Malum; Tarihte devlet olarak imzaladığımız “3 ayrı Lozan Antlaşması” var:
Bunlardan ilki; 18 Ekim 1912’de Trablusgarp Savaşı sonrasında İtalyanlara Bingazi, Trablusgarp, Rodos ve On İki Ada’yı bıraktığımız Uşi (Lozan) Antlaşması,
İkincisi; zaferle çıktığımız Kurtuluş Savaşı sonrası İngiltere ve bağlaşık devletlerle 24 Temmuz 1923’te imzaladığımız bugünkü devletimizin tapu senedi olan Lozan Barış Antlaşması…
Üçüncüsü ise; Yine Kurtuluş Savaşı sonrası ABD ile imza ettiğimiz 6 Ağustos 1923 tarihli, İngiltere ve bağlaşık devletlerle anlaştığımız barış koşullarını onaylayan Lozan Antlaşması…
***
Lozan Barış Antlaşması İngiltere ve bağlaşık devletlerin parlamentolarından onay alırken, ABD ile imzaladığımız antlaşma Amerikan kamuoyunda 3,5 yıl tartışıldıktan sonra getirildiği senatoda 18 Ocak 1927’de yapılan oylama ile reddedildi.
ABD Senatosu’nun antlaşmayı reddetmesinin iki nedeni vardı:
Birincisi Lozan ile Ermenilere yaşam hakkı tanınmıyor olması, ikincisi ise Osmanlı devletinden gelen adli ve ticari kapitülasyonların kaldırılması…
Ama her iki devlet, diplomaside temeldeki anlaşmazlıkların çözümünü bir başka zamana bırakmak olarak tanımlanan “Modus Vivendi” sözleşmesi imzalayarak, ilişkilere devam kararı aldı…
Aslında Lozan’ın senatoda reddedilmesinin üçüncü ve en önemli nedeni kaldırılan adli ve ticari kapitülasyonlar başlığında gizliydi.
Çünkü kapitülasyonların kaldırılmasıyla birlikte emperyalist devletlerin Türkiye topraklarında “kendi çıkarlarına uygun insan yetiştirmek ve sömürge düzenine zemin hazırlamak” amacıyla kullandıkları misyoner örgütlerin okul, yetimhane ve hastane başlıklarında yürüttükleri faaliyetlere de sınırlama getirilmişti.
***
Nitekim dillendirilmeyen bu başlık, ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti nezdindeki ilk Büyükelçisi Joseph C. Grew’nun 12 Ekim 1927’de Ankara’da Cumhurbaşkanı Atatürk’e güven mektubu sunmasının hemen ardından diplomatik faaliyet konusu oldu.
Şöyle ki “Hıristiyanlığı yayma, Ermeni ve Rumlarda ayrılıkçı fikirleri besleme ve topluma Amerikan kültürünü benimsetme” amacı taşıyan, ABD’nin himayesindeki misyoner örgüt American Board’ın sahibi olduğu okullardan bir bölümü kötü bir faaliyet siciline sahipti. Kadro ve öğrencileriyle; Merzifon ayaklanmalarında Hınçak Komitesi'nin karargâhı olan Merzifon Amerikan Koleji, Fransız işgali sırasında düşmanla işbirliği yapan Maraş Amerikan Okulu ve yine düşmanla kol kola giren ve şehrin savunması sırasında bizzat Fevzi Çakmak Paşa’nın emriyle top atışlarıyla yerle bir edilen Antep Amerikan Koleji gibi birçok okul, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında kapatıldı. Sadece Bursa ve İstanbul Üsküdar’da olduğu gibi hiçbir olaya karışmayan Amerikan okullarının faaliyetine izin verildi.
***
Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte ise American Bord yönetimi, kapatılan okulların yeniden açılması için ilk resmi başvurusunu, TBMM’nin Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu (3 Mart 1924) kabul ettiği tarihten 14 ay sonra 1 Mayıs 1925’te yaptı. Ancak bu talebe hiçbir şekilde cevap verilmedi.
