gibi aklı ve bilimi esas alıp;
“Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” ülküsüyle çıkılan yolculuğun da “kıyamete kadar süreceği” dosta düşmana ilan edilmişti.
Az gittik uz gittik bugünlere geldik. Halimiz ortada ve yola çıkarken ettiğimiz yemine gösterdiğimiz sadakat de.
En yalın haliyle;
İktisatta kapitalizm ve sosyalizm olmak üzere ikiye ayrılan dünyanın karşısına “Karma İktisadi Model”imiz ile çıktık. Başarılı da olduk. Lakin en son 1980 Darbesiyle emperyal düzenin dünyaya dayattığı neoliberal ekonomi çarkına teslim edildik. Eğitim ve sağlıkta olduğu gibi sosyal devlet anlayışını rafa kaldırdık, kamu hizmetlerini piyasalaştırdık, tarımsal faaliyetlerimizi küresel efendilerin isteğine göre düzenledik. Nüfusu kentlere taşıdık, ovaları imara açtık. Özetle üretim toplumundan tüketim toplumuna dönüştük/dönüştürüldük.
Aşama aşama, kültür ve ahlak başlığında uğradığımız erozyon bizi öyle bir yere getirdi ki “insanı önceleyen” anlayış yerini, “menfaatçi/rantiyeci” bakışa terk etti. En nihayetinde popülist ve pragmatist siyaset anlayışının etkisiyle tam da küresel müesses nizamın istediği içimizdeki “Dünyanın Türkiyeli” vatandaşlarının sayısını artırdık.
***
Lafı uzatmayacağım:
Geçmişte yaşadıklarımız gibi 6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli büyük depremde terk ettiğimiz milli ve manevi değerlerimiz ayakta kalsaydı, en azından bu kadar büyük kayıplar vermezdik.
Gerçek şu ki;
Enkazın altında bizim devletimiz değil, 1938 sonrası bizi; bugün itibariyle kölelerin efendilerini seçme modelinden başka bir şey olmadığı daha net bir şekilde anlaşılan- “demokrasiyle” eviren, çeviren, dönüştüren, bölen bölüştüren akıl ve destekçileri kaldı…
Dolayısıyla bu felaketin sorumlu ve suçluları, gören gözler için apaçık ortadadır:
Temeli kültür ve ahlak harcıyla atılan, aklı ve bilimi esas alan Ulus Devletimizin üzerine, sonradan emperyal istekler doğrultusunda inşa edilen “kaçak siyaset yapısı” ve bu düzenin beslemeleridir.
***
Hazır yeri gelmişken;
Yıl 1354, aylardan Mart…
Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Çanakkale’nin Anadolu yakasını Osmanlı topraklarına katmış, Gelibolu yani Trakya’ya geçmenin yollarını arıyor. Bu hedefin önündeki tek engel ise çok iyi korunan Gelibolu’daki Çimpe Kalesi.
Süleyman Paşa, Bizans’a uzanan deniz yolunu tutan kaleyi ve Gelibolu şehrini nasıl fethedeceğini düşünürken; 2 Mart gecesi büyük bir deprem yaşanıyordu.
Tüm Marmara’yı etkileyen depremde surları yerle bir olan kale savunmasız kalınca Süleyman Paşa, amacına ulaşıyordu.
Sonrasında Gelibolu, Trakya’daki ilk kalıcı yerleşim olarak Türk ailelerin iskanına açılıyordu.
Özetle Çanakkale Boğazının her iki yakasına da hâkimiyeti, ilerleyen süreçte ise Balkanların ve Avrupa’nın geleceğinde söz sahibi olmayı bir deprem sağlıyordu.
***
Bu olayla ilintili bir hadiseyi de aktararak yazıyı sonlandıralım:
Depreminin yaşandığı dönemde dinsel tartışmaların zirve yaptığı Bizans Devleti’nde yetmezmiş gibi iki hanedanın taht mücadelesi toplumu ikiye bölmüştü.
Nitekim sürgündeki tahtın meşru varisi V. Ioannes Paleologos’la (1341-1391) VI. Ioannes Kantakuzenos (1347-1354) arasındaki uzlaşmayı sağlamak üzere Selanik Başpiskoposu Grigorios Palamas (1296-1359) İstanbul’a davet ediliyordu. Lakin Gelibolu’nun da Türk hakimiyetine geçtiğinden habersiz yola çıkan Palamas’ı taşıyan gemi, tam Çanakkale Boğazı’nı geçerken Süleyman Paşa tarafından durduruluyor, yolcuları esir alınıyordu.
Palamas için Bizans’tan yüklü miktarda fidye talep ediliyordu…
***
Sonra mı?
Sonrasına gerek yok!
Dün bize lütuf olan deprem, bugün yaşadığımız haliyle başkalarına lütuf olabilir!
