SON DAKİKA
Hava Durumu

Müslümanlığı Araplaşma zannetmek!

Yazının Giriş Tarihi: 18.07.2022 18:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 18.07.2022 06:07

“Sorgusuz, sualsiz inanmaya, en kolay, en itaatkâr şekilde yönetilmeye uygun olan millet bizimkidir” denilse, abartı olmaz herhalde.

Böyle bir zihin durumunun tarihsel ve kültürel birçok sebebi var ama temelinin, Selçuklu devletinden itibaren dini, bir meşrulaştırma, yönetme ve siyaset aracı olarak gören Türk devletlerine dayandığını söylemek mümkün.

(Bkz. Sedat ŞENERMEN-Selçuklu ve Osmanlı İslam’ı… https://www.sozbursa.com/yazarlar/sedat-senermen-11/selcuklu-ve-osmanli-islam-i-683)

‘’İslam’’ örtüsü altında oluşturulan parçalı anlayışlardan beslenen karmaşa, sağlıklı bir zihin yapısı oluşmasının önündeki en büyük engel.

Sağlıksız ve iğdiş edici bu parçalı anlayışların, İslam’ın kaynağı olan Kur’an’la sağlaması kasıtlı olarak asırlardır yapılmıyor. Aklı ve sorgulamayı esas alan bir din olan İslam, esasta hayatın dışına atılıyor.

Meydan; irrasyonel tekkelere, artık medrese diyebileceğimiz oluşumlara, hurafe merkezli söylemlere, işbirlikçi ve kökü dışarıda STK’lara, devletin, halkın itaatini sağlayacak şekilde doktrine ettiği din soslu söylem ve uygulamalara kalıyor.

Her türlü zararlı ekimin rahatlıkla yapılabildiği, sömürüye ve sömürgeleşmeye açık bu dağınık ve sağlıksız zihnin aslında mayınlı bir alan olduğu yakın tarihte de görüldü ama hala ve ısrarla yapılan hatalar, tarihin tekerrürüne her an müsait.

En basit bir sorgulama kırıntısına bile tahammül etmeyen ve sorgulamanın adeta kökünün kazınmak istendiği bu zihnin, bizde yeni Ortaçağlar inşa edeceğini söylemek kâhinlik olmaz.

***

Biz dinimizi kaynağından değil, aynı Musevi ve Hristiyan ruhban sınıfını andıran, onlar gibi üniformamsı giyinen, din adına kendilerine konum ve rütbe verenlerden alıyor, yanlış yapabileceklerini ve ahiretimizi ateşe atabileceklerini hesaba katmadan, sorgulamadan, akletmeden körü körüne inanıyor ve itaat ediyoruz.

Mesela;

İnsanın en etkilendiği mekânlar olan mezarlıklardaki defin işlemleri sırasında şimşek hızıyla yuvarlayarak okunan Arapça sure ve duaların ne anlama geldiğini bilmeden, ellerimizi açıp “âmin” diyoruz.

Ölenin arkasından yapılan ve İslam’a sonradan ilave edildiği açık olan (bid’at) 7, 40, 52. gün mevlitleri ile ilahilerde okunanları anlamadan ama sanki anlarmış gibi huşu duyarak dinlemede üstümüze kimse yok.

Okunan Yasin suresinde, Allah’ın Kur’an’ı dirilere -ölülere değil- gönderdiğini buyurmasına rağmen yanlıştan dönülmemesi tam bir ironi. Bu açık hüküm bile bizi uyandırmıyor çünkü atalardan gelene, atalar dinine uymak, Kur’an’a uymaktan kolay. 

Beş vakit ve cuma namazlarında –amacı belli hutbeler hariç- okunan surelerin anlamını bilmiyoruz ama bilmediğimizi, bilmeden tekrarlayıp papağanlaştığımızı bile fark etmiyoruz.

Hulasa inandığı dini, kendi dilinden bilmeyen, bilmeye çabalamayan, bilme gayretleri ise din dışı kabul edilerek önüne set çekilen, bilmemesi içinde dini/siyasi her türlü oyunun kurulduğu Türk milleti, bu açıdan dünyada tek. Çünkü her millet inandığı dini, kendi dilinden biliyor.

***

Allah, yarattığı insana doğru yolu gösterme ve kılavuzluk yapma görevi gereği, gönderdiği vahiylerin anlaşılmasını emrederken, biz anlamaya çalışmak yerine, saptırmayı tercih edip, Resul’ün dili olan Arapçayı ve dolayısı ile Arapları kutsuyoruz.