İşte Büyükelçi Grew’nun Türkiye’de ilk diplomatik faaliyeti de 1,5 yıldır bekletilen başvuruyu sonuçlandırmak üzere harekete geçmek oldu. ABD Elçisi, resmi izin konusunda dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile iletişime geçtiği süreçte; Atatürk’ten kesin talimat alan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey engeline takılıyordu. Hem İnönü hem Aras izin konusunda ılımlı bir yaklaşım sergilese de Mustafa Necati Bey ayak diretiyordu. Büyükelçi Grew’nun görüşme talebini reddediyor, kendisine randevu bile vermiyordu. Hatta Mustafa Necati Bey, Ankara’daki 29 Ekim Cumhuriyet Balosu’nda kendisiyle tanıştırılmak istenen Amerikalı diplomatın yüzüne bile bakmıyordu. Yanına getirilen ABD Elçisini karşısında görünce sırtını dönüp, balo salonunun başka bir köşesine geçiyordu.
ABD elçisi sonrasında kaleme aldığı anılarında bu tavrından ötürü kin kustuğu Mustafa Necati Bey’e olan kızgınlığını, “kaba insandı” tanımıyla birlikte “sarhoş” kelimesini kullanarak pek de “saygılı olmayan ilkel bir dille” ifade ediyordu.
***
İşte tam bu sırada;
1926’da eğitim dilinin Türkçe olması, müfredata Türkçe, Türk Tarihi ve coğrafya derslerinin konulması, Türkçe öğretmenlerinin görevlendirilmesi, Hıristiyanlık propagandası yapılmaması ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimine tabi olması koşuluyla Türk öğrencileri de kabul etme izni alan Bursa Amerikan Kız Koleji’nde 4 talebenin din değiştirmesi tam anlamıyla diplomatik bir krize yol açıyordu.
Dönemin basını bu olayı günlerce manşetlerine taşırken, durumu bizzat Bursa’ya gelerek yerinde soruşturan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey, okulun kapatılması, sorumlu ABD’li öğretmenler hakkında adli işlem yapılması ve Maarif Vakfı’nca tüm gayrimenkullerinin satın alınması yönünde rapor hazırlıyordu.
Atatürk’ün talimatıyla rapordaki bütün hususlar yerine getiriliyor, yine Atatürk’ün yakın takibiyle 4 Türk kızı yeniden İslam’a döndürülüyordu. Bursa’da yargılanan misyoner 3 öğretmen de hapis cezasına çarptırılıyordu (30 Nisan 1928 Bursa Sulh Ceza Mahkemesi) ve ABD’nin bütün diplomatik girişimleri hüsranla sonuçlanıyordu.
***
Peki Amerikan okullarına karşı takınılan tavrın arkasında ne yatıyordu?
ABD Büyükelçisi Grew, gerek Başkent Washington’a geçtiği raporlar gerekse anılarından gerçeği şöyle özetliyordu:
“Bursa Koleji’ndeki dinsel nitelikli olay, Türk milliyetçiliğine ters düşen bir olaydı. Olayın temel faktörü Kültür Milliyetçiliği idi. Yoksa, din ile ilgisi olmayan bir hükümet için Hıristiyanlık bir anlam ifade etmiyordu. Fakat, Hıristiyanlığın eğitimsel etkisi hem Türk kültürüne ve hem de Türk milliyetçiliğine ters düşmekteydi. Türkler için Kültür Milliyetçiliği konusunda bir uyuşma, bir uzlaşma söz konusu olamazdı. En basit şekille, Bursa olayı ve Amerikan okulları sorunu buydu.”
Gerçekten de bugün bazı çevrelerce dinsizlikle suçlanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa Necati Bey gibi cumhuriyetin idealist yönetici ve kadroları;
Osmanlı döneminde tecrübe edildiği gibi misyonerliğin dünya çapında yürütülen bir Hıristiyanlık propagandası olduğunu,
Batılı devletlerin misyonerliği ekonomik çıkarları uğrunda sömürgecilik için bir basamak olarak kullandığını,
Batı Uygarlığının nüfuz alanı gibi coğrafyasını genişletmeyi amaçladığını,
Misyonerlik faaliyetleriyle Türk Milletini genel karakterine uygun, aklı esas alan İslâm’dan soğutmak, kendi kimliğiyle çatıştırmak, böylelikle Türk devletine ve Türk milletine düşman unsurlar yetiştirmek suretiyle Türkiye’de “azınlık ırkçılığını ve bölücülüğü yaygınlaştırmak” olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Misyoner okullarının hem zihinleri hem de vatanı işgal projesi olduğunu çok iyi bilen Atatürk konuyu en net haliyle şu cümleyle özetliyordu:
“Bunlar (Amerikan okulları) mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kaleleridir.”