Bizi dönüştürüp, zihinlerimizi işgal edenlerin, dünden bugüne her fırsatı iyi değerlendirdiklerini unutmayalım yeter!
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Anadolu çatlağı!
18.10.2021 04:57
Daha önce de ifade etmiştim;
"İdeolojiler bitti" yalanıyla, Türkiye'de öncesinde 1980 darbesi, sonrasında Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte "Artık dünyanın tek gücü ABD" masallarına inananların dört elle küreselleşme politikalarına sarılması;
Türk Ulus-Devleti'nin egemenlik anlayışını dönü
Değerli okur…
30 yılı bulan meslek hayatımda yeni bir başlangıç daha yaptım…
Yerel basının önemli markalarından biri olan YeniDönem’deki görevimden ayrılıp, kurduğum Öge Yayıncılık Danışmanlık şirketi ile sektördeki faaliyete devam etme kararı aldım.
Ardından Asuman Kurt Öge,
Dünyanın her yerinde adı ne olursa olsun toplumla din arasındaki ilişkiyi inkâr etmek mümkün değildir.
Her din toplumun bütün alanlarında etkili olduğu gibi, toplum da her yönüyle dini etkisini altına alır.
Kaldı ki din; İslam Ansiklopedisi’ndeki tanımına göre Arapça “Deyn&rdqu
Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon sonrası, muazzam bir sanat merkezine dönüştürdüğü Alacahırka’daki Zindan Kapı’nın iç kule merdivenlerinden surlara tırmanırken aklıma;
1930’larda Türklük ve Türk birliğine olan sevdası yüzünden henüz 44 yaşında Sovyet Rusya yönetimi tara
Siyasette Faruk Çelik ismi, ilk kez Refah Partisi Yıldırım İlçe Başkanlığı’nı yaptığı dönemde dikkatimi çekmişti…
Yanılmıyorsam 1996 yılıydı…
Dağılan Sovyet Rusya’dan aldığı diplomayla Türkiye’ye göç eden Ahıskalı bir hekimle, partisinin ilçe binasında vatandaş
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
Söz Bursa
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
Enkaz altında kalanlar!
100 yıl önce cumhuriyetimizin kurucuları, devletimizin temelini “kültür ve ahlak” çimentosuyla atmış, “sınıfsız ve imtiyazsız” bir toplum inşasını hedeflemişti.
Tam bağımsızlık ilkesi gibi aklı ve bilimi esas alıp;
“Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” ülküsüyle çıkılan yolculuğun da “kıyamete kadar süreceği” dosta düşmana ilan edilmişti.
Az gittik uz gittik bugünlere geldik. Halimiz ortada ve yola çıkarken ettiğimiz yemine gösterdiğimiz sadakat de.
En yalın haliyle;
İktisatta kapitalizm ve sosyalizm olmak üzere ikiye ayrılan dünyanın karşısına “Karma İktisadi Model”imiz ile çıktık. Başarılı da olduk. Lakin en son 1980 Darbesiyle emperyal düzenin dünyaya dayattığı neoliberal ekonomi çarkına teslim edildik. Eğitim ve sağlıkta olduğu gibi sosyal devlet anlayışını rafa kaldırdık, kamu hizmetlerini piyasalaştırdık, tarımsal faaliyetlerimizi küresel efendilerin isteğine göre düzenledik. Nüfusu kentlere taşıdık, ovaları imara açtık. Özetle üretim toplumundan tüketim toplumuna dönüştük/dönüştürüldük.
Aşama aşama, kültür ve ahlak başlığında uğradığımız erozyon bizi öyle bir yere getirdi ki “insanı önceleyen” anlayış yerini, “menfaatçi/rantiyeci” bakışa terk etti. En nihayetinde popülist ve pragmatist siyaset anlayışının etkisiyle tam da küresel müesses nizamın istediği içimizdeki “Dünyanın Türkiyeli” vatandaşlarının sayısını artırdık.
***
Lafı uzatmayacağım:
Geçmişte yaşadıklarımız gibi 6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli büyük depremde terk ettiğimiz milli ve manevi değerlerimiz ayakta kalsaydı, en azından bu kadar büyük kayıplar vermezdik.
Gerçek şu ki;
Enkazın altında bizim devletimiz değil, 1938 sonrası bizi; bugün itibariyle kölelerin efendilerini seçme modelinden başka bir şey olmadığı daha net bir şekilde anlaşılan- “demokrasiyle” eviren, çeviren, dönüştüren, bölen bölüştüren akıl ve destekçileri kaldı…
Dolayısıyla bu felaketin sorumlu ve suçluları, gören gözler için apaçık ortadadır:
Temeli kültür ve ahlak harcıyla atılan, aklı ve bilimi esas alan Ulus Devletimizin üzerine, sonradan emperyal istekler doğrultusunda inşa edilen “kaçak siyaset yapısı” ve bu düzenin beslemeleridir.
