“Kuşatılan Türkiye” ana temalı yazılarımızın sekizincisine “Eskiden cehalet ve devamında ahmaklaşmanın sebebi ‘okumamak’ iken, artık günümüzdeki düzende anahtar, ‘okumak’ oldu. Okumuş olmak ise tahsil görmek, hem de yüksek tahsil olarak anlaşıldı, anlatıldı” saptamasıyla başlamak istedim.
Evet bu anlayış çerçevesinde; 2000’lerde 75 civarında olan üniversite sayısı, 2020’lerde apartmanlarda bile açılarak 208’e çıktı ama bu sefer cehalet; diplomalı okumuş kimliği ile saltanatını sürdürüyor.
Bırakın ilk ve orta öğretimi, bu kadar fazla sayıdaki –gözden kaçmayı sağlayacak- üniversitelerin birçoğunda göreve getirilen tarikat ve cemaat yapılarıyla bağlantılı isimler ve alan dışı görevliler eliyle akıl değil, akıldışılık üretiliyor. Birçoğu liyakatsiz.
Sözüm ona sadece okumuş(!) yetiştiriliyor.
Nasıl mı?
Düşündüren, sorgulatan, anlatan değil anlatmayan felsefeyle, gerçek hayatla ve millet ihtiyaçlarıyla örtüşmesi gereken ama ıskalayan iktisadi ve idari bilimleriyle,
Milleti, bu çağın entelektüel seviyesi ile anlaması ve görmesi gereken ama kör eden, gözlere perde indiren sosyolojisiyle,
Batı kurgulu tarihimiz yerine, bu milletin gerçek geçmişini delilleriyle ortaya sermesi gereken ama milletine yabancılaşan tarih eğitimiyle,
Bir açığa çıkarma ve anlatma aracı olarak değil, gerçeği örtme, iletmeme aracı olarak kullanılan dille,
Allah’ın “tamamladım” buyurduğu dinin kaynağı Kur’an’ı aktarmak yerine, kitaba, kitap dışı hurafe, akıldışılık, mistisizm ilave eden din eğitimiyle ve daha neler, neler.
Bu döngüde okumuşlar da ahmaklaştırılıp, ahmaklaşmaz mı?
Düşünür Sakallı Celal’in; “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” tespiti, adeta bugüne ayna tutuyor.
***
Niye bu devran devam ediyor?
Çünkü bütün nesillerimizin zihniyetini şekillendiren müfredatı, Amerikan merkezli Fullbright komisyonu belirliyor. Bu komisyonun tespit ettiği, burs sağlayarak devşirdiği kişiler, Türkiye dâhil birçok ülkede, devlet yönetiminde en üst makamlara getirilerek, küresel sömürü düzeninin devamı sağlanıyor.
Bu sisteme teslim olmuş yöneticilerce, kasıtlı olarak yap-boza döndürülen ve akıl karıştırmaktan ve yukarıda sayıldığı gibi gerçeği saklamaktan başka bir misyonu olmayan eğitim(!), doğal olarak ve aynen hedeflendiği gibi, kitlesel iletişim kanallarındaki ahmaklaştırıcı büyük veri hacmi karşısında aciz.
Aciz olan bireyin, bilgiyi işleyen ve sunan mevcut kurumlara teslim olmaktan başka çaresi var mı?
Peki, kurumlar güvenilir mi?
Rakamlarla bile adaletsizce oynandığına göre, her şey yalanlar üzerine bina edildiğine göre kurumlarda yönlendirilebilir hale getirilmiş.
Uzun zamandır bu ülkeye “kader” diye biçilen ve sıradan vatandaşa ayrı, okumuşa ayrı uygulanan ahmaklaştırma oyunları sayesinde;
Kendimizi bile takdim ve tanımlamayı, CIA’nın sosyologlarına, stratejistlerine, psikologlarına, STK’larına, ilahiyatçılarına, oryantalistlerine, dış ve iç sömürgecilere bıraktığımız yetmiyor gibi buna İslam olmayı Araplaşma zanneden Siyasal dinciler sayesinde, Arap emperyalizmi ekleniyor.
Buna rağmen hiç kimsenin aklına, daha doğrusu işine, “biz buyuz” dedirtecek, sürüleşmekten ve ahmaklaşmaktan kurtaracak, titreyip kendimize getirecek ve şeytani oyun ile kirli bilgi bombardımanına karşı bağışıklık oluşturacak tek çözüm yani, Kâinat sahibinin buyurduğu ‘’selim akıl ve aklın işletilmesi’’ni emreden Kur’an gelmeyecek.
Bu durulan yer, top yekûn zihnin felç olma hali, ahmaklaşma ve akıl tutulması değil midir?
O halde, Yunus 100. Ayetindeki musibetleri, belaları, pislikleri yaşayacağımızı da kabul etmek gerekir.
Seçim bizim…
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ümit CAN
Okumuşlar da ahmaklaştırılır, ahmaklaşır!