***
Sonuç olarak;
Atatürk ile başlayan dil, kültür ve ideal birliğinden oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kültür milliyetçiliği politikası, ne yazık ki 1945’te çok partili “demokrasiye geçiş” ve beraberindeki “hürriyet” propagandası ile esnetiliyordu.
Aynı dönemde küresel efendi ABD ile başta eğitim ve askeri olmak üzere birçok alanda başlatılan işbirlikleri, Fulbright gibi ABD’nin çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren çeşit çeşit vakıfların sunduğu burs imkanları, 1963’te AB üyeliğine müracaatla oluşan atmosfer ve yine aynı dönemde Vatikan ve misyoner örgütlerin geliştirdiği “Dinlerarası Diyalog ve Hıristiyan gibileştirmek (Temsili Hıristiyanlık) politikalarıyla;
Cumhuriyetin kurucularının, büyük bedeller ödeyerek toplumu dilde, duyguda, kültür ve inanç sistemlerinde ortak bir paydada birleştirme, unutulan ötekileştirilen kurucu Türk kimliğini yeniden inşa ederek güçlü ve bağımsız bir devlet hedefi rafa kaldırıldı.
Yukarıda bahsettiğim koşullarda eğitim gören yüzlerce Türk vatandaşı, bu ülkede cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yaptı. Önemli kurumlarda önemli görevler üstlendi…
Varın bunların ne kadarının zihinlerinin Anglosakson Kültür ile yıkandığını, ne kadarının “azınlık ırkçılığını ve bölücülüğü yaygınlaştırma”yla görevlendirildiğini siz düşünün.
***
Neye gülüyorum biliyor musunuz?
Seçim atmosferinde Türklüğü anayasadan çıkarmak isteyeninden, Ermenilere toprak talebini dillendirenlere, vatanı bölüp parçalara ayırmak isteyeninden ABD mandacılığını savunanlara, Türk devletine kumpas kuranlarından Batı ile açıktan iş tutan STK yöneticilerine, derdi rant olanından devşirme oldukları her halinden belli olanlarına, istihbarat belgelerinde numaralarıyla birlikte anılan ajanlardan ideolojileri gereği cumhuriyetle hesaplaşma derdinde olanına onlarca isim milletvekili aday listelerinde…
Gazeteciyim, çok da anlarım ya siyasetten!
Çevremdekiler sorup duruyor:
Seçimi hangi parti ve ittifakın adayı kazanır diye?
Vallahi kimin kazanacağını bilmiyorum ama bu manzara karşısında kimin kaybedeceğini çok iyi biliyorum;
O da kimliği gibi egemenlik ve mülkiyet hakkı da elinden alınmak üzere olan Türk Milleti’nden başkası değil…
***
Kaynakça:
Joseph C. Grew-Yeni Türkiye / Amerika'nın İlk Türkiye Büyükelçisinin Anıları- Çeviri: Dr. Kadri Mustafa Orağlı- Multilingual Yabancı Dil Yayınları
Özgür Yıldız- Amerikan Protestan Misyonerlerinin Bursa'da Teşkilatlanmaları ve Faaliyetleri (1834-1928)-Türk Tarih Kurumu Yayınları
E.W.Hopkins/G.F Moore/M.Halidi/Ö.Ferruh-Tarihte ve Günümüzde Misyonerlik- Örgün Yayınları Kültür Dizisi
Aysun Yedikardeş Dönmez (Editör)- Bursa’nın Köklü Eğitim Kurumları Bursa Kız Lisesi (Bursa Kız Muallim Mektebi)- Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa Araştırmaları Merkezi
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu- Türkiye’deki Amerikan Okulları Krizi 1927-1928 (Bir Laiklik-Milliyetçilik Olayı- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt: XIII, Mart 1997, Sayı: 37
Prof. Dr. İdris Yücel-Yabancı Okullar ve Kültürel Milliyetçilik: Bursa Amerikan Kız Koleji Tanassur Hadisesi (1928)- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi Cilt: LXXX, Nisan 2016, Sayı: 287
Necdet Sevinç-Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri-Bilge Oğuz Yayınları.
Bayram Küçükoğlu-Türk dünyasında misyoner faaliyetleri- IQ Kültür Sanat Yayıncılık
Ahmet Gürkan-İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi-Cihan Yayınları
Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu- Atatürk’ün Bakış Açısıyla Azınlıklar- Doğumunun 125. Yılında Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu Bildirileri- Atatürk Araştırma Merkezi
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ÖGE
Kim kazanacak, kim kaybedecek!