***
Hazır yeri gelmişken;
Yıl 1354, aylardan Mart…
Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa Çanakkale’nin Anadolu yakasını Osmanlı topraklarına katmış, Gelibolu yani Trakya’ya geçmenin yollarını arıyor. Bu hedefin önündeki tek engel ise çok iyi korunan Gelibolu’daki Çimpe Kalesi.
Süleyman Paşa, Bizans’a uzanan deniz yolunu tutan kaleyi ve Gelibolu şehrini nasıl fethedeceğini düşünürken; 2 Mart gecesi büyük bir deprem yaşanıyordu.
Tüm Marmara’yı etkileyen depremde surları yerle bir olan kale savunmasız kalınca Süleyman Paşa, amacına ulaşıyordu.
Sonrasında Gelibolu, Trakya’daki ilk kalıcı yerleşim olarak Türk ailelerin iskanına açılıyordu.
Özetle Çanakkale Boğazının her iki yakasına da hâkimiyeti, ilerleyen süreçte ise Balkanların ve Avrupa’nın geleceğinde söz sahibi olmayı bir deprem sağlıyordu.
***
Bu olayla ilintili bir hadiseyi de aktararak yazıyı sonlandıralım:
Depreminin yaşandığı dönemde dinsel tartışmaların zirve yaptığı Bizans Devleti’nde yetmezmiş gibi iki hanedanın taht mücadelesi toplumu ikiye bölmüştü.
Nitekim sürgündeki tahtın meşru varisi V. Ioannes Paleologos’la (1341-1391) VI. Ioannes Kantakuzenos (1347-1354) arasındaki uzlaşmayı sağlamak üzere Selanik Başpiskoposu Grigorios Palamas (1296-1359) İstanbul’a davet ediliyordu. Lakin Gelibolu’nun da Türk hakimiyetine geçtiğinden habersiz yola çıkan Palamas’ı taşıyan gemi, tam Çanakkale Boğazı’nı geçerken Süleyman Paşa tarafından durduruluyor, yolcuları esir alınıyordu.
Palamas için Bizans’tan yüklü miktarda fidye talep ediliyordu…
***
Sonra mı?
Sonrasına gerek yok!
Dün bize lütuf olan deprem, bugün yaşadığımız haliyle başkalarına lütuf olabilir!
Bizi dönüştürüp, zihinlerimizi işgal edenlerin, dünden bugüne her fırsatı iyi değerlendirdiklerini unutmayalım yeter!
Anadolu çatlağı!
18.10.2021 04:57Daha önce de ifade etmiştim; "İdeolojiler bitti" yalanıyla, Türkiye'de öncesinde 1980 darbesi, sonrasında Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte "Artık dünyanın tek gücü ABD" masallarına inananların dört elle küreselleşme politikalarına sarılması; Türk Ulus-Devleti'nin egemenlik anlayışını dönü
Bursa’ya sözümüz var!
28.10.2021 06:06Değerli okur… 30 yılı bulan meslek hayatımda yeni bir başlangıç daha yaptım… Yerel basının önemli markalarından biri olan YeniDönem’deki görevimden ayrılıp, kurduğum Öge Yayıncılık Danışmanlık şirketi ile sektördeki faaliyete devam etme kararı aldım. Ardından Asuman Kurt Öge,
Yoksa biz!
09.11.2021 04:55Dünyanın her yerinde adı ne olursa olsun toplumla din arasındaki ilişkiyi inkâr etmek mümkün değildir. Her din toplumun bütün alanlarında etkili olduğu gibi, toplum da her yönüyle dini etkisini altına alır. Kaldı ki din; İslam Ansiklopedisi’ndeki tanımına göre Arapça “Deyn&rdqu
Alfabeli intikam!
18.11.2021 08:03Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon sonrası, muazzam bir sanat merkezine dönüştürdüğü Alacahırka’daki Zindan Kapı’nın iç kule merdivenlerinden surlara tırmanırken aklıma; 1930’larda Türklük ve Türk birliğine olan sevdası yüzünden henüz 44 yaşında Sovyet Rusya yönetimi tara
Partiyi ve isimleri ilahlaştırmak
20.11.2021 04:09Siyasette Faruk Çelik ismi, ilk kez Refah Partisi Yıldırım İlçe Başkanlığı’nı yaptığı dönemde dikkatimi çekmişti… Yanılmıyorsam 1996 yılıydı… Dağılan Sovyet Rusya’dan aldığı diplomayla Türkiye’ye göç eden Ahıskalı bir hekimle, partisinin ilçe binasında vatandaş