“Kuşatılan Türkiye” ana temalı yazılarımızın sekizincisine “Eskiden cehalet ve devamında ahmaklaşmanın sebebi ‘okumamak’ iken, artık günümüzdeki düzende anahtar, ‘okumak’ oldu. Okumuş olmak ise tahsil görmek, hem de yüksek tahsil olarak anlaşıldı, anlatıldı” saptamasıyla başlamak istedim.
Evet bu anlayış çerçevesinde; 2000’lerde 75 civarında olan üniversite sayısı, 2020’lerde apartmanlarda bile açılarak 208’e çıktı ama bu sefer cehalet; diplomalı okumuş kimliği ile saltanatını sürdürüyor.
Bırakın ilk ve orta öğretimi, bu kadar fazla sayıdaki –gözden kaçmayı sağlayacak- üniversitelerin birçoğunda göreve getirilen tarikat ve cemaat yapılarıyla bağlantılı isimler ve alan dışı görevliler eliyle akıl değil, akıldışılık üretiliyor. Birçoğu liyakatsiz.
Sözüm ona sadece okumuş(!) yetiştiriliyor.
Nasıl mı?
Düşündüren, sorgulatan, anlatan değil anlatmayan felsefeyle, gerçek hayatla ve millet ihtiyaçlarıyla örtüşmesi gereken ama ıskalayan iktisadi ve idari bilimleriyle,
Milleti, bu çağın entelektüel seviyesi ile anlaması ve görmesi gereken ama kör eden, gözlere perde indiren sosyolojisiyle,
Batı kurgulu tarihimiz yerine, bu milletin gerçek geçmişini delilleriyle ortaya sermesi gereken ama milletine yabancılaşan tarih eğitimiyle,
Bir açığa çıkarma ve anlatma aracı olarak değil, gerçeği örtme, iletmeme aracı olarak kullanılan dille,
Allah’ın “tamamladım” buyurduğu dinin kaynağı Kur’an’ı aktarmak yerine, kitaba, kitap dışı hurafe, akıldışılık, mistisizm ilave eden din eğitimiyle ve daha neler, neler.
Bu döngüde okumuşlar da ahmaklaştırılıp, ahmaklaşmaz mı?
Düşünür Sakallı Celal’in; “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” tespiti, adeta bugüne ayna tutuyor.
***
Niye bu devran devam ediyor?
Çünkü bütün nesillerimizin zihniyetini şekillendiren müfredatı, Amerikan merkezli Fullbright komisyonu belirliyor. Bu komisyonun tespit ettiği, burs sağlayarak devşirdiği kişiler, Türkiye dâhil birçok ülkede, devlet yönetiminde en üst makamlara getirilerek, küresel sömürü düzeninin devamı sağlanıyor.
Bu sisteme teslim olmuş yöneticilerce, kasıtlı olarak yap-boza döndürülen ve akıl karıştırmaktan ve yukarıda sayıldığı gibi gerçeği saklamaktan başka bir misyonu olmayan eğitim(!), doğal olarak ve aynen hedeflendiği gibi, kitlesel iletişim kanallarındaki ahmaklaştırıcı büyük veri hacmi karşısında aciz.
Aciz olan bireyin, bilgiyi işleyen ve sunan mevcut kurumlara teslim olmaktan başka çaresi var mı?
Peki, kurumlar güvenilir mi?
Rakamlarla bile adaletsizce oynandığına göre, her şey yalanlar üzerine bina edildiğine göre kurumlarda yönlendirilebilir hale getirilmiş.
Uzun zamandır bu ülkeye “kader” diye biçilen ve sıradan vatandaşa ayrı, okumuşa ayrı uygulanan ahmaklaştırma oyunları sayesinde;
Kendimizi bile takdim ve tanımlamayı, CIA’nın sosyologlarına, stratejistlerine, psikologlarına, STK’larına, ilahiyatçılarına, oryantalistlerine, dış ve iç sömürgecilere bıraktığımız yetmiyor gibi buna İslam olmayı Araplaşma zanneden Siyasal dinciler sayesinde, Arap emperyalizmi ekleniyor.
Buna rağmen hiç kimsenin aklına, daha doğrusu işine, “biz buyuz” dedirtecek, sürüleşmekten ve ahmaklaşmaktan kurtaracak, titreyip kendimize getirecek ve şeytani oyun ile kirli bilgi bombardımanına karşı bağışıklık oluşturacak tek çözüm yani, Kâinat sahibinin buyurduğu ‘’selim akıl ve aklın işletilmesi’’ni emreden Kur’an gelmeyecek.
Bu durulan yer, top yekûn zihnin felç olma hali, ahmaklaşma ve akıl tutulması değil midir?
O halde, Yunus 100. Ayetindeki musibetleri, belaları, pislikleri yaşayacağımızı da kabul etmek gerekir.
Seçim bizim…