Malum; Tarihte devlet olarak imzaladığımız “3 ayrı Lozan Antlaşması” var:
Bunlardan ilki; 18 Ekim 1912’de Trablusgarp Savaşı sonrasında İtalyanlara Bingazi, Trablusgarp, Rodos ve On İki Ada’yı bıraktığımız Uşi (Lozan) Antlaşması,
İkincisi; zaferle çıktığımız Kurtuluş Savaşı sonrası İngiltere ve bağlaşık devletlerle 24 Temmuz 1923’te imzaladığımız bugünkü devletimizin tapu senedi olan Lozan Barış Antlaşması…
Üçüncüsü ise; Yine Kurtuluş Savaşı sonrası ABD ile imza ettiğimiz 6 Ağustos 1923 tarihli, İngiltere ve bağlaşık devletlerle anlaştığımız barış koşullarını onaylayan Lozan Antlaşması…
***
Lozan Barış Antlaşması İngiltere ve bağlaşık devletlerin parlamentolarından onay alırken, ABD ile imzaladığımız antlaşma Amerikan kamuoyunda 3,5 yıl tartışıldıktan sonra getirildiği senatoda 18 Ocak 1927’de yapılan oylama ile reddedildi.
ABD Senatosu’nun antlaşmayı reddetmesinin iki nedeni vardı:
Birincisi Lozan ile Ermenilere yaşam hakkı tanınmıyor olması, ikincisi ise Osmanlı devletinden gelen adli ve ticari kapitülasyonların kaldırılması…
Ama her iki devlet, diplomaside temeldeki anlaşmazlıkların çözümünü bir başka zamana bırakmak olarak tanımlanan “Modus Vivendi” sözleşmesi imzalayarak, ilişkilere devam kararı aldı…
Aslında Lozan’ın senatoda reddedilmesinin üçüncü ve en önemli nedeni kaldırılan adli ve ticari kapitülasyonlar başlığında gizliydi.
Çünkü kapitülasyonların kaldırılmasıyla birlikte emperyalist devletlerin Türkiye topraklarında “kendi çıkarlarına uygun insan yetiştirmek ve sömürge düzenine zemin hazırlamak” amacıyla kullandıkları misyoner örgütlerin okul, yetimhane ve hastane başlıklarında yürüttükleri faaliyetlere de sınırlama getirilmişti.
***
Nitekim dillendirilmeyen bu başlık, ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti nezdindeki ilk Büyükelçisi Joseph C. Grew’nun 12 Ekim 1927’de Ankara’da Cumhurbaşkanı Atatürk’e güven mektubu sunmasının hemen ardından diplomatik faaliyet konusu oldu.
Şöyle ki “Hıristiyanlığı yayma, Ermeni ve Rumlarda ayrılıkçı fikirleri besleme ve topluma Amerikan kültürünü benimsetme” amacı taşıyan, ABD’nin himayesindeki misyoner örgüt American Board’ın sahibi olduğu okullardan bir bölümü kötü bir faaliyet siciline sahipti. Kadro ve öğrencileriyle; Merzifon ayaklanmalarında Hınçak Komitesi'nin karargâhı olan Merzifon Amerikan Koleji, Fransız işgali sırasında düşmanla işbirliği yapan Maraş Amerikan Okulu ve yine düşmanla kol kola giren ve şehrin savunması sırasında bizzat Fevzi Çakmak Paşa’nın emriyle top atışlarıyla yerle bir edilen Antep Amerikan Koleji gibi birçok okul, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında kapatıldı. Sadece Bursa ve İstanbul Üsküdar’da olduğu gibi hiçbir olaya karışmayan Amerikan okullarının faaliyetine izin verildi.
***
Cumhuriyetin ilanından sonraki süreçte ise American Bord yönetimi, kapatılan okulların yeniden açılması için ilk resmi başvurusunu, TBMM’nin Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu (3 Mart 1924) kabul ettiği tarihten 14 ay sonra 1 Mayıs 1925’te yaptı. Ancak bu talebe hiçbir şekilde cevap verilmedi.