Lisan bir iletişim aracıdır. Kelam ise, anlam ve düşüncedir yani vahiydir. Allah’ın, elçisine indirdiği anlam/düşünce/vahyi, Elçi; kendi dili Arapça olduğu için doğal olarak, toplumuna Arapça olarak iletmiştir. Aynen Zebur’un Aramice, İncil’in/Tevrat’ın, toplumun dili olan İbranice iletilmesi gibi. Yani Allah’ın elçisi İngiltere’de olsaydı, vahyin anlaşılması için İngilizce iletmesi zorunluluğu gibi. Dolayısıyla her toplumun, Kur’an’ı kendi diline çevirip, vahyi anlama zorunluluğu vardır. Ayetler bunu açıkça belirtir.

Lisan ve kelam arasındaki ayırıcı özellik dikkate alınmazsa, sanki Allah vahyi, anlamı, kelamı Arapça indirmiş gibi bir yanılgıya düşülür ki, o takdirde Arap lisanını, başka toplumların lisanından üstün, ayrıcalıklı ve kutsal, Arapların da ayrıcalıklı ve seçilmiş kabul edildiği bir zihin teslimiyeti ve Arapperestlik/ Arapsevicilik ortaya çıkar.

Yüzyıllardır böyle düşünülüp, sanki dinin gereği gibi Arapça teşvik edildiği için ‘’Kur’an anlaşılmaz, Kur’an’ın Arapçasını okumak, dinlemek, yazılarına bakmak ibadettir… manası bilinmese bile onunla duygulanmak gerekir’’ tabusuna/yanlışına saplanılmış hatta günümüzde ‘’Kur’an’ı anlayarak okumak sapıklıktır’’ diyen cemaatler türemiştir.

Böylece Arap olmayan tüm dünya insanları Araplar gibi düşünme ve onlar gibi yaşamayı ibadet sanma yanılgısına düşürülmüşlerdir. Bu durumun, Kur’an’la ilgisinin olmadığı aksine Allah’ın emirlerinin İblisane bir şekilde ters çevrildiği ve yapılanların bir Arap emperyalizmi olduğu açık bir gerçektir.

Ve maalesef bugün Türkiye’de yapılan budur. Arapça temelli Diyanet akademisi kurulması, devlet kurumlarında bile Arapça Kur’an derslerinin perde arkasından nerdeyse zorunlu kılınması, sığınmacılara her alanda gösterilen teşvik ve kolaylık, başta sağlık alanında görevlendirilen sığınmacı doktorlar, buna mukabil yerlilere yönelik ötekileştirici davranışlar, yani Arapça ve Arapların imtiyazlı hali, Arap emperyalizminin din gerekçeli gönüllü kabulünü göstermektedir.

Bu Müslümanlık değil, gönüllü Araplaşmadır.

***

Bu tehlikeyi 100 sene önce gören Mustafa Kemal’in, Kur’an’i çözümlerinin bize örnek olması gerekirken 100 sene sonra biz hem onu tekfir ediyor hem de gittikçe cehalete gömülüyoruz.

İslam tarihini ve Kur’an’ı, Maturidi temelli yaklaşımlarla çok iyi analiz eden önder;

‘’Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyor, bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır… Türk Kur’an’ın arkasında koşuyor, fakat Kur’an’ın ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor, benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın’’ (Bkz. Sedat ŞENERMEN, Atatürk, İslam ve Laiklik) diyerek, bin yıldır yapılmayanı yani Kur’an’ın; Türkçe mealinin yazılmasını sağlayarak, bu milletin kendi dinini, kendi dilinden anlamasını ve dinden rant devşiren asalaklara/sahtekarlara/işbirlikçilere uymamasının zeminini oluşturuyor.

Peki, şimdi biz ne yapıyoruz?

Uyumaya devam ediyoruz.

Bir düşünelim, içeriğini, manasını, anlamını bilmediği, sadece atalardan gelen ezbere sadece ezbere dayalı inancı gereği Türk; asırlardır ölümü göze almış, almaya da devam ediyor.

Acaba Türk, Atatürk’ün hedeflediği gibi Kur’an’ı anlayarak okusa, emir ve yasakları bilse böylece içindeki, dışındaki, bireysel, örgütsel, yerel ve küresel İblisi tanısa, yeryüzünde adaletsizlikten, zulümden eser kalır mıydı?

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.