İşte Büyükelçi Grew’nun Türkiye’de ilk diplomatik faaliyeti de 1,5 yıldır bekletilen başvuruyu sonuçlandırmak üzere harekete geçmek oldu. ABD Elçisi, resmi izin konusunda dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile iletişime geçtiği süreçte; Atatürk’ten kesin talimat alan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey engeline takılıyordu. Hem İnönü hem Aras izin konusunda ılımlı bir yaklaşım sergilese de Mustafa Necati Bey ayak diretiyordu. Büyükelçi Grew’nun görüşme talebini reddediyor, kendisine randevu bile vermiyordu. Hatta Mustafa Necati Bey, Ankara’daki 29 Ekim Cumhuriyet Balosu’nda kendisiyle tanıştırılmak istenen Amerikalı diplomatın yüzüne bile bakmıyordu. Yanına getirilen ABD Elçisini karşısında görünce sırtını dönüp, balo salonunun başka bir köşesine geçiyordu.
ABD elçisi sonrasında kaleme aldığı anılarında bu tavrından ötürü kin kustuğu Mustafa Necati Bey’e olan kızgınlığını, “kaba insandı” tanımıyla birlikte “sarhoş” kelimesini kullanarak pek de “saygılı olmayan ilkel bir dille” ifade ediyordu.
***
İşte tam bu sırada;
1926’da eğitim dilinin Türkçe olması, müfredata Türkçe, Türk Tarihi ve coğrafya derslerinin konulması, Türkçe öğretmenlerinin görevlendirilmesi, Hıristiyanlık propagandası yapılmaması ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimine tabi olması koşuluyla Türk öğrencileri de kabul etme izni alan Bursa Amerikan Kız Koleji’nde 4 talebenin din değiştirmesi tam anlamıyla diplomatik bir krize yol açıyordu.
Dönemin basını bu olayı günlerce manşetlerine taşırken, durumu bizzat Bursa’ya gelerek yerinde soruşturan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey, okulun kapatılması, sorumlu ABD’li öğretmenler hakkında adli işlem yapılması ve Maarif Vakfı’nca tüm gayrimenkullerinin satın alınması yönünde rapor hazırlıyordu.
Atatürk’ün talimatıyla rapordaki bütün hususlar yerine getiriliyor, yine Atatürk’ün yakın takibiyle 4 Türk kızı yeniden İslam’a döndürülüyordu. Bursa’da yargılanan misyoner 3 öğretmen de hapis cezasına çarptırılıyordu (30 Nisan 1928 Bursa Sulh Ceza Mahkemesi) ve ABD’nin bütün diplomatik girişimleri hüsranla sonuçlanıyordu.
***
Peki Amerikan okullarına karşı takınılan tavrın arkasında ne yatıyordu?
ABD Büyükelçisi Grew, gerek Başkent Washington’a geçtiği raporlar gerekse anılarından gerçeği şöyle özetliyordu:
“Bursa Koleji’ndeki dinsel nitelikli olay, Türk milliyetçiliğine ters düşen bir olaydı. Olayın temel faktörü Kültür Milliyetçiliği idi. Yoksa, din ile ilgisi olmayan bir hükümet için Hıristiyanlık bir anlam ifade etmiyordu. Fakat, Hıristiyanlığın eğitimsel etkisi hem Türk kültürüne ve hem de Türk milliyetçiliğine ters düşmekteydi. Türkler için Kültür Milliyetçiliği konusunda bir uyuşma, bir uzlaşma söz konusu olamazdı. En basit şekille, Bursa olayı ve Amerikan okulları sorunu buydu.”
Gerçekten de bugün bazı çevrelerce dinsizlikle suçlanan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa Necati Bey gibi cumhuriyetin idealist yönetici ve kadroları;
Osmanlı döneminde tecrübe edildiği gibi misyonerliğin dünya çapında yürütülen bir Hıristiyanlık propagandası olduğunu,
Batılı devletlerin misyonerliği ekonomik çıkarları uğrunda sömürgecilik için bir basamak olarak kullandığını,
Batı Uygarlığının nüfuz alanı gibi coğrafyasını genişletmeyi amaçladığını,
Misyonerlik faaliyetleriyle Türk Milletini genel karakterine uygun, aklı esas alan İslâm’dan soğutmak, kendi kimliğiyle çatıştırmak, böylelikle Türk devletine ve Türk milletine düşman unsurlar yetiştirmek suretiyle Türkiye’de “azınlık ırkçılığını ve bölücülüğü yaygınlaştırmak” olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Misyoner okullarının hem zihinleri hem de vatanı işgal projesi olduğunu çok iyi bilen Atatürk konuyu en net haliyle şu cümleyle özetliyordu:
“Bunlar (Amerikan okulları) mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kaleleridir.”
***
Sonuç olarak;
Atatürk ile başlayan dil, kültür ve ideal birliğinden oluşan Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kültür milliyetçiliği politikası, ne yazık ki 1945’te çok partili “demokrasiye geçiş” ve beraberindeki “hürriyet” propagandası ile esnetiliyordu.
Aynı dönemde küresel efendi ABD ile başta eğitim ve askeri olmak üzere birçok alanda başlatılan işbirlikleri, Fulbright gibi ABD’nin çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren çeşit çeşit vakıfların sunduğu burs imkanları, 1963’te AB üyeliğine müracaatla oluşan atmosfer ve yine aynı dönemde Vatikan ve misyoner örgütlerin geliştirdiği “Dinlerarası Diyalog ve Hıristiyan gibileştirmek (Temsili Hıristiyanlık) politikalarıyla;
Cumhuriyetin kurucularının, büyük bedeller ödeyerek toplumu dilde, duyguda, kültür ve inanç sistemlerinde ortak bir paydada birleştirme, unutulan ötekileştirilen kurucu Türk kimliğini yeniden inşa ederek güçlü ve bağımsız bir devlet hedefi rafa kaldırıldı.
Yukarıda bahsettiğim koşullarda eğitim gören yüzlerce Türk vatandaşı, bu ülkede cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık yaptı. Önemli kurumlarda önemli görevler üstlendi…
Varın bunların ne kadarının zihinlerinin Anglosakson Kültür ile yıkandığını, ne kadarının “azınlık ırkçılığını ve bölücülüğü yaygınlaştırma”yla görevlendirildiğini siz düşünün.
***
Neye gülüyorum biliyor musunuz?
Seçim atmosferinde Türklüğü anayasadan çıkarmak isteyeninden, Ermenilere toprak talebini dillendirenlere, vatanı bölüp parçalara ayırmak isteyeninden ABD mandacılığını savunanlara, Türk devletine kumpas kuranlarından Batı ile açıktan iş tutan STK yöneticilerine, derdi rant olanından devşirme oldukları her halinden belli olanlarına, istihbarat belgelerinde numaralarıyla birlikte anılan ajanlardan ideolojileri gereği cumhuriyetle hesaplaşma derdinde olanına onlarca isim milletvekili aday listelerinde…
Gazeteciyim, çok da anlarım ya siyasetten!
Çevremdekiler sorup duruyor:
Seçimi hangi parti ve ittifakın adayı kazanır diye?
Vallahi kimin kazanacağını bilmiyorum ama bu manzara karşısında kimin kaybedeceğini çok iyi biliyorum;
O da kimliği gibi egemenlik ve mülkiyet hakkı da elinden alınmak üzere olan Türk Milleti’nden başkası değil…
***
Kaynakça:
Joseph C. Grew-Yeni Türkiye / Amerika'nın İlk Türkiye Büyükelçisinin Anıları- Çeviri: Dr. Kadri Mustafa Orağlı- Multilingual Yabancı Dil Yayınları
Özgür Yıldız- Amerikan Protestan Misyonerlerinin Bursa'da Teşkilatlanmaları ve Faaliyetleri (1834-1928)-Türk Tarih Kurumu Yayınları
E.W.Hopkins/G.F Moore/M.Halidi/Ö.Ferruh-Tarihte ve Günümüzde Misyonerlik- Örgün Yayınları Kültür Dizisi
Aysun Yedikardeş Dönmez (Editör)- Bursa’nın Köklü Eğitim Kurumları Bursa Kız Lisesi (Bursa Kız Muallim Mektebi)- Bursa Büyükşehir Belediyesi Bursa Araştırmaları Merkezi
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu- Türkiye’deki Amerikan Okulları Krizi 1927-1928 (Bir Laiklik-Milliyetçilik Olayı- Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt: XIII, Mart 1997, Sayı: 37
Prof. Dr. İdris Yücel-Yabancı Okullar ve Kültürel Milliyetçilik: Bursa Amerikan Kız Koleji Tanassur Hadisesi (1928)- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi Cilt: LXXX, Nisan 2016, Sayı: 287
Necdet Sevinç-Osmanlı’dan Günümüze Misyoner Faaliyetleri-Bilge Oğuz Yayınları.
Bayram Küçükoğlu-Türk dünyasında misyoner faaliyetleri- IQ Kültür Sanat Yayıncılık
Ahmet Gürkan-İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi-Cihan Yayınları
Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu- Atatürk’ün Bakış Açısıyla Azınlıklar- Doğumunun 125. Yılında Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu Bildirileri- Atatürk Araştırma Merkezi